AD KAVMİ VE HZ. HUD
Kur'an-ı Kerim'de Mekki surelerde anlatılan Ad kavmi; Hz. Nuh'un milletinden sonra gelmiş bir kavimdir. Yüce Allah bu durumu Kur'an'da şöyle beyan eder. "Düşünün ki Allah, sizi, Nuh kavminden sonra halifeler yaptı ve yaratılışça size, onlardan ziyade boy ve güç verdi." (7/69)
Muhtemelen Arabistan yarımadasının güneyinde yaşamış olan Ad kavminin kıssası, cahiliye Araplarına ibret olarak anlatılır. Kendileri gibi Arap bir toplum olan Ad kavminin basma gelenler Allah tarafından hatırlatılarak aynı sona uğramamaları için Hz. Muhammed'e ve ona indirilen Kur'an'a iman etmeleri istenir.
Ad kavminin yaşadığı bölge Kur'an'da, Ahkaf olarak isimlendirilir. Ahkaf, aynı zamanda Kur'an'da müstakil bir sureye isim olarak verilmiştir. Ahkaf, Hıfk'ın çoğuludur. Kum çölü, kum tepecikleri anlamına gelir. Ahkaf adlı yörenin, Arabistan'ın güneyinde; Yemen, Umman arasındaki bir bölgede olduğu müfessirlerce kabul edilmektedir.
Arabistan'ın eski ve şöhretli bir kavmi olan Ad'ın başından geçenler, cahiliye Araplarınca efsanevi olarak biliniyordu. Kur'an'ın inişi ile beraber Hud peygamber ve Ad kavmi hakkındaki doğrular vahyedilerek, insanların bu kıssadan öğüt almaları gerektiği belirtilir. "Ad kavminin başından geçende de ibret vardır," (51/41)
Kur'an'da anlatılan Ad kavminin sosyal ve ekonomik yapısı incelendiğinde Allah'ın Ad kavmine büyük nimetler ihsan ettiği görülmektedir. Nuh kavminden sonraki en güçlü kavimdir Ad... "(Allah sizi) Nuh kavminden sonra halifeler yaptı ve yaratılışça size, onlardan ziyade boy ve güç verdi." (7/69) "Bildiğiniz şeyleri veren, size davarlar, oğullar, bağlar, pınarlar ihsan eden Allah'tan sakının." (26/132-134)
Allah'ın büyük bir nimet bahşettiği Ad kavmi, bolluk içinde yaşayan, toprak ve hayvancılığa dayanan bir tarım toplumuydu. Aynı zamanda ticaret yoluyla da zenginlemişler ve bu zenginliği tepeler üzerine binalar kurarak değerlendirmeye başlamışlardı. "Siz her tepeye bina diker, eğlenir misiniz?" "Ve ebedi kalacakmışsınız gibi, muhkem binalar mı ediniyorsunuz?" (26/128-129)
Bu muhteşem zenginliğe sahip Ad kavminin, İrem adındaki kentlerinin, numune bir kent olduğunu Allah, şöyle belirtiyor: "O direkli İrem'e Ki, o beldeler içinde, misli yaratılmamıştı." (69/7-8) Allah'ın nimeti sayesinde büyük bir medeniyetin sahibi olan Ad kavmi; kendilerine bahşedilen bu nimetin kadrini bilip, ona itaat etmediler. Aksine büyüklük taslayıp, kibirlenip böbürlenerek yaşayan bir kavim oldular.
Kendilerinden önce yaşayanlara rasul olarak gelen Nuh'un getirdiği ilahi mesaj onun ölümünden sonra terkedilmiş unutulmuştu. Dolayısıyla Ad kavmi, Allah'ı, O'nun istediği biçimde tanımıyorlardı. Putlarının emri sandıkları; aslında zenginler ve yönetenler tarafından, onların çıkarları doğrultusunda, putlar adına uydurulan bir dine -hayat tarzına- göre yaşıyorlardı. Onlarca, Allah'ın verdiği bu nimetler, Allah tarafından değil kendi zeka ve çalışmalarının, elde ettikleri teknolojilerinin ürünüydü. Zaman içinde zulüm iyice azmıştı. Edindikleri mal ve mülk onları şımartmış, yoksulu ezen, haklının yerine kuvvetli olanın egemen olduğu bir düzenin insanları olmuşlardı. "Ad kavmi yeryüzünde haksız yere büyüktük taslamış 'Bizden daha kuvvetli kim vardır.' demişti." (41/15)
İşte bu esnada, Nuh'tan hiç bir uyarıcıya muhatap olmayan Ad kavmine Hud (s) elçi olarak gönderilir. "Ad kavmine kardeşleri Hud'u gönderdik: 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilahınız yoktur, karşı gelmekten sakınmaz mısınız?' dedi." (7/65) Aralarında yaşayan, kavmin bireylerinden biri olan Hud'u, Allah "kardeşleri" olarak niteler. Bir diğer ayeti kerimede şöyle belirtilir: "Sizi uyarmak için, aranızdan bir adam vasıtasıyla, size Rabbinizden ihtar geldiğine hayret mi ediyorsunuz?" (7/65)
Böylece aralarından bir adam resul seçilmiş, Allah'ın imtihanı başlamıştı. Bu imtihan aynı zamanda kendilerinden sonra yaşayanlara hatta kıyamete kadar yaşayacak tüm insanlara öğüt ve ibret olacaktı.
Hud'un kavmi putlara tapan, yani onların emrettiğini zannettikleri bir yaşam tarzına inanan insanlardı. Aslında akılsız olan ve kendilerine bile fayda ve zarar veremeyecek bir nesne olan bu putlar aracılığıyla; kavmin "ileri gelenleri" kendiişlerine gelenleri halka putların emriymiş gibi yansıtıyorlardı. Böylece halkı çıkarları doğrultusunda yönetiyorlardı.
"İşte bu, Rablerinin ayetlerini bile bile inkâr eden, peygamberlerine kafa tutan ve her inatçı zorbanın emrine uyan Ad kavmidir." (11/59)
Ad kavminin inkârcıları Hud'a şöyle sesleniyorlardı: "Sen, bize yalnız Allah'a ibadet edelim de atalarımızın taptıkları putları bırakalım diye mi geldin?" (7/70)
Hud (a) ise onlara şöyle cevap veriyordu: "Allah'ın hiç bir delil indirmediği putlar hakkında mı benimle tartışıyorsunuz?" (7/71) "Artık Allah'tan korkun da, bana itaat edin." (26/126)
Hud'un bu uyarılarına rağmen inkârcılar ona çeşitli iftiralarda bulunurlar. "Kavminin inkârcı ileri gelenleri, 'biz senin beyinsiz olduğunu görüyor ve seni yalancılardan sanıyoruz' dediler." (6/66) "Herhalde ilahlarımızdan bazısı, seni fena çarpmış olacak." (11/54) "Bu bize getirdiğin eskilerin âdetinden başka bir şey değildir." (26/137) "Eğer Rabbimiz böyle bir şey dileseydi, Melekler indirirdi. Doğrusu seninle beraber gönderileni inkâr ederiz, demişlerdi." (41/14)
Hud'a en çok karşı koyan ve iftiralarda bulunanlar kavmin ileri gelenleriydi. Kavmin insanlarının Hud'a meyletmemeleri için ellerinden geleni esirgemiyorlardı. Kavmin insanlarının Hud'a inanmaları halinde çıkarları en çok tehlikeye düşecek olanlar "ileri gelenler"di.
Bütün karşı gelmelere rağmen Hud, Allah'ın mesajını onlara iletmeye devam ediyordu.
"Onlara, önlerinden artlarından, her yandan 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin'(41/14) diyordu. "Ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yaratana aittir. Akletmez misiniz."(11/52) "Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra ona tevbe edin ki size gökten bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın; suçlular olarak yüz çevirmeyin." (11/52)
Hud (a) yıllarca çırpındı, durdu. Kavmine Allah'ın mesajını iletmeye çalıştı. Ama nafile... Kavmi imana yanaşmıyordu. Onları Allah'ın azabıyla da tehdit etti. "Doğrusu size büyük bir günün azabından korkuyorum." (46/21)
Kavminin artık basireti bağlanmıştı. Azab ile korkutmaları bile onları uyandırmıyordu. Hud'un bu çağrısına şöyle diyorlardı: "Sen öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da bizce farketmez." (26/136) "Biz azab olunacaklar da değiliz."(26/138) "Eğer doğru sözlülerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı getir." (7/70)
Hud'un bütün uyarılarına rağmen kavmi inkârda direniyordu. Ad kavmi öyle bir teknolojiye sahipti ki, bu teknoloji ile yaptıkları tepeler üzerindeki kâşaneler, villalar, devasa binaların hiç bir güç tarafından yok edilemeyeceği kanaatine sahip olmuşlardı. Bağlar, bahçeler, en güzel yiyecek ve içecekleri sağlıyordu onlara... Hiç kimseye muhtaç değillerdi. Diledikleri gibi yer, içer, yaşarlardı. Kimse onlara karışamazdı...
İşte, onların edindikleri mal-mülk ve servetlerin körelttiği basiretleri; kainatın tek hâkimi olan Allah'ın isteklerini inkara götürmüştü. Sonlarım göremiyorlardı. Oysa peygamberleri onlar için çırpmıyor, var gücü ile Allah'ın vahyini kavmine iletmeye çalışıyordu. "İşte ben Allah'ı şahid tutuyorum. Siz de şahid olun ki, ben, sizin Allah'ı bırakıp O'na şerik koştuğunuz şeylerden uzağım. Artık bana toptan tuzak kurun. Sonra bir an bile mühlet vermeyin."(11/54-55) "Siz yüz çevirirseniz, Ben size gönderilmiş olduğum vazifemi tebliğ ettim. Hem Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi getirir de, siz O'na hiçbir zarar veremezsiniz..." (11/57)
Kavmi ile Hud (a) arasında mesafe iyice açılmıştı. Kavminden ona inananlar çok azınlıktaydı. İnkârcılar bunu gördükçe daha da azıyorlardı. Artık rasulü memleketten sürmekle tehdit etmeye başlamışlardı.
Hud ise Rabbine sığınır. Kavminin ısrarlı karşı kovuşları karşısında yapacağı tek hareket bu kalmıştı. "Ben. Hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah'a dayanmışım. Yerde debelenen hiç bir canlı yoktur ki, alnından O tutmuş olmasın. Şüphesiz ki benim Rabbim doğru yol üzerindedir."(11/56) "Bize ettiğiniz eziyete elbette katlanacağız. Güvenenler ancak Allah'a güvensinler," (14/12)
Artık iş Allah'a kalmıştı. Hud yapacağını yapmış kavmini uyarmıştı, Allah nezdinde bir kavmin helaki için tüm alametler belirmiş, son yaklaşmıştı. "O azabın, yayılarak vadilerine doğru yöneldiğini gördüklerinde; 'Bu yaygın bulut bize yağmur yağdıracaktır.' dediler. Hud: 'Hayır o acele beklediğiniz şeydir, can yakıcı azab veren bir rüzgârdır. Rabbinin buyruğu ile her şeyi yok eder.'"(46/24-25)
Artık azabın emareleri de görünmüştü. Hz. Hud ve ona tabi olanlar, Ad kavminin yerleşim yeri Ahkaf'tan ayrıldılar. Böylece Allah inananları kurtarmıştı. "Buyruğumuz gelince, Hud'u ve beraberindeki inananları, rahmetimizle kurtardık. Onları çetin bir azabdan kurtardık."(11/58)
Hud kıssası anlatılırken, Ad kavminin helak bölümü dikkat çekecek biçimde ayrıntılarıyla üzerinde durularak çok çeşitli perspektiflerle anlatılmaktadır. "Böylece onu yalanladılar. Biz de onları helak ettik."(26/139) "Rezillik azabını onlara dünya hayatında tattırmak için o uğursuz günlerde üzerlerine dondurucu bir kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise daha çok alçaltıcıdır ve onlar yardım da görmezler."(41/16) "Gerçekten biz, üzerlerine uğursuzluğu daim bir günde, uğultulu bir rüzgâr gönderdik."(54/19) "İnsanları kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibi atıyordu."(54/20) "Allah onların kökünü kesmek üzere, üzerlerine o rüzgârı, yedi gece sekiz gün estirdi. Halkın kökünden çıkarılmış kurma kütükleri gibi yıkıldıklarını görürsün." (69/7) "Onlardan arda kalmış bir şey görüyor musun?"(69/8)
Böylece âlemlerin rabbi olan Allah'a karşı gelmekte direnen bir kavmin nasıl bir feci sona ulaştığı; kıssayı okuyup dinleyenlere ibret olması açısından çok dehşetli olarak tasvir edilir.
"Bak! Nasıl oldu azabım ve tehditlerim?' (54/21)
Ad kavmine verilen bu ceza bu dünya hayatındakidir. Ahiretteki ise orada verilecektir. Bu hususta Allah şöyle diyor:"Ahiret azabı ise daha alçaltıcıdır..."(41/16)
Sonuçta Hud (a) kıssasının vahye muhatap olan tüm insanlara verdiği mesajları şöyle sıralayabiliriz:
1) Bu dünya hayatında insanların elde ettikleri bütün nimetler Allah'ın onlara bahşettiği şeylerdir.
2) Allah'ın onlara verdiği bu nimetleri yine Allah'ın istediği biçimde harcamak gereklidir.
3) Allah'ın ihsan ettiği mal-mülk ve serveti, Allah'ın değil, sırf kendi akli ve becerileri neticesi elde ettiğini zannedenler, daha sonra onları diledikleri gibi harcama keyfiyetinde kendilerini görürler ki bu tavır onları inkâr zincirine ulaştırmış olur.
4) Hele de bu inkârcı servet sahipleri, ahireti yalanladıklarından; diledikleri gibi harcadıkları servetlerini kazanırken yaptıkları zulümlerin ve Allah'ın verdiği servetlerden yoksullara vermediklerinin hesabını, kimseye vermeyecekleri düşüncesinde olurlar ki onları azdıran, inkâr ettiren amillerden biri de bu olur. Hud kavminin inkârcılarının düşünceleri de bu idi. ahireti red...
5) İşte bu mesajların verilmek istendiği Ad kavminin kıssası; Kur'an'ın indiği Cahiliye toplumunun aynı bazdaki düşüncelerinin yanlışlığını beyan etmiş olur. Ad'ın kıssasından ders almayanların sonu, dehşetli sahnelerle anlatılan Ad kavminin sonu gibi olacağı mesajı verilmiş olmaktadır.
6) Çağımız toplumlarında da Ad kavminin kıssasında anlatılan inkar psikolojisi yaşanmaktadır. Bu insanların sahip oldukları villa, yazlık vb. binalarda diledikleri gibi kayıtsızca hür yaşama isteği, bu uğurda kazandıkları ve kazanacakları paraların nasıl ve nereden geldiğinin önemsizliğine itmiştir. Zulümle de olsa bu uğurda kazandıklarını kendileri için helal (!) addetmektedirler. Lüks binalarda diledikleri gibi harcayacakları servetlerden, fakir ve yoksulun ihtiyacı için de harcanması veya onların da bu servette haklarının olduğu onların hiç umurunda değildir.
7) Helak sahnesinin çok dehşetli olarak tasvir edilmesi inkârcıları düşündürmek için en ibretli mesaj değil midir?
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar |