KUR’ÂN’DA BEBEK MÛSA KISSALARI

KUR’ÂN’DA BEBEK MÛSA KISSALARI VE BU KISSALARI

YORUMLAMADA MODERNİST YAKLAŞIMLALAR

                                                                                                                                                       

 

                                                                                                                                                         

 

Giriş:

Kur’ân’ı Kerîm bir hitap olarak nâzil olmuş sonradan iki kapaklı kitap haline getirilmiş bir kitaptır. Cenâb-ı Hakk, muhatap toplumun tevhîdi ihtiyaçları için veya onların bu konuda isteklerine cevap vermek için anın gereği olarak resûl aracılığıyla insanlara vahiyle “hitap” etmiştir. Allah, muhatap toplum üstünden tüm insanlığa “hitap” ederken direk veya dolaylı anlatım metodu seçmiştir. Dolaylı anlatım metotlarından en başta geleni de kıssalardır.

 

Kur’ân’da bildirilen kıssalar, bilhassa kendinden önce nâzil olan Tevrât, İncîl gibi geçmiş kitaplar benzeri bir formatta biyografik veya kronolojik olarak, tarihsel niteliklerle anlatılmamıştır. Bunun en başta gelen sebebi, Kur’ân’ın anlattığı kıssaların kendinden önce nâzil olan kutsal kitaplarda zaten daha detaylı bulunmasındandır. “Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur’ân) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidâyettir.”[i]   

“Ey Ehl-i Kitap, resulümüz size kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi.”[ii]      

 

Bir sonraki, sebep ise bu kitaplardaki bilhassa kıssalarda yer alan, hidâyetten inhiraf ettirilmiş, tevhîd dışı muharref muhtevanın tashih, tavzih veya tasrih edilmesi amacı gütmesindendir. Bütün bu olgular, Kur’ân’ın iki kapak arasında veya toplu nâzil olma şeklinde değil, peyderpey veya kısım kısım ve “hitap” tarzında nâzil olmasını gerektirmiştir. “İnkâr edenler: Kur’ân ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane tane okuduk.”[iii]

                                                                                                                    

Esasen Kur’ân’ın kıssaları, bölüm/parça olarak aktarmasının bir sebebi de geçmiş kitaplarda yer alan muharref sapma konularını baz alarak bu lokal konuları; tashih, tavzih ve tasrih ederken aynı zamanda öğüt, ibret mesajları vermek amacını gütmesindendir. “Andolsun ki biz size açık açık bildiren âyetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvâya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik.[iv]

Bundan ötürü, âlimler tarafından “Ülü’l Azm resûl”[v] olarak tavsif edilen Hz.Mûsa’nın, kıssası da biyografik ve kronolojik olarak tarihsel nitelikleriyle bir bütün olarak anlatılmamış; muhatap toplumdaki olgu, olay ve isteklere göre bölüm bölüm veya kısım kısım öğüt ve ibretler ihtiva eden mesajlarla yüklü aktarılmıştır. Kıssaların Kur’ân’da bu tarz bir anlatım şeklinde sunulması, zaten bilinen ve geçmiş kitaplarda da benzer konulardaki kıssaların aynen (kronolojik, biyografik, tarihî) şekilde yeniden aktarılmasının gereksiz olmasındandır.

Biraz daha açarsak; Kur’ân, Mekke ve Medine müşrikleri yanı sıra “Ehli Kitap” olarak addedilen Yahudi (İsrâiloğulları) ve Hristiyanlara da hitap etmekteydi. Müşriklere tek tanrı ve âhiret inancını baz alarak anlatıp öğüt ve ibret temalı mesajlar verirken; Ehli Kitap topluluğuna daha ziyâde onların Tevrât ve İncîl bazlı tevhîd dışı davranış ve inanışlarını düzeltme amaçlı kıssaları beyân etmektedir.

Dolayısıyla Kur’ân, Arap ortamında mevcut ve bilinen kıssalardan an itibariyle gerekli bölümler veya kesitler üzerinden gerekli tevhîdi ve hidâyet içerikli mesajlar yüklü açıklamalar aktarmaktaydı. Hz.Mûsa kıssası da bu yüzden tek parça ve detaylarıyla değil, bilinen biyografi veya kronolojiden gereği kadar kesitler alınarak bu kesit üzerinden öğüt ve ibretler yüklü tevhîdi mesajlar aktarmıştır.

Bebek Mûsa kıssası da Kur’ân’ı Kerîm’in tüm bölüm/kesitler halindeki Mûsa kıssaları içinden iki ayrı sûre’de iki ayrı versiyon halinde tabi ki öz ve veciz olarak vahyedilmiştir.

 

Bebek Mûsa’nın Kıssasının Vakiîlik/Tarihsellik/Gerçekliği:

 

Kur’ân, Mûsa kıssasının “bebek Mûsa” kesitini anlatırken; kendinden önce nâzil olan Tevrât’taki, bütün hâlinde anlatılan Mûsa kıssası biyografisini veya tarihsel kronolojisini bölerek ve hem de kısa-öz olarak fesâhat, belâgat ve icâzatla aktarır. Ancak Kur’ân’ın böyle bir anlatım/aktarım tekniği kullanması onun, mesaj ve ibretler verme etkisini azaltmamış, bilakis diğer kitap kıssalarına nazaran daha vurgulu ve yeniden yeniden değişik versiyonlar halinde hatırlatma, öğüt ve ibret verme kabiliyetine sahip olmuştur.

 

Cenâb-ı Hakk, Bebek Mûsa kıssasına “İman eden bir kavim için (faydalı olmak üzere) Mûsa ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana (Bi’l-Hakk) gerçek şekliyle nakledeceğiz.[vi] Hitabıyla başlamaktadır. Âyette geçen “Bil-Hakk” kavramını Kurtubî; “Hak ile’nin ise; kendisinde herhangi bir şüphe ve yalanın asla söz konusu olmayacağı doğruluk ile demektir.”[vii] Şeklinde açıklamasını yaparken günümüz modernist yorumcusu Prof. Dr. Mustafa Öztürk; “Bi’l-Hakk” ifadesini “Bi’l-Hakk tâbiri ise, kıssanın tarihsel bir hadise olduğuna işaret etmekten öte dinî-ahlâki mesaj içeren bir gerçekliğin anlatım ve aktarımına delalet eder (…) Dolayısıyla bu tâbirin ilgili âyet’teki delaleti, M. Hamdi Yazır’ın savunduğu gibi “zati vakanın hakikatine celbi dikkat” değil, tarihsel boyutu olup olmadığı pek önem arz etmeyen bir öyküyü esaslı bir amaca matuf olarak tam yerinde ve zamanında anlatmaya tekabül etmektedir.”[viii] diye yorumlamaktadır.

 

Sayın M. Öztürk, her ne kadar, “Bil-Hakk” tâbirine yorum yaparken Elmalı Hamdi Yazır merhumu kalkan! yapsa da yazdığı eserinin başka taraflarında “kendi fikri” olarak açık açık yine aynı yorumu yapmaktadır. “Kur’ân’daki bir kıssanın tarihîliği, salt “Bi’l-Hakk” tâbiriyle -ki bu tâbirin Türkçe’deki tam karşılığını bulmak da hayli zordur- belirlenemez. (….) Dolayısıyla “Bi’l Hakk” tâbiri kıssalar bağlamında tarihî gerçekliği bulunan bir olayı vuku buluş keyfiyetine göre aktarmaktan ziyade, tarihsel boyutunun mevcut olup olmadığı pek önem arz etmeyen bir hikâye ve/veya menkıbeyi çok esaslı bir amaca matuf olarak yerinde ve zamanında anlatmaktır.”[ix]

 

Buradan nereye gelmek istiyoruz. Bin dört yüz elli yıllık süreç içerisinde Kur’ân kıssalarının getirildiği nokta; kıssaların, tarihîliği/vakiîliği/gerçekliği üzerinde polemiklerdir. Geçmişte üzerinde durulmaya gerek görülmeyen “Bi’l-Hakk” tâbiri artık “gerçek” anlamından “muhayyel/kurgu/modifiye” niteliğine dönüştürülmüştür.

 

Maksat, bebek Mûsa kıssasına, modern yorumlar kotarmak! Olduğu için, Cenâbı Hakk’ın evvel emirde üzerinde vurgu yaptığı “Bi’l Hakk” tâbiri; lugâvi manevra veya “anlam yükleme” kıvraklığıyla; “Kur’ân, bu kıssaları tarihî birer belge niteliğinde değil, Arap toplumundaki edebî ve menkıbevî özellikleriyle kullanmıştır. Kur’ân, bu kıssalar üzerinde -tâbir caiz görülerek- bir senaristin, yazılı bir eseri sahneye aktarırken yaptığına benzer, bazı tasarruflar yapmıştır.”[x] Gibi “Senaryo” seviyesine indirgenmeye çalışılmıştır.

 

Böylelikle “Bi’l-Hakk” tâbiri; “gerçek” manasına değil, “tam yerinde ve zamanında anlatılan hikâye/menkıbe/mitoloji/senaryo” haline dönüştürülmektedir. Arkasından asıl bomba! yorum patlatılmaktadır! “Kur’ân’ın bazı kıssalarında birtakım mitolojik unsurlara yer verildiği gibi, kimi peygamberlerin biyografilerine antik ve arkaik medeniyetlere ait literatürde de mevcut olan ve bu yüzden ister istemez tarihsel gerçekliklerinden kuşku duyulan bazı motiflerde eklenmiş gözükmektedir. (….) Mesela, Hz.Mûsa’nın doğumuna ilişkin pasajlardan karşımıza çıkan “terk edilmiş bebek” motifi (…) figürü bu kabildendir.”[xi]

 

Bebek Mûsa kıssasını kurgu, senaryo, mitoloji vd. ilân eden modernist düşüncelere karşı son bir örnekleme ile kıssanın nasıl gerçek/vakiî /yaşanmış bir kıssa olduğunu delillendirelim.

 

Hz.Mûsa yetişkin çağına erdiği zaman yaşadığı bir öldürme hadisesi sonucu kaçtığı Medyen’den geri dönüşünde, resûllükle vazifeli olarak ağabeyi Hârun(as)’la birlikte tebliğ amaçlı, Mısır Firavunu’nun karşısına dikildiğinde, Firavun ona kurgu/muhayyel geçmiş bir olaydan bahsetmemektedir. “(Firavun) Dedi ki: Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi?[xii]  Firavun, Hz.Mûsa’ya geçmişle alakalı bu soruyu sorarken kurgu/hayali bir katliam olayı sonucu Firavun sarayına girerek büyüdüğünden mi bahsetmektedir? Yoksa vakiî, gerçek, yaşanmış bir “bebek Mûsa” olayı/kıssası neticesinden mi?

 

Diyelim ki, bebek Mûsa’nın suya terkedilişi, bulunuşu, Allah’ın “kurgu”suydu. Farzedelim ki, Firavun’un karısı Mısır’ı gezerken rastladığı çok güzel bir bebek olarak veya emrindeki birilerinden bulmalarını isteyerek edindiği bir bebekti, Mûsa… Bunu nasıl ispatlayacaksınız ki?

 

Karşınızda yaklaşık üç bin yıllık bir Tevrât kitabı ve onunla aynı kıssayı anlatan bin dört yüz elli yıllık bir başka kitap, Kur’ân-ı Kerîm var. Sizin, bebek Mûsa kıssası “kurgu/muhayyel”dir iddianıza mı inanalım yoksa insanlığın elindeki, yazılı dinî ve tarihsel birer vesika olan bu kutsal kitaplara mı?

 

Hangi anlayış metodolojisi; dinî ve tarihsel açıdan doğru, sahih, güvenilir veya günümüz modern deyimiyle “bilimsel” ?  Tek bir şey daha hatırlatalım!... Yanlışta, ısrar veya inat etmeyin! ....

 

Bebek Mûsa Kıssasının Mufassallaştırılmasında Doğru Metodoloji:

 

                Giriş bölümünde, Kur’ân kıssalarının özel konumundan bahsederek; Kur’ân’ın, Tevrât ve İncîl gibi kitaplar sonrası inmesi dolayısıyla onların içeriğinde var olan benzer kıssalardan bahsederek, bunlar üzerinden öğüt ve ibret ve mesajlar vermeyi amaçladığını aynı zamanda geçmiş kitap kıssalarına tevhîdi açıdan tashih, tavzih, tasrihat’a gittiğini belirtmiştik.

 

                Kur’ân’ın bu mûsaddık, müheymin konumlarını baz almayanlar; Kur’ân kıssalarındaki kısa/öz anlatımlardaki boşluk veya ihtiyaç hissedilen detayları nasıl tamamlayabileceklerine veya bunun nasıl bir yöntem kullanılarak yapılmasına karar verememişlerdir. Bebek Mûsa kıssası da bu olumsuzluğa uğramıştır. Kur’ân, bebek Mûsa kıssasını iki ayrı versiyon halinde, kısa ve öz olarak anlattığı, dolayısıyla kıssanın tarihsel yanlarını tam anlamıyla aktarmadığı için bu husustaki eksik görülen mâlumâtı tamamlamak amacıyla Tevrât’taki kronolojik ve biyografik nitelikteki kıssaya başvurmakta ya da tam anlamıyla buradaki tarihsellikten yararlanmakta; tarihsel sürecin getirdiği dîni-etnik bazlı çatışmaya dayalı çekinceler oluşmuştur.

 

                Kur’ân, bebek Mûsa ve onun annesi ve ablasından bahsederken ne annesi ne babası ne ablasının tarihsel bilgilerinden bahsetmez. Meydana gelen olayın net coğrafyası ve zamanı hakkında mâlumât aktarmaz. İşte bütün bu tarihsel nitelikli detayların çoğunluğu, Kur’ân’ın üzerine nâzil olduğu Tevrât’ta yer almaktadır. Esasen Kur’ân’ın bu nevi detay bilgileri vermemesinin nedeni de geçmiş kitaplar olarak tasrih ettiği Tevrât ve İncîl’de bu detay bilgilerin bulunmasındandır. “Sana vahyettiğimiz kitap, kendinden öncekini doğrulayıcı olarak gelen gerçektir…[xiii]

 

                Yöntem, öncelikle geçmiş kitaplardan olan Tevrât’ta yer alan tarihsel Mûsa kıssasından yaralanmak olmalıdır. Daha sonra bin dört yüz elli yıllık sürecin oluşturduğu İslâm kaynaklarındaki geleneksel ulemâ’nın Kur’ân perspektifinden olumlu, mantıklı, yararlı yorum veya aktarımlarından faydalanmaktır. Bütün bunlar sonrası veya paralelinde, modern çağın oluşturduğu bilimsel disiplinlerden; Tarih, Coğrafya, Arkeoloji, Etnoloji, Mısıroloji, v.d gerektiğinde yararlanmak olmalıdır.

 

Yöntem bu olunca bebek Mûsa’nın; annesi, babası, ablası, olay coğrafyası ve nisbî zaman gibi doğru ve detaylı ve doğru tarihsel mâlumât edinmek mümkün olacaktır. Bu yöntem bizce, Kur’ân perspektifinden en sahih ve geçerli bir yöntemdir.

Şüphesiz bu (anlatılanlar), önceki kitaplarda, vardır. İbrâhim ve Mûsa’nın kitaplarında.”[xiv]

“İsrâiloğulları’na sor ki kendilerine nice apaçık mucizeler verdik. Haydi, İsrâiloğulları’na sor.”[xv]

“Sizden önce nice (milletler hakkında) ilâhî kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da (Allah'ın âyetlerini) yalan sayanların âkıbeti ne olmuş, görün!”[xvi]  

 

Bebek Mûsa Kıssasını Mufassallaştırmada Metodoloji Yoksunluğu:

 

Kur’ân’ın bebek Mûsa kıssası geneli ve spesifik olarak bebek katliamları olayının mufassallaştırılmasındaki metodolojik yanlışlıklar günümüz modernist yorumcularında da devam etmektedir. Buna bir örnek olarak Mustafa Öztürk’ün, metodolojisini ya da metodoloji yoksunluğunu ele almak istiyoruz.

 

Öztürk öncelikle; “…Kur’ân’daki anlatıma gelince, ilgili âyetler Firavun’un İsrâiloğulları’nı zayıflatmak için bir katliama giriştiğini söylemektedir. Bu izah İsrâiloğulları’nın Firavun için bir katliama giriştiğini söylemektedir. Ancak bu tehlikenin sayısal çokluk mu yoksa daha başka bir şey mi olduğu hususu Kur’ân’da tasrih edilmemiştir.”[xvii] Tespitinde bulunmaktadır.

 

Ancak “...Bu izah İsrâiloğulları’nın Firavun için bir katliama giriştiğini söylemektedir…” gibi realiteyi tespitten sonra işi, “…bu tehlikenin sayısal çokluk mu yoksa daha başka bir şey mi...” Gibi demogojik[xviii] bir retoriğe oturtturmaktadır.

 

Aslında okuyucuyu “tek katliam” fikrine yönlendirmek amacıyla; Kur’ân’ın bebek kıssasında, nehre atılan bebek anlatımı öncesi yapılan; “Firavun, toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı.” açıklamasındaki, bebek katliam sebebini hazfettirerek, olayı anakronistik bir tavırla başka bir zamana taşıyıp, “…bu tehlikenin sayısal çokluk mu yoksa daha başka bir şey mi…” türünden yeni bir polemik başlatmaktadır.

 

Oysa Kasas sûre’sinde yer alan mezkûr âyet’te; Öztürk’ün, “kurgu” ilân ettiği bebek kıssası öncesi, nehre atılarak katledilen bebeklerin katledilme sebebi açıklanmaktadır. Bu beyânın sarih olmadığını öne sürerek, bebek katliam sebebi için Tevrât verilerine başvurur “muş” gibi yapan Öztürk; “…Bunun ötesinde Profan tarihsel veriler dikkate alındığında Hz.Mûsa’nın bebeklik öyküsünün özellikle Tanah (Eski Ahit) varyantında bazı problemlerin mevcut olduğu gözükmektedir. (….) Sonuç itibariyle, Firavun’un katliama girişmesinin asıl sebebi İsrâiloğulları’nın nüfus artışını kontrol etmek olmasa gerektir.” (…) “Kısacası Tanah’taki bilgiler bizce ikna edici değildir.”[xix]  Tespitlerinde bulunmaktadır. Yâni, dinî ve tarihsel en eski metin olan (Tevrât) Tanah’taki açıklamalar bile yeterli gelmemektedir.

 

Kur’ân’ın, bebek Mûsa kıssasında katliam olayının “tasrih” edilmediğini, Tevrât’ın bebek Mûsa kıssası bölümünde anlatılan tarihsel olayların iknâ edici olmadığını, geleneksel ulemanın da “zan veya tahmin”de bulunduğunu ileri süren Öztürk; bütün gayretlerine! rağmen kendince “yok” saydığı birinci bebek katliamının sebebini bulamamaktadır. Belki de bulmak istememektedir!...

 

Karar vermekte çok zorlanan Öztürk, sonunda, arkeolojik yorum bazlı birtakım dağınık verilerle harmanlanmış  şu neticeyi çıkarsamaktadır: “Tehlikenin nüfus artışından ziyâde dinî ve siyasî nitelikte olduğuna işaret etmekte ve yine bu ifade söz konusu tehlikenin Hz.Mûsa’nın tebliğe başladığı dönemde ortaya çıktığını göstermektedir. Ancak sonuçta bebek Mûsa’nın bir sepet/sandık içinde nehre bırakılmasını gerektirecek tehlikenin ne olduğunu tespit etmek pek mümkün gözükmemektedir.”[xx] Öztürk’e göre motto şu olmalıdır: “…Bizce Kur’ân bağlamında iki ayrı katliamdan söz etmenin sağlam bir mesnedi yoktur. Bilâkis söz konusu katliam tektir…”.

 

Bebek Mûsa’nın doğduğu dönemdeki “bebek katliamı”nı, Hz.Mûsa’nın büyüyüp, resûl olduğu bir dönemde gerçekleşen ikinci bir katliam zamanına “copy paste” yaparak, gerçekleştirdiği anakronistik hamle üzerinden demogoji geliştirmektedir.

 

Yukarıdaki cümleye dikkat ediniz! “...tehlikenin Hz.Mûsa’nın tebliğe başladığı dönemde ortaya çıktığını göstermektedir...” tespitinden sonra “…Mûsa’nın bir sepet/sandık içinde nehre bırakılmasını gerektirecek tehlikenin ne olduğunu tespit etmek pek mümkün gözükmemektedir...”.

 

Burada dikkati çeken özel bir durum vardır. Öztürk, birinci katliam olayını kapsayan “bebek Mûsa kıssa”sını kurgu olarak ilân edip burada geçen olayları tümüyle “yok” addetmiştir. Buna rağmen neden, hâla ikinci katliamı, tek katliam olarak kanıtlamaya çalışmaktadır anlamakta güçlük çekiyoruz. “Yok” sayılan, gerçek dışı kurgu olan bir katliamın sebebi olur mu? Sebebini araştırmaya lüzum var mı?

 

Mısır’da İsrâiloğulları’na karşı, Firavunlar tarafından, onların erkek bebeklerinin katledilmesi hadisesinin tasarlanmış ilk katliam olduğu ve bunun sebebinin İsrâiloğulları’nın nüfus artışına bağlı Firavun ve mel’sinin korku ve endişeleri olduğu, Kur’ân ve Tevrât bazlı sabit bir gerçekken; bu iki kitap’la delillendirilmiş sebebi, anakronistik bir hamle ile yetişkin Mûsa dönemine götürmek isteyen Öztürk; içinde ilk katliamın da olduğu çeşitli olayları ihtiva eden bebek Mûsa kıssasını “kurgu” ilân ederek, demogoji ile işin içinden sıyrılmayı tercih etmektedir.

 

Ezcümle bebek Mûsa kıssasını, Nasreddin hoca’nın leyleği misâli; bir kısmını “kurgu” ilân ederek, bir kısmını “Bi’l-Hakk” lugâvi manevralarıyla anlam saptırarak, bir kısmını anakronizm’le yerini kaydırarak, “Kuş”a çeviren müellife şimdi soruyoruz: Metododloji bunun neresinde?...  Ya da diyoruz ki: İşte metodoloji yoksunluğu tam da burada….

 

Bütün bu konuları aşağılardaki alt bölümlerde ayrıntılarıyla inceleyeceğimizi belirterek konuyu burada noktalayalım.

 

Bebek Mûsa ve Biyografisi:

 

Kur’ân’ı Kerîm’de anlatılan Mûsa kıssalarının tümünde; Hz.Mûsa’nın babasından ve ona dair tarihsel bilgilerden hiç bahsedilmemesine mukâbil, anne ve ablasından kısmi olarak bahsedilmektedir.

Ummi Mûsa/Mûsa’nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde…”[xxi]

“Bir zaman, vahyedilecek şeyi Ummike/annene vahyetmiştik…”[xxii]

“Ummi Mûsa/Mûsa’nın anasının yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı…”[xxiii]

“Annesi Mûsa’nın ablasına/Li Uhtihi: Onun izini takip et, dedi.”[xxiv]

“Böylelikle biz onu, Ummihi/anasına, gözü aydın olsun…”[xxv]

               

Hz.Mûsa’nın annesi ve kardeşi ile alakalı olayları bildiren kıssalarda detay tarihsel mâlumât yoktur. Neden? Çünkü bu tür mâlumât, Tevrât’ta bulunmakta ve okudukları Tevrât üzerinden Ehl-i Kitap müntesiplerinin zaten bilgisi bulunmaktaydı. Bu olgu üzerinden Kur’ân’ın yeniden aktarmadığı tarihsel bilgilere dair mâlumâtı Tevrât üzerinden tamamlamak tamamen doğal ve sahih bir yöntemdir.

 

Tevrât’ın, Çıkış/Mısır’dan Çıkış kitabındaki, Mûsa kıssasında Mûsa(as)’ın ailesi hakkında şu tarihsel bilgiler verilir: “Amram’ın karısı Mısır’da doğan, Levi soyundan gelme Yokevet’ti. Amram’a Hârun’u, Mûsa’yı ve kız kardeşleri Miryam’ı doğurdu.”[xxvi]

 

Hz.Mûsa’nın babasının adının Amram olduğu bilgisi ile beraber İsrâiloğulları sıbt/boy/kabilelerinden Levi kabilesi mensubu olduğu beyân edilmektedir. Annesinin de Levi boyundan “Levili bir adam kendi oymağından bir kızla evlendi.”[xxvii] Yokevet isimli kadın olduğu; Hârun ve Miryam adlı iki kardeşinin daha bulunduğunu bildirmektedir.

 

Hârun(as)’ın, Mûsa’dan üç yaş büyük yâni, Hz.Mûsa’nın “abi”si olduğu açıkça bildirilir: “Firavun’la konuştuklarında Mûsa seksen, Hârun seksen üç yaşındaydı.”[xxviii].

 

Ancak Hârun ve Mûsa’nın ablaları olan Miryam ile aralarındaki yaş farkları belirtilmemektedir.  “Hârun’un ablası Peygamber Miryam tefini eline aldı, bütün kadınlar teflerle, oynayarak onu izlediler.”[xxix]   

 

Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan bebek Mûsa kıssasında, Hz.Mûsa’nın bebekliği çok kısa olarak ve sadece adları belirtilmeksizin annesi ve ablasından bahsedilerek; Mûsa(as)’ın doğduğu topraklarda meydana gelen İsrâiloğulları erkek bebek katliamından kurtulabilmesi için suya terkedilişi ve Firavun ailesi tarafından bulunuşu olgusuna ve bu olaylar üzerinden öğüt ve ibret mesajlarına ağırlık verilmektedir.

 

Kur’ân’ın detaylı/mufassal bilgi vermediği bu hususta İslâm kaynaklarında birtakım mesnedi muğlak bilgiler verilmektedir. “Kız kardeşinin adı İmran kızı Meryem idi.” Bu şekilde adı İsa(as)’ın anne­si Meryem’in adı gibidir, bunu es-Süheylî ve es-Sa’lebî zikretmişlerdir. El-Maverdî ise ed-Dahhak’tan adının Kelseme olduğunu nakletmektedir. Es-Sühey­lî de Külsûm demiştir. Bu da ez-Zübeyr b. Bekkâr’ın rivâyet ettiği bir hadis[xxx]‘­te varid olmuştur. Buna göre Resûlullah (sav) Hatice (ra)’ya şöyle demiş­tir: “Yüce Allah’ın cennet’te bana seninle birlikte İmran kızı Meryem’i, Mûsa’nın kız kardeşi Külsum’u ve Firavun’un hanımı Âsiye’yi de eş vereceğini biliyor musun?” O: Bunu Allah’mı sana bildirdi diye sorunca, Peygamber: “Evet” diye buyurdu. Bunun üzerine Hatice; Hayırlı, uğurlu ve bol nesilli olsun, di­ye dua etti.”[xxxi]

 

Sahih bir mesnedi olmayan bu mevzu hadis karışımlı rivâyet’lerdeki en doğru addedilebilecek bilgi, Hz.Mûsa’nın babası ve ablasının adları bilgisidir.  “...Kız kardeşinin adı İmran kızı Meryem idi...” Bu bilginin kaynağı da olsa olsa Tevrât’tır. Tevrât’taki “Amram” Arap’ça “İmran”a; “Miryam” ise “Meryem”e dönüştürülerek verilmiştir. Realite böyle olması gerekirken Âlimler’imizin neden açık kaynak vermediklerini sorgulayacak olursak; kendilerinin, Yahudi-Arab bazlı tarihsel dîni-etnik çekişme nedeniyle ötekileştirilmekten çekindikleri için Tevrât’ı kaynak göstermedikleri kanaatindeyiz.

 

Binaenaleyh Kur’ân’ın, bebek Mûsa kıssasındaki tarihsel anlatım çok cüzi kalmasına rağmen, Tevrât’ın, Mûsa kıssasının, bebek Mûsa kısmındaki detaylı tarihsel anlatımlarla, Kur’ân’daki öz/mücmel anlatımı mufassallaştırabilmekteyiz.

 

Yukarıdaki bölümlerde değindiğimiz gibi muhtemeldir ki, Kur’ân kıssasında, tarihsel detaylar bu sebepten verilmemiştir. Bu olgu Kur’ân’ın hem geçmiş kitapları tasdik ve “müheymin/gözetici” konumunu ve hem de Kur’ân’ın nûzül ortamında zaten var olan bilgilerin (Tevrât’a ait mâlumât) birbirleriyle tamamlanarak anlaşılmasını ihsas ettiği veya buna önayak! olduğu kanaatindeyiz. “Ve sana ellerindeki kitapları (Tevrât, İncîl) tasdik edici/Mûsaddık ve onu koruyucu/Müheymin olarak bu Kitab’ı (Kur’ân) hakk ile indirdik.”[xxxii]

 

Hz.Mûsa’nın suya bırakıldığı lokal coğrafya Kur’ân’da belirtilmezken, Tevrât’ta bunun ayrıntılı tarihselliğini bulabilmekteyiz. “Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı.[xxxiii]

 

Tam burada bir öneride daha bulunmakta fayda görüyoruz. Şâyet, Tevrât’ta belirtilen; Nil kıyısındaki sazlığın neresi (lokal coğrafya) olduğunu bilmek istersek; tefsir veya tefsir usulü harici veya bağlı “Kıssa ana bilim dalı” kurarak; yine buna bağlı “Kıssa Arkeolojisi”, “Kıssa Coğrafyası” gibi bir yan dallar oluşturarak yapacağımız bilimsel nitelikli araştırmalarla bunu yapabiliriz. Nitekim en az ikiyüz yıldır, Ehl-i Kitap müntesipleri ilim adamlarının çok çeşitli modern bilim dallarında “Kutsal kitap araştırmaları” adı altında fiili ve yerlerinde tarihsel nitelikli çalışmalar yaptığını biliyoruz.

 

Yöntem bu olduğu takdirde yine üzerinde duracağımız, “…bebek Mûsa’nın suya terkediliş izleği, Ortadoğu mitolojilerden kurgulanmış bir hikâyedir…” tez’lerini, masa başlarındaki rahat çalışma ortamlarında ortaya atanlara karşı somut verilerle karşı koyabiliriz. Aksi durum, önüne gelenin mesnedsiz, indî modernist iddialarla ortalığı fikrî kaos, demogoji veya polemik alanına çevirmesini seyretmek zorunda kalmaya devam edeceğiz demektir.

 

Şimdi konumuza devam edelim. Kur’ân’ın bebek Mûsa kıssasında bildirilmeyen tarihselliğe dair boşluklar, Tevrât’taki mâlumât ile doldurulduğunda, itikadî açıdan hiçbir mahsur olmadığı kanaatindeyiz. Şâyet bu yöntemi uygulamazsak, elimizdeki tek yardımcı kaynak kalan geleneksel ulemâ’nın tahmini, indî, yakıştırma nitelikli tefsir ve tarih kitap içeriklerindeki çoğunluğu zannî yorumlarına itibar etmek zorunda kalmaktayız. Nitekim bin dört yüz elli yıldır bu olgu ile yaşamaktayız.

 

Burada şunu sormak zorundayız. Kur’ân kıssalarındaki tarihsel boşlukları doldurmak veya kıssaları mufassallaştırmak için, Kur’ân’ın tasdik ettiği geçmiş kitap dinî ve tarihsel bilgilerine mi müracaat ederek yararlanmak daha sahih ve doğru bir yöntemdir yoksa hiçbir sahih mesnedi olmayan ulemâ’nın tahmini, indî, yakıştırma yorumlarındaki tarihsellik ve açıklamalara itibar etmek mi daha sahih veya doğru yöntemdir?

 

Bu söylediklerimizi örneklendirelim: İslâm tefsir ve tarih kitaplarında mesnedi belirsiz muhtemelen indî şu bilgiler yer almaktadır: Râzi; “Mûsa(as)’nın ana-baba bir kız kardeşi olup, adı Meryem’di.”[xxxiv]  Diye belirtirken, Kurtûbi; tamamen zannî ve indî sayılacak bilgiler verir. “Mûsa’nın annesinin adı Ayariha idi. Es-Süheylî’nin naklettiğine göre Eyarihat de denilmiştir. Es-Sa’lebî dedi ki: Mûsa’nın annesinin adı Luha’dır, ba­basından itibaren de Haned b. Lavî b. Ya’kub’dur.[xxxv]  İbn-i Kesir; “Süheylî’nin dediğine göre Mûsa’nın anasının adı, Ayariha’dır. Aya Ziht olduğunu söyleyenler de vardır.”[xxxvi] Demektedir.

 

Şimdi şu soruyu soralım; Râzi (Allah kendisinden razı olsun); Hz.Mûsa’nın ablasının “…adı Meryem’di…” diye belirtirken mesnedi, kaynağı, referansı nedir?  Kurtûbi; “...Mûsa’nın annesinin adı Ayariha…”, Es-Süheylî; “Eyarihat”, Es-Sa’lebî; Mûsa’nın annesinin adı Luha’dır, babasından itibaren de Haned b. Lavî b. Ya’kub’dur...” Gibi yanlış tarihsel bilgiler verirken herhangi bir kaynak, mesela Tevrât veya Talmud, vs. gibi belirtmekte midir? Hayır! O halde bu tarihsel bilgilerin sahih ve güvenilir olduğuna nasıl karar vereceğiz?

 

Kur’ân’daki, bebek Mûsa’nın biyografisini, Tevrât verileri ile tamamlayarak anlamak bizi daha detaylı anlam ve algılara ulaştıracaktır. Esasen bize ne, ne gereği var tahrif edilmiş kitaplardan yararlanmaya desek bile şu realiteyi bir kenara koyamayız. Kur’ân’ın muhatabı olan Ehl-i Kitap müntesipleri Yahudi ve Hristiyanlar zaten bu ve diğer kıssa konularında Tevrât ve İncîl vasıtası ile bilgi sahibidirler. Kur’ân onların bu bilgilerini “o” lamak veya mevcut bilgilerini “reset”lemek gibi bir hedef asla gütmemiştir. Kur’ân geçmiş kitaplardaki tevhîde aykırı, hidâyete engel hususların Kur’ân ekseninde tashih edilerek, yine Kur’ân’ın yönlendirmelerine uyulmasını istemektedir.

 

Sonuç olarak; bebek Mûsa’nın babası Amram, annesi Yokovet, abisi Hârun ve ablası Miryam’dır. Babası ve annesinin soyu olarak İsrâiloğulları’ndan ve İsrâiloğulları’nın on iki sıbt/boy’undan Levi sıbtına mensuptur. Doğduğu topraklar Firavun yönetimindeki Mısır topraklarıdır. Suya bırakıldığı lokal coğrafya Nil sahilleri, suya bırakıldığı andaki yaşı ise henüz üç aylık bir bebektir.

 

Şimdi tekrar soralım; geçmiş kitap Tevrât’taki tarihsel nitelikli bilgilerle örtüştürerek elde ettiğimiz bu detaylı tarihsel bilgiler eşliğinde, Kur’ân’ın “bebek Mûsa” kıssasını anlamaya çalışmak, îtikâdi açıdan bize ne kaybettirir?

 

Azgın Firavun Kimdir:

 

                Kur’ân’ın, “bebek Mûsa” kısasının yer aldığı Taha ve Kasas sûre’lerinde; “…Firavun, toprağında gerçekten azmış…Çünkü o bozgunculardandı...” Diye tavsif ettiği, Firavun’un tarihsel kimliği hakkında sarahaten bilgi vermemektedir. İslâm kaynaklarında ise; “Firavun kelimesinin muayyen bir kral’ın adı olduğu söylendiği gibi, Amalika krallarından her kral’ın unvanıdır da denilmiştir. Fars hükümdarlarına Kisrâ, Bizans hükümdarlarına Kayser, Habeşistan hükümdarlarına Necaşî denildiği gibi. Hz.Mûsa dönemindeki Firavun’un asıl adı ise Ehl-i Kitabın görüşüne göre “Kabus”dur. Vehb ise şöyle demiştir: Onun adı el-Velid b. Mus’ab b. er-Reyyan’dır. Künyesi Ebû Murra’dır. O Amlik b. Lavez b. İram b. Sam b. Nuh(as)’ın soyundan gelir. Es-Süheylî der ki: Kıptîlerle Mısır yönetiminin başına gelen herkese Firavun denilir. Firavun asıl itibariyle İstahr halkından bir İranlıdır. El-Mes’udî de der ki: Firavun kelimesine dair Arab’ça bir açıklama bilinememektedir. El-Cevherî de der ki: Firavun, Mısır kralı el-Velid b.Mus’ab’ın lakabı olup, azgın ve zorba, haddi aşan herkese Firavun denilir. Çoğulu “ferâine” gelir. “Tefer’ane” firavun’laşmak demektir. “Ferane sahibi” ise hile, desise ve tuzak kurmak maharetine sahip kimse anlamındadır. Hadis-i Şerifte: Bu ümmetin Firavunu bizi yakaladı” denilmektedir. “Firavun” kelimesi bu âyet-i kerîme’de mecrur mahallinde olmakla birlikte arab’ça olmayan (A’cemî) bir kelime olduğundan dolayı munsarif değildir.”[xxxvii] Gibi tahmini, indî, karmaşık mâlumât bulunmaktadır.

 

Kur’ân’ın bize aktardığı genel ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla; Mısır ülkesi yöneticilerinden biri olan bu şahsın asıl adından ziyâde sıfatına denk gelen; “hile, desise ve tuzak kurmak maharetine sahip kimse” anlamını içeren olumsuz bir sıfat olan “Firavun” ismi kullanılmaktadır. “Ahd-i Atik (Tevrât)’te Firavun unvanı ilk defa, Hz. İbrahim’in karşılaştığı Mısır kralı için kullanılmaktadır (Tekvin.12/15).”[xxxviii]

 

İslâm kaynaklarındaki; Mısır yöneticilerinin genel adlandırılmasının “Firavun” olduğu rivâyeti de mâkul bir yorum olarak değerlendirilebilir. Ancak Kur’ân’ın, Yûsuf resûl zamanı, Mısır yöneticisi hakkında “Firavun” isimlendirme veya vasıflandırmasında bulunmadığını gözlemlemekteyiz. Yûsuf kıssasında anlatılan yönetici hakkında; olumlu anlatılan vasıflarından olsa gerek, Mûsa kıssalarında olduğu gibi “Firavun” gibi bir olumsuzluk arz eden bir isimlendirme ya da tavsif kullanılmamıştır.

 

“Kur’ân'da yetmiş dört yerde geçen Firavun kelimesi sadece Hz.Mûsa dönemindeki Mısır kralını ifade etmekte olup Yûsuf devrindeki kral için “Rab” ve “Melik” kelimeleri kullanılmaktadır.”[xxxix]

“Melik/Kral dedi ki: Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm...”[xl],

“Melik/Kral dedi ki: “Onu bana getirin!”...”[xli]

“Ey Zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine/Rabbuhu şarap sunacak…[xlii] şeklinde “Rab” ve “Melik” Kral/yönetici tarzında olumlu diyebileceğimiz bir vasıfla anılmaktadır.

 

O halde, bebek Mûsa dönemi Mısır ülkesi yöneticisi “hile, desise ve tuzak kurmak maharetine sahip kimse” anlamında “Firavun” olarak vasıflandırılmıştır. Tam da “ismi veya vasfıyla ile müsemma” denilebilecek biri olarak hadsiz zulüm uygulamalarının sahibi olmuştur.

 

Bu konuda Mevdûdî’nin yorumunu da kaydedelim: “‘Firavun’ kelimesi “güneş tanrısının oğlu” anlamına gelir. Eski Mısır’lılar güneşe “Ra” adını vermiş ona “Yüce Tanrı” diye tapmışlar, daha sonra da “Firavun” ismini vermişlerdir. Eski Mısır’lıların inancına göre, her kral iktidarını, tanrı “Ra” ile olan ilişkisine dayandırır ve kendisinin Ra’nın canlı bir örneği ve yeryüzündeki temsilcisi olduğunu iddia ederdi. Bundan dolayı, iktidara geçen her krallık hanedanı, kendilerinin güneş soyundan gelen kimseler olduğunu ileri sürdüler ve bütün krallar, kendilerinin “Yüce Rabb” olduklarını halka kabul ettirmek için “Firavun” ünvanını aldılar.”[xliii]

 

İslâm tefsir ve tarih kaynaklarında “Firavun” isim veya sıfatı ile alakalı olarak yer alan kesinlik arz etmeyen, bu tür zannî veya tahmini bilgilerden Kur’ân kıssalarını mufassallaştırma yöntemi olarak rahatlıkla kullanabileceğimizi vurgulayalım. Bu tür kesin olmayan ancak mantıklı ve makul olan mâlûmâtın, kıssalardaki boşluk alanların doldurulmasında itikadi açıdan hiçbir zafiyet içermeyecektir.

 

Kanımızca, Kur’ân-ı Kerîm’deki Mûsa kıssalarında, Firavun olarak nitelendirilen yönetici, tek kişiye ait bir tanımlama değildir. Hem Tevrât verileri ve hem de tarihsel açıdan değerlendirildiğinde, iki ayrı Firavun yönetici ile karşılaşmaktayız. Buna göre bebek Mûsa dönemi ve yetişkin yâni resûl Mûsa dönemi Firavunları.

 

Hz.Mûsa’nın, bebeklik dönemi zalim Firavunu hakkında şunlar kaydedilmektedir: “I. Ramses’in kısa saltanatından sonra iş başına geçen I. Seti[xliv], Mısır’ın gücünü sağlamlaştırmaya koyulmuş, tehlikeyi önlemek için Delta’yı güçlendirmiş ve Filistin yolunu birçok kale ile donatmıştır. Ken’ân’lılara karşı seferler düzenleyerek, ayrıca İsrâiloğulları’nı muhkem şehirlerin inşasında çalıştırarak Ken’ân’lıların soydaşlarına güvenmediğini göstermiştir. Bütün bunlar I. Seti’nin İsraâiloğulları’na baskı uygulayan Firavun olduğunu ve halefi II. Ramses’in tahta geçişinin ilk zamanlarında Mûsa’nın saraya döndüğünü ortaya koymaktadır.”[xlv]

 

Hz.Mûsa’nın yetişkin ve resûl olduğu dönemdeki Firavun ise başka bir şahsiyettir. “Mûsa Medyen’de iken başta Mısır kralı olmak üzere kendisini öldürmek isteyenlerin hepsi ölmüştür. Saltanatın değişmesi muhtemelen yönetimde de değişikliklere sebep olmuş ve Mûsa’nın beraber yetiştiği kişilerden biri II. Ramses’in tahta geçişinden sonra önemli bir mevkie gelmiş, böylece Mûsa’nın Mısır’a dönüp yönetimle görüşme şartları oluşmuştur.”[xlvi]

 

Bebek Mûsa’nın Suya Bırakılış Sebebi:

 

                Kasas sûre’sindeki, bebek Mûsa dönemi Mısır yöneticisi azgın Firavun’un zulümleri anlatılırken; kıssada bebek Mûsa’nın suya bırakılışının sebebi şöyle bildirilmektedir: “Firavun, yeryüzünde gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı.[xlvii]

 

                Firavun’un azgınlığının sebebi altıncı âyet’te biraz daha belirgin olarak tasvir edilmektedir. “Firavun ile Hâmân’a ve ordularına, onlardan korktukları şeyi göstermek (istiyorduk).[xlviii] Âyetindeki “….onlardan korktukları…”  İfadesinin mufassal hali için Tevrât’taki kıssadan yararlanabiliriz.

 

Tevrât’ta bu hususta şu açıklama verilir. “Gelin, onlara karşı aklımızı kullanalım, yoksa daha da çoğalırlar; bir savaş çıkarsa, düşmanlarımıza katılıp bize karşı savaşır, ülkeyi terk ederler.”[xlix]   Yâni nüfusça çoğalan İsrâiloğulları’nın bir savaş halinde Mısır ülkesi düşmanları ile birlik olmaları ve bunun neticesi galip gelen tarafta olurlarsa Mısır’ı terk etme ihtimali veya endişesi, Firavun’un korkusu haline gelmiştir. İşte bu korku ve endişeler Firavun’u, İsrâiloğulları’na çeşitli zulümler yapmaya sevk etmiştir.

 

Kur’ân’da da aynı olguları ihsas eden benzer bir anlatım bulunmaktadır. “Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (vadedilen topraklara) vâris kılmak istiyorduk.[l]  Cenâb-ı Hakk, İsrâiloğulları’nın güçsüz olduğunu ancak (Mûsa’nın resûllüğüyle birlikte) önderler konumuna yükseleceklerini bu olgu gerçekleştiğinde özgür ve bağımsız yaşayacakları topraklara varis olacakları bildirilmektedir. Dolayısıyla Tevrât’taki anlatım ile Kur’ândaki anlatım örtüştürüldüğünde bebek katliamına kalkışan Firavun’un korkusunun, İsrâiloğulları’nın demografik açıdan çoğalması ile birlikte onların artan etkinliklerinin getireceği tehlikeler olduğu anlaşılmaktadır.

 

Tam bu aşamada şu soru sorulabilir: Firavun neden “….daha da çoğalırlar; bir savaş çıkarsa, düşmanlarımıza katılıp bize karşı savaşır, ülkeyi terk ederler…” diye düşünmektedir? Normalde şöyle düşünmesi gerekmez miydi? “….daha da çoğalırlar; bir savaş çıkarsa, düşmanlarımıza katılıp bize karşı savaşır, ülkeyi (Mısır’ı) ele geçirirler…”

 

Demek ki, Hz. Yûsuf yönetiminde, Hz. Yâkub’un da beraberinde getirdiği İsrailoğulları’nın yüzyıllar boyu aralarında konuştuklarında hedefleri yâni “kızıl Elma”ları, Yûsuf döneminde geldikleri ataları İbrâhim’in yaşadığı Ken’an diyarına “va’dedilmiş topraklar”a dönmekti. Bunu en iyi bilen Firavun, onların Mısır’dan gitmelerinden korkmaktadır. Mısır’ı ele geçirmelerinden değil. Bu yüzden onların çoğalarak bu hedeflerini gerçekleştirmelerinin önüne geçmek için İsrâiloğulları Erkek bebekleriniş katlederek, erkek nüfusunu azaltarak etkinliklerini önlemeye çalışmaktadır.

 

Dolayısıyla modernist yorumcuların iddia ettiği gibi “bebek Mûsa” kıssasındaki, bebek katliamı, Yunan, Roma, Mezopotamya, vs. gibi yerlerden intihal “kurgu/muhayyel” değil Mısır Firavun ve mele’sinin, yönetim ihtiyaçlarından doğmuş gerçek bir zulüm vakıasıdır.

 

Firavun, Mısır ülkesinin geleceğinde oluşacak siyasi ve askeri tehlikelere ön almak açısından İsrâiloğulları’nın nüfusça artışlarını durdurmak amacıyla onların erkek bebeklerinin katledilmesi stratejisine gitmektedir. Çağımızda bu tip uygulamaların Kürtaj, doğum kontrolü, kontrollü çatışma ve savaş stratejileri, vd. yöntemlerle müstaz’af toplumlar üzerinde halen devam ettirile geldiğini belirtelim.

 

Neticede Firavun’un korku ve endişelerinin getirdiği bebek katliamı uygulaması stratejisinin aşamaları hakkında Tevrât’ta detaylarıyla şunlar aktarılır: ilk olarak köle konumunda olan İsrâiloğulları ağır işlere yönlendirilerek yıldırılmaya çalışılır. “Böylece Mısırlılar İsrâilliler’in başına onları ağır işlere koşacak angaryacılar atadılar. İsrâilliler Firavun için Pitom ve Ramses adında ambarlı kentler yaptılar. Ama Mısırlılar baskı yaptıkça İsrâilliler daha da çoğalarak bölgeye yayıldılar. Mısırlılar korkuya kapılarak İsrâilliler’i amansızca çalıştırdılar. Her türlü tarla işleri, harç ve kerpiç yapımı gibi ağır işlerde yaşamı onlara zehir ettiler. Bütün işlerinde onları amansızca kullandılar.”[li]

 

Tevrât’taki bu detaylı anlatımın Kur’ân’daki bebek Mûsa kıssasındaki veciz ifadesi “…o yerde güçsüz düşürülenlere…” şeklinde aktarılmaktadır. Çünkü İsrâiloğulları daha önce Yûsuf resûl yönemindeki süreçte, güçlü bir dönem yaşamışlar ve bu olgu son Firavun dönemine kadar hemen hemen böyle devam etmişti. Tevrât İsrâiloğulları’nın Mısır’daki bu sürecini şöyle anlatır: “Soyları arttı; türeyip çoğaldılar, gittikçe büyüdüler, ülke onlarla dolup taştı. Derken Yûsuf hakkında bilgisi olmayan biri Mısır Kral’ı oldu.”[lii].  

 

“…Yûsuf hakkında bilgisi olmayan biri…”sinin kral olması, Mısır iktidarına, tevhîdi tanımayan veya kale almayan dolayısıyla müşrik inançlı bir yöneticinin geldiğini ve bundan sonra İsrâiloğulları’na zulüm döneminin başladığı tasrih edilmektedir. Bu tarihsel ayrıntının Firavun’un müşrik inanç yapısının belirginliği ya da vurgulanması açısından da önemli bir mufassallaştırmadır kanaatindeyiz.

 

İsrâiloğulları’nın ağır işlerde çalıştırılmasının onların nüfusunu azaltmada işe yaramadığını gören Mısır Firavun’u; doğum yapan İsrâiloğulları kadınlarının, erkek çocuklarının doğumları anında katletme uygulamasını devreye sokar. “Mısır Kral’ı, Şifra ve Pua adındaki İbrâni ebelere şöyle dedi: “İbrâni kadınlarını doğum sandalyesinde doğurturken iyi bakın; çocuk erkekse öldürün, kızsa dokunmayın.” Ama ebeler Tanrı’dan korkan kimselerdi, Mısır Kral’ının buyruğuna uymayarak erkek çocukları sağ bıraktılar.”[liii]

 

Bu uygulamadan da “…Tanrı’dan korkan…”, “Muvahhid” ebeler yüzünden olumlu sonuç alamayan Firavun; İsrâiloğulları’nın yeni doğan bebeklerinin Nil nehrine bırakılarak katledilmeleri uygulamasına geçer. “Firavun bütün halkına buyruk verdi: “Doğan her İbrâni oğlan Nil’e atılacak, kızlar sağ bırakılacak.”[liv]

 

Kur’ân ve Tevrât’ın, Mûsa kıssalarının, bebek Mûsa bölümleri birlikte ele alınarak tarihsel boşlukların doldurulmasıyla anlaşılıyor ki, bebek Mûsa; Firavun yönetiminin baskı ve zulümlerinden, onun katliamcı gaddarca uygulaması sebebiyle zorunlu olarak diğer bebek sahibi anne veya babaların yaptığı gibi annesi tarafından Nil sularına bırakılmıştır. Firavun’un; “..”Doğan her İbrâni oğlan Nil’e atılacak…” emri, İsrâiloğullarına kendi elleriyle bebeklerini öldürttürme gibi ilginç bir zalimliği de getirmektedir.

 

Böylece bu zulmü bir daha yaşamak istemeyecek İsrâiloğlu anne ve babaları çocuk sahibi olmaktan da içtinab edeceklerdi. Bu bile İsrâiloğulları nüfusunun kontrol edilmesinde önemli bir araç olacaktı.

 

Bebek Katliamının Zaman ve Süresi:

 

Kur’ân’ın bebek Mûsa kıssası âyetinde; “… oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu…” derken bu katliam uygulamasının ne kadar sürdüğüne dair herhangi bir süre/zaman belirtilmemektedir. Bu zaman olgusu Tevrât’ta da kayda geçmemiştir.

 

İşte Kur’ân’da, aynı zamanda Tevrât’ta da bulunmayan bu “tarihsel boşluk”, modernist bir müellif tarafından, nasıl bir polemik-demogoji konusu hale getirilerek; bebek Mûsa kıssasında Mûsa(as)’ın suya terkediliş anlatımının, Cenâbı Hakk tarafından, Ortadoğu mitolojilerinden intihal! İle kurguya uğramıştır tez/iddiasına dönüştürülmektedir, bunu ibretle gözlemlemeye çalışacağız.

 

Şimdi bunun somut örneğini görelim. “Kur’ân’a dönersek, ilgili âyet’ler İsrâiloğulları’nın erkeklerini yahut yeni doğan çocuklarını öldürüp kadınlarını sağ bırakma operasyonunun ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini tasrih etmemektedir. Bu belirsizlik söz konusu katliamın Mûsa’nın doğumuna tekaddüm eden müphem bir zamanda başlayıp İsrâiloğulları’nın Mısır’dan çıkış vaktine kadar sürdüğünü ima etmektedir. (…) Bizce Kur’ân bağlamında iki ayrı katliamdan söz etmenin sağlam bir mesnedi yoktur. Bilâkis söz konusu katliam tektir. Ve bunun gerçekleştiği zaman (...) Hz.Mûsa’nın nübüvvet dönemidir.”[lv] Diye başlatılan bir polemik neticesi; müellifin, bebek Mûsa kıssası suya bırakılış varyantı hakkındaki nihai kararı şöyledir: “Kur’ân’ın bazı kıssalarında birtakım mitolojik unsurlara yer verilmiştir. Tıpkı bazı peygamberlerin (Hz.Mûsa’nın doğumuna ilişkin pasajlarda karşımıza çıkan ‘terk edilmiş bebek’ motifi, Âdem-İblis, Bilge Kul-Mûsa, Zülkarneyn vb.) hayatına dair anlatımlarda, antik ve arkaik medeniyetlere ait tarihsel gerçekliğinden kuşku duyulan birtakım motiflerin eklenmiş gözükmektedir. Mesela, Hz.Mûsa’nın doğumuna ilişkin pasajlarda karşımıza çıkan “terk edilmiş bebek” motifi ile Hz. Yûsuf’un Mısır’daki hayat hikâyesinde ön plana çıkan “muradına eremeyen ayartıcı kadın” figürü bu kabilden sayılabilir.”[lvi]

 

Kur’ân’ın; “Firavun, yeryüzünde gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu…” diyerek, Firavun’un İsrâiloğulları’na uyguladığı zulmü, Tevrât daha detaylı halde hemen hemen aynı minvalde vermektedir. Yâni Mûsa(as)’ın doğumu öncesi başlayan bu zulüm ne kadar sürdüğü bilgisine ulaşamamış olsak dahi bir süre devam ettiğini kabul edebiliriz.

 

Öncelikle Tevrât’ta yer alan bir ayrıntı üzerinde duralım. “Kadın gebe kaldı ve bir oğlan doğurdu. Güzel bir çocuk olduğunu görünce, onu üç ay gizledi. Fazla gizleyemeyeceğini anlayınca, hasır bir sepet alıp katran ve ziftle sıvadı. İçine çocuğu yerleştirip Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı.”[lvii] 

 

Tâlimi İncîl’lerden, “Resüllerin İşleri” kitabında ise şunlar kaydedilmektedir: “O sırada, son derece güzel bir çocuk olan Mûsa doğdu. Mûsa, üç ay babasının evinde beslendikten sonra açıkta bırakıldı. Firavun’un kızı onu bulup evlat edindi ve kendi oğlu olarak yetiştirdi.”[lviii]

 

Anlıyoruz ki, Firavun’un, İsrâiloğulları’nın yeni doğan erkek bebeklerini katletme zulmü, Hz.Mûsa doğumu öncesi başlamıştır. Mûsa(as)’ın annesi onu üç ay gizleyebilmiş ancak daha fazla bunu sağlayamayacağını anlayınca Firavun’un emri gereği onu Nil nehrine bırakmıştır. Kur’ân’da bu olguyu tasdik eder: “Mûsa’nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu suya/nehire bırakıver…”[lix]  Kasas sûre’indeki bu âyet’ten, bebek Mûsa’nın doğar doğmaz suya terkedilmediğini anlamaktayız. Ancak ne kadar süre ile bakıldığını Tevrât kıssasındaki tarihsel bilgiden detaylandırabilmekteyiz.

 

Râzi, bu süre hakkında “İbn Cüreyrc şöyle der: “Denize atma işi, doğumundan dört ay sonra olmuştur.”[lx] Şeklinde rivâyet aktarır. Benzer bir rivâyeti Kurtubî’de verir: “İbn Cüreyc dedi ki: Ona bir bahçede dört ay süreyle süt emzirmesi em­redildi. Şâyet sütü ona yeterli gelmeyeceğinden dolayı ağlayıp sesini yükselt­mesinden korkarsa bu sefer belirtilen hususları yapması emredilmişti.”[lxi] Râzi ve Kurtubî’nin mesnedleri, tebeu’t tâbiîn[lxii]‘den sayılan İbn Cüreyc[lxiii]‘tir fakat onun kaynağının ne olduğu bilinmemektedir. Ortada zan veya tahmin nitelikli farklı versiyonlarda nakledilen bir rivâyet vardır.

 

Yine Kurtubî’de yer alan bir rivâyette katliam süresi hakkında sahabe kaynaklı şunlar aktarılır: “Katâde[lxiv] dedi ki: Firavun’un bir müneccimi vardı. Bu müneccim kendisine şöyle demişti: Bu sene doğacak bir evlat senin hükümdarlığına son verecek­tir. Bunun üzerine Firavun o sene doğan çocukların öldürülmesini emretmiş­ti.”[lxv] Buna göre bebek katliamı “bir sene” civarında sürmüştür.

 

Geleneksel kaynaklar, sahih bir mesnedleri olmadan tamamen indî nitelikli ancak sanki gaybden veya gaybden bilgi almış birinden bir bilgi almışçasına veya aktarıyormuşçasına naklettikleri rivâyetlerle menkıbevî bir birikim oluşturmuşlardır. Oysa sahih bir metodoloji uygulamış olsalardı Tevrât’ta ve İncîl’lerde anlatılan Mûsa’nın annesinin Mûsa’yı “üç ay” süreyle emzirebildiğini aktarmaları, geri kalan alanda bilginin olmadığını tespit ederek gayb olan o noktada durmuş olsalardı, kanaatimizce Kur’ân kıssasındaki tarihsel yönlerin sıhhatli bir şekilde doldurulmasını sağlamış olacaklardı.

 

Burada şu tarihsel detay için cevap aramalıyız. Bu katliamın ne zaman başladığını anladık; Bebek Mûsa’nın doğmadan hemen önceki bir zaman, lâkin bu katliam ne zamana kadar sürmüştür? Kanaatimizce ne kadar uğraşsak bunun kesin cevabını bulmamız mümkün değildir. Bu bir hipotez olarak öne sürülebilecek ancak kesin kanıtının gösterilmesi de mümkün olamayacaktır. 

 

Biz, bebek Mûsa kıssasının mitolojik bazlı ve kurgu bir kıssa olduğuna inanmadığımız için; Mûsa(as)’ın doğduğu dönemde bebek katliamının olamayacağı üzerine “….o devirde iş gücüne ihtiyaç vardı dolayısıyla Firavun’un bu iş gücünde zafiyet anlamına gelecek işçi/köle erkek bebeklerini katletmesinin anlamlı olmayacağı…”[lxvi] gibi mesnedsiz ve indî bir tez veya yorum ortaya atmayacağız!

 

Bilakis Firavun’un işgücü kaybı açısından, bebek katliamına yönelmediğinin apaçık olarak Tevrât’ta bildirildiği kanaatindeyiz. Firavun’un ağzından Tevrât’ta yer alan; “…Halkına, “Bakın, İsrâilliler sayıca bizden daha çok” dedi, “Gelin, onlara karşı aklımızı kullanalım, yoksa daha da çoğalırlar; bir savaş çıkarsa, düşmanlarımıza katılıp bize karşı savaşır, ülkeyi terk ederler….”[lxvii]  Savunmasında; Firavun’un, bebek katliamına sebep gösterdiği olgu; İsrâiloğulları’nın çoğalması dolayısıyla komşu ülkelerle bir savaş olursa, muhtemelen onlarla hareket edip Firavun ve ordusuna karşı savaştıkları takdirde, İsrâiloğulları’nın bağımsızlıklarını kazanabilecekleri böylece bir başka yere gidebileceklerinden hareketle Mısır’ın ve Firavun yönetiminin maddi ve manevî zâfiyete uğrama endişesidir.

 

Binaenaleyh M. Öztürk’ün iddia ettiği gibi; “Fakat Firavunlar tarafından köleleştirilen İsrâiloğulları’nın iş gücüne olan ihtiyaç dikkate alındığında çok uzun zamana yayılmış bir katliamın tarihî gerçekliğinden söz etmenin pek mümkün olmadığı söylenebilir.”[lxviii] Tarzında tamamen indî birbirine müteselsilen bağlı ve asla doğrulanamayacak tezlerle bir sonuca gidilemez.

 

Tevrât incelendiğinde ta Yûsuf resûl döneminden başlayan; İsrâiloğulları’nın, Mısır’ın bilinen bir bölgesinde, genelde ziraat ve hayvancılık üzerine yoğunlaşmış çalışma alanlarına yönlendirildiklerini gözlemlemekteyiz. Angarya tâbir edilebilecek kölelik türü çalışma, yine Tevrât’a göre bebek Mûsa doğumu öncesi Firavun’un zulmünün başlaması ile birlikte bu zorlu işlerde mecburi çalıştırılmaya başlanarak, onların caydırılması stratejisi güdüldüğü anlaşılmaktadır.

 

Dolayısıyla Öztürk’ün iddia ettiği gibi bebek katliamları sonucu Mısır’da istihdam eksikliği oluştuğu/oluşacağına dair bir anlatım yoktur. İsrâiloğulları erkek bebekleri katliamının temel sebebi tamamen Mısır yönetiminin askeri ve siyasi ve muhtemelen dinî konumunda zâfiyeti engellemek amaçlı tedbirlere başvurulma sebebiyle uygulanmıştır. “Böylece Mısır’lılar İsrâilliler’in başına onları ağır işlere koşacak angaryacılar atadılar. (…) İsrâilliler’i amansızca çalıştırdılar. Her türlü tarla işleri, harç ve kerpiç yapımı gibi ağır işlerde yaşamı onlara zehir ettiler. Bütün işlerinde onları amansızca kullandılar.”[lxix]

 

Oysa Yûsuf döneminde ve sonrasında böyle bir icbar yoktu. “Sonra kardeşlerinden beşini seçerek Firavun’un huzuruna çıkardı. Yusuf’un kardeşlerine, “Ne iş yaparsınız?” diye sordu. “Biz kulların, atalarımız gibi çobanız” diye yanıtladılar, Firavun, Yûsuf’a, (…) “Mısır ülkesi senin sayılır. Onları ülkenin en iyi yerine yerleştir. Goşen bölgesine yerleşsinler. Sence aralarında becerikli olanlar varsa, davarlarıma bakmakla görevlendir.”[lxx]

 

Öncelikle bebek katliamıyla alakalı Firavun ülkesi işgücü kaybının ne olduğu/ olacağını bilmek mümkün değildir. İkincisi, bebek katliamının kesin süresini bilmek ve tahmin etmek mümkün olamaz. Dolayısıyla iki sonucu bilinmeyen tez’den müteselsil indî bir değerlendirmeye yâni üçüncü bir tez’e ulaşılmaktadır. Bebek katliamı Mûsa(as)’nın nübüvvet zamanıdır gibi….

 

Şayet tek katliam var o da nübüvvet döneminde olmuştur dersek; hem Kur’ân ve hem de Tevrât’ta anlatılan, bebek Mûsa dönemi İsrâiloğulları erkek bebek katliamı ve Mûsa(as)’nın suya terkediliş kıssası versiyonunu nasıl yorumlayacağız? Alın size indî bir tez daha… “Musâ’nın Nil’deki kamışlar arasına bırakılan papirüsten bir sepet içinde ölümden mucizevî bir şekilde kurtulmasıyla başlayan hayatının Theseus, Parseus, Agadeli, Sargon, Romulus, Kyros ve daha birçok efsanevî kahramanın yaşam öyküsünde karşımıza çıkan birçok izleğe uyması, Kur’ân’daki kıssaların tarihsel Mûsa’dan çok, karizmatik ve dolayısıyla kısmen mitolojik bir Mûsa’dan söz ettiğini düşündürmektedir.”[lxxi]

 

Bu modernist tez’e göre; Bebek Mûsa’nın suya bırakılma anlatımı, Cenâb-ı Hakk’ın, Yunan, Mezopotamya, Sümer mitolojilerinden intihalidir! Muhammed Halefullah’ın, “Kur’ân’da mitolojik kıssa vardır” iddiasının bir yansıması olarak ortaya atılan Öztürk’ün tez’inde; Allah, Mûsa kıssasının gerçekliğine, bebek Mûsa’nın suya terkediliş ve bulunuş öyküsünü mitolojik kurgu/modifiye yaparak muhataplara sunmuştur iddiası yer almaktadır.

 

Esasen “Kur’ân’da mitolojik kıssalar vardır” tezinin bir sonucu olarak; Öztürk, İsrâiloğulları erkek bebek katliamının zamanı, sebebi, süresi hakkında yeni tez’ler ortaya atarak polemik oluşturmaya çalışmaktadır. Bu yüzden sağlam bir dayanağı ve delili olmadan farazi iddialarla bebek Mûsa’nın suya terkedilişini Kur’ân’a mitolojik kurgu/yama olarak değerlendirmektedir.

 

İsrâiloğulları erkek bebeklerinin ve bu arada Mûsa(as)’ın suya terkediliş ve bulunuşu bir yerlerden mitolojik intihaldir de Firavun’un katliam sebebi nereden intihaldir anlaşılamamaktadır. Geçtik, Mûsa’nın suya terkediliş ve bulunuşu mitolojik kurgu ise saraya alınıp yetiştirilmesi ve “…Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi?” gibi yıllar sonraki geçmişe dair hatırlatmaların neden ve niçin’leri dolayısıyla sebepleri nelerdir?

 

Tamam kolaycılığa kaçtınız bebek katliamı olayları kurgu, senaryo, hayaldir, dediniz de yerine koyulması gereken olaylar zinciri nerede? Firavun sarayında büyüyen Mûsa, saraya nereden geldi, nasıl geldi, bunun cevabını kimler verecek?

 

Mısır’daki Erkek Bebek Katliamı Tek mi İki defa mı Oldu:

 

Binaenaleyh Öztürk; bebek Mûsa’nın suya terkediliş olayının, Allah’ın bir kurgusu! Olduğu böyle bir katliam olmadığını, suya bırakılma kurgusunun, Hz.Mûsa’ya karizma! kazandırma amaçlı bir gaye ile yapıldığı iddiasındadır. Asıl veya tek katliamın, Hz.Mûsa’nın resûllükle görevlendirildiği süreçte Firavun’un, Mûsa(as)’ın nebevî tebligatına mukabil, İsrâiloğulları’ndan öç alma kaynaklı olarak bebek katliamının meydana geldiği gibi bir tez, tamamen indî, mesnedi olmayan veya olamayacak olan bir iddiadır.

 

“Kurgu” anlatımı olduğu iddia edilen, Kasas sûre’si dördüncü ile on dördüncü âyet’ler arasındaki, bebek Mûsa kıssasını değerlendirelim. Dördüncü âyet; “Firavun, toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı.” beyânıyla, bebek katliamının sebebi ve “…Mûsa’nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil nehrine) bırakıver…” beyânıyla; ilk bebek katliamının başlatılması süreçlerini konu etmektedir.

 

Kasas, on dördüncü âyet’inde ise “Mûsa yiğitlik çağına erip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böylece mükâfatlandırırız.” Denilerek yaşanan bebek katliamları süreci sonrası, Hz.Mûsa’nın olgunluk çağına ulaştığını bildirmektedir.

 

Dördüncü ile on dördüncü âyet’ler arasında anlatılan olaylar, Mûsa(as)’ın bebeklik çağı vakiî/gerçek olayları değil de kurgu/modifiye olaylar ise beşinci ve altıncı âyet’lerdeki; Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.”, “Ve o yerde onları hakim kılmak; Firavun ile Hâmân’a ve ordularına, onlardan korktukları şeyi göstermek (istiyorduk).Şeklindeki, İsrâiloğulları’nın geleceğine yönelik haberleri nasıl yorumlamak gerekmektedir? Yâni, Allah, Firavun’un eliyle nehirden Mûsa’yı kurtartıp yine onun sarayında ve gözetiminde yetiştirterek, daha sonra resûl olarak yollayacağını bilâhare İsrâiloğulları’nı zulümlerden kurtarıp, vadettiği kutsal topraklara götürteceğini bildiriyor değil midir?

 

Her şeyi takdir eden Allah ise; gerçeğini halk’etmek varken, bunu bebek katliamı ve Mûsâ(as)’ın sudan kurtuluşu “kurgu”suyla, Mûsa’da olmayan bir “karizma” ile “karizmatikmiş” gibi göstererek mi yapıyor?

 

Şimdi soralım! Hz.Mûsa sonrası bu kıssanın vahiy yoluyla aktarıldığı muhatap toplumları bilgilendirmek için “kurgu” ile “muhayyel/yalan” bir hikâye uydurarak! Mûsa’yı karizmatik göstermenin ne gibi yararı olacaktır. Allah, kurgu/muhayyel bebek Mûsa kıssası ile “her şeye kâdir olamayan” bir Allah mesajı mı veriyor?  Yoksa sudan kurtardığı Mûsa aracılığıyla zalim ve katliamcı Firavun’u, alçaltacağını, onu böylece cezalandıracağını, her şeyi önceden bildiğinin, “her şeye kâdir” olduğunun mesajını veriyor değil midir?

 

Esasen, bebek Mûsa kıssası bölümü olmasa bile kıssanın diğer vakiî kabul edilen/edilebilecek bölümlerinde; Mûsa(as) resûllükle görevlendirilmiş, Firavun’a karşı tevhîdi tebligat ile direnmiş, İsrâiloğulları’nı Firavun’un zulümlerinden kurtararak, va’dedilen topraklara doğru yola çıkarmış, Allah ile mükâlemelerde bulunmuş, mucizelerle desteklenmiş bir önder konumu ile zaten “karizmatik” bir kişilik olarak kıssası var veya aktarılırken; nehre atılıp oradan da Firavun ailesince kurtarılan hayali/kurgu/yalan “karizmatik” bir kahraman figürüne ne gerek vardır?

 

Hz.Mûsa’nın, resûllük dönemi katliam olgusu anlatımlarında, geleceğe yönelik haberler yoktur. Muhtemelen Firavun babası ve kraliçe annesi vesilesiyle kurtarılarak, sarayda yetiştirilen bilindik birini aniden karşısında resûl mahiyetiyle gören veya karşılaşan Firavun’un; Hz.Mûsa’ya,elinden gelen  tüm karşı koymalarına veya engellemelerine rağmen ona (tebligatına) yenilmesinin kızgınlığın verdiği öç alma karakterli bebek katliamı ve yetişkin Mûsa’yı katletme isteği vardır. “İşte o (Mûsa), tarafımızdan kendilerine hakkı getirince: Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınları sağ bırakın! dediler. Ama kâfirlerin tuzağı elbette boşa çıkar. Firavun: Bırakın beni, dedi. Mûsa’yı öldüreyim; (Kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.[lxxii]

 

Firavun’un, resûl Mûsa ve İsrâiloğulları’na karşı tehditleri ve ikinci katliam uygulaması sonrası, Cenâbı Hakk’ın onlara, bebek Mûsa döneminde verdiği; “Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.”, “Ve o yerde onları hâkim kılmak; Firavun ile Hâmân’a ve ordularına, onlardan korktukları şeyi göstermek (istiyorduk).” vaatlerini gerçekleştirdiğini gözlemlemekteyiz.

Hatırlayın ki, sizi, Firavun taraftarlarından kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size reva görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun’un taraftarlarını da siz bakıp dururken denizde boğduk.[lxxiii]

Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan Firavun’un adamlarından sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.”[lxxiv]

 

                Her iki Mûsa, -bebek ve yetişkin- dönemi ayrı ayrı değerlendirildiğinde çok rahat anlaşılacağı üzere iki ayrı vakiî/gerçek katliam olgusu vardır. Bu katliam âyet’leri siyak ve sibak anlatımları bu olguyu çok vazıh biçimde ortaya koymaktadır. Kaldı ki, “Ahd-i Atik (Tevrât) Hz.Mûsa’nın mücadele ettiği Firavun ile daha önce İsrâiloğulları’na zulmeden Firavun’un farklı kişiler olduğunu belirtmektedir. Bu (Resûl Mûsa dönemi) Firavun’un II. Ramses’in oğlu Menephtah olması muhtemeldir.”[lxxv]

 

                M. Öztürk, yaptığı bir alıntı ile geleneksel ulemanın gördüğü, tespit ve tefsir ettiği iki ayrı bebek katliam olgusunu “çağdaş” düşünceli araştırmacılara vermektedir. “Bu izahı inandırıcı bulmayan çağdaş bazı araştırmacılar ise Kur’ân’da iki ayrı katliamdan söz edildiği tezini ileri sürmüşlerdir. Buna göre ilk katliam Mûsa’nın doğduğu dönemde gerçekleşmiş ve bu katliamda Mûsa’nın onun ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. İnsanların tevhîd dinine teveccühlerini engellemeyi hedefleyen ikinci katliam ise Mûsa’nın Medyen’den Mısır’a dönüp Firavun’un karşısına dikilmesi ve sihirbazları mağlup etmesinden sonra vuku bulmuştur.”[lxxvi]

 

                Halbuki iki ayrı katliam olgusu, geleneksel ulemanın doğal kabulüdür. Onlar uzun süreli tek katliamı değil, iki farklı zamanda iki ayrı katliam olduğunu kabulle kıssayı tefsir etmeye çalışırlar. Şimdi bunu görelim.

 

Râzi; “Onlar, “Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün. Kadınlarını sağ bırakın” demişlerdir. Doğrusu, bu öldürme işinin, Hz.Mûsa(as)’nın doğumu sırasında meydana gelen öldürmeden (çocuk katliamından) başka bir öldürme olmasıdır.”[lxxvii] Görüşündedir. 

 

Kurtubî; “Katâde dedi ki: Bu öldürme daha önceki ilk öldürmeden ayrıdır, çün­kü Firavun, Mûsa(as)’ın doğumundan sonra çocukları öldürmeye son ver­mişti. Allah, Mûsa’yı peygamber olarak gönderince onlara bir ceza olmak ve insanların iman etmekten uzak kalmalarını sağlamak maksadı ile tekrar İsrâiloğulları’nın çocuklarını öldürmeye koyuldu. Ayrıca bununla sayılarının ar­tarak çoğalan erkek nüfusu ile güçlerinin artmasını da önlemeye çalışmıştı.”[lxxviii] Yorumunda bulunarak, Râzi’ye katılmaktadır. Dolayısıyla Firavun’un, İsrâiloğulları’nın erkek çocuklarını katletme fiiliyatı, iki ayrı zamanda binaenaleyh ayrı ayrı gerçekleşmiş olaylardır.

 

Son olarak Râzi iki katliam konusunda şunları kaydeder: “Müfessirler bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak onların bir kısmı, Firavun’un, tıpkı Hz.Mûsa doğarken yaptığı gibi, aynı şekilde bunu yaptığını söylerken; diğer bir kısmı da “Hayır bunu uygulamadı” demişlerdir. Müfessirler bu (ikinci katliam) tehdidin, Hz.Mûsa’nın doğumu sırasındaki tehditten başka bir tehdit olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.”[lxxix]

 

Âraf sûresi yüz kırk birinci âyet’inde; “Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan Firavun’un âli’nden sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.”[lxxx] Diye bildirilirken yine aynı sûre’nin 138. Âyet’inde; “İsrâiloğulları’nı denizden geçirdik…” denilerek, “Firavun’un âli’nden sizi kurtardık” fiilinden; “deniz geçişi” mucizesiyle birlikte kurtulma ifade edilmektedir. Oysa ilk bebek katliamından sonra bu tür katliamdan kurtuluş anlatılmamaktadır.  Zaten Hz.Mûsa henüz büyümemiş ve nübüvvetle de görevlendirilmemiştir.

 

Bakara 49. Âyetinde ise;”Hatırlayın ki, sizi, Firavun âli’nden kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size reva görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.”[lxxxi] Diye bildirilirken; hemen bir sonraki 50. Âyet’te “Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun’un taraftarlarını da siz bakıp dururken denizde boğduk.”[lxxxii] Beyânı ile İsrâiloğulları’nın, Firavun’un ikinci bebek katliamından nasıl kurtulduklarını da ihsas etmektedir. Bebek katliamından başka türlü bir kurtuluş şeklinin ve özellikle birinci katliam sonrasında hiçbir şekilde kurtuluş vakıası anlatılmadığını mükerreren vurgulayalım.

 

Dolayısıyla Âraf ve Bakara sûre’lerindeki; “…Firavun’un âli’nden/adamlarından sizi kurtardık…” ifadelerinde, İsrâiloğulları’nın, Hz.Mûsa’nın nübüvvet dönemindeki Firavun baskıları sırasındaki, “ikinci erkek bebek” katliamından Mısır’dan çıkıştaki deniz’in yarılma ve Firavunla ordusunun boğulmaları mucizesi ile kurtarılmalarından bahsedildiği kanaatindeyiz.

 

Eğer Mûsa bebeğin, nehirden Firavun sarayına alınması ile bebek katliamları bitmiş olsa “...Firavun âli’nden kurtardık…” ifadesi, bebek Mûsa zamanı katliamına delalet eder diyebilirdik. Oysa Mûsa bebeğin kurtulması ile İsrâiloğulları erkek bebeklerinin katliamının bittiğine dair hiçbir delil ve anlatım bulunmamaktadır.

 

Tam bu noktada bazı müfessirlerin ileri sürdükleri; Firavun tarafından, müneccimler aracılığıyla geleceği beklenen veya “Hz.Mûsa(as)’dan önce gelen peygamberler, Hz.Mûsa(as)’nın peygamber olacağı müjdesini vermişler. Firavun da bunu duymuş. İşte bundan dolayı Firavun, İsrâiloğulları’nın erkek çocuklarını katl ettirmiştir.”[lxxxiii] Gibi muhayyel olduğuna inandığımız katliam sebebi iddiaları geçersiz olmaktadır. Firavun’un, “İsrâiloğulları/ibrâni” bir bebek tehdidi varken, İbrâni bir bebeği sudan kurtarıp evlât edinmekle eşyanın tabiatına aykırı bir tutumda bulunduğu gözükmektedir.

 

Bu minval “gaybı taşlama” türü mesnedsiz zannî iddiaların geçersizliği aynı zamanda Tevrât’ta beyân edilen katliamın sebebini de doğrulamaktadır. Yâni, katliam, yalnızca bebek Mûsa’nın katledilmesi için değil, demografik olarak çoğalan İsrâiloğulları’nın nüfusunu azaltma amacıyla tüm İsrâiloğulları erkek bebeklerinin katledilmesi için gerçekleştirilmiştir.

 

Ancak onların bilemediğini Allah, onlar aracılığıyla katledilmekten kendilerinin kurtardıkları bebek Mûsa vasıtasıyla gerçekleştirecektir. Onların İsrâiloğulları’na kurdukları tuzağı yine onların eliyle bozdurarak aleyhlerinde bir tuzak olarak düzenlemektedir. Bebek kıssasının vermek istediği önemli mesajlardan biri de budur.

 

M. Öztürk’ün görmediği, göremediği veya görmek istemediği bir hususu gündeme getirmek istiyoruz. Kur’ân-ı Kerîm’in, bebek Mûsa kıssalarında herhangi bir tasrihat olmamasına karşın, Tevrât’ın Çıkış babındaki, Hz.Mûsa’nın anlatıldığı bölümde, Hz.Mûsa, Medyen’de iken, Mısır’dan kaçtığı daha geniş ifadeyle bebeklikten itibaren yetiştiği dönem Mısır Firavun’unun öldüğü beyân edilmektedir. “Aradan yıllar geçti, bu arada Mısır Kralı öldü. İsrâilliler hâlâ kölelik altında inliyor, feryat ediyorlardı. Sonunda yakarışları Tanrı’ya erişti.”[lxxxiv] Bir başka yerde ise hem Mısır Firavun’unun ve hem de Mûsa(as)’ya karşı çıkan mele’sinin hepsinin öldüğünü bildirir. “Rab Midyan’da (Medyen) Mûsa’ya, “Mısır’a dön, çünkü canını almak isteyenlerin hepsi öldü” demişti.”[lxxxv]

 

Tevrât’taki bu tarihsel bilgiler ile Kur’ân’ın bebek Mûsa ve Resûl Mûsa dönemi kıssaları katliam anlatımlarını örtüştürdüğümüzde; ilk bebek katliamı Firavun’u ile ikinci bebek katliamı Firavun’unun ayrı Firavunlar olduğunu anlamaktayız.

 

Dolayısıyla M. Öztürk’ün; “Tekrar Kur’ân’a dönersek, ilgili âyetler İsrâiloğulları’nın erkeklerini yahut yeni doğan erkek çocuklarını öldürüp kadınlarını sağ bırakma operasyonunun ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini tasrih etmemektedir. Bu belirsizlik söz konusu katliamın Mûsa’nın doğumuna tekaddüm eden müphem bir zamanda başlayıp İsrâiloğulları’nın Mısır’dan çıkış vaktine kadar sürdüğünü imâ etmektedir.” Şeklindeki tespitinin eksik veya yanlış bir tespit olduğunu izhar edelim.

 

Muhtemeldir, birinci katliam zamanı Firavun’u II. Ramses’in ölümü ile bebek katliamı stratejisine son veya ara verilmiş olabilir. II. Ramses’in ölümü ile onun yerine geçen oğlu I. Seti veya Mineftah’da, Hz.Mûsa’nın tebliğatlarına düşmanlık için yeniden İsrâiloğulları’na zulüm ve onların erkek bebeklerine katliam ve Hz.Mûsa’yı öldürme politikalarını devreye almıştır diye düşünebiliriz.

 

Her ne kadar Öztürk, “tek katliam” var tezini doğrulatmak amacıyla, Mûsa’nın doğumundan resûllük dönemine kadar hiç bitmeden süren bir katliam olamayacağı iddiasıyla bu tespiti yapmaktadır. Ancak Kur’ân’ın detaylı bilgi vermediği bu hususu, Tevrât’ın tarihsel verileri ile örtüştürdüğümüzde zaten çok uzun süreli tek katliam değil iki ayrı Firavun dönemine tekabül eden iki ayrı katliam karar ve katliam uygulaması olduğunu çıkarsamaktayız. Mümin sûre’sindeki kıssanın, katliam emri âyetinde, Firavun önce; “…Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınları sağ bırakın...” emri vermektedir. Şimdi soralım, şayet İsrâiloğulları erkek bebeklerinin katliamı, Mûsa’nın doğum zamanından beri devam edegeliyorsa, neden tekrar “….oğullarını öldürün, kadınları sağ bırakın...” gibi katliam emri verilir?

 

Firavun sadece; “…Bırakın beni, dedi. Mûsa’yı öldüreyim; (Kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.[lxxxvi] Der, olay böylece neticelenirdi. Dolayısıyla bitmeyen bir katliamın yeniden devreye alınması diye bir şey olamaz, olsa olsa devam eden erkek bebek katliamına ilave Mûsa’yı da öldürün emri verilirdi, kanaatindeyiz.

 

Bu tespitlerimize ek olarak iki ayrı bebek katliamı ve iki ayrı Firavun dönemi iddiamıza; Şuâra sûresinde Firavun ile Hz.Mûsa arasında geçen “Dedi ki: Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi?[lxxxvii] diyalogu öne sürülebilir. Mevdûdî bu hususta şu önemli tespiti yapar: “Firavun’un bu sözü, onun Hz.Mûsa(as)’yı evinde büyüten Firavun değil, onun oğlu olduğunu göstermektedir. Aynı Firavun olmuş olsaydı, “İçimizde büyütülüp yetiştirildin” değil, “Ben seni büyütüp yetiştirdim” derdi. (…) Kur’ân-ı Kerîm’de rivâyet edilen, Hz.Mûsa(as)’nın kıssasında iki ayrı Firavun’un zikredilmiş olduğuna da dikkat edilmelidir. Biri, Hz.Mûsa doğduğu zaman Mısır’ı idare etmekte olan ve Hz.Mûsa’yı kendi evine götürüp büyüten Firavun; ikincisi ise, Allah’ın ilâhî mesajını kabul etmesi için İsrâiloğulları’nı serbest bırakması Hz.Mûsa(as) tarafından istenen ve Kızıldeniz’de, boğulan Firavun’dur. Günümüz araştırmacıları iki Firavun’dan birincisinin İsrâiloğulları’nı baskı ve esaret altında tutan ve M.Ö. 1292-1225 yılları arasında Mısır’da hüküm süren Ramses II. olduğu görüşündedirler. Aynı âyet’lerde zikredilen ikinci Firavun’un ise, babası II. Ramses’e hükümet işlerinde yardım eden ve ölümünden sonra da kral olarak, yerine geçen, oğlu Mineftah olduğu kanaatindeydiler. Fakat Hz.Mûsa’nın ölüm yılı için, İsrâiloğulları’nın takvimine göre, M.Ö. 1272 senesi düşürülmüş olması nedeniyle bu tarihler kesinlik arz etmez. Dolayısıyla bütün bunlar sadece tarihi birer tahmindir. Çünkü İsrâil, Mısır ve Hıristiyan takvimlerinin tarihlerini uzlaştırmak çok zordur.”[lxxxviii]

 

Bebek Mûsa(as)’ın Suya Terkedilişi:

 

Bebek Mûsa’nın suya terkediliş kıssasını anlatan iki ayrı sûre’deki iki farklı versiyonun, Taha sûre’sindeki aktarımında; Yetişkin Hz.Mûsa’ya, geçmişindeki suya terkediliş bölümü hatırlatılırken, sadece üç âyet’lik kısa bir tasvirle olay bildirilmektedir. “Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene vahyetmiştik: Mûsa’yı sandığa koy; sonra onu suya/nehir’e bırak nehir onu kıyıya atsın da benim düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın. Ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim. Hani, kız kardeşin gidip “Ona bakacak birini size bulayım mı?” diyordu. Böylece seni, gözü gönlü mutluluk dolsun ve üzülmesin diye annene geri verdik.[lxxxix]

 

Taha sûresi’ndeki, sadece üç âyet’lik bebek Mûsa kısası, Hz.Mûsa’nın resûllük vazifesine ait olayların anlatıldığı kıssanın içerisinde bir anekdot olarak Mûsa(as)’ya bebekliği hatırlatılmaktadır. “Ey Mûsa! dedi, istediğin sana verildi. Andolsun biz sana bir defa daha lütufta bulunmuştuk.[xc] Bu kıssanın Mûsa’ya hatırlatılması, Allah’ın Hz.Mûsa’ya olan lütuf ve ihsanlarının geçmişte olduğu gibi halen ve gelecekte de devam edeceğini bildirerek onun Allah indindeki ayrıcalığını belirtmek ve gönlünü pekiştirmek amacıyladır. “Seni, kendim için elçi seçtim.”[xci]

 

Kasas sûre’sinde; Mûsa(as) suya terkedildikten sonra onun suya bırakıldığı sandığı ablasının takip ettiğini ve sonunda kıyıya vuran sandıktaki Mûsa’yı, Firavun ehlinden birisinin bularak onu evlât edindiği ayrıntılı olarak an be an anlatılmaktadır. “Mûsa’nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu suya (bahr/nehir) bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye bildirdik. Nihâyet Firavun ailesi onu yitik çocuk olarak (nehirden) aldı. O, sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı. Şüphesiz Firavun ile Hâmân ve askerleri yanlış yolda idiler. Firavun’un karısı, bu benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz, dedi. Halbuki onlar sezemiyorlardı. Mûsa’nın anasının yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı. Eğer biz inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı. Annesi Mûsa’nın ablasına: Onun izini takip et, dedi. O da onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi. Biz daha önceden onun süt analarını kabulüne (emmesine) müsaade etmedik. Bunun üzerine ablası: Size, onun bakımını namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi? dedi. Böylelikle biz onu, anasına, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah’ın vâ’dinin gerçek olduğunu bilsin diye geri verdik. Fakat yine de pek çoğu bilmezler.”[xcii]

 

Kasas sûresi’nde anlatılan uzun versiyonlu bebek Mûsa kıssası; resûllükle görevlendirilen Hz.Mûsa ve zayıf düşürülen İsrâiloğulları kavminin; Firavun’un azgınlık ve taşkınlığıyla beraber onun güç gösterisi ve şirk eyleminde, Allah’ın, Firavun’un eliyle onun sarayında Mûsa’yı yetiştirterek; yaptığı zulümler ve şirk içerisinde onu cezalandırmasına ibretlik bir mesaj olarak aktarılmaktadır. 

 

Tevrât’ta ise Kur’ân’ın tarihsel nitelikli anlatımıyla neredeyse aynı paralellikte bir anlatım bulunmaktadır. “Daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca, hasır bir sepet alıp katran ve ziftle sıvadı. İçine çocuğu yerleştirip Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı. Çocuğun ablası kardeşine ne olacağını görmek için uzaktan gözlüyordu. O sırada Firavun’un kızı yıkanmak için ırmağa indi. Hizmetçileri ırmak kıyısında yürüyorlardı. Sazların arasındaki sepeti görünce, Firavun’un kızı onu getirmesi için hizmetçisini gönderdi. Sepeti açınca ağlayan çocuğu gördü. Ona acıyarak, “Bu bir İbrâni çocuğu” dedi. Çocuğun ablası Firavun’un kızına, “Gidip bir İbrâni sütnine çağırayım mı?” diye sordu, “Senin için bebeği emzirsin.” Firavun’un kızı, “Olur” diye yanıtladı. Kız gidip bebeğin annesini çağırdı. Firavun’un kızı kadına, “Bu bebeği al, benim için emzir, ücretin neyse veririm” dedi. Kadın bebeği alıp emzirdi. Çocuk büyüyünce, onu geri getirdi. Firavun’un kızı çocuğu evlat edindi. “Onu sudan çıkardım” diyerek adını Mûsa koydu.”[xciii]

 

Kur’ân’ın ve Tevrât’ın Bebek Mûsa’nın Suya Terkedilişi Kıssasındaki Farkları:

 

 

a)        Her iki kitab’ın bebek Mûsa kıssaları, birbirine paralellik arz eden bir anlatıma sahip olsalar dahi bazı önemli

ayrıntılar bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Kur’ân’ın anlattığı bebek Mûsa kıssasında, Hz.Mûsa’nın annesinin, bebeği ile ilgili zorlu karar anlardaki psikolojik durumunu aktaran ve Allah’ın ona desteği üzerinde önemle duran âyetlerdir.

“…Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu suya (bahr/nehir) bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye bildirdik...”,

“…Mûsa’nın anasının yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı. Eğer biz inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı...”,

“...Böylelikle biz onu, anasına, gözü aydın olsun, (anası) gam çekmesin ve Allah’ın vâ’dinin gerçek olduğunu bilsin diye geri verdik...”

“…Böylece seni, gözü gönlü mutluluk dolsun ve üzülmesin diye annene geri verdik...”

 

Görülüyor ki, Kur’ân, Mûsa’nın annesinin, olayın her anındaki manevi, psikolojik durumunu ön plana getirerek; zulme uğrayan müstazaf kadınların maruz kaldıkları çile ve eziyetleri tasvirle, zulmün psikolojik etkilerini vurgulamaya çalışmıştır. Aynı zamanda Allah’ın, Mûsa’nın annesine olan desteğine dikkat çekerek; zalim Firavun, müstazaf İsrâiloğulları için neyi tuzaklamışsa, Allah’ın tuzağının nasıl daha üstün ve çetin olduğunu izhar etmiştir.

 

Oysa Tevrât’ta böyle bir manevî-psikolojik anlatım yoktur. Kuru bir tarihsel beyân vardır. Pek tabi okuyucu bu nitelikteki kıssadan da ders alabilir ancak, Yahudilik’te Tevrât’ın sadece din adamları eliyle anlaşıldığını ve topluma aktarıldığını fehmettiğimizde; Kur’ân’ı Kerîm’in, herkesin okuyup anlaması dolayısıyla muhatabın öğrendiklerini yaşamına doğrudan ve hemen intibak ettirmesi gereken bir kitap olarak, anlatılan kıssanın tarihî sahnelerinde bile her bir insan için (kadın-erkek) ayrı ayrı dersler alınabilmesini dolayısıyla içselleştirilebilinmesi mümkün kılınmıştır. Bu icâzat olgusu, Kur’ân’ın, diğer geçmiş kitaplar ile arasındaki çok önemli farkı göstermektedir.

 

b)        Kur’ân kıssasında; “...Firavun’un karısı, bu benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize

faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz, dedi…” Şeklinde, bebek Mûsa’yı bulan ve evlat edinenin, “Firavun’un karısı” olduğu beyân edilirken, Tevrât’ta ise; “…Firavun’un kızı kadına, “Bu bebeği al, benim için emzir, ücretin neyse veririm” dedi. (….)  Firavun’un kızı çocuğu evlat edindi. “Onu sudan çıkardım” diyerek adını Mûsa koydu…” diye farklı bir beyân bulunmaktadır. Yahûdi bilginlerinden ünlü tarihçi “Josephus’a göre Firavun’un Mûsa’yı evlâtlık olarak alan kızı Thermuthis’tir, fakat onun kral II. Thoutmes’in karısı meşhur kraliçe Hatshepsut olup olmadığı tartışılmaktadır.”[xciv]

 

Tam burada şu önemli hususun altını çizelim. Kur’ân okuyucu açısından kıssaya bakış-perspektif, Kur’ân noktai nazarından olmalıdır. Yâni bebek Mûsa’yı bulan, onu boğulmaktan kurtaran Kur’ân’ın beyânı mucibince “Firavun’un karısı”dır.

 

Peki yöntem açısından, tarihsel bakımdan örtüştürmek istediğimiz, her iki kitab’ın zıt bilgilerini, tevhîd etmek için nasıl bir yol izlemeliyiz?

 

Tevrât’ın yeniden derlenişi esnasında veya müstensih din adamlarının Tevrât metinlerini çoğaltırken yaptıkları hataların neticesi olarak, bugünkü Tevrât metninde “Firavun’un karısı” bilgisi “Firavun’un kızı” olarak tağyir edilmiş ve istinsah edilmiştir tezini savunabiliriz. Oysa orijinal yani tahrifata uğramayan Tevrât metninde; bebek Mûsa’yı bulan ve boğulmaktan kurtaran kişi, tıpkı Kur’ân’daki gibi “Firavun’un karısı” olarak kayıtlıydı kanaatindeyiz. Dolayısıyla Kur’ân perspektifinden bakışla; bebek Mûsa’yı bulan ve boğulmaktan kurtaran Firavun’un sarayından olan Mısır’lı kadını “Firavun’un karısı” olarak kabul etmemiz hem Kur’ân’ı tasdik ve hem de Kur’ân’ın, Mûsaddık’ı ve müheymin’i olduğu Tevrât’ın asıl nüshasını kabul ve daha sonraki muharreflik olgusunu izhar etme açısından da doğru metodoloji olacaktır.

 

Kur’ân’da olmayıp Tevrât metninde yer alan “…Onu sudan çıkardım” diyerek adını Mûsa koydu…” bilgisini ise her iki kitap bilgilerini sahih bir yöntemle örtüştürmek açısından Tevrât’tan bu bilgiyi alarak İslâm tefsir ve tarih kitaplarındaki tarihsel bilgiler arasında bir mufassallaştırma unsuru olarak aktarabiliriz. Bu yöntemle elde edilen bilgi, ne bu bilginin sıhhati açısından ve ne de Kur’ân kıssalarını doğru ve sahih mufassallaştırmak açısından hiçbir sakıncası olmayacaktır. Aksi tutum, yâni hiçbir tarihî, dinî ve bugünün modern sistem bakışı açısından bilimsel tarafı olmayacak olan İslâm ulemâsının indî yâni tahmini, zannî, muhayyel, mesnedsiz mâlumâtının hiçbir değeri olmaz/olmayacaktır.

 

c)        Yine Tevrât kıssasında yer alan “… “Bu bir İbrâni çocuğu” dedi…” İfadesi; Kur’ân’da yer almayan,

Mısır’lıların ırkî bakış açısını yansıtan bugünün “nefret söylemi” addedilebilecek bir ötekileştirme tipi bir söylem bilgisidir. Ancak bu tavsif ifadesi tarihsel açıdan doğrudur. Muhtemeldir ki, Mısır’lılar arasında o tarihlerde İsrâiloğulları tanımlamasından ziyâde “İbrâni[xcv]“ tanımlaması geçerliydi ki, bebek Mûsa’ya böyle bir tanımlama yapılmaktadır.

 

 Tevrât kıssasındaki “Bu bir İbrâni çocuğu” tanımlamasının altında tarihsel bilgi teyidi olarak, bebek katliamının yalnızca ibrâni/İsrâiloğulları bebeklerine uygulandığının gerçeği de yatmaktadır. Bu da Kur’ân’ın; “Firavun, (…) halkını çeşitli fırkalara/ zümrelere bölmüştü. Onlardan bir fırkayı/zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu.” Âyetindeki, “…bir fırkayı/zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu…” Dediği “fırka/zümre”yle, İsrâiloğulları’nın kastedildiği, en eski dinî ve tarihsel metin olan Tevrât’ın tarihsellik unsuru vasıtasıyla da bir kez daha tescil edilmiş ya da örtüştürülmüş olur diyebiliriz.

 

d)        Kur’ân’daki bebek Mûsa kıssalarında bebek Mûsa’nın terkedildiği suya dair herhangi bir coğrafya

verilmezken, Tevrât’ta lokal coğrafya verilmektedir. Tevrât’ın bebek Mûsa kıssası bölümünde; “…Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı…” denilerek, olayın coğrafi olarak Nil nehrinde geçtiğini anlamış oluyoruz. Her iki kitap bilgileri örtüştürüldüğünde; Kur’ân’da coğrafyası verilmeyen, “…onu suya (bahr/nehir) bırakıver…” İfadesindeki “su”[xcvi]yun olduğu coğrafyanın, Tevrât’ta bildirilen Nil nehri olduğu bilgisiyle sahih bir tarzda mufassallaştırmış oluruz.

 

Dahası çok daha ince/lokal coğrafi detaylandırmada bulunmak da mümkündür. “Oğullarının karıları dışında Yâkub’un soyundan gelen ve onunla birlikte Mısır’a gidenler toplam altmış altı kişiydi. Bunların hepsi Yâkub’tan olmuştu. Yûsuf’un Mısır’da doğan iki oğluyla birlikte Mısır’a göçen Yâkub ailesi toplam yetmiş kişiydi. Yâkub Goşen yolunu göstermesi için Yahuda’yı önden Yûsuf’a gönderdi. Onlar Goşen’e varınca, Yûsuf arabasını hazırlayıp babası İsrâil’i karşılamak üzere Goşen’e gitti. (….)  Öyle deyin ki, sizi Goşen bölgesine yerleştirsin. Çünkü Mısırlılar çobanlardan iğrenir.” Yûsuf gidip Firavun’a, “Babamla kardeşlerim, davarları, sığırları ve bütün eşyalarıyla birlikte, Kenan ülkesinden geldiler” diye haber verdi, “Şu anda Goşen bölgesindeler.” “Bu ülkeye geçici bir süre için geldik. Çünkü Kenan ülkesinde şiddetli kıtlık var. Davarlarımız için otlak bulamıyoruz. İzin ver, Goşen bölgesine yerleşelim.” (….)  “Mısır ülkesi senin sayılır. Onları ülkenin en iyi yerine yerleştir. Goşen[xcvii] bölgesine yerleşsinler. Sence aralarında becerikli olanlar varsa, davarlarıma bakmakla görevlendir. (…) Yûsuf babasıyla kardeşlerini Mısır’a yerleştirdi; Firavun’un buyruğu uyarınca onlara ülkenin en iyi yerinde, Ramses bölgesinde mülk verdi.”[xcviii]

 

Tevrât’taki tarihsel nitelikli bilgilerden; Mısır Firavun’un, İsrâiloğulları bebeklerinin, Nil nehrine atılarak katledilmesi emrinin; İsrâiloğulları’nın Yûsuf resûl zamanındaki Firavun tarafından kendilerine tahsis edilen Goşen/Ramses bölgesinde yerleşik oldukları coğrafyada iken uygulamaya geçirildiği anlaşılmaktadır.

 

Tevrât’ın, Yûsuf kıssası bölümünde iki ayrı isimle bahsedilen Goşen/Ramses bölgesi, Nil nehrinin, Akdeniz’e dökülmeden önceki kollara ayrılıp delta halini aldığı alüvyonel bölgeyi kastetmektedir. Tarım ve hayvancılık açısından münbit olan bu bölge; Hz. Yûsuf’tan Hz.Mûsa dönemine kadar İsrâiloğulları’nın Mısır toprakları ve ziraatına çabuk adapte olarak Mısır’da yüzyıllarca (430 yıl[xcix]) kalıcı yerleşmelerinde önemli bir etken olmuştur.

 

                Şimdi sormak lazım; her iki kitap kıssa anlatımlarındaki, ortak alanların, tarihsel bilgilerinin sahih bir yöntemle örtüştürülmesinin, bebek Mûsa kıssasının anlaşılmasında ne zafiyeti vardır? Veya tersinden soralım; Kur’ân’ın bebek Mûsa kıssasının doğru anlaşılmasında ne kadar yarar sağlamaktadır?

 

Allah Mûsa’nın Annesine Vahy’ettinin Manası:

 

                Tefsir kitaplarının; Bebek Mûsa kıssalarında Mûsa(as)’ın annesinin fiziksel ve psikolojik konumunu anlamak, onu aktarmak, müstazaf anaların düştüğü mazlumiyet üzerinde durulmaktan ziyâde onun peygamber-nebi olup olmadığı polemiği üzerinde konumlanıldığını gözlemlemekteyiz.

“Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberler dışında bazı insanlara da vahiy gönderildiği belirtilir. Bunlardan biri Hz. Mûsâ’nın annesidir (el-Kasas 28/7). Müfessirlerin çoğunluğu Cenâb-ı Hakk’ın Mûsâ’nın annesine indirildiği vahye ilham anlamı vermekle birlikte bu vahyin Hz. Îsâ’nın annesi Meryem’e olduğu gibi Cebrâil vasıtasıyla gönderilebileceğini düşünenler de vardır. Çünkü Allah’ın melek aracılığıyla kelâmını tebliğ ettiği insanın mutlaka peygamber olması şart değildir. Cenâb-ı Hak, Hz. Îsâ’nın havârilerine de vahiy indirmiş ve onlardan kendisine ve peygamberine iman etmelerini vahyetmiş, onlar da iman ettiklerini söylemiştir (el-Mâide 5/111). Havârilere gelen bu vahyi, Cenâb-ı Hakk’ın kalplerine murat ettiği mânaları koyması şeklinde yorumlayan ve bunu ilhamla özdeşleştiren âlimler de vardır.”[c]

 

Kurtubî bu hususta şöyle der: “Hani annene vahyolan şeyleri şöylece vahyetmiştik.”  Buradaki “vahyetmiştik” buyruğunun, ilham vermiştik anlamında olduğu söylenmiştir. Denildiğine göre ona uykuda iken vahyetmişti. İbn Abbas da peygamberlere vahyettiği gibi ona da vahyetmişti, demiştir.”[ci]

Râzi; “Ulemânın ekserisi, Hz.Mûsa(as)’ın annesinin, nebi ve peygamber olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Binâenaleyh bu âyet’ten anlaşılan “vahiy” ile, peygamberlere gelen o vahiy nasıl murad edilmiş olabilir. Hem kadın, hüküm vermeye (hâkim olmaya), imam (ve devlet başkanı) olmaya, hatta İmam-ı Şafii (ra)’e göre kendi kendini evlendirmeye bile salahiyetli değilken, biz bunu nasıl söyleyebiliriz? Binâenaleyh kadın, peygamber olamaz. Buna, Hak Teâlâ’nın, “Biz senden evvel de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını (peygamber olarak) göndermedik” (Enbiya,7.) âyeti delâlet eder. Bu âyet, konu hakkında çok açık bir ifadedir. Hem sonra Kur’ân’da “vahiy” kelimesi, hep “peygamberlik” manasını da ifade etmez. Nitekim Cenâb-ı Hak “Rabbin bal ansına da vahyetti...” (Nahl,68.) buyurmuştur. Yine Cenâb-ı Allah, “Hani havarilere şöyle vahyediyordum... (Maide,111.) buyurmuştur.”[cii] Demektedir.

 

Bebek Mûsa(as)’ın annesinin bir resûl ve nebi olması Enbiya yedinci âyet’e muhal bir durum olduğu sarahaten bellidir. Nitekim “Tefsircilerin tümü, Mûsa(as)’ın annesinin peygamber olmadığı fikrinde birleşmişlerdir.”[ciii]  Dolayısıyla Râzi’nin belirttiği gibi Mûsa’nın annesine vahy’edilmesi ona Allah’ın “ilham” etmesi yâni “… “akla gelen, kalbe gâlib olan şey”…” anlamındadır kanaatindeyiz. Bunu şöyle izah edebiliriz. Mûsa(as)’nın annesinin onu suya bırakmaya başladığında aklına gelen fikrin, Cenâb-ı Hakk’ın desteğiyle daha baskın gelmesidir. Burada hâkim görüşün baskın gelmesine Cenâb-ı Hakk’ın müdahalesi yâni “Vahy”etmek, ilham olarak algılayacağımız/algılamamız gereken kavramdır.

 

Nitekim Râzi bu hususta en mâkul yorumu yapmaktadır: “Bununla, Hz.Mûsa(as)’ın annesinin kalbine bir anda düşen kesin bir karar kastedilmiştir. Binâenaleyh içine düştüğü bir durum hususunda düşünen herkes için, o şeyden kurtulmaya en uygun fikir ortaya çıkar işte akla gelen o fikre de “vahiy” denir. Bununla “ilham” kastedilmiştir. Fakat ilhamdan bahsettiğimizde, bununla “akla gelen, kalbe gâlib olan şey” manasını kastederiz.”[civ]

 

Şâyet, Hz. Meryem’e veya İbrâhim(as)’ın hanımına meleklerin bildirmesi gibi olan bir vahyetme/bildirme şekli olsaydı mutlaka arada insan görünümlü Cebrail veya melekler yollanmış veya yollandığı belirtilirdi kanaatindeyiz.

 

Safvetü’t-Tefasir’de yer alan şu satırlar, üzerinde dikkat edilmeye değer ifadelerdir: “Mûsa’nın anasına, onu emzir, ona zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize bırak. Korkup üzülme. Çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız” diye vahy’ettik. Yüce Allah bir tek âyette, iki emir, iki yasak, iki haber ve iki müjdeyi bir araya getirmiştir.”[cv]

 

Bebek Mûsa’yı Kurtaran Kadının Tarihsel Kimliği:

 

                Bebek Mûsa’yı Nil nehrinin sularından kurtaran ve evlat edinen kişinin Kur’ân’ın beyânı veçhile Firavun’un karısı olduğu üzerinde daha önce durmuştuk. Tevrât kıssasında Firavun’un kızı olarak vasfedilen bu kadın hakkında tarihî bilgi bulunmamaktadır. Elimizdeki bilgi malzemesi zan’a dayalı indî yani tahmini ve yakıştırma türü materyaldir. Bu materyalden mâkul ve mantıklı olduğu müddetçe yararlanmakta beis görmüyoruz. Tâ ki, Kur’ân perspektifinden mâkul ve mantıklı bilgiler olsun.

 

“Kur’ân-ı Kerîm’de ondan adı verilmeksizin “Firavun’un karısı” diye söz edilmektedir (el-Kasas 28/9; et-Tahrîm 66/11); Hz. Peygamber ise “Firavun’un eşi Âsiye” diyerek adını açıkça belirtmiştir (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 32, 46). Batılı kaynaklar bu ismin müfessirler tarafından verildiğini (EI2 [Fr.], I, 731-732), Tevrat’ta geçen (Tekvîn, 41/45) ve Hz. Yûsuf’un eşinin adı olan Asenath’ın bozulmuş şekli olduğunu, Süryânî metinlerinde Yûsuf’un eşi Asyat şeklinde de adlandırıldığından İslâmî kaynaklara Süryânîce’den geçtiğini ileri sürmektedirler (Horovitz, s. 86). Tarih ve tefsir kitaplarında ise Âsiye bint Müzâhim b. Ubeyd b. Reyyân b. Velîd diye zikredilmektedir (Taberî, Târîh, I, 386; Sa’lebî, s. 128). Amâlika kavminden veya Firavun’un amcasının kızı olduğu rivâyeti yanında İsrâiloğulları’ndan olup Hz. Mûsâ’nın kabilesine mensup ve onun halası olduğu da nakledilmektedir (Kurtubî, XVIII, 203; Aynî, XIII, 47).”[cvi]

 

Bu tarihsel anlamdaki ancak zannî bilgilerin kabulünün îtikâdi açıdan bir zaaf yaratmayacağını lâkin çok lüzumlu da olmadığını da vurgulayalım. Ancak Kur’ân’da verilen kat’i kesin bilgi bizim açımızdan çok önemlidir. Öğüt ve ibret açısından,, îtikâdi açıdan zarûridir. “Allah, inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.”[cvii] 

 

Kassa sûresindeki bebek Mûsa kıssasında; “Firavun'un karısı: (bu bebek) benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz, dedi.[cviii] Bebek Mûsa’yı kurtarma fiiliyatından bahsedilen Firavun’un karısının, inananlar için öğüt ve ibret alma açısından gerekli olan örnek îtikâdi konumu, Cenâb-ı Hakk tarafından bir başka (Tahrim) sûre’deki âyet’le bildirilmektedir. Demek ki, Kur’ân nokta-i nazarından tarihsellik (adı, yaşı, vs.) unsurları değil inanca müteallik bilgi önemlidir. Dolayısıyla bize çok da yarar sağlamayacak gaybi konularda bilgi devşirmek için zan, tahmin, yakıştırma gibi metodlarla bilgi edinmeyi zorlamamak yâni bir nevi “gaybı taşlamamak” gerekmektedir.

 

İslâm Kaynaklarındaki Bebek Mûsa Kıssasına Dair İsrâiliyat anlatımları:

 

“Bir kâhin, Firavun’a, “İsrâiloğullar’ı arasında, falanca gecede doğacak bir çocuk sebebiyle, senin mülkün ve devletin yok olup gidecektir” demiş, o belirtilen gecede de on iki erkek çocuk doğmuş, Firavun ise onları öldürtmüştür. Müfessirlerin ekserisine göre, bu işkence, İsrâiloğullar’ı arasında uzun seneler devam etmiştir. Vehb şöyle demektedir: “Kıptîler, Hz.Mûsa(as)’yı bulabilmek için, İsrâiloğulları’ndan doksan bin kişiyi öldürdü.” İşte bundan dolayı bazı kimseler şöyle demişlerdir: “Bu, hâdisede, Firavun’un ahmak olduğuna bir delil yatmaktadır. Çünkü, kâhin eğer doğru söylüyorsa, yapılacak olan öldürmeler, olacak olan şeyin önüne geçemeyecek. Eğer yalan söylüyorsa, bu öldürmenin ne manası kalır? Bu soru, ilm-i nücûmdan elde edilen, “İlmü’l-ahkâm”ın geçersizliği hususunda da bazen ileri sürülür.”[cix] 

 

Râzi, İsrâiloğulları bebeklerinin öldürülmesi sebebi olarak, kâhin endeksli bir rivâyette bulunmaktadır. Bu rivâyetin içinde de Hz.Mûsa’nın doğduğu gece “on iki erkek çocuk doğmuş” ve “İsrâiloğulları’ndan doksan bin kişiyi öldürdü.” Gibi somut rakamlar bildirilmektedir.

 

Bu hususta M. Abduh; “Müfessirler tarafından zikredilen, kâhinlerin Firavun’a bir çocuğun iktidarını elinden alacağı yönündeki rivâyet hem tarihî verilere hem de Yahudi kitaplarına aykırı olarak görülmüştür.”[cx] Tespitinde bulunmaktadır. Bütün bunlar İsrâiliyat olarak adlandırılabilecek zanna, muhayyileye dayanan ve tamamen mesnedsiz “gaybı taşlama” türü hikâyelerdir.  Kur’ân kıssasında mücmel beyân edilen bilgilerin detaylandırılması için yöntemsiz iyi niyetli olan çabalardır ancak bu tür çabalar zamanla kıssaların anlatmak istedikleri öğüt ibretten ziyade “magazinsel” diyebileceğimiz gereksiz uğraşlarla oyalanılmasına yol açmıştır.

 

Yine “Süddî’ye göre Firavun, rüyasında, Beyt-i Makdis yönünden, bir ateşin geldiğini; Mısır diyarını da içine aldığını, derken İsrâiloğulları’nı değil de Kıptileri yakıp kül ettiğini görmüş... Böylece de rüyasını tâbircilere sormuş, onlar da İsrâiloğulları’nın geldiği yerden ve onların içinden, Mısır’ın helakine sebep olacak olan bir adamın çıkacağını söylemişler... Bunun üzerine de Firavun, İsrâiloğulları’nın erkeklerinin öldürülmesini emretmiştir.”[cxi]  Şeklinde verilen rivâyette de Hz.Yûsuf döneminden alınan ilhamla olsa gerek, Rüya-tâbir kavramları üzerinden muhayyel ve mesnedsiz yorumlar yapılarak, bebek katliamına mantıklı bir sebeb bulunmaya/gösterilmeye gayret edildiğini gözlemlemekteyiz.

 

“İbn-i Kesir ise Firavun’un bu davranışının sebebini şöyle izah etmektedir: Hz. İbrâhim, hanımı Sâre ile birlikte Mısır’a gittiğinde, o dönemin zorba idareci­si, Hz. Sâre’yi câriye edinmek istemiş fakat Allah teâla, Sâre’yi o zorbanın tasal­lutundan korumuştur. Bunun üzerine Hz. İbrâhim, oğluna, kendi soyundan bir kişinin geleceğini ve onun vasıtasıyla Mısır’ın helak olacağını söylemiştir. Fira­vun’un ırkından olan Kiptîler, İsrâiloğulları’ndan bu haberi öğrenip Firavun’a an­latmışlar o da buna karşı tedbir olarak İsrâiloğulları’nın doğan erkek çocukları­nın öldürülmesini emretmiştir. Fakat bu tedbirler kaderi önleyememiştir.”[cxii]  İbn-i Kesir’in rivâyeti ise tamamen gaybi bir anlatım olarak karşımızdadır. Mesnedi asla olamaz, bebek katliamı olayına muhayyel bir yakıştırma sebep olmaktan öte gitmeyecek bir rivâyet olarak örnek göstermek istedik.

 

“Es-Süddî ve İbn Cüreyc dediler ki: O; “Hem de ona iyilikte bulunacak bir aile göstereyim mi” deyince, ona: Sen bu çocuğun ailesini biliyor olmalısın, haydi onları bize göster, dediler. O, ben: Onlar hükümdara iyilikte buluna­caklar demek istemiştim dedi ve onlara Mûsa’nın annesini gösterdi. Onların emriyle Mûsa’nın annesine gidip onu yanlarına getirdi. Firavun ise şefkatin­den dolayı bebeği eline almış, ağlamamasını sağlamaya çalışıyordu. Ancak Mûsa ağlayıp süt emmek istiyordu. Annesi gelince, bebeği ona verdi. Çocuk annesinin kokusunu alınca, memesini kabul etti. İbn Zeyd dedi ki: Kız kardeşi bu sözleri söyleyince, ondan şüphelendiler. Bu sefer o: Onlar hükümdara iyilik yapmak isteyen kimselerdir, dedi. Yine denildiğine göre kız kardeşi: “Sizin için ona bakacak, hem de... bir aile göstereyim mi?” deyince -ki bu arada memesini kabul edecek bir süt anne aramayı ısrarla sürdürüyorlardı- Bu kim olabilir? diye sordular. Benim annem, dedi. Peki sütü var mı? diye sordular. Evet Hârun’un sütü var dedi. -Ki Harun çocukların öldürülmediği yıl dünyaya gelmişti- Bu sefer Allah’a ye­min olsun ki bu doğru söylüyor, dediler. “Hem de ona iyilikte bulunacak bir aile” yani bu aile hem şefkatlidir hem de iyilik sahibidir. Rivâyete göre Mûsa, annesinin memesini kabul edince, annesine: Bu na­sıl oldu da senden başka hiç kimsenin memesini kabul etmezken senin me­meni kabul etti? diye sordular. Şöyle dedi; ben kokusu hoş ve sütü güzel bir kadınım. Bana ne kadar çocuk getirildiyse, hemen hemen benden süt almış­tır, diye cevap verdi. Ebu İmran el-Cevnî dedi ki: Firavun, Mûsa’nın annesine her gün bir dinar veriyordu. ‘Ez-Zemahşerî dedi ki: Çocuğuna süt emzirdiği için ücret alması onun için nasıl helal oldu, diye sorarsan, derim ki; O bunu süt emzirme ücreti olarak almıyordu. Bunu mubah kabul ederek harbî olan bir kimsenin malıdır diye alıyordu.”[cxiii] 

 

Kurtûbî’nin, Tabiîn’den Es Süddi ve İbn Cüreyc kaynaklı, gaybi haberler içinde, yine gaybi haberlerin aktarıldığı bu rivâyetinde; Hârun(as)’ın doğduğu yıl katliam olmadığı gaybi haberi bildirilir. Yani bir yıl erkek bebek katliamı diğer yıl yok anlamındadır. Harûn’un doğduğu yıl katliam yoksa ertesi yıl katliam olmuştur. Ondan sonraki yıl yâni Mûsa’nın doğduğu yıl katliam olmaması gerekir. Çünkü Tevrât’a göre Harûn(as) ile Mûsa(as) arasında üç yaş farkı vardır. “Firavun’la konuştuklarında Mûsa seksen, Hârun seksen üç yaşındaydı.”[cxiv]. Binaenaleyh sadece bu tenakuz bile rivâyetlerin ne kadar mesnedsiz, tahmini, indî olduğunu ispatlamaktadır.

 

Sa’lebî ise Tevrat’tan aldığı anlaşılan rivâyeti tersyüz ederek aktarmaktadır. “Firavun, İsrâîloğulları’ndan doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretmiştir. Bu işi yapmak üzere ülkesindeki tüm ebeleri toplamış, onlara İsrâîloğulları’nda doğacak tüm çocukları öldürmelerini emretmiştir. Ebeler de aldıkları emir gereği bunu yerine getirmişlerdir.”[cxv] Oysa Tevrât’ta tam aksi bildirilmektedir. “Mısır Kralı, Şifra ve Pua adındaki İbrâni ebelere şöyle dedi: “İbrâni kadınlarını doğum sandalyesinde doğurturken iyi bakın; çocuk erkekse öldürün, kızsa dokunmayın.” Ama ebeler Tanrı’dan korkan kimselerdi, Mısır Kralı’nın buyruğuna uymayarak erkek çocukları sağ bıraktılar.”[cxvi]

 

“Mûsa peygamberin doğumu hakkında râvî’yi belirtmeksizin şu rivâyeti aktarmıştır: “İsrâîloğulları’ndan doğum yapacak hamile olanlarla görevli ebelerden birinin, doğumu yaklaşan Mûsa’nın annesine karşı içten bir sevgisi vardı. Hz.Mûsa’nın annesinin doğumu yaklaşıp doğum sancıları artmaya başlayınca ebeye yönelerek şöyle seslendi: ‘Haydi! Senin bana duymuş olduğun sevginin bugün faydası olsun’. Ebe de bu sözlerden sonra ona doğumu yaptırdı. Mûsa, dünyaya gelince güzünün önündeki ‘nur’, ebeyi dehşete düşürdü ve iliklerine kadar titredi. Ona duyduğu sevgi kalbine işledi ve sonra ona şunları söyledi: ‘Ben aslında senin yanına, çocuğunu öldürmek ve bunu da Firavun’a haber vermek için gelmiştim. Ancak senin doğurmuş olduğun bu çocuğa karşı duyduğum sevginin benzerini daha önceden kimseye duymadım. Bu yüzden onu çok iyi koru!’ dedi ve çıkıp gitti. Ebeyi daha önceden takip eden Firavun’un casusları, ebenin ayrılmasıyla doğum yapılan eve girmek üzereyken Hz.Mûsa’nın annesi hemen onu bir beze sarıp, alevler içinde olan bir tandıra bıraktı. Korkudan dolayı aklı başından gittiği için ne yaptığını bilemiyordu. Casuslar içeri girdikten sonra yanan tandırı fark ettiler. Bu arada Hz.Mûsa’nın annesinde herhangi bir değişiklik ve yanında da süt olmadığını anlayan casuslar, ebe kadının buraya neden geldiğini sordular. Hz.Mûsa’nın annesi: ‘Beni ziyarete gelmişti’ deyince, casuslar çıkıp gittiler. Casuslar doğum yapılan evden ayrıldıktan sonra Mûsa’nın annesi, kızına dönüp: ‘Çocuk nerde?’ diye sordu. ‘Bilmiyorum!’ deyince, yanan tandırdan aniden çocuğun ağlama sesi gelmeye başladı. Yüce Allah ateşi onun için serin ve selametli kılmıştı. Böylece yanmakta olan tandırdan çocuğu çıkartıp aldılar. Bir süre geçtikten sonra çocuğun annesine Firavun’un onu öldürme korkusu hâkim olmaya başladı. Derken Allah, Mûsa’nın annesinin kalbine şöyle bir ilham verdi: ‘Bir sandık al, çocuğu içine koy ve Nil’e bırak.’ Annesi de hemen Mısır halkından olan bir marangozdan küçük bir sandık satın almak isteyince, marangoz, Mûsa’nın annesine, ‘Bu sandıkla ne taşıyacaksın?’ diye sordu. Annesi, ‘Benim bir oğlum oldu, onu gizlemem gerecek’ deyip, yalan söylemekten kaçındı. Marangoz ‘niçin?’ diye sordu. Çocuğun annesi, ‘Firavun’un tuzağından korkuyorum.” dedi. Annesi, sandığı alarak oradan ayrıldı. Marangoz, daha sonra Mûsa’nın annesinin yaptırdığı işi görevlilere haber vermeye gitti. Marangoz görevlilere olayı açıklayacağı esnada Allah marangozun dilini tuttu ve konuşamadı. Eliyle işaret etmeye çalıştı ama görevlilerce ne demek istediği anlaşılamayınca görevli askerler marangozu dövdüler. Daha sonra Allah oradan ayrılan marangozun konuşmasına izin verdi. Aynı davranışı iki defa tekrarlayıp daha sonradan tekrar konuşmaya başlayan marangoz, Allah’a secde ederek bunun Hak tarafından olduğunu anladı. Bu esnada Mûsa’nın annesi çocuğu sandığa koyduktan sonra denize bıraktı. O zamanlar Firavun’un erkek çocuğu yoktu, sadece bir kızı vardı. O kız insanların en iyisiydi. Her gün Firavun’un huzuruna çıkıp üç isteğini söylüyordu. Aynı zamanda da Firavun’un bu kızında cilt hastalığı vardı. Bir gün Firavun Mısır’daki bütün doktorları toplayıp kızını iyileştirmelerini istedi. Doktorlar Firavun’a, ‘Güneşin doğduğu bir vakitte denizin karşı tarafından bir insandan tükürük alıp onu sürerek o hastalıktan kurtulabileceğini’ söylediler. Pazartesi olunca Firavun yanında hanımı Âsiye ile sabah erken saatlerde denizin kenarına vardı. Orada dalgaların arasında hareketli bir nesneyi görür görmez Firavun, adamlarına onu getirmelerini emretti. Firavun’un adamlarının getirdikleri kapalı bir sandukaydı. Sandukayı Firavun önüne koyduklarında, o ne açılabildi ne de kırılabildi. Âsiye, sanduka getirilince içine bakmaya çalışarak, sandukada önceden görmediği bir nur fark etti. Onun kapağını açar açmaz beşikte küçük bir bebeğin olduğunu gördüler. İki gözünün arasında bir nur vardı. Allah onu bu sürede sütle rızıklandırmıştı. Bu arada Allah, Âsiye’nin ve Firavun’un kalbine bir sevgi bıraktı. Firavun çocuğu tabuttan çıkarıp kızına, onun tükürüğünden sürünce kızının cilt hastalığı hemen geçti. Bunun üzerine çocuğu öptüler ve bağırlarına bastılar. Firavun’un adamları; ‘Ey Kral! İşte İsrâîloğulları’nın sakınması gerektiği çocuk bu çocuktur’ dediler. Bunun üzerine Firavun onu öldürmek istedi. Onu öldürmeye çalıştığı esnada Firavun’un hanımı ona dönerek; ‘Onu öldürme! Bu benim ve senin için bir gözbebeğidir’ dedi. Bunun üzerine Firavun, ‘Benim için böyle bir şey söz konusu değildir’ diye, cevap verdi. Daha sonra Âsiye çocuğa “Mûsa” adını verdi, ‘çünkü biz onu suda bulduk’ dedi. Zira ‘mu,’ su; ‘şa’ ise ağaç demektir.”[cxvii]

 

Sa’lebî’den verdiğimiz bu rivâyet için her haliyle uydurma demekten üzüntü duyuyoruz. Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân’ı Kerîm’de bildirdiği resûl kıssalarına dair gayb kavramına giren âyet’lere tamamen muhalif bir rivâyettir.

Kasas sûre’sindeki Mûsa kıssaları bitimindeki “Mûsa’ya emrimizi vahyettiğimiz sırada, sen batı yönünde bulunmuyordun ve (o hadiseyi) görenlerden de değildin.”[cxviii] Âyetinde Hz. Muhammed’e gayb ile ilgili bildirileneler haricinde somut bir bilgisi olmadığı bildirilirken; Bebek Mûsa’nın suya terkediliş ve bulunuşu ile alakalı en ince ayrıntıların Sa’lebî tarafından nasıl ve nereden öğrenildiğini sormak gerekmiyor mu? Mesnetsizliğin zirve yaptığı bu muhayyel rivâyeti baz alıp sanki sahih bir bilgi naklediyormuşçasına mükerreren okurlarına aktaran diğer müfessirlere ne demeli? Kur’ân kıssalarının yorumlanmasındaki yöntemsizliğin böylesine pes demek lazım!

 

                Son olarak Bebek Mûsa’nın sudan kurtarılışı ile alakalı bir İsrâiliyat hikâyesi nakledelim: “Rivayete göre; Firavun ailesi, Mûsâ’nın konulduğu sandığı bulduklarında onu açmak istemiş fakat açamamışlar. Bu sefer sandığı kırmak istemişler, bunu da başaramamışlar. Firavun’un eşi Âsiye sandığa yaklaşmış ve içinde bir nur görmüş. Müdahale ederek sandığı açıvermiş. Bir de ne görsünler, sandıktaki, alnında nur parlayan ve süt diye baş parmağını emen bir bebek değil mi! Bebeği sevmişler… Firavun’un alaca tenlilik hastalığına yakalanmış bir kızı varmış. Hekimler kızın iyileşmesinin Nil nehrinden olacağını, Nil’de bulunan insana benzer bir yaratığın tükürüğünün bu kızın hastalığına deva olacağını söylemişler imiş. Firavun’un kızı bebeğin tükürüğünü tenindeki lekeli ve alaca olan yerlere sürünce iyileşivermiş. Hasta kızın bebeğin yüzüne baktığı ve böylece iyileştiği ve “Bu ne mübarek bir insandır.” Dediği de söylenmiştir. Bu durum bebeği esirgeyip ona şefkat göstermelerinin sebeplerinden biriymiş. Firavun’un kavminden bazı azgınlar, “Bu bebek bizim hep kendisinden endişe edip sakındığımız kişidir, izin ver de onu öldürelim!..” demişler. Firavun buna yeltenince Âsiye “Benim için de senin için de göz aydınlığı.” demiş; Firavun ise “Senin için göz aydınlığı, benim için değil!” diye tepki göstermiş. Bir hadis-i şerifte şöyle rivayet edilmiştir; “Şayet Firavun ‘Senin için olduğu gibi benim için de göz aydınlığıdır.’ deseydi Allah Teâlâ Âsiye’ye hidayet ettiği gibi Firavun’a da hidayet ederdi.” Bu farazî bir durumdur; yani Âsiye gibi Firavun’un da inkâr ve küfür üzere kalbi mühürlenmemiş olsaydı, elbette o da Âsiye’nin dediği gibi der, Âsiye Müslüman olduğu gibi o da Müslüman olurdu. Şayet hadis sahih ise yorumu budur. Hadisin sıhhatini Allah bilir. Yine rivayete göre; Âsiye, Firavun’a “Belki de bu çocuk İsrâiloğulları’ndan değil, diğer milletlerdendir.” demiş.”[cxix]

 

Zemahşerî’nin aktardığı bu muhayyel nitelikli rivâyette tam bir “gaybı taşlama” türü mitolojik hikâye anlatılmaktadır. Hikâye’de, bebek Mûsa’yı bulan olarak; Kur’ân’ın kıssasındaki anlatıma uygun olarak Firavun’un karısı Âsiye; Tevrât’ın kıssasındaki anlatıma uygun olarak da Firavun’un isimsiz kızı mevcuttur. Bebek Mûsa’nın, nur’undan, tedavi edici “tükürüğü”ne kadar her detay hikâye’ye sokulmuştur. Firavun’un imâni durumu da işin içine sokularak, her şeye cevap olacak nitelikte bir rivâyet oluşturulduğunu gözlemlemekteyiz. Her soru ve tefsirlik soruna deva nitelikte tam bir uydurma veya yakıştırma mitolojik ve ibretlik hikâye…

 

Sonuç:

 

·          “İman eden bir kavim için (faydalı olmak üzere) Mûsa ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana gerçek şekliyle nakledeceğiz.”  Âyeti mucibince “bebek Mûsa kıssaları” gerçek yâni vakiî yâni yaşanmış bir olayı aktarır.

 

·          Her şeyi takdir eden Allah; gerçeğini halk’etmek varken; modernist görüşün iddia ettiği gibi bunu bebek katliamı ve Mûsâ(as)’ın sudan kurtuluşu “kurgu”suyla, aslında Mûsa’da olmayan bir “karizma” ile “karizmatikmiş” gibi göstererek mi yapıyor? Hz.Mûsa sonrası bu kıssanın vahiy yoluyla aktarıldığı muhatap toplumlara anlatmak için adeta “kurgu” ile “muhayyel/yalan” bir hikâye uydurarak! Mûsa’yı karizmatik göstermenin ne gibi yararı olacaktır. Allah, bebek Mûsa kıssası ile “her şeye kâdir olamayan” bir Allah mesajı mı veriyor?  Yoksa sudan kurtardığı Mûsa aracılığıyla zalim ve katliamcı Firavun’u, alçaltıp, onu böylece cezalandıran; tuzağına karşı ona tuzak kuran  “her şeye kâdir” Allah, mesajı mı veriyor?

 

·          Bebek Mûsa kıssası bölümü olmasa bile Kur’ân’daki diğer Mûsa kıssaları bölümlerinde anlatılan; Mûsa(as) resûllükle görevlendirilmesi, Firavun’a karşı tevhîdi tebligat ile direnişi, İsrâiloğulları’nı Firavun’un zulümlerinden kurtararak, va’dedilen topraklara doğru yola çıkarması, Allah ile mükâlemelerde bulunması, mucizelerle desteklenmiş bir önder konumu ile zaten “karizmatik” bir kişilik olarak yaşamı var veya aktarılırken; modernistlerin iddia ettiği gibi nehre atılıp oradan da kurtarılan hayali/kurgu/yalan “karizmatik” bir kahraman figürüne ne gerek vardır? Dolayısıyla bebek Mûsa kıssası, gerçek/vakiî/yaşanmış bir olay olarak kıssa edilmiştir. Olay, tamamen yaşanmış tarihsel bir vakıayı aktarmaktadır.

 

·          Kur’ân’ı Kerîm’in “bebek Mûsa kıssaları” olarak adlandırdığımız Kasas ve Taha Sûre’lerindeki kıssaların amacı, modern çağın, tarih disiplini gibi illa da tarihsel kategorik anlamda bilgi vermek değildir.

 

·          Ancak hiçbir tarihsellik vermeden de kıssa anlatmak amacını da gütmemektedir. Kasas sûre’sinde; “…Mûsa ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını…” diye başlayan anlatımlarda mücmel de olsa tarihsel unsurlara yer verilir. Firavun tarihsel bir şahsiyettir. Mûsa hem dinî hem tarihsel bir şahsiyettir. Onların yaşadığı Mısır coğrafyası zaten bilinen yerdir. Üstelik geçmiş kitaplarda yer alan kıssalardan bahsettiği için aranan tarihsellik bu kitaplarla birlikte algılanacağı/algılandığı için detaylı bilgiler yer almaz. Dolayısıyla tarih, coğrafya, zaman, mekân, vb. ayrıntılar, günümüz tarih disiplini anlayışında olduğu gibi kâmil manada veriliyor değildir. Öğüt ve ibret almak açısından zaruri de değildir.

 

·          Kur’ân’ın bebek Mûsa kıssasının mücmelliğini aşmak için, sahih bir yöntem/metodoloji olarak, kendisinden evvel nâzil olan Tevrât’ın Tekvin kitabının, tarihsel nitelikli ve detaylı Mûsa kıssası ve özellikle bebek Mûsa bölümünün anlatımlarını örtüştürmek gerekmektedir.

 

·          Kur’ân kıssalarının geneli ve spesifik olarak konumuz olan bebek Mûsa kıssaları mücmelliğini aşmak için geleneksel ulemanın bin dört yüz elli yıllık süreçte yaptığı mesnetsiz, tahmini, yakıştırma dolayısıyla indî bazlı ve ifrat sayılacak mufassallaştırma metodolojisi; karşı tepki olarak, kıssaların günümüz ve gelecekteki modernist yorumcuların elinde başka bir tefrit aracı olan mitoloji, kurgu, senaryo vs. gibi tezyifatına uğratacaktır. Bunu önlemek için en azından, genel adlandırma ile kabaca İsrâiliyat olarak adlandırabileceğimiz bu tür indî yorumları, şerh ederek, tenakuzları, olumsuzlukları, çarpıklıkları, Kur’ân’a aykırı tarafları sık sık vurgulayarak, sürekli açıklamalar getirmek hatta elemek/ayıklamak gerekmektedir.

        

·          Kur’ân’ın anlattığı bebek Mûsa kıssalarında iki ayrı vakiî/gerçek katliam beyânı vardır. Birinci katliam, Mûsa’nın doğum dönemindeki İsrâiloğulları erkek bebekleri katliamı. Bu katliamın sebebi İsrâiloğulları nüfusunun, Mısır ülkesi topraklarındaki yoğunluğunun artarak, Mısır ülkesi yönetimini siyasi, askeri yönden acziyete düşüreceği korkusudur. İkinci katliam ise Resûl Mûsa dönemindeki, Mûsa(as)’ın tebligatının Mısır yönetimine siyasi, askeri ve dini yönden verdiği tehditler dolayısıyla ve tamamen Hz.Mûsa’dan öç alma ve Hz.Mûsa ve İsrâiloğulları’nı korkutma ve sindirme amaçlıdır. İkinci katliamda hem Resûl Mûsa’nın hem de İsrâiloğulları erkek bebeklerinin katledilme kararı vardır.

 

·          Kur’ân’ın detaylı bilgi vermediği katliamlar hususunu, Tevrât’ın tarihsel verileri ile örtüştürdüğümüzde zaten çok uzun süreli tek katliam değil iki ayrı Firavun dönemine tekabül eden iki ayrı katliam karar ve katliam uygulaması olduğunu çıkarsamaktayız. Mümin sûre’sindeki kıssanın, katliam emri âyetinde, Firavun önce; “…Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınları sağ bırakın...” emri vermektedir. Şimdi soralım, şayet İsrâiloğulları erkek bebeklerinin katliamı, Mûsa’nın doğum zamanından beri devam edegeliyorsa, neden tekrar katliam emri verilir? Firavun sadece; “…Bırakın beni, dedi. Mûsa’yı öldüreyim; (Kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.[cxx] Der olay böyle neticelenirdi. Dolayısıyla bitmeyen bir katliamın yeniden devreye alınması diye bir şey olamaz, olsa olsa devam eden erkek bebek katliamına ilave Mûsa’yı da öldürün emri verilirdi, kanaatindeyiz.

 

·          Bebek Mûsa kıssaları dönemi ile resûl Mûsa kıssalarının dönemlerindeki Mısır’ı yöneten Firavunlar aynı değildir. Buna rağmen müşrik Mısır rejiminin İsrâiloğulları üzerindeki baskı ve zulümleri dolayısıyla erkek bebek katliamları stratejileri değişmemiştir.

 

·          Kur’ân’ın, bebek Mûsa kıssalarının anlatılma gayesi veya ana teması, Allah’a karşı tuzak kuranların, Allah’ın tuzağına uğrayacaklarının öğüt ve ibret mesajıdır.  “Hatırla ki, kâfirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni (yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en iyisidir.” [cxxi]

“(Yahudiler) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır.”[cxxii]

“Hilelerinin cezası Allah katında (malum) iken, onlar, tuzaklarını kurmuşlardı. Halbuki onların hileleriyle dağlar yerinden gidecek değildi!”[cxxiii]

“Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de kendileri farkında olmadan, onların planlarını altüst ettik.”[cxxiv]

 

·          Özellikle Kasas sûresi’nde anlatılan uzun versiyonlu bebek Mûsa kıssası; resûllükle görevlendirilen Hz.Mûsa ve zayıf düşürülen İsrâiloğulları kavminin; Firavun’un azgınlık ve taşkınlığıyla beraber onun güç gösterisi ve şirk eyleminde, Allah’ın, Firavun’un eliyle onun sarayında Mûsa’yı yetiştirterek; yaptığı zulümler ve şirk’e karşılık olarak onu cezalandırması ibretlik bir mesaj olarak aktarılmaktadır. 

 

·          Cenâb-ı Hakk, müstazafları koruyacaktır. “...güçsüz düşürülenlere (İsrâiloğulları) lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.” 

 

·          Allah zalimleri eninde sonunda cezalandırır. Allah El-Müntekim’dir. Ancak aceleci değildir. Allah Es-Sabur’dur, El- Halim’dir.

 

·          Allah Mûsa(as)’ın annesinin nezdinde zulme uğrayan kadınların psikolojik durumunu tasvir ederek onların düştükleri acziyet üzerinden zalimlerin zalimliklerini resmeder.

 

·          Cenâb-ı Hakk, tıpkı Yûsuf resûl’ün hayatında olduğu gibi Mûsa resûl’ün hayatına da müdahalelerde/takdirlerde bulunur. Bu tüm kullarında da geçerlidir. Ancak kullar bunu bilemez. Bebek Mûsa kıssasının çerçevesinde bebek Mûsa’nın yaşamına Allah’ın müdahalelerini, âyetler nezdinde şöyle algılayabiliriz:

“Mûsa’nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye bildirdik.”

       “Eğer biz, (vâdimize) inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana   

       çıkaracaktı.”

      “Biz daha önceden onun süt analarını kabulüne (emmesine) müsaade etmedik.”

      “Böylelikle biz onu, anasına, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah’ın vâdinin gerçek olduğunu bilsin diye

      geri verdik.”     

 

·          Sizin şer gördüğünüzde hayır, hayır gördüğünüzde şer vardır. “Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için şer olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (2bakara216)

 

·          Modernist akımın; Allah’ın öğüt ve ibret olmak üzere mesaj vermek için yaşanmış bir olaya mitolojik olan veya olmayan birtakım kurgularda bulunduğu iddiasına karşılık şunu örneklendirebiliriz. Cenâb-ı Hakk, binlerce yıl önce her anına hâkim olduğu olaylar zincirinde nasıl ki Mûsa’nın annesine, bebek Mûsa’nın kendisine, İsrâiloğullarına, onların lehine; Firavun, mele’si, ordusu ve ona tâbi olanlara aleyhte takdirlerde bulunarak Mûsa kıssasını Halk’etmişse, Bebek Mûsa ve diğer verilen örneklerde olduğu gibi çeşitli kurgulara, modifikasyonlara ihtiyaç duymadan yaşanmış olaylar Halk’edebilir ve öğüt-ibret dolu mesajları kullarına bildirebilir. Bebek Mûsa kısası ve Hz.Yûsuf kıssası bunlara en iyi örnektir kanaatindeyiz.

 

·          Kur’ân’da mücmel, Tevrât’ta genel veya lokal olarak belirtilen coğrafyaların tam mahiyetlerini bilmek veya disipline etmek istersek; tefsir veya tefsir usulü harici veya bağlı “Kıssa ana bilim dalı” kurarak; yine buna bağlı “Kıssa Arkeolojisi”, “Kıssa Coğrafyası” gibi bir yan dallar oluşturarak yapacağımız bilimsel nitelikli araştırmalarla bunu yapabiliriz. Nitekim en az ikiyüz yıldır, Ehl-i Kitap müntesipleri ilim adamlarının çok çeşitli modern bilim dallarında “Kutsal kitap araştırmaları” adı altında fiili ve olay mekânlarında tarihsel nitelikli çalışmalar yaptığını biliyoruz. Yöntem bu olduğu takdirde yine üzerinde duracağımız, “…bebek Mûsa’nın suya terkediliş izleği, Ortadoğu mitolojilerden kurgulanmış bir hikâyedir…” tez’lerini, masa başlarındaki rahat çalışma ortamlarında ortaya atanlara karşı somut verilerle de karşı koyabiliriz. Aksi durum, önüne gelenin mesnedsiz, indî modernist iddialarla ortalığı fikrî kaos, demogoji veya polemik alanına çevirmesini seyretmek zorunda kalmaya devam edeceğiz demektir.




CENGİZ DUMAN
ARAŞTIRMACI-YAZAR













DİPNOTLAR:


[i] Kur’ân/12Yûsuf/111.

[ii] Kur’ân/5Mâide/15.

[iii] Kur’ân/25Furkan/32.

[v] “Başta İbn Abbas ve Katâde olmak üzere Ülü’l Azm peygamberlerin sayısının beş olduğu kabul edenler Ahzab sûre’sinin şu meal’deki âyet’ini esas almaktadırlar; “Hani biz peygamberlerden söz almıştık; senden, Nuh’dan, İbrâhim’den, Mûsa’dan ve Meryem oğlu Îsa’dan da. Biz onlardan sağlam bir söz aldık.”  Kur’ân/33Ahzab/7”; Salih Karacabey, Ülü’l Azm Peygamberler ve Ortak Yönleri, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, s.300, sayı7, c.7, yıl-1998.

[vi] Kur’ân/28Kasas/3.

[viii] Mustafa Öztürk, Kur’ân Dili, s.171.

[ix] Mustafa Öztürk, Age, s.25.

[x] Hikmet Zeyveli, I. Tebliğ, Bilgi Vakfı 2. Kur’ân Sempozyumu, s. 103.

[xi] Mustafa Öztürk, Age, s.28; Bknz, s. 36.

[xii] Kur’ân/26Şuâra/18.

[xiii] Kur’ân/35Fâtır/31.

[xiv] Kur’ân/87Â’la/18-19.

[xv] Kur’ân/17İsra/101.

[xvi] Kur’ân/3Âli İmrân/37.

[xvii] Öztürk, Age, s.33.

[xviii] “Kur’ân’daki her kelimeden onlarca tartışma konusu üretme becerisiyle tanınan Fahreddin er-Razî” Öztürk, Age, s.39.

[xix] Öztürk, Age, s.32-33.

[xx] Öztürk, Age, s.33.

[xxi] Kur’ân/28Kasas/7.

[xxii] Kur’ân/20Tâha/38.

[xxiii] Kur’ân/28Kasas/10.

[xxiv] Kur’ân/28Kasas/11.

[xxv] Kur’ân/28Kasas/13.

[xxvi] Tevrât, Çıkış26,59.

[xxviii] Tevrât, Çıkış7,7.

[xxix] Tevrât, Çıkış15,20.

[xxx] El-Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, IX, 218: senedi münkatı ve ravileri arasında zayıf kişi bulunduğu kaydıyla

[xxxi] Kurtûbî, Age, c.13, s.263-269.

[xxxii] Kur’ân/5Mâide/48.

[xxxiii] Tevrât, Çıkış2,3.

[xxxvi] İbn Kesîr, El Bidaye Ve’n-Nihaye, c.1, s.354.

[xxxvii] Kurtûbî, Age, c.2, s.76; “Beyzâvı’nin beyânı veçhile Fir’avn Kıpt kavminden Mısır pa­dişahlarının lâkabıdır. Acem Meliklerine Kisra, Rum Meliklerine Kayser, Habeş Meliklerine Necaşi ve Yemen Meliklerine Tubba denildiği gibi Mısır Meliklerine de Fir’avn denilirdi. Hz. Mûsa za­manındaki Fir’avn’ın ismi “Meneftah”dır. Hz. Yûsuf zamanındaki Fir’avn’ın ismi “Reyyan”dır. Reyyan’ın Heksoslardan olma ihti­mali vardır.” Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, c.1-2, s.121.

[xxxviii] TDV. Age, Ö. Harman, Firavun Md., c.13, s.191.

[xxxix] TDV. Age, Ö. Harman, Firavun Md., c.13, s.191.

[xl] Kur’ân/12Yûsuf/43.

[xli] Kur’ân/12Yûsuf/50.

[xlii] Kur’ân/12Yûsuf/41.

[xliii] Mevdûdî, Tefhim’ul Kur’ân, c.2, s.69.

[xliv] I. Seti: “Hz. Mûsa dünya’ya geldiğinde Mısır tahtında olan ve bebek katliamını başlatan, Mûsa(as)’ı sarayında büyüten II. Ramsesin babasıdır.” TDV. İslâm Ansiklopedisi, Ömer Faruk Harman, Mûsa Md, c.31, s.209.

[xlv] TDV. İslâm Ansiklopedisi, Ö.Harman, Firavun Md, c.13, s.119.

[xlvi] TDV. Age, Ö.Harman, Mûsa Md, c.31, s.208.

[xlvii] Kur’ân/28Kasas/4.

[xlviii] Kur’ân/28Kasas/6.

[xlix] Tevrât, Çıkış1, 10.

[l] Kur’ân/28Kasas/5.

[li] Tevrât, Çıkış1,11-14.

[lii] Tevrât, Çıkış1,7-8.

[liii] Tevrât, Çıkış1,15-17.

[liv] Tevrât, Çıkış1,22.

[lv] Öztürk, Age, s.31-32.

[lvi] Öztürk, Age, s.28.

[lvii] Tevrât, Çıkış2,2-3.

[lviii] Resullerin İşleri,7/20-21.

[lix] Kur’ân/28Kasas/7.

[lx] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c.17, s.478.

[lxi] Kurtûbî, Age, c.15, s.257.

[lxii] Tebeu’t Tâbiîn: “Sözlük anlamı “tâbiîni izleyenler”dir; tâbiînle müslüman olarak görüşen ve müslüman olarak ölenleri daha özel anlamıyla tâbiîn neslinin âlimlerinden hadis rivâyet edenleri ifade eder.” TDV İslâm Ansiklopedisi, Arif Ulu, Tebeu’t Tâbiîn Md., c. 40, s.217.

[lxiii] İbn Cüreyc: “Tâbiîn’den olup, H. 80 (M.699) yılında doğdu. Rum asıllı olan tefsir, hadis ve fıkıh âlimidir.” TDV. Age, İsmail Cerrahoğlu, İbn Cüreyc Md., c.19, s.404.

[lxiv] Katâde: “H.60 (m.680) veya 61 yılında âmâ olarak doğdu. Bedevî bir aileye mensuptur. Tabiînden olan Katâde ilk müfessirlerdendir.” TDV. Age, Abdülhamit Birışık, Katâde Md., c.25, s.22.

[lxv] Kurtûbî, Age, c.15, s.258.

[lxvi] Öztürk, Age, s.32.

[lxvii] Tevrât, Çıkış1,9-10.

[lxviii] Öztürk, Age, s.31.

[lxix] Tevrât, Çıkış1,11-14.

[lxx] Tevrât, Tekvin47,12-6.

[lxxi] Öztürk, Age, s.72.

[lxxii] Kur’ân/40Mümin/25-26.

[lxxiii] Kur’ân/2Bakâra/49-50.

[lxxiv] Kur’ân/7Âraf/141.

[lxxv] TDV. Age, Ö.Harman, Mûsa Md, c.31, s.119.

[lxxvi] Öztürk, Age, s.31.

[lxxvii] Râzi, Age, c.19, s.281.

[lxxviii] Kurtûbî, Age, c.15, s.250.

[lxxix] Râzi, Age, c.11, s.21.

[lxxx] Kur’ân/7Âraf/141.

[lxxxi] Kur’ân/2Bakâra/49.

[lxxxii] Kur’ân/2Bakâra/50.

[lxxxiii] Râzi, Age, c.17, s.476.

[lxxxv] Tevrât, Çıkış4,19.

[lxxxvi] Kur’ân/40Mümin/25-26.

[lxxxvii] Kur’ân/26Şuâra/18.

[lxxxviii] Mevdûdî, Age, c.2, s.69; “Mûsa Medyen’de iken başta Mısır kralı olmak üzere kendisini öldürmek isteyenlerin hepsi ölmüştür. Saltanatın değişmesi muhtemelen yönetimde de değişikliklere sebep olmuş ve Mûsa’nın beraber yetiştiği kişilerden biri II. Ramses’in tahta geçişinden sonra önemli bir mevkiye gelmiş, böylece Mûsa’nın Mısır’a dönüp yönetimle görüşme şartları oluşmuştur.” TDV. Age, Ömer Faruk Harman, Mûsa Md, c.31, s.208.

[xc] Kur’ân/20Tâha/36-37.

[xcii] Kur’ân/28Kasas/7-13.

[xciii] Tevrât, Çıkış2,3-10.

[xciv] TDV. Age, Ömer Faruk Harman, Mûsa Md, c.31, s.208.

[xcv] İbrâni: Hz. İbrâhim ve ondan sonra gelen Yâkub(as)’un çocuklarına ve ondan sonraki soyuna verilen isim. “Oradan kaçıp kurtulan biri gelip İbrâni Avram'a (İbrâhim) durumu bildirdi.” (Tekvin14/13); “Yûsuf'a ayrı, kardeşlerine ayrı, Yûsuf'la yemek yiyen Mısırlılar'a ayrı hizmet edildi. Çünkü Mısırlılar İbrâniler'le birlikte yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı.” (Tekvin43/32)

[xcvi] Bahr: “Sözlüklerde; “bahr”ın, ister tatlı ister tuzlu olsun “bol su” anlamını kapsadığı belirtilmektedir. Cahiliyye Arap’larının, ister deniz ister akarsu olsun her türlü büyük su kütlesini “bahr” olarak ifade ettikleri beyân edilmektedir. Ayrıca “bahr”ın kesintiye uğramadan, toprağı yararak akan büyük tatlı suları da kapsadığını; bu yüzden geniş adımlı, rüzgârı yararak giden atlara da “bahr” dendiği belirtilir.” İbn-i Manzur, Lisanu’l-Arab, “Bahr” maddesi, c.1, s.232-326, Beyrut, 1997; Ragıp el-İsfahanî, Müfredat, c.1, s.112; Diyanet İslam Ansiklopedisi, Bahir maddesi, c.4, s.484.

[xcvii] Goşen: Fıravun, Yâkub ve oğullarının Goşen ilinde oturmalarına izin verdi. Mısır’ın bu ilinin ayrıca Ramses civarı olarak tanındığını okuruz (Tekvin 47:6,11). Nil ırmağının deltasının kuzey doğusundaydı. Hayvancılık için elverişli bir bölgeydi (Tekvin 46:34). İsrâil oğulları Musa’yla Mısır’dan çıkıncaya kadar orada kaldılar.

incilbg.com/bilgi/yeradlari_lat.html

[xcviii] Tevrât, Tekvin46,26-34;47,1-11.

[xcix] “İsrâilliler Mısır'da dört yüz otuz yıl yaşadı. Dört yüz otuz yılın sonuncu günü Rab'bin halkı ordular halinde Mısır'ı terk etti.” Tevrât, Çıkış12,40-41.

[ci] Kurtûbî, Age, c.11, s.339.

[cii] Râzi, Age, c.15, s.504.

[ciii] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, c.4, s.412.

[civ] Râzi, Age, c.15, s.504.

[cvi] TDV. Age, Ö.Harman, Âsiye Md, c.3, s.487.

[cvii] Kur’ân/66Tahrim/11.

[cviii] Kur’ân/28Kasas/9.

[cx] Reşid Rıza, Tefsir’ül Menâr, c.1, s.200.

[cxi] Râzi, Age, c.17, s.476.

[cxii] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, c.6, s.306.

[cxiii] Kurtûbî, Age, c.13, s.267-268.

[cxiv] Tevrât, Çıkış7,7.

[cxvi] Tevrât, Çıkış1,15-17.

[cxvii] Sa’lebî, Age, c.4, 521-523; Cemalettin Oruç, Age, s.30-32.

[cxviii] Kur’ân/28Kasas/44.

[cxix] Zemahşerî, El-Keşşâf/Keşşâf Tefsiri, c.5, s.16.

[cxx] Kur’ân/40Mümin/25-26.

[cxxi] Kur’ân/8Enam/30.

[cxxii] Kur’ân/3Âli İmran/54.

[cxxiii] Kur’ân/14İbrâhim/46.

[cxxiv] Kur’ân/27Neml/50.


     CENGİZ DUMAN

        ARAŞTIRMACI -
                  YAZAR


B
İRİNCİ BASKISI, 2011, İKİNCİ BASKISI
 
2015 YILINDA EKİN YAYINLARI TARAFINDAN
YAYINLANAN, KUR’ÂNKISSALARININ TARİHSELLİĞİ;
2013 YILINDA PINAR 
YAYINLARI TARAFINDAN YAYINLANAN,
KUR’ÂN 
PERSPEKTİFİNDEN ÜÇ KRAL İKİ PEYGAMBER;
2015 YILINDA SÜLEYMANİYE VAKFI YAYINLARI
TARAFINDAN YAYINLANAN,   KUR’ÂN PERSPEKTİFİNDEN
 ZÜLKARNEYN VE YE’CÛC ME’CÛC, İSİMLİ ÜÇ KİTABIN
YANISIRA; İNTERNET ORTAMI ÜZERİNDEN YAYINLANAN
 “DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL” VE
 “MECUSİLİK/ZERDÜŞTLÜK DİNİ” İSİMLİ İKİ E-KİTAB’LARIN
YAZARIDIR. KUR’ÂN-I KERÎM KONULARI, KUR’ÂN KISSALARI
 VE TEVRÂT - İNCÎL KISSALARI BAĞLAMI ÜZERİNDEKİ ÇOK
 YÖNLÜ ARAŞTIRMALARI, TÜRKİYE’DEKİ ÖNDE GELEN
İSLÂMİ DERGİLER VE İNTERNET ÜZERİNDEKİ ÇEŞİTLİ
İSLÂMİ WEB SİTELERİNDE HALEN YAYINLANMAKTADIR.
AYNI ZAMANDA “WWW.KURANKİSSALARİ.COM“ VE
 “WWW.KURANKİSSALARİ.TR.GG” WEB SİTELERİ
MODERATÖRLÜĞÜNÜ SÜRDÜRMEKTEDİR.
 
* KİTAP *  




*E-KİTAP*


 
 
 
DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL

Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol