DENİZ YARILDI MI YOKSA MED CEZİR'E Mİ UĞRADI
DENİZ YARILDI MI YOKSA MED-CEZİR'E Mİ UĞRADI?
 
 

 
Bu yazımızda Hz. Musa ve İsrail oğullarının, Mısır'dan hicretleri esnasındaki deniz'den geçiş olayının mahiyetini, inceleyeceğiz. Hem İsrail oğulları hem Firavun ve ordusu hakkında bir dönemeç olan deniz'in ikiye ayrılması mucizesi, son dönemlerde rasyonel yorumlara tabi tutularak bu olayın mucize değil yer ve gök hareketlerine bağlı olarak gelişen tabii bir olay olduğu tezi ileri sürülmektedir. Dini rasyonelleştirme yolunda ilk adım olan bu tip masum! Gözüken uygulamalar sonrasında, dinin emir ve yasaklarının da rasyonaliteye tabi tutulacağı/tutulduğu açıktır. Amacımız Kur'an'ın nüzul dönemi esnasındaki peygamberden, çobana, bedevi'den, şehirliye, Kur'an'ın nuzülünden, kıyamete değin her muhatabın anladığı/anlaması gereken Kur'an ayetlerinin ilk anlamlarına uygun yorumları gündem etmektir.
 
1-      Deniz'i geçmeden öncesi İsrail oğullarının durumu:
 
            Hz. Yusuf Mısır'da yönetici olduğu esnada babasına yaptığı çağrı ile gelecek yıllarda vuku bulacak kıtlıktan etkilenmemeleri için İsrail oğullarının, Mısır'da yerleşmeleri teklifinde bulunur. Oğlu Yusuf'un(a.s) çağrısına uyan Yakup peygamber "Kenan" diyarından Mısır'a hicret ederek orada yerleşir. Tevrat bu hususta şunları kaydeder: "Firavun Yusuf'a, "Babanla kardeşlerin senin yanına geldiler" dedi," "Mısır ülkesi senin sayılır. Onları ülkenin en iyi yerine yerleştir. Goşen bölgesine yerleşsinler."[1] Tevrat'taki bir başka yerde Goşen'in adı "Ramses" olarak verilmektedir. "Yusuf babasıyla kardeşlerini Mısır'a yerleştirdi; Firavun'un buyruğu uyarınca onlara ülkenin en iyi yerinde, Ramses bölgesinde mülk verdi."[2]
            Goşen bölgesi Mısır'ın kuzeyine düşen ve Nil nehrinin, Akdeniz'e doğru delta oluşturarak döküldüğü verimli bir mevkidedir. Aynı zamanda "Kenan" diyarı ile Mısır arasında bir geçiş bölgesi olarak önemli bir merkez konumundadır.Goşen'e yerleşen İsrail oğulları buradaki gayretli çalışmalarının ürünü olarak zenginleşir ve refah içerisinde bir yaşam sürmeye başlarlar. Tevrat bunu şöyle kaydeder: "İsrail Mısır'da Goşen bölgesine yerleşti. Orada mülk sahibi oldular, çoğalıp arttılar."[3]
            Hz. Yusuf dönemi "Goşen" bölgesinde yerleşen İsrail oğulları onun ölümü sonrası gelişen süreçte Mısır yöneticilerinin köleleri konumuna düşerler. Mısır'ın çeşitli bölgelerinde iskân edilen İsrail oğulları, Hz. Musa'nın onları Mısır'dan çıkarmasına kadar köle olarak yaşarlar. Tevrat'a göre bu süre şöyle verilmektedir: "İsrailliler Mısır'da dört yüz otuz yıl yaşadı. Dört yüz otuz yılın sonuncu günü RAB'bin halkı ordular halinde Mısır'ı terk etti."[4]
İsrail oğullarından olan Hz. Musa'nın ve kardeşi Harun'un(a.s), Cenab-ı Hakk tarafından peygamber seçilmesi ile birlikte Mısır'da başlayan Tevhidi süreç; Mısır firavunun, Hz. Musa ve Hz. Harun peygamberlerle olan çetin tebliğ mücadelesine sahne olur. Tebliğin bu çetin döneminde Hz. Musa'nın gösterdiği mucizelere rağmen Firavun küfründen dönmez. Kur'an'ı Kerim'e göre bu süreç içerisinde Cenab-ı Hakk'ın ona verdiği dokuz mucizeden "Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik..."[5] Sekizi gerçekleşir.
Kur'an'da beyan edilen mucizelerden farklı olarak;Tevrat'ta, Hz. Musa'ya verilen mucizeler, Asa ve kayadan su fışkırma mucizesi hariç "on" tane olarak sıralanmaktadır.[6] Firavun'un zalimliğinin, bütün bu mucizelere ve Hz. Musa ile Harun'un(a.s) İsrail oğullarını çölde dua etmek için isteklerine rağmen onları bırakmadığı anlaşılmaktadır. Hz. Musa ile Harun'un(a.s) İsrail oğullarını bırakma isteklerini dile getiren kıssa sahnesi Tevrat'ta şöyle anlatılır:"Sonra Musa'yla Harun Firavun'a gidip şöyle dediler: "İsrail'in Tanrısı RAB diyor ki: 'Halkımı bırak gitsin, çölde bana bayram yapsın.'" Firavun, "RAB kim oluyor ki, O'nun sözünü dinleyip İsrail halkını salıvereyim?" dedi. "RAB'bi tanımıyorum. İsrailliler'in gitmesine izin vermeyeceğim." Musa'yla Harun, "İbraniler'in Tanrısı bizimle görüştü" diye yanıt verdiler, "İzin ver, Tanrımız RAB'be kurban kesmek için çölde üç gün yol alalım. Yoksa bizi salgın hastalık ya da kılıçla cezalandırabilir." Mısır Firavunu, "Ey Musa ve Harun, niçin halkı işinden alıkoyuyorsunuz? Siz de işinizin başına dönün" dedi,"[7]
Hz. Musa'nın gösterdiği mucizelerin en sonuncusunun gerçekleşmesinden sonra Firavun pes eder ve İsrail oğullarını, Mısır'dan yollayacağına söz verir. Kur'an bunu şöyle beyan etmektedir: "Biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular." "Azap üzerlerine çökünce, "Ey Musa! Sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et; eğer bizden azabı kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve muhakkak İsrail oğullarını seninle göndereceğiz" dediler."[8] Tevrat da Firavunun, İsrail oğullarını kendi rızasıyla bıraktığını işaret eder: "Aynı gece Firavun Musa'yla Harun'u çağırttı ve, "Kalkın!" dedi, "Siz ve İsrailliler halkımın arasından çıkıp gidin, istediğiniz gibi RAB'be tapın."[9]
Firavundan çöle gidiş izni alan Hz. Musa, Mısır'daki tüm İsrail oğullarının yanlarına alabilecekleri malları ile birlikte; Kenan diyarından Mısır'a ilk giriş ve iskân bölgesi olan Goşen/Ramses'de toplanmalarını bildirir. "İsrail oğullarının Mısır'a tek bir bölgede yerleşmiş olmayıp çeşitli yerleşim alanlarına dağılmış olduklarını ve özellikle Memfis'le[10] Ramises arasındaki Goşen denilen topraklarda yaşadıklarını hatırlatmalıyız. Mısır'ı terk etme emri alınca Hz. Musa'nın (a.s) İsrail oğullarının oturdukları yerlere talimatlar gönderip halka hicret için hazırlıklar yapmalarını söylediği ve çıkış için belli bir gece tayin ettiği anlaşılıyor."[11] 
Tevrat, İsrail oğullarının Mısır'dan hicret etme hazırlıklarını şöyle anlatmaktadır: "Dediğiniz gibi davarlarınızı, sığırlarınızı da alın götürün.....halk mayası henüz katılmamış hamurunu aldı, giysilere sarılı hamur teknelerini omuzlarında taşıdı…. İsrailliler kadın ve çocukların dışında altı yüz bin kadar erkekle yaya olarak Ramses'ten(Goşen) Sukkot'a doğru yola çıktılar. Daha pek çok kişi de onlarla birlikte gitti. Yanlarında çok sayıda davar ve sığır vardı. Mısır'dan getirdikleri hamurla mayasız pide pişirdiler. Maya yoktu. Çünkü Mısır'dan kovulmuşlar, kendilerine azık hazırlayacak zaman bulamamışlardı."[12]
Tüm Mısır'da yaşayan İsrail oğulları, kadim iskân yerleri olan Goşen'de toplandıktan sonra Sukkot bölgesine oradan Etam'a geçerler. "Sukkot'tan ayrılıp çöl kıyısında, Etam'da konakladılar."[13] Tevrat'ın, Sayılar kitabında, İsrail oğullarının yol haritası dolayısıyla deniz'den geçiş mevkii şöyle belirtmektedir:"İsrailliler Ramses'ten yola çıkıp Sukkot'ta konakladılar. Sukkot'tan ayrılıp çöl kıyısındaki Etam'da konakladılar. Etam'dan ayrılıp Baal-Sefon'un doğusundaki Pi-Hahirot'a döndüler, Migdol yakınlarında konakladılar. Pi-Hahirot'tan ayrılıp denizden çöle geçtiler. "[14]
Tevrat'ta geçen bu mevki adlarına rağmen, bu mevkilerin Mısır coğrafyasındaki tam karşılıkları belirsizdir. Yahudi ve Hıristiyan yorumcuları, bu mevkilerle ilgili olarak ihtilaf halindedirler. Bunun bir nedeni de İsrail oğullarının geçişine sahne olan denizin hangi deniz olduğunun belirsiz olmasıdır. Bundan dolayı bilhassa Pi-Hahirot, Migdol ve Baal Sefon'un yerleri, İsrail oğullarının deniz geçişlerindeki yerlerin kabullerine göre değişime uğramaktadır.
Yine Tevrat anlatımlarına göre bu esnada havada, gündüzleri bulut, geceleri ışık huzmesi olan birsütun onlara yollarını göstermekte, onları çöl sıcağından ve gecenin karanlığından korumaktaydı. "Gece gündüz ilerlemeleri için, RAB gündüzün bir bulut sütunu içinde yol göstererek, geceleyin bir ateş sütunu içinde ışık vererek onlara öncülük ediyordu." "Gündüz bulut sütunu, gece ateş sütunu halkın önünden eksik olmadı."[15]
Hz. Musa yönetimindeki İsrail oğulları Mısır'dan hicretlerinden itibaren Cenab-ı Hakk'ın emriyle hareket etmekteydiler. Rota onun tarafından Hz. Musa'ya bildirilmekteydi ve en son konaklama emri, denizin kıyısında Baal Sefon'da oldu. "RAB Musa'ya, "İsrailliler'e söyle, dönsünler" dedi, "Pi-Hahirot yakınlarında, Migdol ile deniz arasında, Baal-Sefon'un(Baal-Zifon) karşısında deniz kıyısında konaklasınlar."[16]
Cenab-ı Hakk, İsrail oğullarına rotalarını bildirirken aynı zamanda Mısır Firavun'u ile İsrail oğullarının, Allah'ın emirleri karşısındaki her an isyan etme tavrını da sınamakta olduğu görülmektedir. Böylece Firavunun dönekliğini vurgulanırken, aynı zamanda sıkıntılı zamanlardaki İsrail oğullarının dönek tavırları da yeniden ortaya konmaktadır.
Bakınız, Cenab-ı Hakk'ın çizdiği rota hakkında, Firavunun düşüncesi ve sözünden cayışı olayı Tevrat'ta nasıl anlatılmaktadır: Halkın kaçtığı Mısır Firavunu'na bildirilince, Firavun'la görevlileri onlara ilişkin düşüncelerini değiştirdiler: "Biz ne yaptık?" dediler, "İsrailliler'i salıvermekle kölelerimizi kaybetmiş olduk!...'Firavun:.. 'İsrailliler ülkede şaşkın şaşkın dolaşıyorlardır, çöl onları kuşatmıştır.'… "[17] Firavun'a ait Tevrat metninde yer alan bu şaşkınlık ifadeleri; İsrail oğullarına, Mısır'dan çıkış iznini kendinin vermesine rağmen İsrail oğullarının bu büyük eylemi gerçekleştiremeyecekleri zannına dayandığını ihsas etmektedir. Kurtubî, Firavun'u kızdıran; İsrail oğullarının kemiyet olarak az bir topluluk olmasını şöyle tefsir etmektedir. "Az bir topluluk" önemsenmeyen küçük bir topluluk demek­tir.…el-Cevherî dedi ki: Bu, insanlardan bir kesim, herhangi bir şeyin bir parçası anlamlarına gelir, "Parça parça el­bise, kumaş'" demektir, es-Sa'lebî şairin recez veznindeki şu beyiti nakleder: "Kış geldi ve elbiselerim eski püskü, Parça parça olmuş; yamalayıcı bundan, ötürü güler."[18]
İsrail oğulları, Mısır yüzeyindeki dağınık topluluklar olarak bulunmalarına, organize için yeterli imkânları olmamasına karşılık derin bir organizasyonla büyük bir hamle yapmalarına Firavunun içerlediği anlaşılmaktadır. Bundan dolayı Firavun ve Mele'si(ileri gelenler) İsrail oğullarının hicretinin, Mısır'a neye mal olacağını anlayınca kararlarından cayarlar. Kur'an'ı Kerim'de de ise bu olaya şöyle yer verilmektedir: "Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi: Esasen bunlar, sayıları az, bölük pörçük bir cemaattir. (Böyle iken) kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir. Biz ise, elbette uyanık bir cemaatiz. (diyor ve dedirtiyordu)"[19]"…Bunun üzerine o(Firavun), askerleri ile birlikte onların peşine düştü."[20]  Kur'an'daki bu ifadelerden de Firavun ve Mele'sinin İsrail oğullarına hicret izni vermelerindeki pişmanlık ve sözlerinden cayma psikolojisi yansımaktadır.
Firavun'un, İsrail oğullarını Mısır'dan gönderme kararından dönmesi ve onları yakalamak ve cezalandırmak üzere takip etme olayı Tevrat'ta şöyle anlatılmaktadır: "Firavun savaş arabasını hazırlattı, ordusunu yanına aldı. Seçme altı yüz savaş arabasının yanı sıra, Mısır'ın bütün savaş arabalarını sorumlu sürücüleriyle birlikte yanına aldı. RAB Mısır Firavunu'nu inatçı yaptı. Firavun sevinçle ilerleyen İsrailliler'in peşine düştü. Mısırlılar Firavun'un bütün atları, savaş arabaları, atlıları, askerleriyle onların ardına düştüler ve deniz kıyısında, Pi-Hahirot yakınlarında, Baal-Sefon'un(Baal-Zifon) karşısında konaklarken onlara yetiştiler."[21]
 
İsrail oğullarının denizden geçişe doğru rotası:
 
Kur'an-ı Kerim'de, İsrail oğullarının, denizi nereden geçtiklerine dair bir yer tarifi yoktur. Tevrat kitaplarında anlatılan tariflerden ve verilen yer isimlerinden; denizin geçildiği yerin tam ve kesin bir tespitini yapmak da mümkün değildir.
İslam kaynaklarından;"Eski tefsirlerin hemen tamamında âyetteki "el-yemm" kelimesi Kızıldeniz diye anlaşılmıştır. Tevrat'ın Çıkış bölümünde ise sadece "deniz" kelimesi geç­mektedir. Yine bu bölümde bazı coğrafî isimler verilmekteyse de bugün bu isimlerin nerelere tekabül ettiği kesinlik kazanmış değildir.[22]
İlk tefsircilerden Mukatil, İsrail oğullarının geçtiği denizin, Nil nehri olduğu yorumunu yapmaktadır. "İbrânice el-Yemm, "bahr" demektir, ki bu da Mısır'daki bir nehirdir….'İsrailoğullarının bahrı (yani, Nil'i: Mısır nehrini) geçmelerini sağladık'."[23] M. Reşîd Rızâ'da,Mukâtil'le aynı görüşü paylaşmaktadır: "Mûsâ ve yanındakilerin geçtiği, fakat Firavun ve askerlerinin boğulduğu denizin Nil nehri olması gerektiği kanaatindedir (IX, 98)."[24]
Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarındaki tariflerden, Yahudilerin; Hz Yusuf'tan beri öz yurtları olan Goşen'den, deniz kıyısına kadar olan rotalarını üç ayrı biçimde özetlemek mümkündür.
1-Goşen-Sukkot-Etam-Pi-Hahirot, Baal-Zepon ve Timsah gölü,
2-Goşen-Sukkot- Baal-Zepon ve Acıgöller,
3-Goşen-Sukkot-Etam-Migdol-Pi-Hahirot, Baal-Zepon ve Kızıldeniz(Süveyş körfezi burnu)
            Kur'an-ı Kerim, Hz. Musa'nın, İsrail oğullarını geceleyin yürütmesini emrederek Mısır'dan kaçışı başlatmaktadır. "Andolsun ki biz Musa'ya: Kullarımla birlikte geceleyin yola çık.."[25]    Bu kaçış, Tevrat'ta ismi verilen Succot, Etam, Migdol gibi mevkilerden değil de Goşen diyarından itibaren kabul edilirse; Goşen-Timsah gölü mesafesi 60-80 km arasıdır. Eğer seçilen rota Goşen ile Acıgöller rotası ise bu iki yer arasındaki mesafe 90-100 km'dir. Üçüncü rotadaki, Goşen, Kızıldeniz Süveyş körfezi burnu arası mesafe ise 125-135 km arasıdır.
Yaya olarak güneşin doğuşunda hareket eden İsrail oğullarının, tüm gece ve ertesi günün; Firavun ve ordusunun onlara yetişmesine kadarki günün ilk saatlerine kadar aldıkları mesafe ile denizin kenarına Baal-Zepon'a vardıkları kabul edilmelidir.
Tevrat'a ve Yahudi-Hıristiyan ilahiyatı kaynaklarına göre; Mısır'dan çıkış'ın yani "Mısır'dan Hicret" harekâtının başlangıç noktası, İsrail oğullarının "Kenan"dan sonra Mısır'daki ilk toprakları "Goşen" olduğunda ittifak olduğu gibi; deniz geçiş öncesi kıyıda mola verdikleri ve burada iken Firavun'un ordusuna yakalandıkları son yer "Baal-Zepon" mevkiindede ittifak vardır.
İsrail oğullarının, denizden geçmeden evvel son defa konakladıkları ve tam bu sırada Firavun ve ordusuna yakalandıkları Baal-Zefon'un o dönem Mısır inançlarında önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. "Baal-Zepon: Kızıldeniz kenarında Mısırlı bir yerleşim merkezidir. Her ne kadar  bir Mısır şehri mi yoksa Mısır Tanrısı Ba’alat Zaphon’mu kesin olmayan bu ismin Phenician’ca bir Tanrı adıyla bağlantısı doğrudan kurulmaktadır. Baalzephon idolü / Tanrısı; Musa'nın Tanrısı, Mısır üzerine 10 baş belası gönderdiğinde ki bu belalar insanları ve hayvanları öldürmüyordu aynı zamanda idolleri / Tanrıları da yok ediyordu, sadece  zarar görmeden kalan tek Tanrıydı. Firavun, Baal-Zephon (çıkış14/ 9), yakınlarında İsraillileri sıkıştırdığı zaman şöyle dedi:  “Bu Tanrı gerçekten güçlüdür ve İsraillilerin Tanrısının onun üzerine gücü yoktur”. Fakat Tanrı kötü Firavun’un ona bağlılığını artırmak için kasıtlı olarak Baal-Zephon’u bağışladı (Mek., Beshallaḥ, 2; Bo, 13)."[26]
Dolayısıyla denizden geçiş noktası olarak seçilen Baal-Zepon'un; özellikle ve Firavun'un ve ordusunun boğularak yok olmasından sonra gerideki Mısır halkının putperest inançları üzerinde etki yapabilmesi için Cenabı Hakk tarafından özellikle seçilmiş bir mevki olduğunu gözlemlemek mümkündür.
Mısır'ın başkenti Memfis'ten yola çıkan Firavun ve ordusunun, İsrail oğullarına yetişmek için kat edeceği mesafe her üç rota için yaklaşık 130 km'lik hemen hemen aynı oranda bir mesafedir. Kur'an'ı Kerim, Firavun ve ordusunun güneş doğarken yola çıktığını bildirmektedir. "Derken (Firavun ve adamları) gün doğumunda onların ardına düştüler."[27]  
Savaş arabaları ile donanımlı bu ordunun, çok hızlı olduğu varsayıldığında, İsrail oğulları ile aralarındaki mesafeyi kat etmesi için çok uzun bir süre gerekmemiş olsa gerektir.
 Dolayısıyla şu tespiti yapmak zorundayız. Kur'an, İsrail oğullarının kaçışı için Cenabı Hakk'ın geceleyin hareket edilmesini emrettiğini bildirmektedir. Tevrat verilerine göre milyonları bulan Hicret kafilesinin; çoluk, çocuk, yaşlı ve yüklerle çok uzun mesafeler yol alamayacağı aşikârdır. O halde İsrail oğullarının hareket ettiği yer ile denize ulaştığı yer arası mesafe bu kemiyet ve keyfiyete dikkat edilerek karara bağlanması gerekmektedir..
Mevdudi'ye göre İsrail oğullarının deniz geçişi Süveyş körfezinden yani Kızıldeniz'den uzakta olan Acıgöller[28] denilen mevkiden olmuştur. "İsrailliler Kızıldeniz'i, muhtemelen şimdiki Süveyş ili ile İsmailiye arasında bir yerden geçerek yolculuklarını o zamanlar Mısır'ın hâkimiyeti altında olan yarımadanın güneyine doğru, kıyı boyunca sürdürdüler."[29]
Benzer bir tez'de İsmail Yiğit tarafından gündem edilmektedir. "Süveyş körfezi o dönemde Acı göllere (el-Buhayratü'l- mürre) veya ona yakın bir mevkie kadar uzanıyordu. Hz. Musa ve İsrail oğulları işte körfezin bu noktasından geçmiş olmalıdır. Diğer bir ifadeyle, Uyûnu Musa diye bilinen mevkiinin kuzey kesiminden, Süveyş şehrine uzak olmayan bir mıntıkadan, şehir ile Acıgöllerin arasından geçmişlerdi. Bazı kaynaklarda, denizden geçiş noktası olarak, Mısır'ın Akdeniz sahillerinde bir koy gösterilmiştir."[30]
Bütün bunlardan sonra şu önemli tespiti yapmak zorundayız. İsrail oğullarının denizi geçiş mevkilerinin tam ve kesin yeri belli değildir. Bunun ne önemi var denilecek olursa;bazı tefsirlerde yer alan; "Kızıldeniz’i geçme olayının, bu denizin bugün Süveyş kanalı olarak bilinen kuzeybatı ucunda gerçekleştiği anlaşılıyor. Olayın yaşandığı çağlarda burası şimdiki kadar derin değildi ve bazı bakımlardan Kuzey Denizi’nin ana kıtayla Frisian adaları arasında kalan sığ bölümü gibiydi. Denizin geri çekilmesi (cezir) hallerinde bu gibi yerlerde sığ bölgeler çıplak kalmakta ve geçici olarak geçilebilir hale gelmekte, bu durumdayken ani ve şiddetli bir deniz kapanması (med) ile bütünüyle sulara gömülmekteydi. Olayın böylesi bir anda yaşandığı anlaşılıyor."[31]Gibi indî yorumlarla denizin yarılma mucizesini reddedip, bunu denizde meydana gelen tabii/doğal bir Med-Cezir olarak yorumlamak asla mümkün olmayacaktır deriz.
İsrail oğullarının geçişi ile ilgili rotalara ait kendi çizdiğimiz haritayı yazı bitiminde aşağıda sunuyoruz.
 
2-Hz. Musa ve İsrail oğullarının Firavun ordusu ile Kızıldeniz arasındaki durumu:
 
            Tevrat'a göre son olarak deniz kıyısındaki Baal-Zepon'da konaklayan İsrail oğulları, deniz suları ile Firavun'un ordusu arasında sıkışıp kalırlar. Firavun'un ordusu, İsrail oğullarını yakaladık diye sevinçle onlara doğru ilerlerken"Mısırlılar Firavun'un bütün atları, savaş arabaları, atlıları, askerleriyle onların ardına düştüler ve deniz kıyısında, Pi-Hahirot yakınlarında, Baal-Sefon'un(Baal-Zepon) karşısında konaklarken onlara yetiştiler."[32]; İsrail oğulları ise, Firavun ordusu ile deniz arasında sıkışmanın verdiği umutsuzlukla; Firavun ordusu ile savaşmak veya Allah'a dua edip ondan yardım istemek gibi seçenekler dururken, Hz. Musa'ya serzenişte bulunurlar. Feryat etmeye başlarlar.
İsrail oğullarının düştüğü bu kaotik ortamı bakın Tevrat'ın Çıkış kitabında nasıl anlatılmaktadır: "Firavun yaklaşırken, İsrailliler Mısırlılar'ın arkalarından geldiğini görünce dehşete kapılarak RAB'be feryat ettiler. Musa'ya, "Mısır'da mezar mı yoktu da bizi çöle ölmeye getirdin?" dediler, "Bak, Mısır'dan çıkarmakla bize ne yaptın! Mısır'dayken sana, 'Bırak bizi, Mısırlılar'a kulluk edelim' demedik mi? Çölde ölmektense Mısırlılar'a kulluk etsek bizim için daha iyi olurdu."[33]
Oysa İsrail oğulları, hayli mübalağalı olduğuna inandığımız Tevrat verilerine göre; Mısır'dan oldukça kalabalık "..İsrailliler kadın ve çocukların dışında altı yüz bin kadar erkekle…"[34] ve "…silahlanmış olarak çıkmışlardı..."[35] Buna rağmen "..altı yüz bin kadar erkek…"e sahip olanİsrail oğulları;Firavun ordusuna karşı savaşma cesareti gösteremedikleri gibi Hz. Musa'nın denizi geçecekleri müjdesine rağmen yine de Allah'a ve Hz. Musa'ya karşı dönek ve sitemkâr tavırlarından vazgeçmemişlerdir.
Hz. Musa, kendisine yönelen İsrail oğulları serzenişlerinin, Cenab-ı Hakk'a isyan noktasına geleceğini tahmin etmektedir. bu yüzden İsrail oğullarını sakinleştirmeye çalışır. "Musa, "Korkmayın!" dedi, "Yerinizde durup bekleyin, RAB bugün sizi nasıl kurtaracak görün. Bugün gördüğünüz Mısırlılar'ı bir daha hiç görmeyeceksiniz. RAB sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter."[36]    Kur'an-ı Kerim'de ise Musa'nın(a.s) bu çabaları şu şekilde beyan edilmektedir: "İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları: İşte yakalandık! Dediler. Musa: Asla! Dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir."[37]
Kızıldeniz ile Firavun ordusu arasında kalan İsrail oğullarının yaşadığı kaotik ortama Allah'ın müdahalesi Tevrat'a göre şöyle olmuştur:"Sen değneğini kaldır, elini denizin üzerine uzat. Sular yarılacak ve İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçecekler."[38]
Kur'an-ı Kerim'de bu olay nasıl kıssa edilmekte bakalım: "Bunun üzerine Musa'ya: Asân ile denize vur! Diye vahyettik. Derhal yarıldı, her parçası koca bir dağ gibi oldu."[39]"Andolsun ki biz Musa'ya: …(boğulmaktan) endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç, diye vahyetmiştik."[40]
Deniz'in yarılma sahnesinde, Kur'an ve Tevrat'ta göre; Kızıldeniz'i geçmek için dört aşamalı bir eylem ortaya çıkmaktadır. 1-Allah'ın Musa'ya(a.s) vahyi. 2-Hz. Musa'nın değnekle (Asa) denize vuruşu. 3- Kızıldeniz sularının ikiye ayrılması. 4- Deniz içinde açılan geçit'in tabanında kuru toprak zemin oluşması.
Görüldüğü gibi Kızıldeniz'in yarılma mucizesi Kur'an ve Tevrat tarafından aynı ahenkli anlatımla ve aynı argümanlarla kıssa edilmektedir. Denizin yarılması tamamen Allah'ın güdümünde gerçekleşmektedir. Tevrat'ta bu husus şöyle açıklanır: "RAB Musa'ya, "İsrailliler'e söyle, dönsünler" dedi, "Pi- Hahirot yakınlarında, Migdol ile deniz arasında, Baal-Sefon'un karşısında deniz kıyısında konaklasınlar…Firavun'u inatçı yapacağım. Onların peşine düşecek. Böylece Firavun'la ordusunu yenerek yücelik kazanacağım. Mısırlılar bilecek ki, ben RAB'bim." İsrailliler söyleneni yaptılar."[41]
Gerçekleşen bu mucizenin vasıtası ise Hz. Musa değil onun Asa'sıdır. Dikkat edildiğinde Deniz ile Firavun ordusu arasındaki sıkışma anında Allah ondan elindeki Asa'sı ile denize vurmasını istemektedir. Tıpkı Firavun ile ilk karşılaşmalarında ve Firavun'un sihirbazları karşısında Asa'sını atması emrinde olduğu gibi…
 
Deniz'in yarılmasında aşamalar:
 
a-Hz. Musa'nın Asa'sı:
Hz. Musa'nın Asa'sı daha öncede üç kere mucize göstermiş kutsal bir nesnedir. Bunlardan birincisi Medyen dönüşü Tuva vadisinde iken Allah ile mükâlemede bulunduğu ve ilk vahyi aldığı esnada olmuştur.
İkinci mucize ise Hz. Musa ve Hz. Harun'un risaletle görevlendirildikten sonra ilk defa Firavun ile diyalogda bulunduklarında gerçekleşmiştir. "Musa: Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı? Dedi. Firavun: Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu! Diye karşılık verdi. Bunun üzerine Musa asasını atıverdi; bir de ne görsünler, asa apaçık koca bir yılan."[42]
Üçüncü defaki mucize, Firavun ve Mısır halkının toplandığı bir günde gerçekleşmiştir. "Biz de Musa'ya, "Asanı at!" diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti. İşte Firavun ve kavmi, orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler. Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. "Âlemlerin Rabbine iman ettik" dediler. "Musa'nın ve Harun'un Rabb'ine " dediler."[43]
Musa'nın(a.s) Asa'sı, deniz'in yarılması mucizesi sonrasında, çölde iken, beşinci defa İsrail oğulları için bir kaya'dan su fışkırtma mucizesine de vesile olacaktır. " Musa (çölde) kavmi için su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! Demiştik. Derhal (taştan) on iki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi. (Onlara:) Allah'ın rızkından yeyin, için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik."[44]
Tüm bu mucizelere vesile olan Hz. Musa'nın Asa'sının önemi hakkında Tevrat'ta şöyle bir ifade bulunmaktadır ki, bu ifade Asa'nın denizi yarma mucizesindeki işlevini çok iyi bir biçimde açıklamaktadır."Bu değneği eline al, çünkü belirtileri onunla yapacaksın."[45] Bütün bunların sonucu olarak deniz'in yarılması ve birleşmesi esnasında etken bir nesne olan Hz. Musa'nın Asa'sının mucize vesilesi olmasını ve denizin yarılması öncesi ve sonrasındaki diğer dört ayrı mucize anlatımlarını göz ardı edemeyiz.
Kur'an'ı Kerim'de ise çeşitli surelerdeki ayetlerde değişik varyantlarla tekrar edilen Asa mucizesi sonucu gerçekleşen sihirbazların iman etme olayı, Hz. Musa'nın Asa'sının denizi yarma fiilindeki etken konumuna dikkatlerimizi yöneltmektedir. Dolayısıyla deniz'in yarılması olayının da diğer Asa sahnelerinde kıssa edilenler gibi mutlak bir mucize olduğunu bize ihsas etmektedir. Razî, denizin ikiye ayrılmasındaki Hz. Musa, Asa ve Vahiy kombinasyonunu şöyle tefsir etmektedir: "Hz. Musa (a.s), (Kızıl) denizin kenarına ulaşınca: "İşte burada emir olundum" dedi. Daha sonra denize, "Haydi ayrıl, ayrıl" dediyse de, deniz ayrılmadı. Derken Allah Teâlâ ona, denize asâ ile vurmasını vahyetti. O da ona vurdu ve deniz açılıverdi. "[46]
Asa'nın denizi yarması mucizesi hem feryat eden İsrail oğullarının Allah'a isyankâr tavırlarını düzeltmelerini sağlamış ve hem de Firavun'un iman etmesine neden olmuştur. Tıpkı Firavun'un sihirbazlarının iman etmeleri örneğinde olduğu gibi.. Kur'an'da bu husus şöyle belirtilmektedir.".. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, (Firavun:) "Gerçekten, İsrail oğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım!" dedi."[47]
Tevrat'ta ise Firavun'un imanına değinilmez ancak İsrail oğullarının inanç psikolojisine yer verilir:"RAB'bin Mısırlılar'a gösterdiği büyük gücünü görünce korkan İsrail halkı, RAB'be ve kulu Musa'ya güvendi."[48]
 
b-Denizin yarılması mahiyeti:
            Hz. Musa'nın, Allah'ın emri ile Asa'sı vasıtasıyla vurduğu Kızıldeniz'in, ikiye ayrılması olayını ve ayette geçen unsurları ayrıntılı olarak inceleyelim. Şuara suresinde geçen denizin yarılması ayeti şöyledir: "Fe evhaynâ ilâ mûsâ enıdrib bi asâkel bahra. fenfeleka fe kâne kullu firkın ket tavdil azîm" " Bunun üzerine Musa'ya: Asân ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı, her bölük koca bir dağ gibi oldu."[49]
Ayetin tefsirinde İbn Kesir şu tespitleri yapmaktadır: " 'O, hemen yarıldı ve her parçası yüce bir dağ gibi oldu.' İbn Mesud, İbn Abbas, Muhammed İbni Kâ'b, Dahhak, Katâde ve başkaları ayetteki "tavd" kelimesini, dağ ile açıklamışlardır."[50]    Zuhayli bu ayetin tefsirinde şunlara yer verir:"Bir anda deniz yarılıverdi." Ayette hazif yoluyla îcaz yapılmıştır. Yani Musa asâsıyla denize vurdu. Bunun üzerine deniz yarılıverdi, demektir. "Büyük bir dağ gibi" ifadesinde teşbih-i mürsel ve mücmel vardır. Benzet­me edatı zikredilmiş, benzetme yönü hazfedilmiştir. Sebatı ve dimdik durması hususunda dağ gibi demektir ."[51]
Mevdudi,Kızıldeniz'in yarılmasının anlatıldığı bu ayeti şöyle tefsir etmektedir: "Tavd, "yüksek dağ" demektir. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Musa (a.s), asasıyla denize vurur vurmaz, deniz ayrılarak sular iki dağ gibi iki tarafa yığılmış ve yüz binlerce göçmenden oluşan İsrail oğulları kervanları sağ salim karşıya geçinceye ve Firavun'la orduları denizin ortasına ulaşıncaya kadar o halde kalmıştır. Denizin yarılarak suların yüksek dağlar gibi iki yana yığılması ve bu şekilde uzun süre kalması gibi bir olaya, tabii yolla, ne kadar güçlü olursa olsun, bir fırtına veya tayfun yol açamaz…..Açıkça bir mucizeydi bu. Böyle iken, bunu tabii bir olay gibi yorumlamaya çalışanların görüşü bir yanılgıdan başka bir şey değildir."[52]
            Tefsirlerde, denizin iki ayrı parçaya ayrıldığını ifade eden "firkın"kelimesiiçin; "'Hani Biz, sizin için denizi yarıp sizi kurtarmıştık.'' Deniz yarılmış, her bir tarafı kocaman bir dağ gibi olmuştu. Ayet-i kerimede geçen "fark" ayırmak demektir. Saçın ayrıldığı yere de "fark" denildiği gibi, Furkân kelimesi de bu kökten gelmektedir. Çünkü Furkân hak ile batılı birbirinden ayırır."[53] Denmektedir.
Hz. Musa, Asa'sı ile denizi iki parçaya ayırdığı anlatımını, Şuara suresi haricinde Duhan suresinde de görmekteyiz. "Vetrukil bahre rehven, innehum.." "Denizi açık halde bırak..."[54]
Bu aşamada şu önemli hususun altını çizmemiz gerekmektedir.Denizin yarılmasında olduğu gibi kapanmasında da "Med-Cezir" ya da "Gel-Git" gibi doğal/tabii bir olay hâkim olmuş olsa idi; Cenabı Hakk'ın, Hz. Musa'ya denizi "kapamaması gibi bir emri vahyetmesi gerekmezdi diye düşünüyoruz. Bu da denizin yarılma ve kapanmasını "Med-Cezir" olayı tarzında "rasyonal" açıklamayı mümkün kılmamaktadır kanaatindeyiz.
            Deniz'in ikiye ayrılarak her iki su parçasının sed/duvar halinde kalması anlatımı Tevrat metninde de yer almaktadır. "Musa elini denizin üzerine uzattı. …Sular ikiye bölündü. İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçtiler. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturdu."[55]     "Burnunun soluğu(öfken) karşısında, sular yığıldı bir araya. Kabaran sular duvarlara dönüştü, denizin göbeğindeki derin sular dondu."[56]   Tevrat'ta tasvir edilen her iki su kütlesinin boyu öyle yüksektir ki, suların birleşmesi tasvirinde ayrık olan bu iki su kütlesinin, Firavun ordusu üzerine dönerek açılan boşluğu doldurduğu anlatılmaktadır. "RAB Musa'ya, "Elini denizin üzerine uzat" dedi, "Sular Mısırlılar'ın, savaş arabalarının, atlılarının üzerine dönsün."[57]
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb adlı tefsirinde, İsrail oğullarının geçişi için Kızıldeniz'in yarılma mucizesini beşe tasnif ederek anlatmaktadır biz ikisini alıntılayacağız: "Denizin bu hali alması şu birkaç açıdan mucizedir: 1)O suyun bölünüp ayrılması bir mucizedir. 2)O suyun, denizin her bir tarafının üstünde bir araya gelip, böylece de adeta bir dağ oluvermesi de bir mucizedir. Çünkü bu bölünme sebebiyle yerinden oynatılan o suyu, Cenâb-ı Hakk'ın yayıp dağıtması, böylece de hiç olmamış gibi olması da mümkündür. Binâenaleyh o su iki tarafta birikip (bir kütle oluşturunca), bu mucizeyi te'kid etmiş oldu…."[58]
Kızıldeniz'in yarılma olayını tefsir eden Mehmed Vehbi Efendi, Razî'nin tefsirine benzer şu yorumu yapmaktadır: "…Fahri Râzi'nin beyanı vechile Hz. Musa'nın bu minval üzere geçmesinde beş cihetten mucize vardır: Suyun parçalanıp yol olması; suyun salâbetli bir dağ gibi birbiri üzerine yığılıp durması; Benî İsrail geçinceye kadar Firavun'un askerinin zulmet içinde hapsolup kalması; dağlar gibi parçaların aralarından geçerken suyun billur gibi olup Benî İsrail'in birbirini görmesi ve Firavun ve askerinin tamamen denizin içine girinceye kadar suların salâbetini kaybetmemesidir."[59]
 
c- Deniz içinde açılan geçit'in tabanında "kuru toprak" zemin oluşması.
            Deniz'in yarılması ile birlikte önemli bir husus daha gündeme gelmektedir. Yarılan denizden boşalan suların açıldığı yolun, "kuru satıh" olması.
Öncelikle deniz teriminin neyi ifade ettiği üzerinde duralım."Fentekamnâ minhum fe agraknâhum fîl yemmi biennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn" "Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk."[60]Ayetinde geçen "yemmi" kelimesine Razî şu manaları vermektedir. "Yemm kelimesi, "deniz" demektir. Keşşaf sahibi şöyle der: "Yemm", dibine ulaşılamayan deniz demektir. Bu kelimenin, denizin en derin ve suyunun en çok olduğu kısmı manasında olduğu da söylenmiştir. Bu kelime, "teyemmüm" (yönelmek, kastetmek) masdarından türetilmiştir. Çünkü su arayanlar, ona yönelirler." Dolayısıyla Hz. Musa ve Harun önderliğindeki İsrail oğullarının geçtikleri deniz; M.Esed'in tasvir ettiği ve İ.Eliaçık'ın da M. Esed'den alıntı yaparak ancak kaynak vermeden aynen kullandığı şu ifadeleri nakzeder. "Kızıldeniz’i geçme olayının, bu denizin bugün Süveyş kanalı olarak bilinen kuzeybatı ucunda gerçekleştiği anlaşılıyor. Olayın yaşandığı çağlarda burası şimdiki kadar derin değildi ve bazı bakımlardan Kuzey Denizi’nin ana kıtayla Frisian adaları arasında kalan sığ bölümü gibiydi. Denizin geri çekilmesi (cezir) hallerinde bu gibi yerlerde sığ bölgeler çıplak kalmakta ve geçici olarak geçilebilir hale gelmekte, bu durumdayken ani ve şiddetli bir deniz kapanması (med) ile bütünüyle sulara gömülmekteydi."[61] Kaldı ki mezkûr bölgede bu gün açılan Suveyş kanalı ile Kızıldeniz ile Akdeniz arasında büyük bir deniz yolu oluşmuş ve dev yük ve yolcu gemileri rahatlıkla yol almaktadır.
Bizce Kur'an ve Tevrat'ta resmedilen bu durum deniz'in açılan sularının "Med-Cezir" marifetiyle çekilen sular sonucu sığ bir satıh ortaya çıkarmasına değil, iki tarafı sütun gibi suların dikili olduğu tünel şeklinde bir yola işaret etmektedir.
Kur'an'ı kerim'deki ayette şöyle bu durum şöyle ifade edilmektedir: "..fadrib lehum tarîkan fîl bahri yebesâ." "…onlara denizde kuru bir yol aç, diye vahyetmiştik."[62] "Ayetteki, "Onlara denizde kuru bir yol aç"ifadesine gelince, bu hususta şu iki izah yapılabilir: 1) Buradaki "darb" (vurma) fiili, "ca'l" (kılma, yapma) manasınadır. Bu, Arapların, "O, ona malından bir hisse "darbetti" yani "ayırdı" ve "Darbu lebin (kerpiç dökmek) onun işidir" sözlerinden alınmadır. 2) O, onlar için, asası ile denize vurarak bir yol açtı. Bu, "Hz. Musa (a.s) denize asası ile vurdu ve deniz yarıldı" demektir. Bu manaya göre, buradaki "darb" (vurma) fiili, "tarik" (yol) kelimesini mef'ûl olarak almıştır. Velhasıl ayetteki yol vurma (yol açma) ifadesi ile, Hz. Musa (a.s)'ın, vurarak yolu kurutması manası kastedilmiştir. "[63]
Ayette geçen “'Onlara denizin ortasında kupkuru (güvenli) bir yol tutuver (idrib)' ifadesini, Taberî: 'onlara denizin ortasında kuru bir yol seçiver (ittehiz)' şeklinde yorumlamaktadır."[64] Kızıldeniz'in suları açılırken, tabandaki bataklıktan yürümenin mümkün olamayacağından dolayı Cenab-ı Hakk denizden açılan yolun kuru olmasını emretmektedir. Bu konuda Razî şunları kaydetmektedir: "Yolun kuru olduğunu belirterek... Kuru manasındaki "yebesan" kelimesi, "yabısen" ve "yebsen" şeklinde de okunmuştur. Bunu yâbisen şeklinde okuyan "yol" manasına almış olur. Bunun bâ'nın herekesi ile "yebesen" şeklînde okunuşuna gelince bil ki,   "yebes" ve "yabis"   aynı manaya olup, "Kupkuru yol" demektir. Bu kelimenin, bâ'nın sükûnu ile okunmasına gelince, bu da, bunun harekeli şeklinin hafifleştirilmişidir. Buna göre mana, "O yolda, su bulunması şöyle dursun, ne cıvık çamur, ne de bir ıslaklık olmasın" şeklindedir."[65]
Bu noktada vurgulamamız gereken önemli bir husus daha çıkmaktadır. Kur'an'daki, denizin yarılma sahnesinin akabinde anlatılan "kuru yol" ifadesi kıssanın sebep-sonuç ilişkilerindeki üslubunu bize ihsas etmektedir. Öyle ki, yarılan deniz sonrası oluşan balçık tabanın yüz binlerce hatta milyonun üzerindeki İsrail oğulları, araçları ve yüklerinin geçişine elverişli olamayacağını bilen Cenabı Hakk, bu önemli ayrıntıyı bile vahiy ile çözümlemektedir." "…onlara denizde kuru bir yol aç, diye vahyetmiştik." Tabii bir olay olan Med-Cezir sonrası "kuru bir toprak yol" oluşumu akıldan bile geçmezken mucize bir olay, Cenabı Hakk'ın emri ile gerçekleşmektedir..
Benzer bir konum da Tevrat da bulunmaktadır. Üstelik açılan denizde oluşan geçit'in tabanının kuru olması konumu defalarca tekrar edilerek vurgulanmaktadır. "Sen değneğini kaldır, elini denizin üzerine uzat, sular yarılacak ve İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçecekler."[66] "Ama İsrailliler denizi kuru toprakta yürüyerek geçmişlerdi. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturmuştu."[67] "…Ama İsrailliler denizi kuru toprakta yürüyerek geçtiler."[68]
Tevrat'ın İşaya kitabında ise denizin yarılması ve geçilmesindeki kuru yola şöyle işaret edilmektedir. "Denizi, engin suların derinliklerini kurutan, Fidyeyle kurtulanların geçmesi için Denizin derinliklerini yola çeviren sen değil miydin?"[69]  
Kur'an ve Tevrat'ta yer alan sadece bu husus bile başlı başına mucize niteliği taşımaktadır. Açılan geçit'in tabii olarak yaş ve balçık olması gerekirken açılan bu geçit'in zemini, bir mucize eseri olarak "kuru toprak" haline gelmektedir. Görüldüğü gibi denizin yarılması ve geçiş için kuru yol olması tamamen Allah'ın emri ve mucizenin kısımları olarak gerçekleşmektedir. Cenab-ı Hak her şeyi tam ve eksiksiz olarak idare etmektedir.
S. Ateş, deniz'de açılan yolun mahiyeti ile ilgili şunları kaydetmektedir: "Allah, Musa'ya, geceleyin kullarını yürütmesini, denizde onlara kupkuru bir yol açmasını…buyurmuştur."[70]
Mevdudi bu konuda şu yorumu yapmaktadır:"Ve bu ayete göre deniz ikiye ayrılmış, kervanın geçmesi için iki kenarında duvar gibi suların yükseldiği kuru bir yol olmuştur. O halde bunun bir fırtına veya med-cezir şeklinde bir mucize sonucu meydana gelmediği apaçıktır. Çünkü su bu şekilde yükseldiğinde arasında kuru bir yol bırakan iki yüksek duvar şeklinde olamaz."[71]
 
 3-Kızıldeniz'in kapanması, Firavun ve ordusunun helaki:
 
Bu aşamada şu tespiti yapmakta yarar vardır. Kızıldeniz "Med-Cezir" tabii olayı nedeniyle suları çekilip yol açılmışsa; Cenabı Hakk'ın, Hz. Musa'ya denizi açık bırakması ikazı gereksizdir. Eğer deniz kendi olağan tavrı ile cezir halinde geldi ise o zaman "Med" halinde olduğu tabii bir zamanda da sular eski yerine ulaşacak "Cezir" olacak demektir. Bu yüzden denizin açılmasına Hz. Musa'nın etkisi yoksa tekrar kapanmasına da etkisi olmaması gerekir düşüncesindeyiz. Üstelik "Med-"Cezir" tabii/doğal olayına uğrayan bir durumda suların bu "Med" hareketine yarılma değil "çekilme" tabiri kullanılırdı kanaatindeyiz. 
Oysa denizin yarılmasının Hz. Musa'ya vahiyle ve onun Asa'sı marifetiyle gerçekleştiği anlatımında, denizin ikiye ayrılarak "her bölük koca bir dağ gibi oldu." Tasviriyle belirtilirken, suların tekrar kapanması da yine vahiyle ve Musa/Asa marifetiyle olmaktadır. Tevrat da bu eylem şu şekilde anlatılır:  "RAB Musa'ya, "Elini denizin üzerine uzat" dedi, "Sular Mısırlılar'ın, savaş arabalarının, atlılarının üzerine dönsün. Musa elini denizin üzerine uzattı. Sabaha karşı deniz olağan haline döndü. Mısırlılar sulardan kaçarken RAB onları denizin ortasında silkip attı."[72]
Anlaşılacağı gibi deniz'in yarılmasında olduğu gibi tekrar sularının birleşmesinde de etken unsurlar; Allah'ın vahyi/Musa'nın Asa'sını kullanması/Asa'nın denizin sularına temasıdır. Bütün bunlar denizin açılmasında olduğu gibi kapanmasında da hareketi tetiklemektedirler. Oysa deniz'in, tabii/doğal bir olay olan "Med-Cezir" hareketi sayesinde yarılıp birleştiği kabulünde, Kur'an ve Tevrat da anlatılan ve Vahiy/Musa/Asa gibi olaya etken, tetikleyen ve yönlendiren unsurlar yer almamaktadır.
Cenab-ı Hakk, Hz. Musa'ya denizi açmasını söylediği gibi aynı zamanda kapamaması ikazını yapmaktadır. Yani olaylar tamamen Allah'ın kontrolündedir. Allah, Kızıldeniz'in yarılması ile İsrail oğullarını, Firavun'un zulmünden kurtarırken aynı zamanda aniden kapanması ile Firavun ve ordusunu da kendisine olan itaatsizlikleri nedeniyle helakine hükmetmiştir. Cenab-ı Hakk'ın tasarrufunda olan bu olaylar hakkında Hz. Musa'nın bilgisi olamazdı bu yüzden Musa'ya vahyederek olayı yönlendirmekteydi.
Firavun ve ordusunun denizde boğulma sahneleri Kur'an'da şöyle kıssa edilmektedir: "Bunun üzerine o, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi."[73]"Biz, İsrail oğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, (Firavun:) "Gerçekten, İsrail oğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım!" dedi… (Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olması için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan birçoğu, hakikaten ayetlerimizden gafildirler."[74]
Tevrat da yer almayan Firavun'un iman sahnesi son anda iman edenler açısından bir örneklik teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra daha evvel gördüğü mucizelere rağmen iman etmeyen Firavun'un deniz'de meydana gelen mucizeden ne kadar etkilendiğini de göstermektedir.
Kur'an'da anlatılan helak sahnesinin bir benzeri Tevrat'ta da yer almaktadır: " Geri dönen sular savaş arabalarını, atlıları, İsraillilerin peşinden denize dalan Firavun'un bütün ordusunu yuttu. Onlardan bir kişi bile sağ kalmadı. Ama İsrailliler denizi kuru toprakta yürüyerek geçmişlerdi. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturmuştu. RAB o gün İsraillileri Mısırlıların elinden kurtardı. İsrailliler deniz kıyısında Mısırlıların ölülerini gördüler."[75]
Bu safhada altını çizerek vurgulamamız gereken bir durum vardır. Tevrat'ta yer alamamasına rağmen, Kur'an'ı Kerim'de; deniz geçişi sonunda suların eski halini alması ile beraber Firavun'un boğulurken, Hz. Musa ve onun Rabb'ine iman etmesi anlatılmaktadır. Bizce bu önemli bir husustur. Kur'an, kendisinden önce inen Tevrat ve İncil'de bulunan kıssalardan bahsetmesine rağmen Kur'an'ın anlattığı kıssalarda farklılıklar bulunmaktadır. Spesifik olarak bu kıssa için örnek verirsek; Firavun'un boğulma sahnesi, Âlim kul ve Musa'nın seyahati gibi anlatımlar Tevrat'ta bulunmamaktadır. Bu durum Kur'an kıssalarının Hz. Muhammed tarafından, Tevrat'tan iktibas edilmediği ve aynı zamanda Cenabı Hakkın şu ayetlerde belirttiği gibi; "(Resûlüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye kur'a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin."[76] "İşte bu gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin)."[77] "İşte geçmiş olanların haberlerinden sana böylece anlatıyo­ruz. Şüphe yok ki sana katımızdan bir zikir verdik."[78]   Kur'an kıssalarının tamamen gaybı anlatımlar olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
 
Sonsöz:
 
İsrail oğullarının, Mısır hicreti sonucu, denizin yarılma mucizesini de içeren başlarına gelen olayları anlatan bu kıssa ile Cenabı Hakk, Kur'an muhataplarına ne ders ve ibretler vermektedir bunun önemle üzerinde durmak ve fehmetmek, tefekkür etmek gerekmektedir.
Öncelikle Kur'an-ı Kerim,  Tevrat'ta yer alan "Mısır'dan Çıkış" kıssasını, sadece tarihsel bir olayın tekrarı olarak bize ve kıyamete kadar tüm Kur'an muhataplarına anlatmamaktadır.
Kur'an'da anlatılan bu tarihsel ve dini kıssanın öncelikli amacı, Hz. Muhammed(s.a.v) çağdaşı olan ve resule karşıt Mekke ve Medine Yahudilerinin inançları ile yeni gelen vahiy arasında ortak nokta olduğunu hatırlatmaktır. Kur'an bu kıssa yoluyla, Tevrat ve İncil'in; Hz. Muhammed, İbrahim, Yakup, Musa ve Harun peygamberlerinin bir devamıdır mesajı vermektedir.
Aynı zamanda Musa(a.s) döneminde İsrail oğullarını, Firavun zulmünden kurtaran Allah ile Muhammed'in(s.a.v) Allah'ı birdir'in mesajıdır bu...
Kur'an'ın bu mesajları, geçmiştekilerde olduğu gibi günümüz Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerine de verilen benzer mesajdır.
Mekke Müslümanlarına, geçmişte Hz. Musa ve İsrail oğullarına yaptığı gibi yardımlarda bulunacağının bir mesajı verilmektedir.
İsrail oğullarının, "Mısır'dan Hicret"ine kadar olan döneme kadar "geceleyin yürüme" emri ile kavimlerinden kaçarak kurtulan resuller ve onlara uyan bir avuç Müslüman'ın kıssaları anlatılmaktaydı. Ancak bu anlatılan kıssalardan sonra Cenabı Hakk'ın, Musa ve Harun'a inanan belki de milyonlara varan veya aşan İsrail oğullarını kurtardığının, yani Allah'ın kendisine iman eden çok büyük kemiyetteki kitleleri de zulümden esenliğe çıkaracağının mesajı bu kıssa ile beyan edilmektedir.
Milyonlara varan nüfusa sahip günümüz kentleri hatıra getirildiğinde verilen bu mesajın değeri daha iyi anlaşılacaktır kanaatindeyiz.
Kronolojik olarak; Nuh, Ad, Semud, Lut, Medyen, kavimleri peygamberlerini yalanlamalarından sonra çok az bir itaatkâr gurup Müslüman hariç geride kalan çoğunluk inkârcıların helaki kıssaları anlatılırken; İsrail oğullarının "Mısır'dan Hicret" kıssası ile Musa'ya(a.s) uyan çoğunluğun kurtularak, sadece onlara zulmeden Firavun ve ona uyan ordusunun helaki anlatımından dersler çıkarmak gerekmektedir. Hem inananlar hem de inanmayan tüm Kur'an muhatapları -en başta Mekke müşrikleri ve onların ileri gelenleri- bu kıssadan dersler ve ibretler almalıdır.
Cenabı Hakk, kıyamete kadar her süreçte kendine inananlar için mucizeler, inkâr edenler için azablar hazırlayacaktır.
İsrail oğullarının Firavun ordusu ile deniz arasına sıkıştıklarında; yani iman ettikten sonraki ilk imtihanlarındaki; "Firavun yaklaşırken, İsrailliler Mısırlılar'ın arkalarından geldiğini görünce dehşete kapılarak RAB'be feryat ettiler. Musa'ya, "Mısır'da mezar mı yoktu da bizi çöle ölmeye getirdin?" dediler, "Bak, Mısır'dan çıkarmakla bize ne yaptın! Mısır'dayken sana, 'Bırak bizi, Mısırlılar'a kulluk edelim' demedik mi? Çölde ölmektense Mısırlılar'a kulluk etsek bizim için daha iyi olurdu." Diye hemen Allah'a ve Hz. Musa'ya sızlanmaları psikolojisi şu ayetlerdeki Hz. Muhammed'e uyanlar arasında örneklik olmamış mıdır?    
"Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz. Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."[79]
"Hatırlayın ki, (Bedir savaşında) siz vâdinin yakın kenarında (Medine tarafında) idiniz, onlar da uzak kenarında (Mekke tarafında) idiler. Kervan da sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi. Eğer (savaş için) sözleşmiş olsaydınız, sözleştiğiniz vakit hususunda ihtilâfa düşerdiniz. Fakat Allah, gerekli olan emri yerine getirmesi, helâk olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı). Çünkü Allah hakkıyla işitendir, bilendir."[80]
"(Onların bu hali,) müminlerden bir gurup kesinlikle istemediği halde, Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı (zamanki halleri) gibidir.Hak ortaya çıktıktan sonra sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi seninle tartışıyorlardı."[81]
"(Evet, bunların durumu), Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumuna benzer. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanlamışlardı; biz de onları günahlarından ötürü helâk etmiştik ve Firavun ailesini (denizde) boğmuştuk. Hepsi de zalimler idiler."[82]
O halde İsrail oğullarının "Mısır hicreti" kıssası, tarihselliği yanında, kıyamete kadar tüm muhataplar için öğüt ve ibretlik vasfı çok daha önem kazanmaktadır değil mi?

 
 
Dipnotlar:


[1] Tevrat/Tekvin47/6.
[2] Tevrat/Tekvin47/11.
[3] Tevrat/Tekvin47/27.
[4] Tevrat/Çıkış12/40-41.
[5] Kur'an/Isra17/101.
[6] Haksöz dergisi, Ekim2008, Sayı.211, S.46.
[7] Tevrat/Çıkış5/1-4.
[8] Kur'an/Araf7/133-134.
[9] Tevrat/Çıkış12/31.
[10] Memfiş; Hz. Musa (a.s) zamanında Mısır'ın başkenti idi. Bakınız; Mevdudi, A.g.e, c.II, s.89.
[11] Mevdudi, A.g.e, c.IV, s.29.
[12] Tevrat/Çıkış12/32-39.
[13] Tevrat/Çıkış13/20.
[14] Tevrat/Sayılar33/5-8.
[15] Tevrat/Çıkış13/21-22.
[16] Tevrat/Çıkış14/1.
[17] Tevrat/Çıkış14/3-5.
[18] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c.XIII, s./22-27.
[19] Kur'an/Şuara26/53-59.
[20] Kur'an/Taha20/77-78.
[21] Tevrat/Çıkış14/6-9.
[22] D.İB. Kur'an yolu Türkçe meal tefsir, C.II, s.579.
[23] Mukâtil bin Süleyman, Tefsîr-i Kebir, c.II, s.51-52.
[24] D.İB. A.g.e, C.II, s.579.
[25] Kur'an/Taha20/77.
[26] Jewishencyclopedia, Baal-Zephon, s.387;
http://www.jewishencyclopedia.com/view.jsp?artid=23&letter=B.
[27] Kur'an/Şuara26/60.
[28] Acıgöller; hâlihazırda Süveyş körfezinden oldukça uzakta bulunuyor, fakat eskiden deniz ile bağlantılı idi. Mevdudi, A.g.e, c.II, s. 89.
[29] Mevdudi, A.g.e, c.II, s. 88.
[30] İsmailYiğit, Peygamberler Tarihi, s. 451.
[31] Muhammed Esed, Kur'an Mesajı, c.II, s. 634; İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur'an, S. 225-226.
[32] Tevrat/Çıkış14/9.
[33] Tevrat/Çıkış14/10-12.
[34] Tevrat/Çıkış12/37.
[35] Tevrat/Çıkış13/18.
[36] Tevrat/Çıkış14/13-14.
[37] Kur'an/Şuara26/61-62.
[38] Tevrat/Çıkış14/16.
[39] Kur'an/Şuara26/63.
[40] Kur'an/Taha20/77.
[41] Tevrat/Çıkış14/17.
[42] Kur'an/Şuara26/30-32.
[43] Kur'an/Araf7/117-122.
[44] Kur'an/Bakara2/60.
[45] Tevrat/Çıkış4/17.
[46] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XVI, s.8.
[47] Kur'an/Yunus10/63.
[48] Tevrat/Çıkış14/31.
[49] Kur'an/Şuara26/63.
[50] İbn Kesir, Muhtasar Kur'an'ı Kerim tefsiri, c.III,s.1709.
[51] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, c.X, s.445.
[52] Mevdudi, A.g.e, c.IV, s.31.
[53] İmam Kurtubi, A.g.e, c.II, s./81.
[54] Kur'an/Taha44/24.
[55] Tevrat/Çıkış14/21-22Tevrat/Çıkış14/29.
[56] Tevrat/Çıkış15/8.
[57] Tevrat/Çıkış14/26.
[58] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XVII, s.331.
[59] Mehmed Vehbi, Hülasat'ül Beyân, c.IX-X, s.3908.
[60] Kur'an/Araf7/136.
[61] Muhammed Esed, A.g.e, c.II, s. 634; İhsan Eliaçık, A.g.e, S. 225-226.
[62] Kur'an/Taha20/77.
[63] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XVI, s.5-6.
[64] Muhammed Esed, A.g.e, c.II, s. 634.
[65] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XVI, s. 6.
[66] Tevrat/Çıkış14/16.
[67] Tevrat/Çıkış14/29.
[68] Tevrat/Çıkış15/19.
[69] Tevrat/Yaşeya51/10.
[70] S.Ateş, Yüce Kur'an'ın çağdaş tefsiri, c.V, s.439.
[71] Mevdudi, A.g.e, c.III, s.261.
[72] Tevrat/Çıkış14/26-27.
[73] Kur'an/Taha20/78.
[74] Kur'an/Yunus10/90-92.
[75] Tevrat/Çıkış14/28-30.
[76] Kur'an/Al-i İmran3/44.
[77] Kur'an/Yusuf12/102.
[78] Kur'an/Taha20/99.
[79] Kur'an/Enfal8/45-46.
[80] Kur'an/Enfal8/42.
[81] Kur'an/Enfal8/5-6.
[82] Kur'an/Enfal8/54.

     CENGİZ DUMAN

        ARAŞTIRMACI -
                  YAZAR


B
İRİNCİ BASKISI, 2011, İKİNCİ BASKISI
 
2015 YILINDA EKİN YAYINLARI TARAFINDAN
YAYINLANAN, KUR’ÂNKISSALARININ TARİHSELLİĞİ;
2013 YILINDA PINAR 
YAYINLARI TARAFINDAN YAYINLANAN,
KUR’ÂN 
PERSPEKTİFİNDEN ÜÇ KRAL İKİ PEYGAMBER;
2015 YILINDA SÜLEYMANİYE VAKFI YAYINLARI
TARAFINDAN YAYINLANAN,   KUR’ÂN PERSPEKTİFİNDEN
 ZÜLKARNEYN VE YE’CÛC ME’CÛC, İSİMLİ ÜÇ KİTABIN
YANISIRA; İNTERNET ORTAMI ÜZERİNDEN YAYINLANAN
 “DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL” VE
 “MECUSİLİK/ZERDÜŞTLÜK DİNİ” İSİMLİ İKİ E-KİTAB’LARIN
YAZARIDIR. KUR’ÂN-I KERÎM KONULARI, KUR’ÂN KISSALARI
 VE TEVRÂT - İNCÎL KISSALARI BAĞLAMI ÜZERİNDEKİ ÇOK
 YÖNLÜ ARAŞTIRMALARI, TÜRKİYE’DEKİ ÖNDE GELEN
İSLÂMİ DERGİLER VE İNTERNET ÜZERİNDEKİ ÇEŞİTLİ
İSLÂMİ WEB SİTELERİNDE HALEN YAYINLANMAKTADIR.
AYNI ZAMANDA “WWW.KURANKİSSALARİ.COM“ VE
 “WWW.KURANKİSSALARİ.TR.GG” WEB SİTELERİ
MODERATÖRLÜĞÜNÜ SÜRDÜRMEKTEDİR.
 
* KİTAP *  




*E-KİTAP*


 
 
 
DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL

Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol