HZ. MÛSA’NIN ÂSA-YILAN İLE İLK KARŞILAŞMA KISSALARI
HZ. MÛSA’NIN ÂSA-YILAN İLE İLK KARŞILAŞMA KISSALARI
 
 
 
 
Giriş:
 
 
                “Mûsa peygamber hem Yahûdilik ve Hıristiyanlık hem de İslâm’a göre İsrâîloğulları’nı Firavun’un zulmünden kurtaran ve kendine Tevrât indirilen büyük bir peygamberdir. Onun hakkında hem Kitab-ı Mukaddes’te hem de Kur’ân-ı Kerîm’de oldukça fazla bilgi bulunmaktadır. Kur’ân’da Mûsa peygamber, otuz dört sûre’de, yüz otuz altı yerde kendisinden doğrudan bahsedilir. Bu yönüyle Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen peygamberler arasında, kendisinden en çok bahsedilen peygamberdir.”[1]
 
                Kur’ân’ı Kerîm’in nûzül tekniği gereği; “hitap” tarzında vazedildiğinden kıssaların genelinde olduğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen peygamberler arasında, kendisinden en çok bahsedilen bir resûl olan Mûsa kıssalarında da olaylar, fragman/bölüm/parçalı olarak aktarılmıştır. Bu olgu Kur’ân’ın bir anlatım tarzıdır ve muhataplar açısından büyük yararlar sağlamıştır. Dolayısıyla Hz. Mûsa’nın başından geçen bir olay olan Âsa-Yılan kıssaları da bu anlatım tarzının bir gereği olarak bölümler/parçalar halinde anlatılmıştır.
 
                “Birinci Âsa-Yılan dönüşümü ilgili olarak Tâ-hâ (10-23), Neml (7-11) ve Kasas (29-31) sûre’lerindeki âyet’ler, ikinci Âsa-Yılan mucizesiyle ilgili A‘râf (103-110) ve Şu‘arâ (18-35) sûre’lerindeki âyet’ler, üçüncü Âsa-Yılan mucizesiyle ilgili olarak da A‘râf (113-123) ve Tâhâ (56-71) surelerindeki âyet’ler”[2] Âsa-Yılan kıssaları oluşum evreleri olarak tespit edilebilir.
 
Hz. Mûsa’nın değnek/Âsa’sının, Allah’ın izni ile ilk defa yılan haline gelmesi kıssaları, Kur’ân’ı Kerîm’in üç ayrı sûre’sinde anlatılmaktadır. Tâ-hâ, Kasas ve Neml sûre’lerinde anlatılan bu kıssalar, aynı olayı tasvir edip aktardıkları halde hep değişik varyant ve diyaloglarla kıssa edilmişlerdir.
 
Aynı olayı anlatan bu üç ayrı kıssa şayet mesaj, öğüt ve ibret açısından aynı şeyi hedeflemiş olsalardı her birinin farklı varyantlarla yer anlatılmaması dolayısıyla bir tek anlatımın yeterli olması gerekirdi. Ki, Tevrât’taki anlatım tam da böyledir. Tamamen kronolojik sırayla giden tekdüze tarihsel niteliği daha ağır basan bütüncül bir anlatım tarzıdır.
 
Oysa Kur’ân bu bütüncül tekdüze aktarım tarzını tercih etmediği için muhatapların, kıssaların bu değişik varyantlar ve diyaloglardaki anlatımların her birindeki; tevhîdi mesaj, öğüt ve ibretleri, ayrıntıları ve detaylarıyla tefekkür, tefehhüm ve tedebbür ederek anlamaya, idrak etmeye çalışması gerekmektedir kanaatindeyiz. Biz de bu incelememizde bu olguyu gerçekleştirmeye çalışacağız.
 
 
1-       Kıssa Mekânı/Coğrafyası ve Zamanı:
 
 
Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan, Hz. Mûsa’nın Âsa-Yılan ile ilk defa karşılaşma kıssalarında, onun değnek/Âsa’sının yılan oluş olayı ile ilk olarak Hz. Mûsa’nın, Firavun’un zulmünden kaçarak sığındığı Medyen coğrafyasından, Mısır’a geri dönüş için yaptığı seyahat esnasında; “Hani o, bir ateş görmüş ve ailesine: Bekleyin! Eminim ki bir ateş gördüm. Belki ondan size bir meş’ale getiririm veya ateşin yanında bir rehber bulurum, demişti.[3] Diyerek, zaruri bir ihtiyaç dolayısıyla uğradığı “Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Hemen pabuçlarını çıkar! Çünkü sen kutsal vâdi Tuvâ’ “ [4]dasın hitabına mazhar olduğu Cenâb-ı Hakk ile mükâleme[5] sahnesinde karşılaşmaktayız. Yâni, Hz. Mûsa’nın, Âsa-Yılan ile ilk karşılaşma kıssalarının mekân ismi açık olarak belirtilmiştir. “Tuvâ” vadisi.
 
Kıssanın geçtiği zaman hakkında, Kur’ân’ın diğer tüm kıssalarında olduğu gibi burada da herhangi bir zaman ögesi bildirilmediğinden, bir fikir serdetmemiz veya tahmin yapmamız isabetli veya mümkün olamamaktadır. Ancak Tevrât metninde Hz. Mûsa ve Harûn (as)’un kıssaların gerçekleştiği sıradaki yaşları verilmektedir. “Firavun’la konuştuklarında Musa seksen, Harun seksen üç yaşındaydı.”[6]
 
Tevrât’a göre yüz yirmi yaşında ölen Hz. Mûsa, tüm ömrünün üçte birinde resûl olmadan yaşamış, son çeyrek ömrünü ise İsrâiloğulları ve Mısır’lılara resûl olarak tebliğ mücadelesi ile geçirmiştir. “Böylece Rab’bin sözü uyarınca Rab’bin kulu Mûsa orada, Moav ülkesinde öldü. Rab onu Moav ülkesinde Beyt-Peor karşısındaki vadide gömdü. Bugüne dek mezarının nerede olduğunu kimse bilmiyor. Mûsa öldüğünde yüz yirmi yaşındaydı ne gözleri zayıflamıştı ne de gücü tükenmişti.”[7]
 
İlk dönem müfessirleri, Kur’ân kıssasında serdedilen “…Mukaddesi Tuvâ” vadisinin neresi olduğu üzerinde bir hayli etimolojik ve lugavî fikirler öne sürmüşlerse de tam bir coğrafya tarifi yapmakta akîm kalmışlardır. “Çünkü sen kutsal vâdi Tuvâ’dasın” buyruğunda geçen “mukaddes: Kutsal, tertemiz edilmiş demektir. El-Kuds da temizlik, taharet, tâhir oluş anlamındadır. Mukaddes arz, tertemiz edilmiş anlamındadır. Bu ismin ona veriliş sebebi yüce Allah’ın kâfirleri oradan çıkartmış olması ve mü’min’lerle orayı îmar etmiş olmasıdır. Yüce Allah bazı zamanları, diğer bazılarına üstün kıldığı gibi bazı yerleri de başka yerlere üstün kılmıştır. Nitekim bazı canlılar için de bu böyledir. Allah dilediğini üstün kılmak hakkına sahiptir. Buna göre oranın mukaddes oluşu kâfirlerin oradan çıkartılıp mü’min’lerin oraya yerleştirilmiş olmasından kaynaklanmıyor. Çünkü bu özellik başka yerlerde de vardır. “Tuvâ” İbn Abbas, Mücâhid ve diğerlerinden nakledildiğine göre vâdi’nin adıdır. Ed-Dahhâk: O durulmuş bir şeyi andıran dairemsi ve derin bir vâdi’dir. İkrime “Tuvâ”nın “ti” harfini esre’li (Tıvâ) şeklinde okurken diğerleri ise “Tuvâ” diye okumuşlardır. El-Cevheri der ki: “Tuvâ” Şam bölgesinde bir yerin adıdır. “Ti” harfi esre’li de okunabilir, ötre’li de okunabilir. Bu kelime munsarıf da kabul edilmiştir, gayr-ı munsarıf da. Bunu munsarıf kabul edenler orayı bir vâdi ve bir mekân ismi kabul eder ve belirtisiz (nekre) sayar. Munsarıf kabul etmeyenler ise orayı bir belde ve bir bölge olarak kabul eder ve onu mârife olarak değerlendirir. Kimisi de şöyle demiştir; “Tuvâ” tıpkı “tıvâ” gibidir. Bu da katlanıp, dürülmüş şey demektir. Yüce Allah’ın: “Kutsal vâdi Tuvâ” buyruğu hakkında da burası iki defa katlanmış yani kutsanmıştır, diye açıklamışlardır. El-Hasen dedi ki: Burada bereket ve takdis (kutsama) iki defa tekrarlanmıştır. El-Mehdevî, İbn Abbas (ra)’dan şöyle dediğini nakleder: Buraya “Tuvâ” deniliş sebebi, Mûsa (as)’ın buradan geceleyin geçmiş olması (tavâhu)’dır. Çünkü bu vâdi’den geçtiğinde önce üst taraflarına doğru çıktı, (sonra indi) O bakımdan bu kelime burada asıl lafzından olmayan bir başka kelimenin kendisinde amel ettiği bir mastar (mef ul-i mutlak)’dır. Sanki: “Çünkü sen” içinde gidip geldiğin “kutsal vâdi Tuvâ’dasın.” Yani sen yürüyerek katlayıp geçtiğin bir vâdi’desin, denilmiş gibidir. El-Hasen dedi ki: Bunun anlamı, İki defa takdis edilmiş demektir. Buna göre bu isim; “Onu katlayıp, dürdüm (aşıp, geçtim)”den mastardır.”[8]
 
Oysa Hz. Mûsa’nın Allah ile ilk mükâlemede bulunduğu ve Âsa’sının ilk defa yılana dönüştüğü coğrafya Tevrât’taki, Mûsa kıssasında açık-seçik olarak belirtilmektedir. Hz. Mûsa’nın, Kur’ân’a göre ilk defa geçtiği bu vâdi, Medyen ile Mısır arasındaki bir bölgededir. Bu bölge aynı zamanda daha sonraları, Allah’ın, Mûsa resûllüğündeki, İsrâiloğulları’nın çöl yolculuğu yaparak, Mısır’dan hicretleri sonrası geldikleri Horeb/Sînâ dağının yamacındaki Hz. Mûsa ve İsrâiloğulları’na hitap ederek çeşitli olayların gerçekleşeceği bir vâdi’dir. Tevrât bu hususta şu coğrafi ifadeyi kaydeder: “Mûsa kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro’nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı’nın dağına, Horev’e vardı.”[9] “Rab Tanrı Mûsa’nın yaklaştığını görünce, çalının içinden, “Mûsa, Mûsa!” diye seslendi. Mûsa, “Buyur!” diye yanıtladı. Tanrı, “Fazla yaklaşma” dedi, “Çarıklarını çıkar. Çünkü bastığın yer kutsal topraktır.”[10] 
 
Tevrât’ta, bu Horev/Horeb olarak belirtilen dağın adı daha sonra Sîna[11] olarak da tesmiye edildiğini gözlemlemekteyiz.
“Tanrı, “Kuşkun olmasın, ben seninle olacağım” dedi, “Seni benim gönderdiğimin kanıtı şu olacak: Halkı Mısır’dan çıkardığın zaman bu dağda bana tapacaksınız.”[12]
“İsrâilliler Mısır’dan çıktıktan tam üç ay sonra Sina Çölü’ne vardılar. Refidim’den yola çıkıp Sîna Çölü’ne girdiler. Orada, Sîna Dağı’nın karşısında konakladılar. Mûsa Tanrı’nın huzuruna çıktı. Rab dağdan kendisine seslendi: “Yakûb soyuna, İsrâil halkına şöyle diyeceksin: Mısır’lılara ne yaptığımı, sizi nasıl kartal kanatları üzerinde taşıyarak yanıma getirdiğimi gördünüz. Rab Sîna dağı’nın üzerine indi, Mûsa’yı dağın tepesine çağırdı. Mûsa tepeye çıktı.”[13]
 
                Anlaşılacağı üzere Hz. Mûsa’nın ilk vahiy aldığı ve Âsa-Yılan kıssalarının geçtiği mekân olan, Kur’ân ve Tevrât’ın ikisinin de kutsal vâdi olarak nitelendirdikleri “Tuvâ” vâdisi daha sonraki süreçte Mûsa (as)’nın İsrâiloğulları ile birlikte geldiği dağ olarak da tesmiye edilen Sîna dağının etekleri/yamacındadır.
 
 
2-       Hz. Mûsa Mısır’a mı Kudüs’e mi Yolculuğa Çıkmıştı:
 
 
“Tefsîrlerimiz incelendiğinde birinci Âsa-Yılan dönüşümümün Medyen-Mısır arası yolculuğu esnasında vuku bulduğu fikrinin, yaygın kanaat olarak ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Modern döneme yaklaşıldığında ise konuyla ilgili farklı görüşlerle karşılaşılmaktadır. Elmalılı Hamdi Yazır’ın, Firavun ve adamlarına gönderilmesi üzerine Hz. Mûsa’nın öldürülmekten korktuğunu söylemesini dikkate alarak Hz. Mûsa’nın Mısır’a gitme niyetiyle yola çıktığı fikrinin âyet’e aykırı olduğunu belirtmesi, bütünsellik ilkesine bağlı ve söylem analizini esas alan yaklaşım kapsamında değerlendirilebilir. Elmalılı’ya göre Hz. Mûsa’nın Kudüs’e doğru yol aldığını aktaran rivâyet gerçeğe daha yakın durmaktadır. İlgili görüşte zaten Mısır’a gitmekte olan bir kişinin, aynı yere elçi olarak görevlendirilmesi üzerine ilgili sözleri söylemesinin bir çelişki olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır. Elmalılı’nın bütünselci yaklaşım ve söylem analizi yoluyla kendi görüşüne delil olarak sunduğu âyet, her ne kadar okuyucuda Hz. Mûsa’nın Mısır’a doğru değil de başka bir yere ve yöne doğru yol alan biri olduğu izlenimini uyandırsa da zikri geçen görüşü ispatlamada yetersiz durmaktadır. Zira Hz. Mûsa’nın Mısır’a gizlice gitme niyetiyle yola çıkmışken Firavun ve kavmine açıktan bir elçi olarak görevlendirilmesi üzerine ilgili sözü söylemiş olma ihtimali de bulunmaktadır. Bu durumda Hz. Mûsâ’nın korkusu Mısır’a gitmekten değil, gideceği ülkenin hükümdarının kendisi hakkındaki muhtemel hükmünden de kaynaklanmış olabilir. İbn Kesîr’in konuyu aktarırken vatanını ve ailesini özlemiş olan Hz. Mûsa’nın, Firavun ve kavminden “gizli olarak Mısır’a gitmeye niyetlendiğini söylemesi” de bu görüşü destekleyici niteliktedir. Benzer şekilde Ebu Hayyân tarafından da Hz. Mûsa’nın Hz. Şuayb’tan seyahat işini gizli tutmasını istediği belirtilmiştir. İbn Kesîr ve Ebu Hayyân’ın diğer tefsîrlerden farklı olarak zikri geçen ifadelerindeki “gizlice gitme” vurgusu, daha sonra Elmalılı tarafından dile getirilecek olan itiraza bir cevap mahiyetinde düşünülebilir.”[14]
 
Elmalı Hamdi Yazır merhum’un iddia ettiği Kudüs’e yolculuk iddiası hem Tevrât bağlamına ve hem de Kur’ân’ın kıssa anlatımına aykırı bir kabul olduğu açıktır. Hz. Mûsa, gizlice Mısır’a girip muhtemeldir ki, tanınmadan kaçak bir şekilde orada yaşamayı planlarken Cenâb-ı Hakk’ın Mısır’la görevlendirilmesi ile “kafa kafaya” geleceği Firavun ve mele’sinin, kendisi hakkındaki daha önceki süreçte verdikleri ölüm kararını gündeme getirmektedir. Bu tamamen beşerî insiyâk ile spontane gelişen bir durum ve acziyet ifadesidir. Yoksa Kudüs’e gitmeyi planlarken Allah’ın Mısır’a yönlendirilmesi sonucu gelişen bir durum arzı değildir.
 
 
3-       Hz. Mûsa’nın Allah ile Mükâlemesi ve Âsa’nın Mahiyeti:
 
 
Cenâb-ı Hakk ile Hz. Mûsa arasındaki, Tuvâ vâdisinde geçen mükâleme şöyle başlamaktadır: ‘Ey Mûsa! diye seslenildi: Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Hemen pabuçlarını çıkar! Çünkü sen kutsal vâdi Tuvâ’dasın! Ben seni seçtim. Şimdi vahyedilene kulak ver. Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.[15]  Böylece Allah öncelikle kutsal bir alanda olduğunu beyan ederek, ondan ayakkabılarını çıkartmasını istemektedir. Daha sonra Mûsa’yı resûl olarak seçtiğini beyan etmekte arkasından kendisini Mûsa’ya tanıtmaya başlamaktadır. Âsa kıssaları bidayetindeki Kur’ân’da serdedilen bu kronolojinin, Âsa’ya verilen işlevler öncesi çok önemli olduğu kanaatindeyiz.
 
Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk (cc) ile Mûsa (as) arasındaki diyalogda ilginç bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Cenâb-ı Hakk öncelikle Mûsa’ya, kendini tanıtıp ona resûl seçildiğini bildirdikten sonra onun elindeki Âsa’sının işlevselliğiyle alakalı direk bir emir vermemektedir.
 
Yâni, Mûsa (as) resûl seçilmeden evvel Âsa’sının, mucizevî herhangi bir meziyet veya hünerinin olmadığı ne Mûsa’nın ne de Âsa/değneğinin kendi başlarına veya birlikte herhangi bir mucizevî marifetlerinin olmadığı, vahy muhatapları açısından vurgulanmak istenmiştir kanaatindeyiz. Nitekim “Taberî ve İbn Kesîr, İbn Abbâs’tan aktarılan bir rivayette, Âsa’nın daha önce yılan olmadığını ifade ederek ilgili olayın yılana dönüşme noktasında ilk olduğunu belirtmişlerdir.”[16]
 
Cenâb-ı Hakk, evleviyetle Mûsa (as)’ya elindeki Âsa’nın doğal/tabiî asıl mahiyetini sormaktadır: ‘Ve mâ tilke bi yemînike yâ mûsâ. Kâle hiye ASÂYE, etevekkeu aleyhâ ve ehuşşu bihâ alâ ganemî ve liye fîhâ meâribu uhrâ. / Şu sağ elindeki nedir, ey Mûsa? O, benim ÂSA’MDIR, dedi, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır.[17]
 
Yâni, Hz. Mûsa, tamamen dünyevî ve tabiî kullanım aracı olan Âsa’sı için; ‘…ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır…’ cevabını vererek, Âsâ’sının bundan önce başka hiçbir olağanüstülüğünün olmadığını beyan etmektedir. “Hasan el-Basrî şöyle demiştir: “Bu, rastgele karşısına çıkan bir ağacın gövdesinden alıp yaptığı bir Âsa idi.[18]
 
Oysa bir başka muhayyel kronolojiye göre; Cenâb-ı Hak, Hz. Mûsa’ya elindeki Âsa’sı ile ilgili soru sormadan, onu yere atmasını emreder ve o Âsa yine yılan olarak yerde depreşebilirdi. Ancak, Cenâb-ı Hakk öncelikle Mûsa’nın (as), Âsa’sının mahiyetini ona sormaktadır. Allah, Mûsa’nın Âsa’sının daha evvel böyle hünerleri varmıştı da ancak Mûsa’nın bundan haberi yokmuş algısına kapılmaması için her yönüyle Âsa’sının kendi açısından da tasvirini veya işlevselliğini yaptırarak, Âsa’nın Mûsa’nın kendisi için kullanım sınırlarını tespit ettirmektedir. Kur’ân-ı Kerîm kıssasındaki bu kronoloji önemli bir olgudur ve üzerinde ayrıca tefekkür edilmesi gereken bir ayrıntıdır.
 
Aslında Cenâb-ı Hakk’ın bu sorusu, onun Âsa’sının mahiyetini bilmemesinden değil, daha sonraki tebliğ ve sürgün dönemlerinde hep ön plana çıkacak aktif bir nesne haline gelen Âsa’nın mahiyet ve muhtevasını, ivedilikle Mûsa’ya hatırlattırarak onun vasıtasıyla Kıyâmet’e kadar tüm Kur’ân muhataplarına aktarmaktır. İbn Kesir bu hususu şöyle izah etmektedir: ‘O sağ elindeki nedir Ey Mûsa?’ Âyet’indeki soru, anlatma ve zihinlere yerleştirme sorusudur.’[19] İmam Râzî ise bu konuda şu yorumu yapar: ‘Önemsiz bir şeyden, çok kıymetli bir şey meydana getirmek isteyen kimse onu eline alıp, etrafındakilere göstererek: ‘Bu nedir?’ der. Onlar da: ‘O, falanca şeydir’ derler. Daha sonra bu kimse, o şeyin en belirgin vasfını belirledikten sonra, onlara, ‘Bundan şunu şunu alın’ der. Binâenaleyh Allah Teâlâ’da o Âsa’nın, meselâ yılana dönüşmesi; denize vurulmasıyla denizin yarılması, taşa vurulmasıyla, taştan kaynakların fışkırması gibi, o kıymetli mucizeleri ortaya koymak istediği için, Âsa’yı önce Hz. Mûsa’ya sorup, sanki ona ‘Ey Mûsa, şu elindeki şeyin gerçeğinin ne olduğunu ve ne zararı ne faydası olan bir ağaç olduğunu biliyor musun?’ dedi ve daha sonra da onu büyük bir ejderha’ya çevirdi. İşte böylece Allah Teâlâ, bu şekilde, insanların akıllarını, kudretinin mükemmelliğine ve azametinin sonsuzluğuna çevirdi. Çünkü O, insanlar nazarında en basit olan bir şeyden, en büyük mucizeleri ortaya koymuştur. İşte Hak Teâlâ’nın, ‘Ey Mûsa, o sağ elindeki ne?’ buyurmasının hikmeti budur.”[20]
 
Binâenaleyh “Hz. Mûsa’nın elinde ne olduğunu bilen Allah, değnek iken onu hareket eden yılana çevirmek istediği için Hz. Mûsa’ya sağ elinde ne olduğunu sormuştur. Böylelikle Hz. Mûsa’nın dikkati Âsa’ya çekilmiştir. Bu durumda Hz. Mûsa onun, üzerine dayandığı, davarlarına yaprak silkmek için kullandığı bir değnek olduğunu idrak edecek; Allah’ın dilediği şey üzerindeki gücünü anlayacaktır. İbn Kesîr de, diğer müfessirlerden naklen Allah’ın, “Elindeki nedir ey Mûsâ?” sözünün Hz. Mûsâ’yı Âsa’ya alıştırma amacı taşıyabileceğini ifade etmiştir.”[21]
 
Bu bize şunu düşündürtmektedir. Cenâb-ı Hakk, Kur’ân’da yer alan mâlum mükâlemede, Hz. Mûsa’ya elindeki Âsa’nın mahiyetini sorarken öncelikle ona ve daha sonra bu diyalog soruları âyet’leri aracılığıyla tüm Kur’ân muhataplarına, o Âsa’nın tamamen doğal ve kuru bir ağaç dalı olduğunu hissettirme ve düşündürmeyi amaçlamaktadır. Çünkü Cenâb-ı Hakk, süreç içerisinde, Âsa’nın göreceği işlev dolayısıyla onun mahiyetinin yüceltilerek tevhîdi sapmalara da sebep olabileceğini bilmektedir.
 
 
4-       Mûsa’nın Âsa/Değnek’i ile İlgili İsrîliyat:
 
 
İşte buna İslâm kaynaklarında yer alan olumsuzluk içeren ibretlik bir örnek: “O Âsa’dan değişik mucizelerin zuhur ettiği söylenmiştir. Mesela Hz. Mûsa (as), onunla kuyudan su çıkarırdı. Bu durumda değnek, kuyunun derinliğine göre uzar ve o iki çatalı kova şeklini alabilirdi. Yine geceleri, o iki çatal iki mum haline dönüşürdü. Bir düşman ortaya çıktığında, onunla (kendi kendine) savaşırdı. Hz. Mûsa (as)’nın gönlü bir meyve istediğinde, Âsa’sını yere diker ve böylece o, yapraklanır, meyve verirdi. Hz. Mûsa (as), onun üzerine yiyeceğini, içeceğini yüklerdi ve o Âsa, Mûsa (as) ile birlikte yürürdü. Yine onu yere batırdığında, oradan su fışkırırdı. Onu kaldırdığında, dimdik dururdu. Hz. Mûsa (as)’yı haşerât’tan, yılan-çıyan vs’den korurdu.”[22]
 
Gaybi bir durum olduğu halde Mûsa (as)’nın Âsa’sının faydaları ile alakalı yakıştırma ve lüzumsuz “gaybı taşlama” türü indî ve İsrâiliyat türü rivâyetlere de çokça yer verildiğini gözlemlemekteyiz. Mesela Sa’lebî; Hz. Mûsa’nın sahip olduğu “Âsa’nın adının Mukatil’den gelen rivâyete göre ‘Neb’a olduğunu”[23] açıklamaktadır. Yine aynı “Müfessir, Cenâb-ı Allah’ın Tâ-hâ 20/19. Âyet’inde “Elindeki asayı yere at” emrinden sonra Âsa’nın yılan oluşu ve o yılan hakkında İbn Abbas, atın yeleleri gibi yelesi olan sarı renkli bir yılan olduğunu ve şiştiğinde büyük bir yılana dönüştüğünü, hatta yılanların en büyüğü şeklinde olduğunu nakletmiştir. Ancak başka bir yerde yılanın ne büyük ne de küçük olduğu şeklinde farklı bir rivâyete yer vermiştir. Bir başka rivâyete göre ise yılanın uzunluğu, kırk zira (yaklaşık yirmi metre) dır.”[24] “Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: “Hz. Mûsa (as)’nın asası, tıpkı baston gibi, iki çatallı idi. Binâenaleyh uzun dalları, o Âsa’sının çatalı ile takip eğerdi. Dalları kırmak istediğinde de onu iki çatal arasına sıkıştırıp bükerdi. Yürürken onu koltuğunun altına kor ve yayını, ok kabını, fazla elbiselerini ona asardı. Çölde iken de onu yere diker, üzerine elbiselerini gererek, gölgelik yapardı.”[25]
 
Esasen Hz. Mûsa, Allah’ın sorusuna istinaden verdiği cevapta elindeki Âsa’nın ne işe yaradığını açıkça beyan etmişken böyle, sanki Mûsa’nın Âsa’sını görmüş gibi veya “bir yerlerden” kesin bir bilgi almışçasına gayb nitelikli ilave zanni bilgileri tefsirlere doldurmanın ne lüzumu vardır diye düşünmekte ve bu olguya itiraz etmekteyiz. “Denildiğine göre bu Âsa, cennetteki mersin ağacındandır.”[26] “ “o ağaçtan ona şöyle seslenildi” (…) ‘O ağaçtan’ ağacın tarafından demektir. Bu ağacın sarmaşık olduğu söylenmiştir. Bunun bir Arabistan kirazı ağacı olduğu ya da bir böğürtlen ağacı olduğu da söylenmiştir. Âsa’sı da bu ağaçtan idi. Bunu da ez-Zemahşerî zikretmiştir.”[27]
 
Zemahşeri’nin, Hz. Mûsa’nın Âsa’sının mahiyetiyle ilgili bu tefsiri, kıssalarla alakalı Kur’ân’ın şu gayb âyet’iyle hiç uyuşmakta mıdır? “Ve mâ kunte bi cânibil garbiyyi iz kadaynâ ilâ mûsel emre ve mâ kunte mineş şâhidîn / Mûsâ’ya o emri vahyettiğimiz vakit, sen batı tarafında değildin, görenlerden de değildin...[28]   
 
Kur’ân’daki kıssalarda bu sebeple olsa gerek Âsa’nın niteliği yâni, hangi ağaçtan, ne zaman imal edildiği, bu ağacın Medyen’den mi yoksa Mısır’dan bir ağaç mı olduğu, vesaire gibi ayrıntılar hiçbir zaman gündem edilmemektedir. Amaç, Âsa’nın anlık niteliği ve niceliği değil, tebliğ sürecindeki ona yüklenen işlev üzerine odaklanılma istenmesindendir.
 
Binâenaleyh, bir başka dıştan ilgisiz! seküler bir bakışla değerlendirildiğinde; “Koca! Allah, basit dal parçasıyla mı uğraşıyor” gibi bir düşüncenin boş olduğu; dinler tarihi açısından nesnelerin putlaştırılmaları olgusuyla olayı değerlendirmek gerektiğini ihsas etmektedir.
 
Çünkü Âsa, Mûsa kıssasında, önemli kavşaklarda gündeme gelen ve önemli açılımlara vesile olan bir nesnedir. Eğer mahiyeti doğru bilinmezse ona olağanüstü değerler atfedilerek belki de asıl verilmek istenen mesajlar tevhîdi mecradan başka bir alana kaydırılabilecekti. Bu yüzden Cenâb-ı Hakk, Âsa’nın mahiyeti ile ilgili soru sorarak ve sonrasında ilk defa onun yılan olmasını izlettirerek hem Hz. Mûsa hem de Kur’ân muhatapları nezdinde Âsa’nın, yalnız ve yalnızca Allah’ın izni ile mucize nesnesi olan bir ağaç dalının parçası olduğunu zihinlere yerleştirmektedir.
 
Yâni, Mûsa kıssalarındaki daha sonraki süreçler içerisinde çeşitli mucizeler gösterecek Hz. Mûsa ve onun Âsa’sı değil, onlara bunu yaptıran asıl failin, Cenâb-ı Hakk ve onun müsaadesiyle izhar edildiğinin mesajı verilmektedir. “Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber için mucize getirme imkânı yoktur.[29]
 
 
5-       Süreç İçerisinde Hz. Mûsa’nın Âsa’sına Yüklenen Kutsallık:
 
 
Kur’ân’ı Kerîm’in Âsa-Yılan kıssalarında, Allah’ın, Mûsa (as)’nın Âsa’nın mahiyeti ile alakalı sorusu ve onun, tabii bir ağaç parçası olduğu vurgulu anlatımına rağmen, tarihsel süreç içerisinde Mûsa’nın Âsa’sının olağanüstü spesifik, kadîm ve kutsal bir Âsa haline getirildiğini gözlemlemekteyiz. “Hz. Şuayb (as)’ın yanında, geçmiş peygamberlerin asaları vardı. Bir gece Mûsa (as)’ya şöyle dedi: “Bu eve girdiğinde, o asalardan birini al”dedi. Hz. Mûsa (as)’da Hz. Âdem (as) ile birlikte cennet’ten inen Âsâ’yı aldı. Peygamberler, o Âsâ’ya Şuayb (as)’a gelinceye kadar hep vâris olmuşlardır. Hz. Şuayb (a.s) ona, “Bana aldığın Âsâ’yı göster” dedi ve âmâ olduğu için, o âsâyı eliyle yokladı ve onu vermemek istedi. Bunun üzerine, “Başkasını al” dedi. Hz. Mûsa (as) yedi defa (rastgele) bir Âsâ seçmek istedi, yedisinde de bu Âsâ eline geldi. Böylece Şuayb (as), Hz. Mûsa (as)’nın o Âsâ ile epey işi olduğunu anladı. Yine rivâyet olunduğuna göre, Şuayb (as), kızına, Hz. Mûsa (as) için evden bir Âsâ getirmesini istedi. O da o eve girip, bu Âsâ’yı alıp babasına verdi. Şuayb (as) onu görünce, kızına “Başkasını getir” dedi. Kızı onu yere attı, başkasını alıp götürmek istedi. Fakat eline yine o Âsâ geldi. İhtiyar Şuayb (as) bunu görünce önce razı oldu, sonra pişman oldu ve Hz. Mûsa (as)’yı aramaya başladı. Hz. Mûsa (as)’ya rastlayınca “o Âsâ’yı geri ver” dedi. Hz. Mûsa (as), “o, benim Âsâ’mdır” deyip, ona vermemek istedi. Derken münakaşa ettiler. Sonra da ilk rastlayacakları adamı bu hususta aralarında hakem kılmak üzere anlaştılar. Derken, yürüyerek (İnsan şeklinde) bir melek geldi ve aralarında şöyle hükmetti: “O Âsa’yı yere bırakın. Bundan sonra onu kim kaldırabilirse, o onundur.” Bunun üzerine Hz. Şuayb (as) onu kaldırmak istedi, ama gücü yetmedi. Mûsa (as) ise, onu kolaylıkla kaldırdı. İhtiyar Şuayb (as) böylece onu ona verdi ve Hz. Mûsa (as) ona on yıl çobanlık etti. (….) Bazıları da şöyle demişlerdir: “Bu Âsa, Âdem (as)’in Âsa’sıdır. Cebrail (as), o öldükten sonra bu Âsa’yı almıştı. Ta ki, Hz. Mûsa (as), geceleyin onunla karşılaşıncaya kadar...”[30]
 
Her zaman vurgulamaya çalıştığımız gibi yineleyelim. Gaybi bir olgu olan bu rivâyetin ne amacı ne hedefi vardır. Üstelik Kur’ân’ın kıssalarındaki anlatımın ruhuna tamamen aykırıdır. Kıssalar, Allah’ın, alalede bir ağaç parçasından bir imparatorluğu dize getiren mucizeler yarattığı olgusunu bildirirken “…Alimler, bunun hangi Âsâ olduğu hususunda şu değişik görüşleri belirtmişlerdir…” gibi muallak, mesnetsiz, rivâyetlerle, neticede koyunları gütmede veya insan yaşamının bir parçasında kullanılan bir ağaç parçasını, cennetten gelme, diğer resûl’lerler elinde bulunma gibi türlü payelerle teçhiz ettiklerini esefle okumaktayız.
 
Hakkını teslim etmek gerekir ki, cüz’i olarak da olsa bu hususta “doğru”lara da yer verildiğini gözlemlemekteyiz. Mesela Râzî’nin; “Bu izahlardan kimini diğerlerine tercih etmemize imkân verecek bir şey yoktur; çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de, buna delâlet eden bir şey bulunmamaktadır. Haberlerse birbiriyle çelişmektedir. Allah, bunu daha iyi bilir.”[31] Tespiti gibi.
 
 
6-       Hz. Mûsa’nın Spesifik Âsa’sından Diğer Âsa’ların Mübârekliği Kullanımının Faydaları Fıkhı:
 
 
                Müfessirler, Hz. Mûsa’ya mahsus bir Âsa ve onun Kur’ân’da anlatılan kıssalarından, Şeriat’de; Hz. Süleyman’dan Hz. Muhammed’e kadar, Âsa’nın mübârek kullanımlarından başlayıp, halkın kullanımının da çok mübah olacağı “fıkhi” sonuçlara ulaşmışlardır. “Derim ki: Âsa’nın faydaları pek çoktur. Şeriat’te de birkaç yerde Âsa’nın dahli bulunmaktadır: Önü açık olan yerlerde asa Kıble’ye sütre diye konulur. Peygamber (sav)’in küçük bir harbe’si vardı. Önü açık yerlerde önüne yere saplar, ona karşı namaz’a dururdu. Bayram günü namaz’a çıktığı vakit harbe’nin Kıble’sine konulmasını emreder ve ona doğru namaz kılardı. Bu ise sahih hadis’te sabit olmuştur. (….)  Peygamber Efendimiz’in bir tarafı eğri bir bastonu vardı. O Hacer-i Esved’i (tavaf sırasında) öpme imkânını bulamadığı vakit bu bastonuyla işaret eder (istilâm yapar)’di. Bu da yine sahih hadis’te sabittir. Mııvatta’da yer alan rivâyete göre es-Saib b. Yezid şöyle demiştir: Ömer b. el-Hattab (ra), Ubeyy b. Ka’b ile Temim ed-Darî’yi müslüman’lara onbir rekât namaz kıldırmalarını emretmişti, imam olan kişi Miûn (âyet sayısı yüz dolaylarında olan sûre’ler) okurdu. Biz de uzun süre ayakta durmaktan dolayı bastonlarımıza, Âsa’larımıza dayanırdık. Bu namaz’dan ancak tan yeri ağardığı vakit dağılabiliyorduk. Buhârî ile Müslim’de yer aldığına göre Peygamber (sav)’in elinde, üzerine dayandığı bir sopası vardı. Hatibin bir kılıca yahut bir Âsa’ya dayanarak hutbe okuyacağı hususunda icma vardır. O halde Âsa şerefli bir soydan, değerli bir kökten gelmektedir. Asanın önemini cahilden başkası inkâr etmez. Yüce Allah Mûsa’nın Âsa’sında pek çok büyük belgeleri, muhteşem mucizeleri bir arada göstermiş idi. Bunları gören inatçı sihirbazlar dahi iman etmişti. Süleyman (as)’da hutbe okumak, öğüt vermek ve uzunca namaz kılmak için Âsa edinmişti.”[32]
 
                Âsa kullanımı o kadar özendirilip hatta kutsanmıştır ki Âsa taşımak neredeyse farz haline getirilmiş gibidir. “Bu noktadan hareketle şairlerden birisinin de şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Âsa taşıdım fakat onu taşımamı gerektiren benim ne zayıflığımdır. Ne de yaşlılık dönemine girmiş olmamdır. Fakat ben kendimi onu taşımakla yükümlü görüyorum; Nefsime ikamet edenin misafir olduğunu bildirmek için.”[33]
 
 
7-       Hz. Mûsa’nın Âsa-Yılan Korkusu:
 
 
Allah ile Mûsa Mükâlemesinin, Âsa’nın yılan olma sahnesinde dikkat çeken önemli bir tevhîd’i olgu ise Resûl’lerin konumlarına ilişkin tevhîd’i bazlı mesajdır. Tâ-hâ sûre’sindeki kıssa versiyonu şöyledir: ‘Şu sağ elindeki nedir, ey Mûsa? O, benim Âsa’mdır, dedi, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır. Allah: Yere at onu, ey Mûsa! dedi. Onu hemen yere attı. Bir de ne görsün, hızla sürünen bir yılan değil mi! Allah buyurdu: Al onu! Korkma! Biz onu şimdi ilk haline sokacağız. Bir de elini koltuğunun altına sok ki, bir başka mucize olmak üzere o, kusursuz ve lekesiz beyazlıkta çıksın. Ta ki, sana, (böylece) en büyük âyet’lerimizden bazılarını gösterelim. Firavun’a git. Çünkü o iyice azdı.[34]
 
Bu kıssa versiyonunda Hz. Mûsa ve Kur’ân muhataplarına verilen tevhîd’i mesaj; resûl’lerin Allah’ın nezdinde olduğu sırada korkmalarına yer olamadığıdır. “…Al onu! Korkma!..”. Bu Cenâb-ı Allah’ın Mûsa’ya bir emridir. Yılandan endişe edip korkarak kaçan Hz. Mûsa’ya, Allah’ın, korkma tembihinin gerçekliği, korktuğu yılanın, korkulamayacak durumda olduğunun göstergesi olarak, onu eline alması ve herhangi bir olumsuzluğun olmaması ile gerçekleşmiş olur. Allah her şeye hâkimdir. Böylece Mûsa, Allah tarafından sakinleştirilerek rahatlatılmıştır. Allah’ın daha evvel, “Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.” Hitabındaki vahdaniyet tecelli etmiş ve böylece Mûsa’ya aksettirilmiştir.
 
Neml sûre’sindeki kıssa anlatımında ise; ‘Ey Mûsa! İyi bil ki, ben, mutlak galip ve hikmet sahibi olan Allah’ım! Âsa’nı at! Mûsa (Âsa’yı atıp) onu yılan gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. Ey Mûsa! Korkma; çünkü benim huzurumda resûl’ler korkmaz.[35]  Cenâb-ı Hakk bu kıssada; Tâ-hâ sûresindeki “korkma” hatırlatmasından biraz daha açıklayıcı konumu yansıtmaktadır. “…Ey Mûsa! Korkma; çünkü benim huzurumda resûl’ler korkmaz.”. Dolayısıyla o’nun beşerliği harici resûl’lüğüne vurgu yaparak, daha bilinçli olmasını ikaz eder. Çünkü artık o sıradan bir kişi değil Allah’ın kendisine direk hitabettiği bir “resûl”dür. Bu hitap aynı zamanda Kur’ân muhataplarına da bir uyarıdır. Tebliğciler daha bilinçli davranmalıdırlar. Çünkü onlar Allah’ı tanıyan bilinçli kullardırlar.
 
Cenâb-ı Hakk’ın, Kasas sûre’sindeki Âsa-Yılan anlatımı sahnesinde; ‘Ey Mûsa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’ım. Âsa’nı at! Mûsa Âsa’yı yılan gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. Ey Mûsa! Beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın[36] hitabındaki; “…Ey Mûsa! Beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın…” ikazı, tüm resûl’ler ve resûl kavramının Kur’ân perspektifinden anlaşılması üzerine tam bir tevhîd’i mesaj, öğüt ve ibret olarak karşımıza çıkmaktadır. Allah Mûsa’ya özel bir emniyet verdiğini ayrıca vurgulamaktadır. Dolayısıyla Hz. Mûsa’nın, Firavun gibi bir güçlü müstekbire karşı özel bir emniyete alındığını ihsas etmektedir.
 
Hz. Mûsa’nın tamamen beşerî reflekslerle yaptığı, Âsa’sının yılan oluşuna ‘korkarak kaçma’ tepkisi, aslında hem bir beşerin doğal tepkisini ve hem de yılan’a dönüşen Âsa’nın ne kadar gerçek olduğunun bir vurgusu olarak ibret alınacak anlatım olduğu tefekkür edilmelidir. Nitekim Râzî şu yorumu yapar: “Bu korku, yaratılıştan ileri gelen bir korku kabilindendir. Çünkü, Mûsa (as) böyle bir yılan görmemişti.”[37] Kurtûbî’de aynı görüştedir: “Buna sebep ise onun “içten içe bir korkuya kapılmış olması idi.” (Tâ-Hâ, 20/67) Yani insanların (bu gibi hallerde) duyduklarını o da duymuştu.”[38]
 
Hz. Mûsa’nın, Âsa-Yılan ile ilk karşılaşma kıssalarında; Allah’ın “korkma”, “benim huzurumda resûl’ler korkmaz” ve “sen emniyette olanlardansın” hitaplarının, sadece yılan olan Âsa olgusu için hatırlatılmadığı, Hz. Mûsa ve Hârûn’un daha sonraki Firavun ve mele’si ile karşılaşmalarında bu emirlerin bir realite olarak yeniden gündeme geldiğini görmekteyiz. “Mûsa, birden içinde bir korku duydu. “Korkma! dedik, üstün gelecek olan kesinlikle sensin.”[39]
 
Güçlü bir Kral olan Firavun, tıpkı yılan olan Âsa gibi, Allah’ın elçisi Mûsa (as) ve Hârûn (as)’a hiçbir kötülük yapamaz ve onların tebligatlarını ve gerçekleşen mucizeleri seyretmekle yetinmek zorunda kalır. Dolayısıyla Hz. Mûsa’nın, Âsa-Yılan ile korku imtihanı belli ki daha sonraki Firavunla karşılaşmalarındaki korkularına gem vurmasının bir ön alıştırması olarak gerçekleşmekteydi.
 
 
8-       Âsa-Yılan ’la İlk Karşılaşma Kıssalarındaki Değişik Yılan Tasvirleri:
 
 
                Kur’ân’ı Kerîm’deki, Âsa-Yılan ile Hz. Mûsa’nın ilk karşılaşma kıssalarında, Mûsa’nın yılan olan Âsa’sının, üç ayrı sûre’de iki farklı görünümlü olarak tasvir edilmektedir. “Tâ-hâ sûre’sinde Âsa’nın “koşan bir hayye / Hayyetun Tes’â” olduğu ifade edilirken Neml ve Kasas sûre’lerinde “sanki deprenen bir cânn / tehtezzu keennehâ cânnun” olduğu belirtilmiştir.
 
Diğer bir ifadeyle zikri geçen iki sûre’de hem Âsa’nın dönüştüğü varlık farklı bir kelimeyle ifade edilmiş hem de Âsa’nın tam bir yılan olmayıp “sanki yılan” olduğu dile getirilmiştir. Yılanın hareketi de farklı bir fiille ifade edilmiş, Tâ-hâ suresinde “Tes’â” fiili kullanılırken Neml ve Kasas sûre’lerinde “Tahtezzu” fiili kullanılmıştır. Ayrıca Âsa’nın yılana dönüşmesi olayının Tâ-hâ ve Neml sûre’lerinde “âyet” kelimesiyle Kasas sûre’sinde ise “burhan” kelimesiyle karşılandığı görülmektedir.”[40]
 
8/a- Cânn:
 
Bu farklı görünümlerden Neml sûre’sinde yer alan anlatım, yılan Âsa’yı “Cânn” olarak tasvir etmektedir. “Veelki asâke felemmâ raâhâ tehtezzu keennehâ cânnun vellâ mudbiran velem yu’akkib…/ Asânı at! (Mûsa) onu yılan gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı…[41] 
 
Benzeri bir anlatım da Kasas sûre’sindeki kıssa versiyonunda anlatılmaktadır. “Veen elki ‘asâke felemmâ raâhâ tehtezzu keennehâ cânnun vellâ mudbiran velem yu’akkib…./ Değneğini at. (Musa) değneğin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. [42]  
 
Râzî; “Âyet’teki, “çevik bir yılan gibi...” cümlesine gelince, “cân” kelimesi, “küçük yılan” anlamına gelir. Onu bu adla isimlendirmişlerdir, çünkü o, insanlara gözükmez. Hasan el-Basrî bu kelimeyi, iki sâkin harfin bir arada bulunmasından kaçınarak, (şâbetun-genç kız) ve (dâbetun-debelenen, kımıldayan canlı) diyen kimsenin okuyuşu üzere (cânun) şeklinde okumuştur.”[43]  Yorumunu yaparken, Kurtûbî; “Hareketli bir yılana dönüşüverdi. Bu yılan hızlıca yürüyor, taşları yutuyordu. Mûsa (as) onu bu halde görünce çok ibretli bir hal görmüş olduğundan “arkasına bakmaksızın, dönüp gitti” “[44] yorumunu yapar.  “El-Kelbî, ‘Cânn’ kelimesine; “Bu küçük de olmayan, büyük de olmayan bir yılandı.”[45] Der. “İbn Âşûr, Cânn’ın “Cinn” kelimesinin de tekili olduğunu, yılanın kıvrak ve hareketli olmasından dolayı hareketteki sürat üzerinden Cin ile aralarında benzerlik ilişkisi kurulduğunu dile getirmiştir.”[46]  İbn Âşur aynı zamanda; “Cânn kelimesinin erkek yılan için kullanıldığını ve çok deprenen bir yılan türü olduğunu ifade etmektedir.”[47]
 
Dolayısıyla müfessirler tarafından yorumlarda “Cânn” kelimesine; Âsa-Yılan’ın küçük, hızlı, çok hareketli, adeta “Cin” benzeri görülemeyen, tasvirleri yapılarak; hem onun ufak hareketli hızlı yapısına temas edilmiş ve hem de Hz. Mûsa’nın ilk defa karşılaştığı bu nevi bir yaratıktan onun oluşturduğu olağanüstü bu hareketliliğinin etkisiyle kaçtığı ihsas edilmiş olmaktadır.
 
8/b- Hayye:
 
Tâ-hâ sûre’sindeki kıssa versiyonunda Âsa-Yılan, Cenâb-ı Hakk tarafından; “Feelkâhâ fe-iżâ hiye hayyetun tes’â / Onu atınca, hareketli bir yılana dönüşüverdi.”[48]  Tasviri ile “Hayye” olarak vasıflandırılmaktadır.  İmam Zemâhşeri[49] ve Râzî; “Hayyetu kelimesi hem müzekker hem müennes; (hem küçük hem de büyük yılan) için kullanılan bir cins isimdir. (…) O, yılan haline geldiği anda küçük ve hızlı bir yılan oldu.”[50] Yorumunu yaparlar. “İbn Âşûr “hayye”nin bir yılan cinsi için isim olduğunu, erkek ve zehirli olup soktuğunda öldürdüğünü ifade etmiştir.”[51]
 
Hz. Mûsa’nın Âsa’sının ilk defa yılan olma kıssalarındaki, Âsa’nın yılan görünümü ve bundan sonraki Firavun’un huzurundaki farklı yılan görünümü anlatımları, müfessirleri hayli uğraştırmış ve bu hususta farklı yorumların ardı arkası kesilmemiştir. Her şeyden önce şunu tespit etmemizde yarar vardır. Âsa’nın ilk defa yılan olması üç ayrı sûre’de iki farklı varyantla zikredilmiş olmasına rağmen aslında bu olay tek seferde cereyan etmiştir. Cenâb-ı Hakk, bir hitab, sözlü anlatım olarak indirdiği Kur’ân’ın, nâzil olduğu an itibariyle hem ders vericiliği ve hem de apaçık anlaşılması açısından tek seferde gerçekleşen Âsa-Yılan olayını tefekkür açısından yoğunlaştırmak için o anda gerçekleşmiş tüm farklı veçheleriyle kıssa etmiştir.
 
Bundan dolayı her kıssa varyantında değişik öğüt ve ibretler verirken bunları te’kid edecek vurucu anlatımlara yer vermiştir. İlk defa yılan olan Âsa olayında Âsa’nın yılan hali değişik görünümlerle aktarılmıştır. Bu aktarılan değişiklikler yılan’ın, Mûsa ve Kur’ân muhatapları açısından gerçekliğine vurgu amaçlıdır. Şayet yılan olan Âsa, yılan olduğunda olduğu yerde “heykel” gibi sabit olmuş olsaydı herhalde Hz. Mûsa’nın geri dönüp kaçmasına sebep olmazdı. Mûsa’nın kaçmasına vesile olan yılan’ın hareketliliği, çevikliği, insanlarca çekinilen “korkunçluk” algısı her üç kıssada iki ayrı “Hayye” ve “Cann” tasvirleri ile sunulmuş üstelik “Tes’â/koşan” “tahtezzu Keennahâ/sanki deprenen” sıfatlarıyla pekiştirilerek daha da canlı, diri çarpıcı bir anlatım sunulmuştur kanaatindeyiz.
 
Yâni üç ayrı sûre’de ortaya çıkan iki farklı yılan değil, ortaya çıkan iki farklı görünüş veya algı ayrı ayrı sunularak, kıssaların öğüt ve ibret vasfı arttırılmıştır kanaatindeyiz. Daha sonraki Firavun huzurundaki Âsa-Yılan olayındaki diğer üçüncü farklı “Su’ban” görünümü, tamamen ilk Âsa-Yılan karşılaşma olayından farklı zaman ve zeminde olmuş ve yine Âsa-yılan’ın diğer Âsa-Yılan kıssalarındakinden farklı oluşturduğu bir diğer tasviri ile sunulmuştur. Allah, olmayan gerçekleşmeyen bir vakıayı değil, olanı ve dışarıya yansıyanı aktarmıştır. Bu kıssa (Âsa-Yılan’ın “Su’ban” görünümü) konumuz dışında olduğu için sonraki incelememize bırakıyoruz.
 
 
9-       Âsa’nın Yılan Olması Üzerine Alternatif Yorumlar:
 
 
9/a- Yılan Âsa’nın Gerçek Yılan Değil Sihir Unsuru Olduğu İddiası:
 
Çağdaş ve modernist tefsir sahibi müelliflerimizden! Bir tanesi, Âsa-Yılan ’la ilk karşılaşma kıssalarında anlatılan bu olayı o kadar hafife! almaktadır ki; Hz. Mûsa’yı sâhir (Hâşa), Âsa-Yılan’ı da sihir (Hâşa) olarak yorumlayarak okuyucularına lanse etmektedir. “Bu âyet’lerin Hz. Mûsa’nın Mısır’dan ayrı kaldığı on yıllık süreç içinde nâzil olduğu unutulmamalıdır. Hz. Mûsa’nın Mısır’a yeniden dönerek Firâvun ile zorlu bir mücadelenin içine girmek için ‘hazırlık’ yaptığı anlaşılıyor. Mûsa’nın kendi kendine yaptığı ‘hazırlıklar’ Allah-Mûsa diyaloğu şeklinde aktarılıyor… Bu dönemde Hz. Mûsa birçok kişi ile görüşüp, pek çok yere giderek özellikle de Mısır’daki Firavun imparatorluğunun dayandığı dini temeli yani sır/büyü/âsa ideolojisinin künhüne vakıf olmak için çaba sarfettiğini söylememiz mümkündür… Demek ki Hz. Mûsa, Mısır’a gitmeye hazırlanırken bir yandan Firavun imparatorluğu’nun dini-ideolojik kökenlerine saldırı başlatmak için sır ilimlerini araştırıyor diğer yandan ‘söz’ün etkili olacağı bir mücadeleyi başlatmayı planlıyor.”[52]
 
Mezkûr yazar, her üç kıssa versiyonunda da öncelikle kendini Mûsa’ya tanıtıp anlatan, onu resûl tayin eden, Âsa’sı ve eli ile alakalı mucizeler ve bunlarla beraber Firavun’a, vahyi tebliğ emirlerini veren Allah’ı bile diyaloglardan söküp alarak! Hz. Mûsa’yı kendi kendine konuşan, sihirbazlık! Denemeleri yapan bir beşer haline getiriyor: “Dikkat edilirse burada Hz. Mûsa’nın ıssız bir dağ başında kendi kendine yaptıkları anlatılıyor. Dışarıdan bakıldığında ortada kendisinden başka bir kimse yoktur. Âsa’yı atıyor., yılan gibi kıvrıldığını görüyor. Sonra tekrar alınca eski haline geliyor. (…) Böyle böyle bu işin nasıl yapıldığına dair kendi kendine temrin (alıştırma) yapıyor. İşte bu durum yıllar sonra gelen âyet’lerde bize Allah tarafından Mûsa ile arasında geçen bir diyalog şeklinde anlatılıyor.”[53]
 
İş bununla da kalmıyor; “Yani, bütün bunları bir şekilde Mûsa kendisi öğrenmiş ve yapmıştır fakat bu aynı zamanda Allah’ın ona âyet’ler (mucizeler) vermesidir. Hem öyle hem böyledir. Bu tür konularda ‘bu ya mucizedir ya değildir.’ İtirazı geçersiz olmak durumundadır. Çünkü sadece ‘mucize’ diyen de sadece ‘kendi becerisi’ diyen de aynı kafadadır. İkisinin de bir arada olabileceğini hem öyle hem böyle olabileceğini düşünememektedir. Asıl pozitivizm işte budur.”[54] Gibi ne tarafa gittiği belli olmayan polemiklerle her düşüncenin önünü tıkayarak illa da benim düşüncem iddiasında bulunmaktadır.
 
Bir olgu “mucize” ise yâni, Allah’ın özel izni ile gerçekleşmişse, nasıl bir resûl’ün/beşer’in ‘kendi becerisi’ olabiliyor. Böyle mantıksız bir laf olabilir mi?  Resûl’ün ‘kendi becerisi’ yâni, beşer kapasitesini yansıtan bir şey nasıl ‘mucize’ olabilir? O zaman ‘Mucize’ kavramının ne anlamı kalıyor? Sap’la saman’ın, elma ile armut’un birbirine karıştırıldığı tam manasıyla batılı anlamda ‘polemik/demogoji’ olarak anlamlandıracağımız içi boş, dışı zorla cilalanmış, görenlere ‘dostlar fikir alışverişinde görsün’ algısı veren sığ düşünceler….
 
Sayın müellifin bu düşüncelerini, Âsa’nın ilk defa yılan olma kıssaları nezdinde yeniden inceleyelim. Cenâbı Hakk’ın ‘...Şu sağ elindeki nedir, ey Mûsa?...’Seslenişindeki, Mûsa’nın Âsa’sının keyfiyeti ile ilgili sorusuna Mûsa’nın cevabı, Sayın Eliaçık’ın şu iddiası ile çelişmektedir:
“…Dikkat edilirse burada Hz. Mûsa’nın ıssız bir dağ başında kendi kendine yaptıkları anlatılıyor. Dışarıdan bakıldığında ortada kendisinden başka bir kimse yoktur. Âsa’yı atıyor., yılan gibi kıvrıldığını görüyor. Sonra tekrar alınca eski haline geliyor. (…) Böyle böyle bu işin nasıl yapıldığına dair kendi kendine temrin (alıştırma) yapıyor...” 
Sayın Eliaçık unutuyor herhalde!.. Hz. Mûsa tarafından verilen cevap içerisinde Âyet’te sıralanan Âsa ile ilgili yararlar arasında; Firavun saltanatını” âsa-yılan” sihriyle yıkmak için veya “Sihir” yapmak için kullanıyorum ifadesi var mıdır? Neden Âsa’sıyla Firavun’un zulmüne karşı koymak için sihir! Olarak kullanacağını söylememektedir?
 
 
Dolayısıyla “ ‘…Şu sağ elindeki nedir, ey Mûsa? O, benim Âsa’mdır, dedi, ona DAYANIRIM, onunla davarlarıma YAPRAK SİLKELERİM; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır…” diyen, Mûsa; Allah’ın, Âsa’sının mahiyeti ile alakalı sorusuna, yalan cevap mı vermektedir?
 
Madem ki elindeki yılan olan Âsa’sına, Firavun dönemi sihirbazlarının; ‘…bugün sucuk yapımında kullanılan bağırsakları Âsa ve yılan şeklinde boyayıp süslüyorlar, içine civa dolduruyorlar, güneş altında sıcak toprağa atınca da onlar canlanıp hareket ediyordu.’[55] Türünden sihir unsurlarını uygulayan Hz. Mûsa, neden cansız dolayısıyla zararsız âsa’sını; ‘…yılan gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı...’?   Âsa’sının canlı bir yılan değil, kuru bir ağaç dalı değnek olduğunu bilen biri ona uyguladığı sihir/büyü marifetinin, uydurma olduğunu bilemeyecek biri midir? Binaenaleyh yılan şekline giren sucuk türü (!) cansız Âsa’sın’dan niye kaçsın?  
“Şeyh Ebu’l-Kasım el-Ensari (rh) şöyle demiştir: “Bu korku, Hz. Mûsa (as)’nın peygamberlik iddiasında doğru olduğunun delillerinin en güçlülerindendir. Çünkü sihirbaz, yaptığı şeyin bir göz boyama olduğunu bilir ve ondan da kesinlikle korkmaz.”[56]
 
Cenâb-ı Hakk’ın, Âsa’nın ilk defa yılan olma olayı sonrası “…Ta ki, sana, (böylece) en büyük âyet’lerimizden bazılarını gösterelim. Firavun’a git. Çünkü o iyice azdı...” emri, sanki Âsa’nın ilk defa yılan olma sahneleri sonrası verilmemiş de daha önce verilmiş gibi yanlış bir algı ortaya çıkarmaktadır. Yapılan bu aykırı yorumlar, kıssanın orjinal kronolojisine ve mesaj hedefine tamamen zıt düşünceler olmaktan öteye gitmemektedir.
 
Hz. Mûsa’nın üç ayrı kez, yılan olan Âsa’sından korkup kaçtığı vurgulandığı kıssaların mahiyeti mezkûr yazar’ın kendisine tamamen gayb iken, binlerce yıl sonra sanki olayı veya mahiyetini görmüş bir tarzda nasıl yorumlanabilir?  Kur’ân’daki kıssalar ile alakalı şu gayb âyetlerinin hedefi nedir?
Ve mâ kunte bi cânibil garbiyyi iz kadaynâ ilâ mûsel emre ve mâ kunte mineş şâhidîn / Mûsâ’ya o emri vahyettiğimiz vakit, sen batı tarafında değildin, görenlerden de değildin...[57]     
Zâlike min enbâil gaybi nûhîhi ileyke, ve mâ kunte ledeyhim iz ecmaû emrehum ve hum yemkurûn / Bu anlatılanlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onlar kararlarını verip hile yaparlarken sen yanlarında değildin.[58]    
Tilke min enbâil gaybi nûhîhâ ileyke, mâ kunte ta’lemuhâ ente ve lâ kavmuke min kabli hâzâ, fasbır, innel âkıbete lil muttekîn / Bu sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen ne de kavmin bilmiyordunuz…’[59] 
 
Binaenaleyh kıssa ile ilgili tüm yorumlarında kıssanın gayb olan hususları kendi indî görüşleri doğrultusunda dolayısıyla neredeyse yazar’ın hemen tüm eserlerinde gördüğümüz bizce  olumsuzluk arz eden Kur’ân kıssalarını yorumlama metodunu[60]  bu kıssada da uyguladığı kanaatindeyiz
 
 
9/b- Âsa-Yılan Oluş Sahnelerinin Tarihsel Değil Sanatsal/Edebî Oluşu İddiası:
 
Çağdaş İslâm düşüncesi içerisinde yaklaşık elli yıl öncesi başlayan Kur’ân Kıssalarının tarihselliği meselesi, Hz. Musâ’nın Âsa-Yılan olayını da konu edinerek kendince yeni bir tez anlayışı geliştirmeye çalışmıştır. Mısır’lı müellif Muhammed Halefullah bin dokuz yüz elli’li yıllardaki doktora tezinde; Hz. Mûsa’nın Âsa-Yılan ile ilk karşılaşma kıssaları hakkında şu tespiti yapmaktadır: “Kanaatimize göre, Kasas sûre’sindeki Kur’ân’ın çizdiği tablo, Mûsa’yı her taraftan kuşatan öldürücü bir korkudur. Mûsa’nın meydandan kaçmasına sebep olan bu korkuyla örtüşen kelime, zihinde korkunç ve dehşetli bir tabloyu canlandırmalıydı. Öte yandan “Hayye” ile “Cânn” kelimeleri arasında çok büyük fark vardır. Çünkü birincisi (Hayye), insanın hemen arkasını dönüp kaçmasına neden olmazken, ikincisi (Cânn) tam tersine kaçmaya neden olmaktadır. Tâ-hâ sûre’si ise peygamber (s)’i teselli etmeyi ve desteklemeyi, onun keder ve stresini gidermeyi amaçlayarak nâzil olmuştur. Bu yüzden sûre’nin başlangıcında Allah şöyle buyurmaktadır: “Tâ-hâ Kur’ân’ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik.” (20/1-2) Bundan dolayı, bu kıssada anlatılanlar, insanın içine güven ve huzur verip; keder ve üzüntüyü giderecek bir tarzda sunulmuştur; bunun için “Hayye” kelimesi orada daha uygun düşmüştür.”[61]
 
Halefullah “Hayye” ve “Cânn” tasvirlerinin geçtiği Hz. Mûsa’nın Âsa-Yılan ile ilk karşılaşma kıssalarındaki Âsa-Yılan olgusunun Cenâb-ı Hakk tarafından, tarihsel/vakiî olmaktan ziyâde bu kıssaların, nûzülü anındaki Hz. Muhammed’e ve sahabelerine destek amaçlı olarak, muhayyel/temsilî ve sanatsal/edebî tasvir yöntemi kullanıldığı iddiasındadır. “Böylece görüyoruz ki, kıssalarda yer alan tek bir kıssa ögesi, farklı biçimlerde ve fakat, söz akışına uygun şekilde sunulmakta, duygusal mantığı gerçekleştirmek için amaç ve hedef göz önünde tutulmaktadır. Bunun anlamı şudur: Kur’ân edebî tasvir metodunu kullanmakta fakat tarihsel bilgi öğretici bir anlatım tarzını kullanmamaktadır. Böylece Kur’ân’daki tarihsel kıssaların, edebî kıssa formunda olduğuna dair bir delile ihtiyaç kalmamaktadır.” [62]
 
Hz. Mûsa’nın Âsa-Yılan ile ilk karşılaşma kıssalarındaki Âsa-Yılan olgusunun gerçek olmadığını iddia eden Halefullah; Cenâb-ı Hakk’ın bu kıssaları, nûzül anının gereği olarak bir senarist! veya edebiyatçı! gibi muhayyel/modifiye bir tarzda ürettiğini iddia etmektedir.
 
Her üç kıssayı da ayrı ayrı sanatsal/edebî eser! olarak gören Halefullah, aslında tek bir kıssanın, aynı olayın değişik ve farklı veçheleriyle sunulabileceğini hiç aklına getirmemektedir. Kur’ân kıssalarının tarihsel/vakiî/gerçek olmadığı ana tezi dolayısıyla önüne gelen her durumda kıssaları temsilî, edebî, sanatsal, mitolojik olarak niteleyerek ilerlemeye çalışan Halefullah, kıssaları bir nevi tezyif ve tahrif etmektedir.
 
Halefullah’ın, Kur’ân kıssalarının en azından çoğunun tarihsel olmadığı iddiasında; Tevrât ve İncîl’de yer alan benzer kıssalardaki aynı anlatımları hiç kayda veya değere almamaktadır. Dinî ve tarihî bir belge niteliğindeki Tevrât metninde de benzer anlatım bulunan Âsa-Yılan olayının tarihsel/vakiî olduğu gün gibi aşikârdır. Tevrât kıssa’yı veya olayı şöyle beyan ediyor: “Rab, “Elinde ne var?” diye sordu. Musa, “Değnek” diye yanıtladı. Rab, “Onu yere at” dedi. Musa değneğini yere atınca, değnek yılan oldu. Musa yılandan kaçtı. Rab, “Elini uzat, kuyruğundan tut” dedi. Musa elini uzatıp kuyruğunu tutunca yılan yine değnek oldu.”[63]
 
Tevrât’tan farklı olarak bu kıssa Kur’ân’da; tamamen altı yüzlü bir küp’ün, altı ayrı anlatımı gibidir. Tek olan küp, altı kenarından anlatılmak istendiğinde bu nesnenin altı değişik açı, yön, boya, ışık ve karşılaştığı baskı vd. yönlerden tasvir edildiğini dikkate almak lazımdır. Hal böyle olunca durumu bilmeyenlerde sanki adetlerce küp anlatılıyor algısı oluşabilir. Kur’ân’daki kıssaların genel anlatımı ve spesifik konumuz olarak Hz. Mûsa’nın Âsa-Yılan ile ilk karşılaşma kıssalarındaki tarz da böyle olduğu için anlatılan kıssanın algısında farklılıklar oluştuğu hissedildiğinde her Âlim’in bakış açısına göre değişik tezler ileri sürülebilmektedir.  Halefullah’ın tez’i de böyle bir tez’dir ve Kur’ân kıssalarının genelinde olduğu gibi Âsa-Yılan kıssalarında da isabetli değildir.
 
Yukarıda değindiğimiz gibi Kur’ân, kıssalarında daha önceki kitaplarda yer alan tekdüze anlatımın aynını değil bizatihi Kur’ân’ı okuyup aracı olmadan anlaması gereken muhatabın çoklu öğüt ve ibret alması, sunulan mesajları ve hedefinin daha detaylı tefekkür, tefehhüm ve tedebbür edilmesi için farklı ve değişik açılardan aktarmaktadır. Farklı veya değişik anlatımlar olsa da kıssa veya şahıslar, mekânlar, coğrafyalar, olaylar aynıdır ancak anlatım veya aktarım algıda güçlü kavrayış oluşturmak için zinetlendirilmiştir.
 
 
10-   İlk defa Yılan Olan Âsa Kıssaları ve Mesajları:
 
               
 Hz. Mûsa’nın Âsa-Yılan ile ilk karşılaşma kıssalarını yalnızca Âsa’nın mahiyeti sonrası yılan olması, Mûsa (as)’nın Âsa-Yılan’ına tepkisi, Âsa-Yılan vakasının olağanüstülüğü açısından değerlendirilerek kısmi de olsa dersler, öğüt ve ibretler çıkarmak mümkündür.
 
 
·         Cenâb-ı Hakk, Mısır’da bir adam öldürüp Medyen’e sığınan ve mesleği çobanlık olan herhangi birini birini resûl olarak tayin edebilir. Resûllük kesbî değil vehbî’dir. Râzî şöyle der: “Bu, “Ben seni hem peygamberlik hem de sana vereceğim o kelâmım için seçtim” demektir. Bu ayet, peygamberliğin çalışma ile elde edilemeyeceğine delâlet eder. Çünkü âyet’teki, “Ben seni seçtim” ifadesi, bu yüce makam ve mevkiin o bunu hakettiği için değil, sırf Allah Teâlâ'nın onu bu iş için seçtiğinden dolayı meydana geldiğine delâlet eder.”[64]
 
·          Allah dilediğini yaratma kabiliyetine ve serbestisine sahiptir.  Bu yüzden kuru bir ağaç dalından   capcanlı bir yılan yaratmıştır. Bu yılan’ın neye yarayacağını da   kimin için gerektiğini de ve ondan gelecek aktiviteleri de bilen yaratan gerçekleştiren Allah’tır.
 
·         Allah’ın basit bir dal parçası üzerinden resûl’ünü, diğer insanları uyarması, toplumun bir kısmını (sihirbazlar) hidâyet etmesi ve bu olayı kıssa ederek; kıyâmet’e değin Kur’ân muhataplarına öğüt ve ibret kılması onun İlmi’nin, Vâsi’liğinin, Hâdi’liğinin, Reşîd’liğinin alameti ve delaletidir.
 
·         Resûl’ler insanlar arasında ayrıcalıklı bir vasıf “Resûl” de olsalar “beşer” vasıflarında bir değişme olmaz. Bu yüzden Mûsa (as)’da bir beşer olarak Âsa’nın aniden yılan olmasından korkarak ondan kaçmıştır.
 
·         Resûller Allah’ın huzurunda korkmazlar. Hz. Mûsa’da, Âsa-Yılan olayının gerçekleşmesindeki korkusu sonrası Allah’ın uyarısı ile “Resûl” olarak bir daha tepkisel/aktif bir korku sergilememiştir.
 
·         Mûsa (as) Allah’ın güvencesindedir. Nitekim Firavun ile zorlu tebliğ mücadelesinde Firavun ve Mele’sinin tüm tepkilerine rağmen kendisine hiçbir zarar gelmemiştir.
 
·         Âsa-Yılan olayı bir mucizedir. Her ne kadar olağanüstü sayılacak (Mucize) olayların, halktan (topluluk) şahitleri olması gibi bir itiraz öne sürülmüş olsa bile; Mûsa (as)’nın tebliğ süreci içerisinde gerek Firavun ve Mele’si huzurunda ve gerekse Mısır halkının toplandığı belli günde benzeri Âsa-Yılan mucizesi aynen ve daha şiddetli gerçekleştiğini gözlemlemekteyiz.
 
·         Şayet bu olay mucize değil “olağan”dır kabulü ile hareket edersek, kıssa’ların gayb yönüne muhalif modernist yorumlarla tutarsız değerlendirmelerde bulunmak zorunda kalırız ki, yukarıda verdiğimiz Mûsa’nın “Sihir” öğrendiği ve yaptığı, kıssanın Allah tarafından muhatapların durumuna göre modifiye edildiği gibi ve buna ilave olunabilecek alternatif çağdaş yorumlar bu nevidendir.   Hal böyle olunca Kur’ân kıssasının öğüt ibret ve mesajlarında sapmalara sebep olabiliriz.   





CENGİZ DUMAN
ARAŞTIRMACI-YAZAR









Dipnotlar:


[1] Cemalettin Oruç, Sa’lebî’nin El-Keşfü ve’l-Beyân Adlı Tefsirinde Hz. Mûsa ile İlgili İsrâîlî Rivâyetlerin Değerlendirilmesi, s.1, DÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri, Yüksek Lisans Tezi-2009
[2] Hüseyin Yakar, Kur’ân’da Hz. Musâ’nın Üç Âsa Mucizesi Örneğinde Tefsir Kaynaklarının Değerlendirilmesi, s.1, İÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı Tefsir Bilim Dalı, Doktora Tezi-2019.
[3] Kur’ân/20Tâ-hâ/10.
[4] Kur’ân/20Tâ-hâ/12; 28/Kasas/23–29.
[5] Haksöz dergisi, Cengiz Duman, Hz. Musa'nın Medyen'e Hicreti ve Allah ile Mükâlemesi, Ekim 2008, sayı. 211.
[6] Kitabı Mukaddes/Mısırdan Çıkış7/7.
[7] Kitabı Mukaddes/Tesniye34/5-7.
[8] İmam Kurtûbî, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, c.11, s.309.
[9] Kitabı Mukaddes/Mısırdan Çıkış3/1.
[10] Kitabı Mukaddes/Mısırdan Çıkış3/5.
[11] Sînâ Dağı: “Aynı adı taşıyan yarımadanın güneyinde bulunan dağla özdeşleştirilen Sînâ, Yahudi, Hıristiyan ve İslâm geleneklerinde Hz. Mûsa’ya Tevrât’ın verildiği yer olarak kabul edilir. Sînâ isminin Bâbil ay tanrısı Sin’den, dağın bulunduğu bölgenin Mısır sınırındaki Sin/Sun adlı kasabadan veya “yanan çalılık” anlamındaki İbrânîce seneh’ten geldiği şeklindeki görüşlerden ilki daha fazla kabul görmüştür. Ahd-i Atîk’te Sînâ dağı (Çıkış, 19/11; Levililer, 7/38; Sayılar, 3/1; Tesniye, 33/2; Nehemya, 9/13), Tanrı’nın dağı (Çıkış, 4/27; 18/5; Mezmurlar, 68/15), İbrânîce “kuruluk, kuraklık” mânasındaki hrb/v kökünden Horeb / v (Çıkış, 33/6), (Tanrı’nın) Horeb / v’deki dağı (Çıkış, 3/1, 17/6; Tesniye, 1/6; 4/10; I. Krallar, 19/8; Malaki, 4/4), Paran dağı (Tesniye, 33/2; bk. FÂRÂN) ve sadece dağ (Çıkış, 19/2, 3; 24/4) şeklinde ifade edilmiştir. Sînâ ve Horeb’in iki farklı dağ veya aynı sırada iki tepe olduğu, birincisinin bölgeyi, ikincisinin tepeyi tanımladığı ya da bu iki ismin tek bir dağ için kullanıldığı yolunda görüşler de ileri sürülmüştür (JE, XI, 381; EJd., XIV, 1597).” TDV İslâm Ansiklopedisi, Sînâ Maddesi, Mustafa Sinanoğlu, c.37, s.221.
[12] Kitabı Mukaddes/Mısırdan Çıkış3/12.
[13] Kitabı Mukaddes/Mısırdan Çıkış1/1-20.
[14] Yakar, Age, s.25-26.
[15] Kur’ân/20Tâ-hâ/11-14.
[17] Kur’ân/20Tâ-hâ/17-18.
[18]Râzî, Age, c.17, s.511.
[19] İbn Kesir, Muhtasar Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, c.3, s.1424.
[20] Fahruddin Er-Râzî, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c.15, s.459.
[22] Râzî, Age, c.15, s.462.
[23] Oruç, Age, s.53.
[25] Râzî, Age, c.15, s.462.
[26] Kurtûbî, Age, c.11, s.332.
[27] Kurtûbî, Age, c.13, s.303.
[28] Kur’ân/28Kasas/44.
[29] Kur’ân/13Rad/38; Kur’ân/29Ankebut/50.
[30]Râzî, Age, c.17, s.510.
[31]Râzî, Age, c.17, s.511.
[33] Kurtûbî, Age, c.11, s.331
[34] Kur’ân/20Tâ-hâ/17-24.
[35]Kur’ân/27Neml/9-10.
[36]Kur’ân/28Kasas/30-31.
[37]Râzî, Age, c.15, s.465.
[38] Kurtûbî, Age, c.11, s.331.
[39] Kur’ân/20Tâ-hâ/67-68.
[40] Yakar, Age, s.23.
[41] Kur’ân/27Neml/10.
[42] Kur’ân/28Kasas/31.
[43] Râzî, Age, c.17, s.406.
[44] Kurtûbî, Age, c.11, s.332.
[45] Kurtûbî, Age, c.13, s.121.
[46] Yakar, Age, s.227.
[47] Yakar, Age, s.227-228.
[48] Kur’ân/20Tâ-hâ/20.
[49] Yakar, Age, s.226.
[50] Râzî, Age, c.15, s.465.
[51] Yakar, Age, s.227.
[53] Eliaçık, Age, c.2, s.313(10 numaralı Dipnot).
[54] Eliaçık, Age, c.2, s.163.
[55] Eliaçık, Age, c.2, s.169 (19 numaralı Dipnot).
[56] Râzî, Age, c.15, s.465.
[58] Kur’ân/12Yûsuf/102.
[59] Kur’ân/11Hûd/49.
[60] Eliaçık’ın neredeyse tüm eserlerinde gördüğümüz metodu ile ilgili olarak bakınız: ‘Bir İhsan Eliaçık’ın Klasiği! Âdemoğulları Kıssasında Manipülasyon’ https://www.haksozhaber.net/bir-ihsan-eliacik-klasigi-ademogullari-kissasinda-manipulasyon-16132yy.htm
[61] Muhammed Halefullah, Kur’ân’da Anlatım Sanatı, s.193, Ankara Okulu Yayınları, Ankara-2012.
[62] Halefullah, Age, s.194.
[63] Kitabı Mukaddes/Mısırdan Çıkış4/2-4.
[64] Râzî, Age, c.15, s.446.

     CENGİZ DUMAN

        ARAŞTIRMACI -
                  YAZAR


B
İRİNCİ BASKISI, 2011, İKİNCİ BASKISI
 
2015 YILINDA EKİN YAYINLARI TARAFINDAN
YAYINLANAN, KUR’ÂNKISSALARININ TARİHSELLİĞİ;
2013 YILINDA PINAR 
YAYINLARI TARAFINDAN YAYINLANAN,
KUR’ÂN 
PERSPEKTİFİNDEN ÜÇ KRAL İKİ PEYGAMBER;
2015 YILINDA SÜLEYMANİYE VAKFI YAYINLARI
TARAFINDAN YAYINLANAN,   KUR’ÂN PERSPEKTİFİNDEN
 ZÜLKARNEYN VE YE’CÛC ME’CÛC, İSİMLİ ÜÇ KİTABIN
YANISIRA; İNTERNET ORTAMI ÜZERİNDEN YAYINLANAN
 “DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL” VE
 “MECUSİLİK/ZERDÜŞTLÜK DİNİ” İSİMLİ İKİ E-KİTAB’LARIN
YAZARIDIR. KUR’ÂN-I KERÎM KONULARI, KUR’ÂN KISSALARI
 VE TEVRÂT - İNCÎL KISSALARI BAĞLAMI ÜZERİNDEKİ ÇOK
 YÖNLÜ ARAŞTIRMALARI, TÜRKİYE’DEKİ ÖNDE GELEN
İSLÂMİ DERGİLER VE İNTERNET ÜZERİNDEKİ ÇEŞİTLİ
İSLÂMİ WEB SİTELERİNDE HALEN YAYINLANMAKTADIR.
AYNI ZAMANDA “WWW.KURANKİSSALARİ.COM“ VE
 “WWW.KURANKİSSALARİ.TR.GG” WEB SİTELERİ
MODERATÖRLÜĞÜNÜ SÜRDÜRMEKTEDİR.
 
* KİTAP *  




*E-KİTAP*


 
 
 
DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL

Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol