HZ. ZÜLKARNEYN

Zülkarneyn kıssası




Giriş

Allah, insanlara yol gösterici bir rehber olarak inzal ettiği Kur'an içersinde, iletmek istediği mesajları çeşitli vesilelerle, doğrudan ya da dolaylı olarak, muhataplara arz etmiştir. Kur'an'ın nerdeyse üçte ikisini kaplayan kıssalar; muhataplara verilmek istenen mesajların en önemli alanlarından biridir. Allah Kur’an’da yer alan kıssalarla, Resulünün de içinde bulunduğu cahiliyye Arap toplumuna ve kıyamete değin gelecek nesillere, kimi zaman psikolojik, kimi zaman ekonomik, kimi zaman da sosyal mesajlar vermiştir.
Kur’an-ı Kerim’de yer alan kıssalardan biri de Zülkarneyn kıssasıdır. Kur'an'ı Kerim'de Kehf suresinde üç yerde zikredilen ve 83 – 98. ayetlerine konu olan Zülkarneyn hakkında verilen mücmel malumat ve kıssada geçen diğer konular üzerinde, müfessirler tarafından yapılan araştırmalarda; bu şahsiyetin kim olduğuna dair kesin bulgulara ulaşılamamasına rağmen, dün olduğu gibi bugün ve gelecekte de inananların zihinlerini meşgul edeceği kaçınılmaz bir vakıadır.
Biz bu çalışmamızda, Zülkarneyn kıssası çerçevesinde, Kur’an’ın bu kıssayla anlattığı konuları ve içerdiği mesajları tahlil etmeyi amaçlamaktayız. Bu amaçla çalışmamız üç aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamada kıssanın nüzul esası ve ortamı, muhatap toplumun Zülkarneyn hakkında bilgileri v.s, ikinci aşama Zülkarneyn'in, Kur'an'da serdedilen vasıfları üzerinden; diğer dini ve tarihi, coğrafik v.s verilerle tarihi kişiliğini tespit ve detaylandırma, üçüncü aşama ise, kıssada yer alan başka konuların tahlil edilerek çağımız anlayışı ile yeni idrakler elde etmek olacaktır.
Zülkarneyn hakkında Arap cahiliyye toplumunun bilgileri

              Bilindiği üzere Kur'an, ihtiyaç hasıl olduğu, gerek duyulduğu haller oluştuğunda veya oluşmaya başladığında aşama aşama (tedricen) nazil olmuştur.
" Biz Kur'an'ı parça parça indirdik ve onu insanlara ağır ağır okuman için bölümlere ayırdık. " 17/106
Zülkarneyn kıssasının anlatılmaya başlandığı Kehf suresi seksen üçüncü ayetinde de bu durum açık olarak gözlemlenmekte ve Resulullah’ın Vahyin iniş sürecindeki konumu ve Kur'an’ın iniş yapısını bir kez daha görmemiz mümkün olmaktadır.
" Sana Zülkarneyn'i soruyorlar. De ki "Size onunla ilgili bazı şeyler anlatacağım. "
Ayetten anlaşıldığı gibi Resule yöneltilen Zülkarneyn ile ilgili soru üzerine, isteğe binaen, gündemi oluşturmak veya oluşan gündeme hakim olmak için Zülkarneyn ile ilgili ayetler vahyedilmekte böylece Kur’an’ın tedriciliği bir kez daha gerçekleşmektedir.
" Sana Zülkarneyn'i soruyorlar " ayeti ile toplum tarafından malumât istendiğini, kıssanın indirilmesine bu istekle başlandığını baz alırsak; Resule Zülkarneyn hakkında soru sorunların, onun hakkında bir takım bilgi sahibi oldukları anlaşılır.
Eğer Zülkarneyn konusu Arap cahiliyye toplumunca bilinmeyen bir konu olmuş olsaydı bu hususta soru gelmemesi gerekirdi.
Kur'an açısından bakıldığında, şayet Zülkarneyn mevcut olmayan biri olsaydı, Kur'an bu hususta ya sukût geçer ya da; “ Sana Zülkarneyn’den soruyorlar “ hitabı ile başlamaz; kıssa başka bir şekilde veya başka bir süreçte nazil olabilirdi.
Veyahut Allah, resûle soru yöneltenlere, böyle bir kişi veya böyle bir olay olmadığını belirterek boş yere soru sormamaları veya bu konu üzerinde durmamalarını isterdi.
Oysa Allah, Kehf suresindeki ayetlerde, Zülkarneyn'e dair soru soran muhataplara; Zülkarneyn'in tarihi kişiliği, yaşadığı yer, zamanı gibi teferruatlı bilgiler vermese de, Zülkarneyn'in vasıflarını, gerçekleştirdiği fiilleri mücmel de olsa inzal etmiştir.
Binaenaleyh o günkü cahiliyye toplumunun hafızasında bu konuda yazılı ve sözlü kültür yoluyla ulaşmış bir takım bilgiler olduğu sonucuna ulaşmaktayız.
O günkü Arap toplumunun din hakkındaki yazılı kültürleri, Eski Ahit ve Yeni Ahit olarak da adlandırılan Tevrat, İncil nüshaları ve bu kutsal kitapların şerh veya lahikalarından oluşmaktaydı.
Zülkarneyn hakkında da Eski Ahit'in (Tevrat) metinlerinde çeşitli anlatımlara ulaşmaktayız.
" Bana Daniel'e bir rüyet göründü....Ve gözlerimi kaldırıp baktım, ve işte, ırmağın( Fırat veya Dicle ) önünde bir koç durmakta idi, ve İKİ BOYNUZU VARDI; VE BU İKİ BOYNUZ YÜKSEKTİLER; ANCAK BİRİ ÖTEKİNDEN DAHA YÜKSEKTİ, ve yüksek olanı daha sonra çıktı. Koçu GARBA, VE ŞİMALE VE CENUBA DOĞRU TOS VURMAKTA GÖRDÜM;....ve dilediğine göre yaptı, ve kendini büyüttü. " Daniel 8.bab, 1- 4
" Gördüğün İKİ BOYNUZU OLAN koç,Medya ve Fars kırallarıdır. Ve o kıllı ergeç Yunan ili kıralıdır.. " Daniel 8.Bab, 20
Hıristiyanlarca Eski Ahit, Yahudilerce Tora olarak adlandırılan, Kur'an'ı Kerim'in ise Tevrat olarak isimlendirdiği metinlerinde yer alan, dağınık, bol şemailli, coğrafî, tarihi ve biyografik malumât'a boğulmuş bir halde, Zülkarneyn'e izâfe edilen anlatımlar; hidayete yönelik mesajlardan ziyade mitolojik, efsanevî metinler mesabesinde anlatımlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Zülkarneyn hakkındaki sözlü kültür ise, müşrik Arapların oluşturdukları putlar ve bunun etrafında oluşmuş diğer inançları doğrultusunda meydana getirdikleri hurafeler ve Ehl-i Kitap sözcüsü haham ve papazların yazılı kaynaklarından ürettikleri hafızî ve rivayete dayalı malumât idi.
Bilindiği gibi cahiliyye Arap toplumunda Kassas, Meddah denilen kişiler bulunmaktaydı . Bu kişiler Ticaret kervanları marifetiyle, Kuzeyde bugün; Suriye, Irak, İran veya Güneyde Yemen, Umman, Habeşistan gibi ülkelerin bulunduğu bölgelere seyahat ederek, o toplumların kültürlerindeki hikâye, efsane ve mitolojileri öğrenip, bunları Arap figürleri ve temaları ile de meczederek; belâgatla cahiliyye dönemi Arap toplumuna naklederlerdi.
Müşrik Arapların da yoğun ilgisini çeken bu Meddahlar; Hazreti Peygamberin, Kur'an'daki Kıssalarla ilgili ayetleri okurken, toplanmış kalabalığa, kendilerinin efsanelerini, hikayelerini dinlemeleri için çağrıda bulunurlardı. Bir kısım insanların bu çağrılara uyarak Kur'an dinlemeden yüz çevirdikleri siyer kitaplarında da anlatılmaktadır. İslam tarihçilerinin anlattığı bu tip insanlardan biri de Kureyş'li Nadir bin el Haristir.
Muhtemeldir ki Meddah veya kassas'ların anlattıkları bu efsaneler ve mitolojik hikayeler içersinde, Zülkarneyn'e ait bilgi parçaları yer almaktaydı. Kitap ehlinden de Zülkarneyn hakkında duyumlar edinen cahiliyye Arapları, hem tevatür ve hem de Ehl-i Kitap etkileşimi vesilesi ile bir takım " zannî " malumât sahibiydiler.
Burada esas olan bilgi sahibi olunması değil, mevcut bilginin Allah’a itaat , kulluk bazında yani hidayete yönelik, Allah’a kulluk etmeye yönlendirici olması önemlidir.
İşte bu yüzden Allah; Ehl-i kitap veya müşriklerin, Zülkarneyn hakkındaki bilgi edinme isteğine; muharref kitaplardaki hidayetten uzaklaştıran yararsız muhtevayı, hidayete tebdil eden metin haline getirerek, Kehf suresinde anlatılan Zülkarneyn kıssasını inzal etmiştir.
Bütün bunlardan şu sonuçlara varmaktayız; Mekke ve Medine toplumunu oluşturan; Tevrat metinleri vasıtasıyla Yahudiler ve Eski Ahit olarak niteledikleri Tevrat'ı, İncil yanında dini metin olarak kabul edip okuyan Hıristiyanlar ve bu " Ehl-i Kitap " mensupları iletişimleri ile ve cahiliyye dönemi hikâye-masal anlatıcıları olan " Kassasların " anlattıkları tevatürler yoluyla, kültürel olarak bilgi sahibi olan müşrik Arapların da, Zülkarneyn hakkında haberleri vardı .

          Zülkarneyn hakkında soru soranlar kimlerdir ?

               Zülkarneyn’in Arap cahiliyye toplumunca şu veya bu şekilde bilindiğini kabul ettiğimizde; resûle onun hakkında soru yöneltenlerin kimler olduğunu araştırmamız gerekmektedir.
Bazı müfessirler, Hz. peygamber'e, Zülkarneyn hakkında soru soranların müşriklerden bir topluluk olduğu kanaatindedirler.
Bu olasılık mümkündür. Tefsirlerde, Peygamberi sıkıştırmak için Ehl-i Kitap'tan, Zülkarneyn hakkında bilgiler alan bir kısım müşrik'in, resûlü bu konuda denemek istedikleri anlatılmaktadır.
Müşriklerin amacı, Ehl-i Kitaptan aldıkları malûmatla resûle soru sormak; aldıkları cevaplara göre veya başka bir bir polemik konusu bularak, Ehl-i Kitaptan edindikleri malumatla, Hz. Muhammed'in söylediklerinin ya uyuşmadığını ya da bu söylediklerini Tevrat ve İncil’den hem de yanlış şekilde devşirdiğini iddia ederek , resûlü Mekke toplumu nezdinde küçük düşürmek olabilirdi.
Nitekim Mağara ashabı kıssası anlatımında olduğu gibi; " Karanlığa taş atar gibi: " Onlar üçtür, dördüncüleri köpekleridir " diyecekler: " Beştir, altıncıları köpekleridir." diyecekler. " Yedidir, sekizincileri köpekleridir. " diyecekler. De ki. " Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir.Onları bilen azdır. Onun için onlar hakkında kimseye bir şey sorma. " 18/ 22 ayetindeki vakıa ile benzer bir polemik söz konusu olmadığına göre; Zülkarneyn hakkında inen ayetleri tebliğ eden Hz. peygamberle cedelleşecek gücü kendilerinde görmeyerek, kendilerinin yaptıkları girişimde peygambere karşı alt edilmiş intibaı'nı vermemek için, okunan ayetleri yeterli görerek resûlün yanından polemik yapmadan ayrılmış olabilirler.
Ancak resulün getirdiğini toptan reddetme tavrında olan, daha ziyade İslam'ın Allah inancına itirazlar getiren müşriklerin; Zülkarneyn v.b lokal itirazlarla uğraşması pek de olağan görülmemelidir .
Resule, Zülkarneyn'e ait soru yöneltenlerin özellikle Yahudiler olması akla daha yatkındır. Yukarda alıntı yaptığımız, Tevrat'taki, Zülkarneyn'e benzer metinlerinden, boynuz şemailli kıralların tasvirlerini ve diğer anlatımlarını okuyanlar ve aşina olanlar Yahudilerdir.
Ayrıca boynuz ritüeli yahudilerce kullanılan bir ritüel olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Halen muayyen vakitlerde, boynuzdan yapılmış uzun borulara üflemek suretiyle boynuz ritüelini ibadetlerinin dini bir figürü olarak kullanmaktadırlar.
Yahudilerin bin yıllardır gelen zulmetme ve zulümlere uğrama gibi vasıfları dolayısı ile karıştıkları savaşlar, kıtaller, ölüm, sürgün ve bunlara vesile olan krallar, hükümdarlar yani yöneticiler; Yahudilerin dini, içtimai ve kültürel yaşamlarının ana teması ve ilgilendikleri konular olarak hep karşımıza çıkmaktadır.
Bu hususun daha iyi anlaşılması açısından Tevrat'ta yer alan, kral teması işlenen metinlerinden örnekler vermekte yarar görüyoruz.
" Pers Kralı Koreş'in krallığının birinci yılında RAB, Yeremya aracılığıyla bildirdiği sözünü yerine getirmek amacıyla, Pers Kralı Koreş'i harekete geçirdi. " Ezra 1. Bab, 1
" Babil Kralı Nebukadnessar'ın Babil'e sürgün ettiği insanlar yaşadıkları ilden Yeruşalim ve Yahuda'daki kendi kentlerine döndü. " Ezra 2. Bab, 1
" Şimdi sana gerçeği bildireceğim: Pers krallığında üç kral daha ortaya çıkacak. Ama dördüncü kral öbür üçünden daha zengin olacak. Zenginliği sayesinde elde edeceği güçle herkesi Grek ülkesine karşı kışkırtacak." Daniel 11.Bab, 2
" Asur Kralı İsraillilerin yerine Babil'den, Kuta'dan, Avva'dan, Hama ve Sefarvayim'den insanlar getirtip Samiriye kentlerine yerleştirdi. " 2. krallar 17. Bab, 24
"Ahaşveroş'un krallığının başlangıcında, Yahudalılar'ın düşmanları Yahuda ve Yeruşalim'de yaşayanları suçlayan bir belge düzenlediler. " Ezra 4.Bab, 6
Bundan dolayı Zülkarneyn gibi " Yönetici " kral ve hükümdarlar ile ilgilenenlerin, onun hakkında Resul'den bilgi isteyenlerin ve soru soranların Yahudiler olması daha makul gelmektedir .
Zaten Kehf suresinde bildirilen Zülkarneyn tanımları; Yahudilerin Tevrat'taki kral temalarına o kadar uymuştur ki; Zülkarneyn hakkında o bir peygamberdir gibi veya Zülkarneyn'in vasıflarında kendilerince bir eksik bularak itirazları da olmamıştır.
Eğer kıssanın inişine sebep olan soruyu Yahudilerin müşriklere sordurduğunu kabul etmiş olsak bile; müşriklerin kendilerine bildirdikleri bilgiler doğrultusunda, Yahudiler veya Ehl-i Kitap yine itiraz edebilir ve polemik konusu bulabilirlerdi.
Burada üstünde durmak istediğimiz bir ayrıntı daha bulunmaktadır. Zülkarneyn kıssasının içinde bulunduğu Kehf suresi nüzûl bakımından Mekki olsa da Zülkarneyn’in anlatıldığı seksen üç, doksan sekiz arası ayetlerin, bazı müfessirlerce, Medeni ayetlerden olduğu, kabul edilmektedir.
Bu durumda Medine’de yoğun bir nüfusa sahip olan ve Resule karşı aleyhte kampanyalarda daha hareketli olan Yahudilerin; Zülkarneyn ile ilgili soruları Resule yöneltmesi daha mümkün gözükmektedir.
Esasen gerek müşrikler gerekse Ehl-i Kitap olsun, soru soranların cahiliyye Arap toplumunun bireyleri olduğu muhakkaktır. Bizim hz. Peygambere Zülkarneyn hakkında soru soranların kimler olduğunu öğrenmeye çalışmamızın nedeni, cahiliyye toplumunun Zülkarneyn hakkındaki bilgisinin kaynağını tesbit etmek ve pekiştirmek istememizden kaynaklanmaktadır.
Böylece soru soranlardan hareketle, Zülkarneyn hakkında elde olan mevcut bilgi kaynaklarından faydalanarak; Zülkarneyn hakkındaki bilgilerimizi genişletme amacını gütmekteyiz.
          Kur'an kıssaları başka kutsal kitaplarda da yer alabilir mi ?
Esasen Kur'an kendinden önce inmiş bulunan Tevrat, İncil gibi daha sonra muharref hale gelen kitapların; tahrif edilmeden önceki konumunu tanıyan destekleyen ve onlardaki tahrif edilmiş hususların tahrif edilmeden evvelki doğrularını tekrar açıklayarak, meydana gelen mesaj sapmalarını böylece düzelterek, insanlara hidayet kaynaklığını devam ettirme iddiasında olan bir kitap olmuştur.
" Sana kendinden öncekileri doğrulayan Kitap’ı hak ile indirdi. İnsanlara yol göstermek üzere daha önce de Tevrat’ı ve İncil’i indirmişti. " 3/3-4
" Bu daha öncekilerin kitaplarında da vardır. İsrailoğlu bilginlerinin bunu bilmesi onlar için bir belge değil miydi ? " 26/196-197
" Onların bir kısmı var ki, Allah'ın kelamını dinleyip anladıktan sonra onu bile bile tahrif ediyor. " 2/75
" Ey Ehl-i Kitap: Resulümüz size Kitaptan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi.. " 5/15
Dolayısı ile Kur'an'ı Kerim’in; Tevrat ve İncil’de geçen bazı hususlardan bahsetmesi kadar doğal bir durum olamazdı.
Çünkü Allah, Kur'an inmeden evvel yolladığı mukaddes kitaplarda da Kur'an'da olduğu gibi, kıssa ve mesellere yer vererek o kitaplara muhatap toplumların da bu gibi örneklerden öğüt ve ibret almasını istemiştir.
Ne var ki Kur'an öncesi mukaddes kitaplarda yer alan, Tevhid, şirk, peygamberlik, haram, helal ve buna mümasil diğer konularda olduğu gibi, kıssalarda üzerinde de insanların yaptıkları tahrifat sonucu; kıssalar gibi dilin edebi anlatım vasıtalarının da hidayet ve Tevhid gayesinden saptıkları müşahede olunmuştur.
Allah kıssalar hususunda; " Andolsun biz bu Kuran'da insanlara her çeşit örneği ayrıntılı bir biçimde anlattık. " 18/54 diyerek; İnsanın yaratılışı ile başlayan süreçte, insanlar için öğüt ve ibret olacak kıssa ve meselleri; son inen Vahiy, Kur'an içersinde; çeşitli versiyonlarda anlatarak, vahiy muhataplarının onlardan ders almalarını istemiştir.
" Resullerin kıssalarında aklı olanlar için bir ibret vardır. Kur’an uydurulacak bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekilerin doğrulanması, her şeyin açıklanması ve inanan bir toplum için bir rehber ve rahmettir. " 12/111
Binaenaleyh belli bir kıssanın Tevrat ve İncil gibi kutsal kitaplarda yer almış olup daha sonra Kur’an-ı Kerim’de de yer alması, Kur’an’ın ve onu getiren elçinin değerinden bir şey eksiltmez.
Aksine Kur’an ve diğer kitapların aynı doğrultuda aynı yaratıcı tarafından indirildiği tescil edilmiş olur.
" Biz sana da kendinden önce gelmiş olan kitapları doğrulamak ve böylece onları koruma altına almak üzere, gerçeği bildiren kitabı indirdik. " 5/48
Kur'an’da geçen mufassal olmayan bir vakıanın; ilgili konuların yer aldığı Tevrat veya İncil metinlerinden faydalanılarak detaylandırılmaya veya yaşanılan toplum ve etrafındaki yaşayan toplumların çeşitli bilgileri ile yeni açılımlar sağlanılmaya çalışılması kadar doğal bir tutum olamaz.
Burada şu sorulabilir: Neden Kur'an’da geçen kıssaların anlatım metinleri, diğer kutsal kitaplardaki kıssaların anlatım metinleri gibi aynı değil de, değişik anlatım şekilleriyle veya bir kısım değişiklerle yer almıştır ?
Esasen bu soruya verilecek cevap Kur'an ve muharref diğer kutsal kitaplar arasındaki , tahrif edilmelerinden doğan farkı göstermektedir.
Muharref kutsal kitaplarda yer alan kıssalar, kıssalar dışındaki diğer dini metinler gibi tahrife uğramış olduğundan; vermek istedikleri mesajlar gerek daha sonraki katkılardan, gerek içerisinde yer alan ifadelerin eksiltilerek değiştirilmesinden, gerekse dilden dile aktarılırken yapılan hatalı tercümelerden v.s dolayı Allah'ın vermek istediği asıl mesajdan saparak; mitolojik, efsanevî, tarihi, biyografik, coğrafi ve edebî metinler haline dönüşmüştür.
Dolayısıyla bu kıssaların öğüt ve ibret olma vasıfları kaybolmuş ya da daha hafif bir ifadeyle öğüt ve ibret alma vasıfları azaltılmış , mesajının yönü değiştirilmiştir.
Bu hususta hem Kur'an'ı Kerim'de ve hem Tevrat'ta yer alan Lut @ ve Süleyman @ Kıssalarından Muharref olma vakıası hakkında örnek vermek ihtiyacı hissetmekteyiz.
Tevhidi akidenin önderi Süleyman peygamber hem söylemleri hem eylemleri ile örneklik teşkil etmesi gerekirken; Tevrat metinlerinde hayatının sonunda kafir olan bir peygambere dönüşmektedir.
" Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini Tanrısı RAB'be adayan babası Davut gibi yaşamadı
" Saydalılar'ın tanrıçası Aştoret'e ve Ammonlular'ın iğrenç ilahı Molek'e taptı." (1.Krallar,11/1-5)
Yine Tevrat'ta Lut @ kıssası anlatıldıktan sonra; Lut'un kızlarının babaları ile yaptıkları fuhşiyat anlatılarak, Lut'a ve kızlarına iftira eden metinlere dönüşür.
"O gece de babalarına şarap içirdiler ve küçük kız babasıyla yattı. Ama Lut yatıp kalktığının farkında değildi."
"Böylece Lut'un iki kızı da öz babalarından hamile kaldı. "
"Büyük kız bir oğlan doğurdu ve ona Moav adını verdi. Moav bugünkü Moavlılar'ın atasıdır."
"Küçük kızın da bir oğlu oldu ve adını Ben-Ammi koydu. O da bugünkü Ammonlular'ın atasıdır." Tevrat; tekvin babı, 35-38
Bundan dolayı Allah, muharref kutsal kitaplardaki kıssaların ; asıl metinlerine ilave edilerek başkalaşmaya vesile olmuş olan ve mesajdan uzaklaştıran tarihî ve coğrafî biyografik eklemeleri ve buna benzer diğer tevhide ve hidayete aykırı muhtevayı tebdil ederek, tahriften arındırarak, insanların öğüt ve ibret alacağı şekilde yeni metinler halinde Kur'an’da muhataplara sunmuştur.
Bunun için tahrif olan kitaplardaki kıssalar ile doğrusu; diğer bir ifadeyle hidayete yönelik içeriği Kur'an tarafından bildirilen kıssalar karşılaştırıldığında, kıssalar arasındaki Allah’ın mesajına aykırılık ve uygunluk rahatlıkla gözlemlenebilecektir.
Burada dikkat edeceğimiz husus diğer kaynaklardan edineceğimiz malumatla; Kur'an perspektifini aşmamak, daraltmamak, onun ilahi mesajının ilkelerini kaydırmayacak bir yapıyı oturtturmak olacaktır. Bu noktada tefsir usulü, hadis usulü ve siyer dallarının yapılanmasını gözden geçirerek daha iyi sonuçlara ulaşmamız mümkün olacağı kanaatinde olduğumuzu beyan etmemizde yarar olacaktır. .
Nitekim geçmişte Kıssaların yorumlanması hususuda yapılan çalışmalarda, ifrat ve tefritler sonucu İsrailiyât olarak adlandırılan aşırılıklar bu çerçevenin aşılması neticesi oluşmuş vakıalardır.
          Zülkarneyn ile ilgili soruların amacı neydi ?
Kehf Suresi inmeden önce, Kur'an'da yer alan Zülkarneyn kıssası veya bu kıssa içersinde yer alan bazı konularla ilgili; benzeri ifadelerin Tevrat ve İncil metinlerinde yer aldığını baz alırsak; Zülkarneyn hususunda Tevrat ve İncil metinleri yoluyla, malûmat sahibi olan Yahudi ve Hıristiyanlar (Ehl-i Kitap) ve yeni gelen Vahiy'e karşı, Ehl-i Kitap ile beraber aykırı tutum alan Mekkeli Müşrikler; Resulullah’ın, Zülkarneyn hakkındaki bilgisini sınamaya, onu sordukları sorular yoluyla sıkıştırarak; mevcut bilgisini polemik konusu yapmaya ve daha ileri giderek bu bilgileri, Tevrat ve İncil’den devşirdiğini iddia ederek onu “ Kulak “ “ Aslı olamayan peygamber “ olarak niteleme amacıyla hareket ettikleri kanaatindeyiz .
Ehl-i Kitap ve müşrikler resûle attıkları / atmak istedikleri iftiralarla, Resul'ü ve getirdiği vahyi, Mekke toplumu nezdinde küçük düşürmek, vahyin ve resûlün toplum üstündeki etkisini yok etmek , en azından azaltmak niyetindeydiler.
Çünkü bu gibi girişimlerde daha evvel de bulunmuşlar hatta; bu hususta resûle, Kehf suresinde, Allah’tan uyarı gelmesine bile neden olmuşlardı.
" İnkâr edenler; bu Kur'an düpedüz uydurmadır Onu kendisi uydurmuş bir başka topluluk da ona yardım etmiştir. " 25/4
" Andolsun ki onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır. Bu Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir. " 12/111
" Sen bundan önce ne bir kitap okumuş, ne de yazı yazmıştın. " 29/48
“ O bir kulaktır diyerek Resulü incitenler vardır. “ 9/91
Zülkarneyn ile ilgili soruları; Mekke’nin hangi dinî gurubu sorarsa sorsun, gayeleri Zülkarneyn hakkında bilgi almaktan ziyade; Hz. peygamberin müşkül hale sokulması, toplum ile arasının açılması ve inkarcı gurup müntesiplerine – Hıristiyan, Yahudi - bu konuların kendi kitaplarından devşirildiği propagandası yapılarak onların, gelen vahye karşı tutumlarını olumlu olarak değiştirmemelerini sağlamaktır. 
          Zülkarneyn hakkında yapılan polemikler:
Eğer inkar edenler Resulü bu konuda sıkıştırmak güç duruma düşürmek isteselerdi, yani Kehf suresindeki " Mağara ashabı " kıssasında olduğu gibi Zülkarneyn kıssasında üzerinde de polemiğe girebilirlerdi. Kehf suresindeki ayette inkarcıların polemik hususu şöyle anlatılmaktadır.
" Karanlığa taş atar gibi: " Onlar üçtür, dördüncüleri köpekleridir " diyecekler: " Beştir, altıncıları köpekleridir." diyecekler. " Yedidir, sekizincileri köpekleridir. " diyecekler. De ki. " Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir.Onları bilen azdır. Onun için onlar hakkında kimseye bir şey sorma. " 18/ 22
Zülkarneyn hususunda da, Resulden istedikleri cevapları alamayınca geçmişte olduğu gibi onun peygamberliği hakkında türlü iftiralar atabilirlerdi.
" İnkâr edenler; bu Kur'an düpedüz uydurmadır Onu kendisi uydurmuş bir başka topluluk da ona yardım etmiştir. " 25/4
Bu tutum inkarcıların, Kur'an'da, kıssalar ve diğer başka hususlarda rastladığımız inkar etme psikolojilerinin bir yansıması olarak gerçekleşebilirdi.
Dolayısıyla daha önceki Mağara ashabı kıssasındaki gibi bir polemik oluşmadığı için; ayetlerde Zülkarneyn’i baz alan başlangıcı ve konularını muhatap Arapların oluşturduğu bir polemik durumu yer almamıştır.
Bu hususta göz önünde bulundurmamız gereken bir önemli nokta da; diğer Kur’an kıssalarından bazılarının diğer zaman veya diğer sure ve ayetlerde yeniden ve değişik versiyonlarla işlendiği halde Zülkarneyn kıssası; kıssada yer alan Ye’cûc ve Me’cûc isminin geçtiği Enbiya suresi haricinde bir daha yer almamıştır.
Zülkarneyn kıssasının, Kur’an’da başka bir yerde, bir kez daha tekrarlanmaması; kıssanın vahyedilmesinin; soru soran müşrikler veya Ehl-i Kitap açısından yeterli gelmiş veya bu konuda polemik yapılacak bir husus bulamadıkları ya da gerek duymadıkları kanaatini vermektedir.
Zülkarneyn hakkında kaynaklarda karşılaştığımız polemikler, Zülkarneyn kıssasının iniş sürecinden daha sonralarına rastlamaktadır.
Kur'an'ın iniş döneminde gerek inkarcılar gerek Sahabe tarafından sorgulanmayan Zülkarneyn'in kişiliği ve diğer hususlar; bilhassa İslami bilimlerin oluşmaya başladığı dönemlerden itibaren, çeşitli rivayet ve düşüncelerle polemik konusu yapılarak uzun uzadıya tartışılan bir mesele haline gelerek kısır döngüye sokulmuştur.
Bunun bir sebebi de kıssayı anlamamızda bize yararlı olacak Tarih, Coğrafya, Arkeoloji ve Astronomi gibi bağımsız bilim dallarının oluşmadığı dönemlerde; bakış açılarının hep aynı zaviyeden olması sebebiyle aynı görüşlerin yer aldığı fasit bir daireden çıkılamamasıdır. Bu yüzden yeni bakış açıları geliştirilememiştir.
Son elli yılda ise mevcut polemiklere, Zülkarneyn'in tarihsel mi, sembolik mi olduğu konusu eklenmiştir. 
         Zülkarneyn'in tarihsel kimliğini tespit etmeye çalışırken metodumuz ne olmalıdır ?
Bin yıllar önce yaşamış Zülkarneyn'in, kimliği üzerinde araştırmalar yaparken, Zülkarneyn'in Kur'an'da zikredilen vasıfları üzerinde yoğunlaşarak, buradan hareketle tarihi kişiliğine gitmemiz daha isabetli olacaktır düşüncesindeyiz.
Nitekim, müfessirler Zülkarneyn'in tarihsel kimliği üzerinde dururlarken ulaştıkları; krallardan " İskender "in, Kur'an'da zikredilen Zülkarneyn'in vasıflarına uymadığını gördüklerinde; daha önce vardıkları bu tespiti terk ederek, hidâyete yönelik vasıflarını baz alıp, Makedonyalı kral İskender'in, Zülkarneyn olamayacağını belirtmişlerdir.
Yani Kur'an'ın hidâyete yönelik mesajlarına uygunluk derecesinde Zülkarneyn kimliğine ulaşmaya çaba sarf etmişlerdir.
Esasen Kur'an'da hidayete yönelik mesajlar öncelikli olduğu için, verilecek mesaja uygunluk derecesinde, öz olarak, tarihi ve coğrafik anlatımlara yer verilmiştir.
Bundan dolayı Kur'an'da anlatılan kıssalarda tarih, coğrafya zaman ve biyografi v.s gibi mefhumlar ikincil planda kalmıştır.
Ancak bu demek değildir ki; Kur'an Tarihe, Coğrafya'ya, Zaman'a, Kronolojiye yer ve önem vermemiştir.
Bu öğeler insan bilgi ve muhayyilesinin akışına bırakılarak süreç içersinde ulaştıkları bilgilerle birlikte Allah'ın mesajlarına uygun olarak tabiî zemine oturmuştur / oturmaya devam edecektir.
Kur'an'da verilen Yusuf @ ve Musa @ kıssalarındaki Mısır şehir medeniyeti ; din, Kültür, ekonomik ve sosyal hayatı, kronolojisi, günümüz arkeoloji, Mısıroloji gibi modern bilim dalları ile daha da ayrıntılı bir biçimde incelenebilmektedir.
Bu bilimsel çalışmalar neticesinde ulaşılan veriler, Kur'an'da geçen kıssalarda ayrıntı verilmemiş olayların tarihî ve coğrafî hususlarının daha ayrıntılı anlaşılması ve yorumlanması bazında yararlar sağlamaktadır.
Çağdaş dünyadaki modern bilimlerin; arkeoloji, tarih, coğrafya ve diğer dallarındaki çalışmalarını, engellememiz mümkün değildir. Müslümanlar olarak bunlardan bigâne kalmamız da mümkün değildir.
Dolayısı ile Kıssaların anlaşılması; Kıyamete kadar her zaman diliminde Kur'an'ın ayetleri çerçevesi ve ışığında, o devrin ulaştığı bilimsel disiplinlerin verileri de kullanılarak yeni yeni perspektif ve vizyonlarda idrâk edilmeye devam edilecektir.
Zülkarneyn'in kişiliği öncelikli bir konu olsaydı Allah; Davud @, Süleyman @, Yusuf @ ve Sebe melikesi ile ilgili kıssalarda yaptığı gibi, Zülkarneyn hakkında da kişiliği, yaşadığı yer ve zamanı ve gibi hususlarda muhataplara kesin bilgiler verebilirdi. Anlaşılıyor ki cenabı Hak açısından, Zülkarneyn kıssasından istenilen mesajı almak için bu hususlardaki ayrıntılar öncelikli değildir.
Kur’an’da anlatılan Zülkarneyn kıssasındaki kişi, kronoloji, tarih, coğrafya gibi bin dört yüzyıl öncesinden gelen tanımlamaların; bin yıllar sonraki çağdaş toplumların anlayışlarına, sonraki toplumların elde ettikleri tecrübî vasıtalar, bilgi birikimleri kanalıyla ulaştırılmak ya da yorumlamak gereği doğmaktadır.
Belki de Allah Kur’an'daki kıssa anlatımlarında ayrıntı vermemesinin altında yatan etmen budur.
Kur'an’ın iniş dönemi uzaklık anlatımı ile bu günkü uzaklık tanımlarının ve anlatımlarının - edebî, tarihî, coğrafî – olarak dil açısından farklılaşması, Zülkarneyn veya diğer kıssalardaki anlatımların daha iyi idrak edilmesi açısından, yaşanılan zamana göre yorumlara gidilmesini zaruri kılmaktadır.
Yeri gelmişken önemli bir hususun üzerinde durmakta yarar görüyoruz. Zülkarneyn kıssasını anlama hususunda modern Tarih, Coğrafya ve Arkeoloji biliminden yararlanırken, şu husun farkında olmalıyız. Kıssaları Tarih, Coğrafya ve Arkeoloji bilimine doğrulatma gayesiyle hareket etmemeliyiz. Ancak bu ilimleri Kıssaların anlaşılması yolunda yararlanılacak metodik araçlar olarak görmemiz gerekmektedir.
O halde kıssaları anlamada yeni bakış açıları sağlayarak bizlere yardımcı olacak tarih, coğrafya ve arkeoloji ve diğer modern ilim dallarından yaralanmak bizler için bir amaç değil, metodik bir araç olacaktır.
" Yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmıyorlar mı ? " 12/109
" Yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bakın. " 3/137
Allah'ın buyurduğu bu ve diğer ayetlerde Tarih, coğrafya ve arkeoloji'den de yaralanılarak, Kur'an'da anlatılan kıssalardaki toplumlar nezdinde dersler çıkararak, onların yaşamlarından ibret almamız istenmektedir. O halde akîm kaldığımız bu gibi durumlarda; ilerdeki süreçte bu konuyla ilgili tarihî, coğrafî, arkeolojik verilere dayanan gelişmeler olabileceğini öngörerek o noktada durmak, ilmî olmaktan ziyade zannî olacak bilgiler üretmeye tevessül etmemek bu konuda hassas olmak gerektiği kanaatindeyiz.
Burada şöyle bir kaygı doğabilir. Acaba kıssaları yorumlarken yapacağımız bu çalışmalar; evvelki kitaplardaki gibi Kur'an'daki kıssaların mesajlarını saptırabilir mi ? onları tahrife sebep olabilir mi ?
Bizce bu çalışmalar asla böyle bir soruna yol açmaz. Çünkü Kur'an'ın değişmesi gibi bir durum asla olmayacaktır. Kıyamete kadar baki Kur'an'ı Kerim'in, her çağda en iyi, en ideal anlaşılması için gerekli olan çabaların önü her zaman açık olacak ve Kur'an'ın uygulanabilirliği, hayata tatbik edilmesi önünde hiçbir engel olmayacaktır . 
         Zülkarneyn kimdir ?
Zü ve karn kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen Zülkarneyn kelimesi bir lakap ifadesi olarak Kur'an'ı Kerim'de kullanılmıştır. Sözlüklerde "Zü" kelimesine " malik " , " sahip " manaları verilmektedir.
Arabistan yarımadasının güney bölgesinde, Yemen adı verilen coğrafyada hakimiyet kurmuş, kâdim toplumların kral veya hükümdarlarına, " Zü " ünvanı verildiği, tarih kayıtlarında yer almaktadır. Zü-nûvas, Zü-yezn , Zîyezen gibi..
Bundan dolayı müfessirler, Kur'an'da geçen Zülkarneyn'in, Yemen bölgesinde yaşamış hükümdarlardan biri olabileceğini düşünmüşler ve bu fikre mümasil tarihi örnekler üzerinde durmuşlardır. Himyer meliki Zû-Nüvas, Yemen kıralı Sa'b b. Rayiş gibi,
Sözlüklerde karn kelimesine; “boynuz”, “çağ” ( devir, asır ), “nesil”, “kuşak” gibi manalar verilmektedir.
Boynuz lakabını zahiri olarak alan ilk dönem müfessirleri, Boynuzlu miğferler kullanan ve geniş topraklarda fetihlerde bulunan, Makedonyalı İskender'i, Zülkarneyn olarak görmüşlerse de, daha sonraki müfessirler bunun geçersiz olabileceği ve nedenleri hakkında şerhler sunmuşlardır.
Kur'an'ı Kerim'de " Karn " ve onun cemisi " Kurun " ; nesil, kuşak; bir zaman kesitinde yaşamış olan insanlar topluluğu manalarında kullanılmıştır.
" Kendinden önce nice nesli ( karnin ) helâk ettiğimizi bilmiyorlar mı ?... Onların arkalarından başka nesiller ( karnen ) yarattık. " 6/6
" İman etmedikleri için nice nesli ( kuruni ) helâk ettik . " 10/13
" Sizden önceki nice nesillerden ( kuruni ) .... " 11/116
" Onların ardından başka nesiller ( karnen ) var ettik. " 23/31
" Andolsun ilk nesilleri ( kuruni ) helâk ettikten sonra.." 28/43
Karn kelimesinin tesniyesi " Karneyn " çift manasını aldırmaktadır ki, o halde Zülkarneyn; "iki boynuzlu", " iki çağ sahibi ", " iki nesil sahibi " gibi anlamlar içermektedir.
Buna binaen Müfessirler, tefsirlerinde; İran, Anadolu, Mezopotamya, Filistin üzerinde, aynı anda kurulmuş olan; Med ve Pers devletlerine hükmeden , tarihte yaşamış, Zülkarneyn lâkabına uyduğunu telâkki ettikleri, Fars kralı Keyhusrev ( Kisra Hüsrev ), Koreş, ( Kuruş, Cyrus ), Darius ( Dara ) gibi tarihi şahsiyetler ve onların hayatları ile diğer ilgili konular hakkındaki malûmat üzerinde mufassal bir biçimde durmuşlar ve sayfalar dolusu yazılar telif etmişlerdir.
Tevrat'ın metinlerinde anlatılan Med ve Pers kralları; Kur'an'da vasıfları zikredilen Zülkarneyn'in vasıflarına haiz olan yöneticilerden oldukları görülmektedir.
Tevrat'ın Ezra kitabındaki metinlerde; Yahudileri yenip Süleyman mabedini yıktıran, onları Babile sürgün eden; tarihçilerin Hammurabi olarak ta isimlendirdiği ünlü Asur kralı Nabukadnetsar'ı yenerek, onun hüküm sürdüğü Suriye, Mezopotamya ve Filistin topraklarındaki Babil krallığını yıkarak, Mezopotamya'ya sürgün giden Yahudilerin Kudüs'e dönüşlerine müsaade eden ve Süleyman mabedinin tekrar yapılmasına aracı olan ve Yahudilerin yeniden derlenip toparlanmasını sağlayan kralların başında Pers kralı Koreş gelmektedir .
" Pers Kralı Koreş'in krallığının birinci yılında RAB, Yeremya aracılığıyla bildirdiği sözünü yerine getirmek amacıyla, Pers Kralı Koreş'i harekete geçirdi. Koreş yönetimi altındaki bütün halklara şu yazılı bildiriyi duyurdu: "
" Pers Kralı Koreş şöyle diyor: " Göklerin Tanrısı RAB yeryüzünün bütün krallıklarını bana verdi. Beni Yahuda'daki Yeruşalim ( Kudüs ) Kenti'nde kendisi için bir tapınak ( Süleyman mabedini onarmakla ) yapmakla görevlendirdi. "
" Aranızda O'nun halkından kim varsa Tanrısı onunla olsun. Yahuda'daki Yeruşalim Kenti'ne gidip İsrail'in Tanrısı RAB'bin Yeruşalim'deki Tanrı'nın Tapınağı'nı yeniden yapsınlar. " Ezra 1.Bab, 1-3
Pers kralı Koreş'in Yahudilere yaptığı iyilikler bir hayli fazladır. Yahudilerin peygamberi Daniel'i yanına yardımcı olarak almış ve onun fikirlerine değer vermiş bir kraldır.
" Daniel, Kral Koreş'in en yakın dostlarından biriydi. Kral danışmanla­rı arasında en çok Daniel'e güveni­yordu." Apokrif kitap / Bel Ejder 1.Bab, 2
Yahudilerin çok değer verdiği ; Babil kralı Nabukadnetsar'ın yağma ettiği Süleyman mabedindeki hazineleri, Babil'de buldurtup Yahudilere iade etmiştir.
" Pers Kralı Koreş de Nebukadnessar'ın Yeruşalim'deki RAB'bin Tapınağı'ndan alıp kendi ilahının tapınağına koymuş olduğu kapları çıkardı. Bunları hazine görevlisi Mitredat'a getirterek sayımını yaptırdı ve Yahuda önderi Şeşbassar'a verdi" Ezra 1.Bab, 7-8
Onların yeniden dini ayinlerini tesis etmelerine izin vererek Yahudiliğin gelişmesini sağlamıştır . Koreş İnançlı bir insan olmasa bu iyilikleri yapmazdı.
Ondan sonra Mezopotamya ve Filistinin bulunduğu bölgeye Med Kralı Artahşaştay ( Ahaşveroş ) hakim olur ve o da Yahudilere iyi davranır. Koreşin ölümünden sonra yerine gelen yeni kral Artahşaştay; Süleyman mabedinin yapımı esnasında, Samiriye halkının şikayetleri üzerine bir müddet mabedin yapımını durdurursa da, daha sonra yapımına tekrar müsaade eder. Yahudilerin ünlü bilgin Haham'ı Ezra'nın Kudüs'e gidişine ve serbestçe; Tevrat'ı derlemesine ve halkına öğretmesine izin verir.
" Ve Ezra kralın (Artahşaştay) ın yedinci yılında ….Babilden çıkmaya başladı …..Allah'ın inayeti onun üzerinde olduğundan ötürü beşinci ayın birinci gününde Yaruşalim'e (Kudüs) vardı.” Ezra 7. Bab, 8
" Çünkü Rabb'in şeriatini yapmak için, ve İsrail'de kanunu ve hükümleri öğretmek için Ezra kendi yüreğini hazırlamıştı. Ezra 7. Bab, 10
Med Kralı Artahşaştay'dan sonra yerine geçen oğlu Darius'ta inançlı bir kraldır. Yahudilere ve dinlerine karşı müsamahakar ve adil bir yöneticidir.
"Krallığımda yaşayan herkesin Daniel'in Tanrısı'ndan korkup titremesini buyuruyorum. O yaşayan Tanrı'dır , Sonsuza dek var olacak. Krallığı yıkılmayacak, Egemenliği son bulmayacak . " " Kurtarır, O, yaşatır, Gökte de yerde de Belirtiler, şaşılası işler yapar. " Daniel 6.Bab, 26 - 27
Yahudi kaynakları, Darius'un Tevrat'ın bir bölümüne adını veren bir aziz olarak anılan Ester'in oğlu olduğuna inanmaktadırlar.
Darius çok geniş topraklara hükmetmektedir. Onun krallığında Pers ve Med krallıkları bir çatı altında toplanmıştı.
" Ülkenin bütün bakanları, kaymakamları, satrapları, danışmanları, valileri olarak kralın zorlu bir yasa çıkarması üzerinde anlaştık. Ey kral, kim otuz gün içinde senden başka bir insana ya da ilaha dua ederse, aslan çukuruna atılsın. "
" Şimdi, ey kral, yasağı koy; Medler'le Persler'in değişmez yasası uyarınca yazıyı imzala ki değiştirilemesin. " Daniel 6.Bab, 8-9
" Kral Darius, yönetimi altındaki herkese, evinde doğmuş olanlara, Medler'le Persler'in ileri gelenlerine, valilere, generallere ve ayrıca Hin­distan'dan Habeşistan'a kadar yöneti­mi altındaki yüz yirmi yedi ilin bölge valilerine büyük bir şölen verdi. Apokrif kitap / Edras 3, Bab, 1-2
Darius zamanında yarım kalan Süleyman mabedi tamamlanır.
" Tapınak Kral Darius'un krallığının altıncı yılı, Adar ayının üçüncü günü tamamlandı. " Ezra 1.Bab, 1-3
Bu esnada Darius, Yahudilerin Haggay, Zekarya ve Daniel peygamberleri, ile iyi ilişkiler kurar.
" Peygamber Hagay ile İddo oğlu Zekeriya'nın yaptıkları peygamberlik sayesinde Yahudi ileri gelenleri yapım işlerini başarıyla ilerlettiler. İsrail Tanrısı'nın buyruğu ve Pers kralları Koreş'in, Darius'un, Artahşasta'nın buyrukları uyarınca tapınağın yapımını bitirdiler”
Bulunan arkeolojik kalıntıların incelemelerinde yukarda geçen Med ve Pers kralları, özellikle Darius'un; figür ve heykellerinde boynuzlu taçlar giymiş olarak resmedilmektedir.
Tarihi kaynaklar Darius zamanını Pers krallığının en ileri seviyesinde olduğunu değerlendirmektedirler .
Zülkarneyn ile ilgili ifadelere rastladığımız Tevrat’ta anlatılan coğrafyalar; Mısır, Filistin, Güneydoğu Anadolu, Suriye, İran, Lübnan topraklarını içine alan bölgeyi kapsadığına göre; tarihî kaynakların İran’da, iki ayrı; Med ve Pers krallıklarına hakim olarak her iki krallığı birleştirip, İran, Mezopotamya, Kafkaslar ve Anadolu toprakları gibi geniş bir coğrafya üzerinde hüküm sürdüğüne inanılan, Koreş, Artahşaştay ( Ahaşveroş ) ve Darius adlı kralların sonuncusu olan Med ve Pers imparatorluğu kralları Koreş veya Darius'un özellikle Darius 'un, Zülkarneyn olması eldeki veriler nezdinde mâkul gözükmektedir.
Darius 'un, Yahudilerce saygı duyulan ve sevilen bir kral olduğu hem Tevrat ve hem de diğer yazılı ve sözlü Yahudi kaynaklarınca da teyit edilmektedir.
Pers krallarının hüküm sürdüğü, Tevrat metinlerinde geçen topraklardaki Yahudi kültür ve Tevrat ifadelerinin meczedildiği bir efsane kültürü tüm Arap, Acem, Anadolu ve yakın coğrafyalarının tarihî ve kültürel mirası olarak nesiller boyu devredilerek, Kur'an öncesi cahiliyye toplumuna ve günümüze kadar aktarıla gelmiştir.
Burada altını özellikle çizmemiz gereken nokta; Kur’an’ı Kerim'deki Zülkarneyn kıssasının nuzülü ile; muhatap toplumun hafızasında ve yazılı belgeleri olan Tevrat ve İncil'de yer alan Zülkarneyn'e ait dinî, tarihî ve kültürel malumatın; Allah tarafından, Kur’an vasıtası ile " Zannî " olmaktan çıkarılarak hidayete dayalı " ilmî " öz, mücmel bilgilerle; tüm insanlığın hidayetine yönelik açıklamalar haline dönüştürüldüğü gerçeğidir.
Kur'an’da anlatılan öz bir vakıaya açılımlar getirmeye çalışırken, Kur'an’ın " îlmi " verilerini, uygun olacağını farz ettiğimiz başka kaynaklardaki zannî tafsilatla “ boğmamak “ mesajının anlaşılmasını geciktirmemek için özen ve dikkat etmemiz gerekmektedir.
Aksi halde bugün her biri birer ilim veya disiplin olarak yapılanmış bu metodik vasıtaların; tefsirciler elinde, kuşbakışı ele alınarak kıssalar ve diğer gereken yerlerde kısır döngülerde haşiyeler ve şerhler ile; suyunun suyu, suyunun suyu! şeklinde dönmeye devam etmekte olacağımız aşikardır.
İfrattan kurtulmak isterken, Zülkarneyn'ni veya bir kısım kıssaları vakii olmayan sembolik kıssalar değerlendirmesine atfederek kısır döngüden sıyrılmaya çalışmak ta tefrit olacaktır düşüncesindeyiz.
Zülkarneyn ve diğer kıssalardaki mücmel hususların - tarih, zaman, biyografi, coğrafya v.s gibi – geniş açılımları için mesela, kıssa arkeolojisi, kıssa tarihi, gibi disiplinlerin İslam ilahiyatı içersinde ihdas edilerek, bu sahalarda yetişecek yetkin uzmanlar sayesinde, kıssalara yeni açılımlar getirmek ve tefsir sahasına yeni usuller getirerek girilen açmazları kırmak mümkün olabilecektir kanısındayız. 
           Zülkarneyn'in yaşadığı yer neresidir ?
Kur'an'da zikredilen Kıssa ve meselleri, hitabettiği cahiliyye Arap toplumunun bilinen öğelerinden seçen Allah; muhakkak ki, Zülkarneyn'i de bilinen coğrafyalardan ya da muhatap toplumun rahat algılayabileceği ögelerden seçmiş olması, Kur'an'daki emsal konular açısından çok açık bir durum olarak karşımıza çıkacaktır.
Kaldı ki Zülkarneyn'e ait konuların Tevrat ve İncil'de de geçtiğini baz alırsak; Hz. Musa dönemindeki Yahudi toplumuna hitabeden Allah’ın, yine o toplumun yerleştiği veya hareket halinde olduğu – sürgün, hicret, geri dönüş - bölgeler ve bu bölgelerin hinterlandı olan Arabistan, Afrika, Anadolu, Kafkas ve Acem topraklarını kapsayan alanlardan, bilinen bir tarihi şahsiyet ve vakıadan örnek vermesi; Tevrat’ın ve İncil'in, dolayısı ile Tevrat’ta ve İncil'de yer alan Zülkarneyn'e ait metinlerin , o zaman'a ait insanlarının anlaması açısından zaruri olmalıdır.
Bundan dolayı müfessirler; Arapların ticaret, seyahat, savaş gibi vesilelerle tanıdıkları Arap coğrafyası ve uzantısı Ortadoğu, Afrika, Anadolu, Kafkaslar, Avrupa, Hindistan ve Çin'i içine alan yakın ve Uzakdoğu coğrafyası üzerinde; yazılı, sözlü olarak kendilerine ulaşan bilgiler neticesinde tarihte yaşadığına inandıkları Zülkarneyn lâkabına uyan yöneticileri ve bunların toplumları nezdinde Zülkarneyn Kıssasını yorumlamaya çalışmışlardır.
         Zülkarneyn'in vasıfları
          

               a - sebep ( yol bilgisi )
Kehf suresi 84-85-89-92. ayetlerinde geçen ve Zülkarneyn'in en temel yeteneğinin yapısını oluşturan " sebep " kelimesine sözlüklerde; arzın menzili, konakları, menzil bilgisi manaları verilmiştir.
Nitekim yerleşik bir yönetici olmayan, yeryüzünün çeşitli istikametlerinde seferler düzenleyen Zülkarneyn'in bu gücü ve başarısı; Allah'ın ona bahşettiği arz üzerindeki yolların bilgisine vakıf olması ve bu bilgiyi kullanarak, güçlerini istediği mıntıkalara intikal ettirebilmesidir.
Takdir edilmelidir ki engin yeryüzü coğrafyasında uzun mesafelerde, gittiği bölgelere egemenliğini kabul ettirecek kadar ordu intikal ettiren, onları yedirip içirebilen, geri dönüşlerini sağlayabilen bir yöneticinin engin bir bilgi ve donanım sahibi olması gereklidir.
" Ona ulaşmak istediği her şeyi elde etmenin sebebini öğretmiştik. " 18/84
" O da, o işin sebebine sarılıyordu. " 18/85
            b - yöneticilik ( egemenlik ve kaynaklara sahip olmak )
" Biz onu yeryüzünde GÜÇLÜ KILMIŞ VE ONA ULAŞMAK İSTEDİĞİ HER ŞEYİ ELDE ETMENİN YOLUNU, SEBEBİNİ ÖĞRETMİŞTİK. " 18/84
" Rabbimin bana verdiği GÜÇ ( EGEMENLİK ) daha hayırlıdır. " 18/95
Kehf suresinde geçen bu güç, hakimiyet ifadelerinden, Zülkarneyn'in bir yönetici - imparator, kral, hükümdar, Melik - olduğu anlaşılmaktadır.
Kur'an da isimleri yönetici olarak geçen Davut (a.s), Süleyman (a.s), Yusuf (a.s) ve Sebe melikesi ile ilgili kıssaların anlatıldığı ayetlerde; bu yöneticiler zikredilirken de, Zülkarneyn'in vasıfları ile aynı vasıflar sıralandığını görmekteyiz.
" Ey Davut biz seni hükümdar yaptık. " 38/26 " ONUN MÜLKÜNÜ GÜÇLENDİRMİŞTİK . " 38/20
"...(Süleyman) bize HERŞEYDEN BOLCA VERİLDİ. " 27/15
" Böylece Yusuf'u ORAYA EGEMEN KILDIK. " 12/56
" (Yusuf ) Rabbim bana EGMENLİK VERDİN. " 12/101
" ( sebe melikesi ) kendisine HERŞEYDEN BOLCA VERİLMİŞ OLAN bir kadın yönetiyor. " 27/23
Zülkarneyn'le birlikte serde dilen tüm yöneticilerin; Allah'ın onlara bahşettikleri iktidar, güç, egemenlik ve zengin doğal ve ekonomik kaynaklar sayesinde, yeryüzünde geniş topraklara hakim olduklarını ve taba'larını idare ettiklerini anlamaktayız.
Tüm yöneticilerin ortak özelliklerinden en önde gelenin Egemenlik, iktidar, güç ve zengin tabiî ve ekonomik kaynaklar olduğu anlaşılmaktadır.
Zülkarneyn’e ayrıcalıklı olarak " sebep " verildiği anlaşılmaktadır ki; bu farklı özellik çok geniş coğrafyalarda tevhidî anlayışı yaymaya çalışan birinin o coğrafyalarda hakim olabilmesi, sevk ve idareyi yapabilmesi için gereken bir donanıma " sebep " yol bilgisine ihtiyacı olacağı içindir.
           c - adaleti sağlama, adaletle idare
" Orada bir kavme rastladı . " Ey Zülkarneyn! onları ister cezalandır, ister iyi davran " dedik. "
" Dedi ki: " Kim ZULMEDERSE ONU CEZALANDIRACAĞIZ, sonunda Rabbine döndürülecek, o da onu kötü bir azaba uğratacak. " 18 / 86-87
Allah'ın kendisine egemenlik ve büyük bir kaynak zenginliği bahşettiği Zülkarneyn; bu nimetleri insanlar arasında adaletle paylaştırma ve adil davranışlar sergileyerek hem kendi hem de yönettiği toplumların Allah'ın rızasını kazanması yolunda sarf ediyordu.
Süleyman @ kıssasında Sebe melikesinin ileri gelenler ile yaptığı bir diyaloga göz atalım.
“ Kraliçe dedi ki: Krallar bir ülkeye girdiklerinde oranın altını üstüne getirirler, ileri gelenlerini zelil ederler. Bunlar da öyle yapacaklardır. “ 27/34
Bu diyalogdan anlaşılıyor ki; Allah’a inanmayan onun emirlerini tanımayan yöneticiler, adil davranmayarak; ele geçirdikleri ülkelerde oranın insanlarını, mal ve mülklerini tarumar ederek zulmediyorlardı.
Oysa Allah Zülkarneyn’e; karşılaştığı isyankar topluma karşı, ölçüye göre yani, adaletle davranmasını belirtmektedir.
Bunun diğer örnekleri Davut (a.s), Süleyman (a.s), Yusuf (a.s); Allah'ın kendilerine verdiği egemenlik ve engin kaynakları. egemen oldukları halklarının mutluluğu, toplumda adaletin sağlanması ve hakkın rızasının kazanılması amacıyla sarf etmişler, bu hususta adil davranmışlardır.
" Ey Davut biz seni hükümdar yaptık. İnsanlar arasında ADALETLE HÜKMET. HEVANA UYMA....." 38/26
" Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı ADİL DAVRANMANIZI YASAKLAMAZ. ALLAH ADİL OLANLARI SEVER. " 60/8
Burada Zülkarneyn'in Kur'an'da ismi geçen diğer yöneticilerden farklı bir yönüne dikkati çekmek isteriz.
Kur'an'da ismi geçen, Davud @, Süleyman @ Yusuf @ ,Sebe melikesi; bulundukları içinden çıktıkları toplumlara hizmet, adalet ve Allah'ın bahşettiği kaynakları sarf ederek Allah'ın rızasını ararlarken; Zülkarneyn çok geniş coğrafyalarda tanımadığı kavim ve insanlara hizmet ve adalet götürerek hakkın rızasını kazanmaya çalışmıştır.
" Güneşin battığı yere ulaştığında....Orada bir kavme rastladı. " " Dedi ki: kim zulmederse onu cezalandıracağız..." " Ama kim iman edip salih amel işlerse, ona da en güzel mükâfat vardır. Onu zora koşmayız. " 18 / 86 – 87 - 88
           d - Savaşçılık yönü ön plana çıkmayan, kan dökmeyen bir yönetici
Kehf suresinde Zülkarneyn’in savaş ve kıtal yönü üzerinde durulmadığını müşahede etmekteyiz. Kur'an’da Süleyman peygamber kıssası anlatılırken onun savaş için gereken ordularından, savaş aletlerinden, savaş atlarından genişçe bahsedilirken; savaşa ve Zülkarneyn’in savaşçılığına yönelik yanlarından hiç bahsedilmediğini görmekteyiz.
Bu da onun egemenliğini savaşçılık değil akıl, adalet ve teknik üstünlük üzerine kurduğunu göstermektedir.
Ye'cûc ve Me'cûc üzerine gidip onları katledebilecekken, savaşsız bir strateji uygulayarak, sahip olduğu teknik yardımı ile savaşacakların aralarına set yaparak onları durdurduğunu, zulmü ve fesadı önlediğini anlamaktayız.
Bu durum aynı zamanda, Tevrat ile Kur'an kıssaları karşılaştırıldığında her ikisi arasındaki savaş, kıtal, kan dökme gibi konulardaki; Kur'an'ın sulh ve adalet yaklaşımını göstermesi; dolayısı ile Tevrat’ın muharref hale getirildikten sonraki, değişiklikleri algılamamız açısından ilginç bir durum olarak değerlendirilmelidir.
           e - Teknik kullanması
" Bana demir kütleleri getirin " dedi. Getirdikleri kütleler dağlarla aynı seviyeye gelince: " Körükleyin " dedi. Sonunda demir yığını kor haline gelince; erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim " dedi. " 18/96
"..her türlü imkanı emrine vermiştik. " 18/84
Ye'cûc ve Me'cûc ile zulme uğrayan topluluk arasındaki meseleyi çözerken kullandığı teknik aslında Zülkarneyn'i anlatan şu ayetin açılımlarından biridir.
"..Her türlü imkânı emrine vermiştik. " 18/84
Allah'ın bu desteği sayesinde onbinlerce belki yüz binlerce askerin iâşe ve ibâtesini silah ve teçhizatını teknik üstünlüğü sayesinde sağlamıştır ki; yeryüzünün bir doğu ucuna bir batı ucuna seferler yapabilmiş bu geniş coğrafyalarda hakkı ve adaleti tesis edebilmiştir.
Müfessirlerin, Zülkarneyn’in kullandığı teknikler üzerine yorumları bir hayli fazla olmakla beraber; maden alaşımı ( metalürji ), inşaat tekniği ( mühendislik ), insanların istihdam edilmesi ( kamu yönetimi ) ( yönetim organizasyon ) ( insan kaynakları ) gibi; bu günkü bilim dalları karşılığı olabilecek Zülkarneyn’in meziyetleri üzerinde ilgili alanların uzmanları vasıtası ile yorumlar yapılmasının daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
Bu hususta önemli olan Zülkarneyn’in; Allah’ın verdiği imkanları kullanması, yeryüzü nimetlerini o günün teknik ve diğer yöntemleri ile değerlendirerek olaylara egemen olmasıdır.
Zülkarneyn kıssasının bu anlatımlarını, Allah’ın ayetlerinin yeryüzüne egemenliği sağlamak için; bu gün veya gelecekte ve hatta geçmişte de, yan gelip yatarak, gökyüzünü! gözleyerek değil; Davut @ Süleyman @ peygamberler kıssalarında da örnek verildiği gibi, Allah’ın Müslümanlara bahşettiği imkanları harekete geçirerek ve bundan sonra Allah’a tevekkül ederek yapılacağı dersinin verilmesi ifadeleri olarak algılamamız gerekmektedir.
           f - Zülkarneyn peygamber midir ? yönetici midir ?
Kehf suresindeki Zülkarneyn kıssası ile ilgili ayetleri incelediğimizde Onun bir yönetici - kral, melik, hükümdar, imparator - olduğu anlaşılmaktadır. Tefsirlerde Zülkarneyn'in yöneticiliği hususu üzerinde hiç bir ihtilaf bulunmamaktadır.
Zülkarneyn üzerinde asıl durulan konu onun bir peygamber olup olmadığı konusudur.
Zülkarneyn'i anlatan ayetlerde onun Kur'an'da anlatılan Resullerin vasıfları ile aynı söylemler ve davranışlar sergilediği gözlemlenmektedir.
           i - Sâlih amele davet
" Ama kim iman edip sâlih amel işlerse, ona da en güzel mükafat vardır." 18 / 88
Tanımadığı kavimler ve insan toplulukları üzerine seferler tertipleyen Zülkarneyn'in iman edip sâlih amele çağırdığı toplumlara; " iman " ve " sâlih amel "i nasıl ve ne şekilde anlattığı yada bu amellerin neleri kapsadığının açıklamasını yapıp yapmadığını bilememekteyiz.
Şurası muhakkak ki Zülkarneyn'in karşılaştığı toplumlara ilettiği iman ve sâlih amel kavramları; Zülkarneyn kıssasının indiği Mekke cahiliyye toplumuna açıklanan iman ve sâlih amel kavramlarıyla aynı olmalıydı.
Bundan dolayı bir açıklama getirilmemiş, dolayısı ile Zülkarneyn daveti anlatılırken, Mekke cahiliyye toplumunun dikkati çekilerek onların da iman ve sâlih amel ile ilgili yapmaları gereken tutum anlatılmıştır.
Karşılaştığı toplumların inanç durumlarının ne olduğu hususunda açıklık yoktur.
Mesela kehf suresi seksen altıncı ayeti şöyledir: " Orada bir kavme rastladı, " Ey Zülkarneyn ister cezalandır, ister iyi davran dedik. "
Eğer ayet -orada inançsız bir kavme rastladı - veya -orada putlara tapan bir kavme rastladı - şeklinde olsaydı; Zülkarneyn'in karşılaştığı toplumların inanç yapılarını anlamamız ve eğer Zülkarneyn’i peygamber olarak algılarsak, Zülkarneyn'in tebligatını daha iyi idrâk etmemiz mümkün olurdu.
Bu hususta karşılaştığı kavmin inanç durumunun öncelikle tesbit edildiği yönetici – peygamber Süleyman kıssasında şöyle bir anlatım vardır.
" O ve kavmi Allah'ın yanı sıra güneşe secde ediyor. Şeytan onlara yaptıklarını süsleyip doğru yoldan saptırmış. Bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar. " 27/25
Zaten Zülkarneyn'in karşılaştığı toplumların inançları hakkında tespit yapılan bir ayet olsaydı, belki de Zülkarneyn üzerinde resûl olup olmadığına dair zan olamazdı.
Kur'an'ı Kerim'de kıssaları anlatılan bütün Resuller toplumlarına tebligatlarını yaparken şu aşamalardan geçmişlerdir.
a - Resûllüğünü ilân:
( Hud ) “ Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. “ 26 / 125
b- Allah'a imana davet, şirkten men etme :
" Muhakkak ki biz, her topluma Allah'a kulluk edin, tağutlardan kaçının diye bir Resul göndermişizdir. " 16/36
ç - Tebliğlerinde çeşitli şekillerde sunarak ısrarlıdırlar:
" Rabbim! doğrusu ben kavmimi gece gündüz çağırdım. " 71/5
" Onlara açıktan açığa, gizliden gizliye söyledim. " 71/8-9
d - Gönderildikleri toplumlar sınanırlar:
" Biz hangi kasabaya resûl gönderdikse, ora halkını, yalvarıp yakarsınlar diye, darlık ve sıkıntıya uğratmışızdır. " 7/94
e - inkârcılar tarafından tehdit:
" Ey Nuh, bu işe bir son vermezsen taşlananlardan olacaksın. " 26/116
f - Allah'ın azabı, helâk:
" Şuayb onlardan döndü de " Ey kavmim! Andosun ki Rabbimin sözlerini size bildirdim, öğüt verdim; kâfir millet için niye üzüleyim. " dedi. " 7/93
" Bu yüzden onları bir sarsıntı tuttu ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler. " 7/91
Zülkarneyn kıssasında Zülkarneyn ve karşılaştıkları toplumların, Kur'an’da zikredilen peygamberler ve muhataplarının geçirmiş oldukları bu tebliğ aşamalarından geçmediği veya anlatılmadığı görülmektedir.
Bunun nedeni belki de yeryüzünün çok geniş bir coğrafyasında seferler yaparak askeri ve diğer güç unsurları ile, karşılaştığı kitleleri denetimi altına alması dolayısı ile cebren istediğini kabul ettirmesi olabilir ?
Ancak Süleyman peygamber kıssasında; yönetici bir peygamberin tebliğ metodu bize örneklik teşkil etmektedir.
Süleyman peygamber, Sebe toplumuna savaş açmadan o toplumun yöneticisi ile İslâm’ın tebliği üzerinde girişimlerde bulunmuş, Sebe melikesini dolayısı ile ileri gelenleri İslâm’a davet etmiştir.
O halde peygamber Zülkarneyn’den de! böyle bir aşama beklememiz gerekmektedir.
           ii - Yaptığı işe karşılık istememesi
Zülkarneyn'in gösterdiği peygamber tavırlarından bir tanesi de Yaptığı işe karşılık bir ücret istememesidir.
(Zülkarneyn)" Sana bir ücret versek, aramıza bir set yapar mısın ? " " Dedi ki: Rabbimin bana vermiş olduğu egemenlik daha hayırlıdır. " 18 / 94-95
Bu ayet'te ise sanki; Kur'an'da geçen peygamber kıssalarında rastladığımız bir peygamber tavrını yansıtan tavır sergilenmektedir.
( Nuh ) " Ey kavmim buna karşılık ben sizden bir mal istemiyorum, benim ücretim Allah'a aittir. " 11/29
( Hud ) " Ey kavmim, ben sizden bunun için bir ücret istemiyorum. Benim ücreti, beni yaratana düşer " 11/51
" (Süleyman) Bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz ? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. " 27/36
Nuh (a.s), Hud (a.s), Süleyman (a.s) ın tavırlarını yansıtan bu ayetlerde; Resuller toplumlarına, Allah'ın ayetlerini ulaştırmaları karşılığı onlardan bir ücret istemediklerini; bu emeğin karşılığını Allah'ın Resullere vereceğini bundan dolayı Allah'ın indirdiklerini inkar etmemelerini ifade etmek için toplumlarına çağrıda bulunmaktadırlar.
Oysa Zülkarneyn'e teklif edilen ücret ise; Allah'ın ayetlerini rastladığı kavme ulaştırma karşılığı olarak teklif edilmemektedir.
" Dediler ki: " Ey Zülkarneyn! Ye'cuc ve Me'cuc burda fesat çıkarıyor. SANA BİR ÜCRET VERSEK, ARAMIZA BİR SET YAPARMISIN ? " 18/94
Kur'an'da kıssaları anlatılan ve dini bir görevin karşılığı ücret istenmediğinin altının çizildiği yukarıdaki sıraladığımız ayetlere mukâbil, Zülkarneyn'e, set yapımı karşılığı yani dini içeriği olmayan bir işlev karşılığı olarak ücret teklif edilmektedir.
Dolayısı ile bu ücret, yapılacak bir iş mukâbili teklif edildiği için, dini olmaktan ziyade ticari veya siyasi bir mâhiyet arz etmektedir. Binaenaleyh Zülkarneyn'in ücreti reddetmesi ile diğer peygamberlerin yaptıkları tebliğ karşılığı ücret istememesi arasında nüans olduğu gözükmektedir.
Bu noktada üzerinde durmak istediğimiz bir husus vardır; Zülkarneyn, bir yönetici " kral, hükümdar " olduğu halde yapacağı işin karşılığı verilecek ücret teklifini reddetmesi ve buna karşılık olarak verdiği; " Rabbimin bana vermiş olduğu güç ( egemenlik, hâkimiyet ) daha hayırlıdır. " cevabı ise ilginçtir.
Çünkü bütün yöneticiler gerek savaşarak gerekse savaşmadan güçlerine karşılık, egemen oldukları kavimlerden herhangi bir karşılık olmaksızın ganimet, vergi, haraç v.s gibi gelirleri elde etmek amacındadırlar. Oysa Zülkarneyn bu hususta feragat etmektedir.
Onun bu tavrı, Allah'ın kendisine verdiği kaynakların bolluğu ve yeterliliğinden dolayı ve Allah'a teslim olmuş bir yönetici ile inkarcı bir yönetici farkını o insanlara yansıtarak, onları Allah'a teslim olmaya yöneltme amacını taşıdığı kanaati vermektedir. Bir nevi zekatın verilme yerlerinden biri olan
" Müellefe-i kulub " seçeneğinin işletilmesi gibidir.
" Sadakalar ( zekâtlar ) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, ( zekât toplayan ) memurlara, GÖNÜLLERİ ( İSLÂM'A ) ISINDIRILACAK OLANLARA ( MÜELLEFE-İ KULUB ), kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihat edenlere, yolcuya mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir. " 9/60
           iii - " Kulna " hitabı
Müfessirlerden bazıları Kehf suresi seksen altıncı ayette geçen " kulna ya zelkarneyn " " Zülkarneyn'e dedik ki: " ifadesinin Zülkarneyn'in Resullüğüne işaret ettiğini söylemişlerdir.
Kur'an'ı Kerim'de " Kulna " ifadesinin geçtiği yerlere baktığımızda; bu ifadenin Resullere hitap için kullanıldığı gibi başka yerlerde de kullanıldığı görülmektedir.
" Andolsun, içinizden cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Onlara: " Aşağılık maymunlar olun " ( Fekulna ) dedik. " 2/65 ayrıca benzer bir ayet; 7/166
" Bundan sonra İsrailoğullarına: " Bu ülkede oturun. Vaat edilen gün geldiğinde hepinizi bir araya toplayacağız " ( Kulna ) dedik. " 17/104
" Secde ederek kapıdan girin. Cumartesi yasağını çiğnemeyin ( Kulna ) dedik. " 4/154
" Onun bir parçasıyla ona vurun ( Fekulna ) dedik. " 2/73
Üzerinde durmak istediğimiz bir diğer husus ise; Kur'an'da kıssaları anlatılan bütün Resuller :
I-İçinde bulundukları ve yetiştikleri toplumlara Resullükle görevlendirilmişlerdir :
" Sonra onlara, aralarından: " Ancak Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur. Sakınmaz mısınız! " diyen resûller gönderdik. " 23/32
" Nuh'u kavmine gönderdik. " 11/25
" Ad'a de kardeşleri Hûd'u gönderdik. " 11/50
" Semûd'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. " 11/61
" Medyen'e de kardeşleri Şuayb'i gönderdik. " 11/84
II - Resul oldukları kavmin dili ile onlara Allah'ın ayetlerini ulaştırmışlardır:
" Biz, her elçiyi, kendilerine ayetlerimizi açıklaması için, ancak halkının diliyle göndermişizdir. " 14/4
III -Aralıksız elçilik etmişlerdir:
Resullükle vazifeli oldukları toplumlara risalet görevini inkıtasız olarak sürdürdüklerini müşahede etmekteyiz.
Musa'nın @ kavminden ayrılışlarında bile kardeşi Hârun @ elçiliğe ara verdirmeksizin devam ettirmiştir.
Yunus @ kavminden Allah'ın izni olmaksızın ayrılması ile beraber, Allah tarafından cezalandırılarak, bilâhare tövbesi kabul edilerek tekrar toplumuna elçi gönderilmiştir.
IV -Toplumların sınanması:
Bunun yanı sıra Resullerle toplumunun tebliğ diyalogları ve sınanmaları söz konusudur.
" Peygamber gönderdiğimiz her memleketin halkını, yalvarıp yakarsınlar diye darlık ve sıkıntıya uğrattık. " 7/94
Halbuki Zülkarneyn kıssasında Zülkarneyn ve ulaştığı toplumlar arasında geçen vakıalardan; Kur'an'da kıssaları anlatılan peygamberlerin ortak vasıflarına yönelik; tebliğ aşamaları, sınanmalar, ve diğer bahsettiğimiz özellikleri görememekteyiz.
Sonuç olarak Zülkarneyn kıssası; Zülkarneyn'in Müslüman bir yönetici ve her Müslüman gibi , karşılaştığı yerlerdeki insanlara dinini tebliğ eden, Allah'a itaatkar salih bir kul olduğu onun emirleri doğrultusunda amel ettiği velâkin resûl olmadığı kanaatini vermektedir. 
          Zülkarneyn kıssasındaki coğrafik ifadeler
           i)- " Mağribeş'şems " ve " Metliaş'şems "
Zülkarneyn kıssasında " Mağribeş'şems " " güneşin battığı yer " ve " Metliaş'şems " " güneşin doğduğu yer " olarak tarif edilen coğrafyalar üzerinde; müfessirlerin ve diğer yorumcuların geniş olarak durduklarını gözlemlemekteyiz
Bunun sebebi, Zülkarneyn ve ulaştığı toplumlar hakkındaki bilgileri, tahminden ileriye geçirerek ve hatta kesinleştirerek bu kıssayla ilgili sorunları çözmek gayretindendir
Çağımızda ise, güneşin doğuşu ve batışının; günümüz modern astronomi ve coğrafya bilgileri ışığında değerlendirilerek " güneşin batışı " " güneşin doğuşu " ifadelerinin yanlış olduğunu, dolayısıyla Kur'an'ın bu durumu yüklenemeyeceği teziyle, kıssanın " Temsili ", " Sembolik " bir başka modern nitelemeyle "Diyagramatik" olarak nitelenmesi ile birlikte, ihtilaf olan tüm sorunlu konulara çözüm getirilmek istenmesinden dolayı üzerinde oldukça yoğun çabalar sarf edilmektedir.
Şöyle ki, eğer kıssa sembolik ve diyagramatik olarak kabul edilirse kıssadaki güneşin batışı, doğuşu, zülkarneyn'in kimliği ve bunun gibi ihtilaflı konular, ortadan kalkmaktadır
Zülkarneyn kıssasının " sembolik "olduğunun kabulü ; kıssanın ders verme amacı ile, Arap toplumu arka planınındaki efsanelerden veya hikâyelerden oluşturulmuş hayali " mitolojik " bir kıssa veya temsili bir anlatım olduğu sonucuna götürerek bu kıssadaki tüm sorunları getirdiği bakış açısıyla çözmektedir!
Kıssada üzerinde durulması gereken sadece hidâyete yönelik motifler kalmaktadır. Ki bunlar da Kur'an içersinde çeşitli defalar zikredilen konular olduğundan üzerinde yoğunlaşma bile gerektirmemektedir.
Velhasılı Kur'an'ı Kerim'deki kıssaların bir bölümü, " Efsane-kurgu " " Hikâye-kurgu " kabul edilerek, Allah'ın bu tür kıssalarda muhatapların yararı için , Cahiliyye Arap, arka planındaki çeşitli hikâye ve efsanelerden kurgu yaparak, sembolik bir anlatımda bulunduğu öne sürülmektedir.
Kur'an'ı Kerim'den, kıssaların tarihiliği hususunda birkaç ayet aktaralım.
" ( Ey Muhammed! ) Bunlar sana vahyettiğimiz gayb aleminin haberlerindendir. Meryem’e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarkensen onların yanında değildin . " 3 / 44
" Bu anlatılanlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onlar kararlarını verip hile yaparlarken sen yanlarında değildin. " 12 /102
" Yoksa sen, sadece Ashâb-ı Kehf (mağara arkadaşları ve) ve Rakim olayının mı şaşılacak âyetlerimizden olduğunu sandın ? ” 18 / 9
" Biz, onların başlarından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini artırdık. " 18 / 13
" Eğer sen onları görseydin dönüp kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı. " 18 / 18
" Mûsâ’ya o emri vahyettiğimiz vakit, sen Batı tarafında değildin, görenlerden de değildin... " 28 / 44
" De ki, bu büyük bir haberdir oysa siz bundan yüz çeviriyorsunuz. Onlar Melei A`lâ’da çekişirlerken benim bir bilgim yoktu... " 38 / 69
" Bu sana vahyettiğimiz ğayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen, ne de kavmin bilmiyordunuz... " 11 / 49
            ii) Güneşin doğuşu ve batışı ile ilgili cahiliyye dönemi inancı
" Güneşin doğuşu " ve " Güneşin batışı " ifadeleri üzerinde ilk dönem müfessirlerinin astronomik yorum açısından uğraşmadığını görmekteyiz.
Çünkü onlar tarafından, güneşin doğuş ve batışı, bir sorun olarak gözükmüyordu.
Onlar açısından bu ifadelerin coğrafik temelleri dolayısıyla o coğrafyalarda Zülkarneyn'in karşılaştığı topluluklar ve yaşadığı olaylar yani diğer bir ifade ile " tarihsellik " " Vakiî'lik " ön plandaydı.
Çünkü onlar bu ve diğer kıssaların temsilî ve buna mümasil durumlarını düşünmüyorlar; kıssaların tarihsel, yaşanılmış vakıalar olduklarına inanıyorlardı.
Kur'an'ın nazil olduğu dönemde yaşayan Araplar, yeryüzünün iki ucu sınırlı bir kara parçası olduğuna inanıyordu.
" Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, DOĞUNUN DA BATININ DA VE BUNLARIN ARASINDA OLAN HER ŞEYİN RABB’İDİR. " 26/28
“ En sonunda bize gelince arkadaşına: Keşke benimle senin aranda DOĞU İLE BATI ARASI UZAKLIK OLASAYDI, sen ne kötü dostmuşsun. “ 43/38
" DOĞU DA BATI DA Allah'ındır. " 2/115
Bunlar ve bunlara benzer ayetlerde Allah; " Doğu " ve " Batı " istikametlerini güneşin doğuş ve batış yönlerini yani yaygın inanış olan yeryüzünün bitim sınırlarını, cahiliyye Araplarının yeryüzü coğrafyası bilgilerini ifade eden dil unsurları ile, yeryüzü üzerinde egemenlikte boşluk bırakmadığını ve yeryüzünün her alanına hakim olduğunu anlatmaktadır. Amaç yeryüzü ve gökyüzü fiiliyâtını " astronomi " anlatmak değildir.
Zülkarneyn kıssasında kullanılan güneşin doğuşu ve batışı ifadeleri de astronomik doğruları ifade için değil, Zülkarneyn’in seferlerinin uzaklığını belirtmek için kullanılmış tanımlardır.
Peygamberimizin “ ilim Çin’de de olsa alınız “ hadisi şerifindeki " Çin’de de " olsa ifadesi o günkü Arap cahiliyye toplumunun coğrafya anlayışına göre bir uzaklık mesafesi ifadesi değil midir ?
Bu günkü coğrafik verilere göre bu tanımlamanın yanlış olduğunu; Çin’den uzakta Japonya’nın bulunduğunu dolayısı ile bu hadisin Resulün hadisi olmayacağını iddia edebilir miyiz ?
Burada Resulün dikkat çekmek istediği; en uç, en uzak ülke olarak Çin belirtilmişse de, amaç ilim için bu uzaklık kadar; yani bilinen bu uzak mesafe kadar uzun olsa da, ilim için oraya kadar gidin, ilmi almaya uğraşın mesajıdır.
Kullanılan coğrafik malzeme, günümüz bilimsel verilerine göre yanlış olsa da, o günkü tecrübî bilgiye göre doğrudur ve o günkü coğrafik dil, anlatım malzemesi ile verilmek istenen mesaj, insanlar tarafından tam ve doğru olarak algılanabilmiştir.
Cahiliyye dönemi Arapları, yer ve göklerden oluşan kainatı; çadırları gibi telakki ediyorlardı. Yeryüzünün doğu ve batı adı verilen iki tarafının olduğunu; yeryüzünün bu iki ucundan çadırlarının tavanı gibi, yay şeklinde gökyüzünün, yukarıya doğru kubbe biçiminde uzandığını; güneş, ay ve yıldızların gökyüzünde asılı olarak durduğu inancındaydılar.
Nitekim kainatın çadıra benzetildiği şu tasvirlerin yer aldığı ayetlere göz atalım.
“ O Rab ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir tavan yaptı. “ 2/22
“ Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten … “ 13/2
Dolayısıyla cahiliyye Arapları, gökyüzünde asılı bulunan güneş ve ayın her doğup batması esnasında, yeryüzünün iki yandaki boşluklara veya yeryüzünün en uç toprakları içerisine girip çıktığını düşünüyorlardı.
Hatta hadis külliyatında, güneşin toprağa girip çıkarken sürtünmeden oluşan bir sesin duyulduğuna dair rivayetler anlatılmaktadır.
Bu inanışlar o dönemin astronomi ve coğrafya bilgileri açısından çok doğaldır. O günkü toplumun bilgilerini, bu günün modern bilimi açısından sorgulayarak; o dönem anlayışlarının arka planına sahip Arap toplumuna hitabeden Kur'an'ın, kullandığı dil ve diğer unsurların ihtiva ettiği kıssalara " Temsilî " " Sembolik " değerlendirmeler atfetmek yanlış olur kanaatindeyiz.
Kur'an'ı anlamada, iniş dönemi arka planı unsurlarının bilinmesinin büyük önem arz ettiğini, bundan dolayı başta o günkü dil ve nüzûl sebeplerine kadar mümkün olan her şeyi bilme ve kayıt altına alarak korumağa kadar her öğenin önemli olduğuna inanmamıza rağmen o günün astronomi ve coğrafyasına v.s dair Arap kültürü ve bilgilerine aynı önemi göstermemekteyiz.
Kur'an'ın iniş sürecindeki Arap toplumu; " güneşin doğuşu " ve " güneşin batışı " gibi ifadeleri, güneş ve ayın hareketlerini anlatıyorlardı. Bundan türettikleri kelimeler ve kavramları yön, zaman v.s tariflerinde, bir dil unsuru ve coğrafya bilgisi olarak kullanıyorlardı.
Bu gün bile; ilimlerdeki gelişme ve bilgi birikimlerine rağmen aynı nitelemeleri tüm insanlık yapmaktadır.
İşte Kur'an'ın iniş sürecindeki toplum yapısının arka planına göre nazil olan Kur'an; o toplumun anlıyacağı dil ve dil muhtevasını kullanarak muhataplarına hitabetmesinden dolayı; " Güneşin doğuşu " ve " Güneşin batışı " ifadelerini kullanarak , Zülkarneyn'in yaptığı seferlerin istikametlerini, uzaklıklarını anlatmak istemiştir.
O dönemin insanlığı ve hususen Arap toplumu, astronomi ve coğrafya alanındaki bilimsel gelişmelerin yerini almasına kadar; güneş, ay ve yıldızları, yaşamın bir parçası olarak her alanda, bilhassa gün, ay ve yıl gibi zamanın tespiti ve mesafe ifadesi, ayrıca yönlerin tayini hususunda dil, coğrafya ve astronomi unsuru olarak kullanmışlardır.
"...güneşi ve Ayı'da zaman ölçüsü kılan O'dur. " 6/96
"...yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için aya konaklar tayin eder. " 10/5
" İnsanlar yıldızlarla da yön tayin eder. " 16/16
Allah, niye güneşin doğuşu ve batışını Zülkarneyn'in sefer istikametleri olarak Kur'an muhataplarına vermektedir ? Çünkü hayali, soyut bir kahraman ve olaylar zinciri anlatmamaktadır.
Bu hususta yine sembolik olarak nitelendirilmeye uğramış bir kıssadan, Musa ve Alim kul kıssasından örnek verelim.
" Musa, arkadaşına: " Ben İKİ DENİZİN BİRLEŞTİĞİ YERE ulaşıncaya kadar ya da uzun bir süre " hukub " yürüyeceğim demişti. " 18/60
Alim kul ve Musa kıssasında da; Musa @ kendine bir " iki denizin birleştiği yeri" hedef olarak seçtiği ve o yere ulaşıncaya kadar yolculuk ettiği anlatılmaktadır
Zülkarneyn kıssası gibi sembolik bir kıssa olarak nitelenen bu kıssada da coğrafik bir mevki tanımı yapılmış olduğunu görmekteyiz. Bu kıssa ve kıssada geçen coğrafik ifadelerin daha iyi anlaşılması hususunda Müfessir ve diğer yorumcuların hayli çabalar sarf ettiklerini gözlemlemekteyiz.
Her iki kıssada da sembolik olduğu iddia edilen kişiler!, sembolik olaylar! ve sembolik yerler! muhataplara verilmektedir ?
Neden verilmek istenen mesaj direkt olarak verilmeyerek; bir açıdan; " MUHARREF KUTSAL KİTABLARDA - TEVRAT, İNCİL - OLDUĞU GİBİ, " YARARSIZ!! " TARİH, COĞRAFYA VE ŞAHIS UNSURLAR YIĞINI – " SEMBOLİK " MALUMÂT -!! " sunulmaktadır ?
Zülkarneyn kıssası hem tarihi ve hem de coğrafi olarak gerçekleşmiş olayları kapsamaktadır ki; coğrafyalar verilmekte; hatta bu coğrafyalar diğer başka bağlı bilgilerle şumûllendirilmektedir.
Bütün bunların sorgulanması bunun sonucuna göre; kıssaların sembolik, diyagramatik olduğu hakkında bir yargıya varılması daha doğru olacaktır kanaatindeyiz.
           iii) Güneşin doğuş ve batış tasvirleri
" KARA BALÇIKLI BİR SUDA batıyor gördü " yani güneşin battığı yöne ve dağ'ın, tepe'nin, ova'nın, göl'ün, nehir'in , orman'ın bulunduğu bir yerde değil, kara balçıklı bir suyun olduğu yerde batıyor. Tarif burada da bitmiyor, " Orada bir kavme rastladı. " Yani " Güneşin battığı " yer; boş bir arazi değil, meskûn bir mahal, belki bir şehir, belki bir büyük yerleşim merkezi , belki de üç beş aşiret yapılı insan topluluğu.
Zülkarneyn'in karşılaştığı yeryüzünün bu en uç noktası bir Okyanus veya deniz olmalıdır ki; yakın yüzyıllara kadar uzak yol denizciliği insanlık tarafından geliştirilemediğinden, deniz arkası, gidilemeyen, bilinmeyen, görülemeyen tarafı, dünyanın bitimi olarak kabul edilmiş olmalıdır.
Bu günkü bilgilerimizle aslında ne ile, nasıl giderseniz gidin, yeryüzü üzerinde son nokta denilen bir mevki asla bulunmayacaktır. Son ulaştığınız mevki’in mutlaka bir ilerisi bulunacaktır. Artık biliyoruz ki dünya yuvarlaktır ve yeryüzünün bitim noktası yoktur. Oysa bu bilgileri geçmiştekiler bilmiyorlardı.
Ezcümle dünyanın en uç noktası bile olsa İslam ve prensipleri; insanlığın olduğu her coğrafyaya ve bu coğrafyadaki toplumlara iletilecektir, mesajının zihin altına yerleştirilmesi değil midir bu ifade ?
" GÜNEŞİ KENDİLERİYLE GÜNEŞİN ARASINA BİR ENGEL KOYMADIĞIMIZ bir kavmin üzerine doğuyor gördü. " ifadeleri ile; güneşin doğması yön ve uzaklığından başka, daha da tarifleri genişleterek, güneş ile kavmin arasında, dağ, tepe, orman ve buna benzer bir tabiî bir sütrenin olmadığı çöl arazisi, dolayısı ile tabiî zenginliği olmayan buna paralel ekonomik zenginliği de olamayacak olan bir coğrafyada olan insanların tarifi ile şûmüllendirmektedir.
Kıssayı sembolik olarak tanımlayanlar “ Güneşi kendileri ile güneşin arasına bir engel koymadığımız “ ifadesi üzerinde de ilginç yorumlarda bulunmuşlardır.
Bu tasviri Afrika benzeri düz bir çöl arazi yapısı üstünde ikamet eden ve güneşin doğarken, yerleşik toplum ile arasında dağ tepe v.s gibi tabiî bir sürtenin olmadığı bir manzara olarak algılanıp; bu tasvirle Zülkarneyn’in rastladığı toplumun maddi zenginliği olmayan fakir bir toplum olduğunun anlatıldığını düşünmek yerine, bu tasviri; güneş yakıcıdır, onun yanında durulabilir mi gibi yorumlarla, Kur'an’da astronomik, coğrafik bir zaaf ifadesi oluşur zannındadırlar.
Bu durumdan Kur'an'ı kurtarmak için! kıssanın sembolik olduğunu iddia ederek, kıssayı anlama çabalarından çabucak kendilerini soyutlamaktadırlar.
Gerek cahiliyye dönemi Arap dil anlayışına bağlı gerekse bu günkü coğrafi ve astronomi bilgilerimizle de düşünsek ve yorumlasak; Kur'an'ın bu ifadelerine denk gelen nice coğrafi mahaller ve toplumlar bulmamız mümkündür.
Oysa Allah, Zülkarneyn kıssasındaki, Zülkarneyn’in rastladığı toplumların coğrafik unsurlarını da ihtiva eden deyimler aracılığı ile hem vahiy dilini olgunlaştırmakta ve hem de insan akıl ve muhayyilesine işlev kazandırarak istenilen mesajların algılamasını kolaylaştırmaktadır.
Burada şöyle düşünelim; Zülkarneyn " güneşin doğuşu " ve " güneşin batışı " gibi yön ve mesafelerdeki coğrafyalara ve oradaki zengin fakir toplumlara servetlerine bakmadan; dini, adaleti, tekniği ve organizasyonu götürdüğünü , insan akıl ve muhayyilesine sokan; " güneşin doğuşu " ve " güneşin batışı " ifadeleri; Kur'an'ın iniş süreci ve sonrası toplumlarda, İslam'ın yayılışı düşüncesinde ne kadar etkili olmuştur ?
İslam dininin çok kısa bir zamanda Emevî, Abbasî devleti aracılığı ile çok geniş coğrafya ve insanlara ulaşması ve İslâm adaleti ve diğer mesajlarının uygulanmasında hiç mi bu kıssalardaki maddi, tarihsel öğeler referans olmamıştır ?
Daha sonra gelen Selçuklu ve özellikle dört bir kıtaya egemen olan ve İslam’ın prensiplerini o coğrafyadaki insanlara götüren, Osmanlı'nın; Zülkarneyn kıssasındaki "sembolik" olarak iddia edilen öğelerden ders almadığını söylemek veya düşünmek abes olmaz mı ?
Görüldüğü gibi Kur'an'da her ayrıntının bir özellik olarak insanlara sunulduğunu düşünürsek; Allah'ın hiçbir unsuru sebepsiz olarak kullanmadığını ve anlatmadığını görmemiz ve değerlendirmelerimizi buna göre yapmamız gerekmektedir.
            b - " iki dağın arası "
Allah, buraya kadar olan anlatımlarda ova yapısında, deniz ikliminde yer ve toplumları anlatmıştı.
“ İKİ DAĞIN ARASINA “ ulaştığında orada neredeyse hiç söz anlamayan bir kavme rastladı " 18/93
Bu ayet ise, dağlık bölge yapısını ve insanlarını anlatmaktadır.
Sosyolojik manada dağ ve ova insanının davranış kalıpları ve, medeni yapılarının farklı olduğunu belirtmek yerinde olacaktır. Kıssanın bu bölümündeki ayetlerde, insanların hırçın yapılarına dikkat çekildiğini gözlemlemekteyiz.
Müfessirler ve diğer yorumcular; " Güneşin doğuşu " ve " Güneşin batışı " ifadeleri doğrultusunda doğu ve batı yönlerinde Zülkarneyn'in seferlerinin mahiyeti araştırılırken , " İki dağın arası " ifadesinde anlatılanları anlamak için kuzey yönüne döndüklerini, bilhassa Kafkaslar, Ural ve hazar bölgesi ve etrafındaki dağlık coğrafyaları incelenmeye başladıklarını görmekteyiz.
Çünkü Zülkarneyn kıssasında verilen coğrafik ifadeler ve kavimler hakkındaki veriler bu bölgeleri ve bölgede yaşamış toplulukları işaret etmektedir.
Nitekim müfessirler eserlerinde bu bölgeler ve etrafındaki yörelerde tarihte yaşamış olan İskit kavmi üzerinde yoğunlaşmışlardır.
Tarihçilerin i.ö 700 ile 350 yılları arasında yaşadıklarını tahmin ettikleri, İskitler; Grekler tarafından " İskit " Persler tarafından " Saka " olarak isimlendirilmişlerdir.
Herodot tarihinde yer alan bilgilere göre İskit'ler orta Asyadan Kafkaslara, Avrupa'nın doğusuna, İran ve Anadolu topraklarına inmişlerdir. Pers ve Grek imparatorlukları ile savaşlar yapan İskitlerin saldırgan ve savaşçı bir kavim olduğu, arabalar içersinde göçebe yaşadıkları rivayet edilmektedir.
Tarih kaynakları İskitlerin, kral Darius zamanında Perslerle bir çok savaşlar yaptıklarını anlatmaktadır. Pers topraklarını İskit saldırılarından korumak için yüksek surlu kaleler yapan Perslerden kalan kalıntıların, Kafkasya'nın bazı yerlerinde mevcut olduğu bazı müfessirler tarafından bildirilmektedir.
Özellikle Kafkaslarda yüzlerce kavim olduğunu ve çok çeşitli dil ve lehçelerin kullanıldığını, çok dağlık ve sarp bir arazi yapısına sahip olduğunu, bu bölge için " " Halklar mozaik'i " denildiği göz önüne alındığında, kıssadaki maddi verileri idrak etme açısından önemli bir bölge olduğu kanaatini taşımaktayız.
" İki dağın arası " üzerinde " Güneşin batışı " ve " Güneşin doğuşu " ifadelerindeki kadar yoğun yorumların yapılmadığını müşâhede etmekteyiz.
" İki dağın arası " ifadesi gayet somut, coğrafik bir tanımlama olduğundan bu ifade üzerinde fazla yorumlarda bulunmamışlardır .
         Kur'an 'daki ayetlerde Ye'cûc Me'cûc :
" Sonra yine bir yol tuttu . "
" Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu. " 18 / 92 - 93
Kehf suresinde Zülkarneyn'in yaptığı son sefer anlatılmaya başlanırken vardığı coğrafya şöyle tarif edilmektedir. " Nihayet iki dağ arasına ulaştığında "
Kur'an'ın bize bildirdiği bu tespit önemlidir. Neden ? Eğer daha sonra anlatılacak olan olaylar sembolik veya efsanelerden kurgulanan bir olay olmuş olsaydı, böyle bir coğrafik tarif yapılmasına gerek olmazdı. Hele ki Araplar gibi çöl coğrafyasına tabi insanlara dağlık bir coğrafyayla ilgili örnek verilmesine gerek kalmazdı.
Kur'an'ın verdiği bu coğrafya tarifinden hareketle, müfessirler bu tarife uyan topografya'yı; Arabistan yarımadasının kuzeyinde yer alan engebeli, dağlık fiziki yapıya sahip Kafkasya, Ural ve Hazar bölgesi ve etrafında, bugünkü ön Asya, Avrasya, Kafkasya olarak adlandırılan bölgede aramışlardır.
Müfessirlerin bu çıkarımlarının çok isabetli olduğu kanaatini taşımaktayız. Kur'an'ın muhataplarına verdiği örneklerde muhatap toplumun arka planını göz önüne aldığını; yani onlara, balinalardan, foklardan, Amerika' dan, Avustralya'dan, Kutuplardan ; onların haberdar olmadığı şeylerden! örnekler vermemiş olduğunu göz önüne aldığımızda; müfessirlerin tahminlerinin oldukça yerinde olduğunu görmekteyiz.
Coğrafya tarifinden sonra, o coğrafyanın halk popülasyonu hakkında bilgi vermektedir.
"…onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu. "18 / 93
Müfessirler " hemen hiçbir sözü anlamayan " ifadesini; Zülkarneyn'in konuşarak anlaşma sağlamakta zorlandığı ; onların Zülkarneyn'i, Zülkarneyn'in de onları anlayamadığı şeklinde anlamışlardır.
İşte bu noktada Kur'an'ın kıssaya başlarken verdiği coğrafya tarifindeki ayrıntılar gündeme gelmeye başlamıştır.
Müfessirlerin üzerinde durduğu Arabistan'ın, kuzeyinde yer alan engebeli, dağlık bir topografyaya sahip Kafkasya, Ural ve Hazar bölgesi, özellikle Kafkasya, Asya kıtasından, Anadolu ve Avrupa'ya , Arabistan ve Afrika'ya doğru, ilk geçiş yolların yer aldığı önemli bir kavşak bölgesidir.
Bu yüzden günümüzde bile bu bölge popülasyonu " Halk'lar mozaiği " olarak nitelendirilmiştir. Dağlık bir bölge olması, nüfus yapılarının artmaması, kıtalar arası geçişlerde topluluklara yerleşim için geçici de olsa misafirlik yapması, bölge halkının bölgenin yapısının verdiği bir tabiat gereği sert mizaçlı olması, medeni ve ticari ilişkilerde yalnızlaşarak, bu bölgenin demografik yapısının karışık bir popülasyonda oluşmasına sebep olmuştur.
Tabiidir ki bu karışık ortam, Medenî toplumlara yabancılaşmış bu bölge insanının dillerinin de karmaşık olması sonucunu doğurarak Zülkarneyn'in karşılaştığı kavimde de dil sorununu oluşturmuştur.
" Dediler ki: " Ey Zülkarneyn! Ye'cûc ve Me'cûc burada fesat çıkarıyor. Sana bir ücret verirsek, aramıza bir set yapar mısın ? " 18 / 94
Zülkarneyn'in karşılaştığı kavmin Zülkarneyn'den bir istekleri vardır.
Ye'cûc ve Me'cûc denen saldırganlara karşılık, kendilerine onlardan korunmak için bir yapı istemektedirler.
Bu noktada şu sorulabilir. Zülkarneyn'i nasıl biri gördüler ki , ondan bu şekilde bir yardım istemektedirler ?
İlginç olan; Zülkarneyn'den , Ye'cûc ve Me'cûc'ün saldırganlığını savaşla önlemesini istemek yerine, aralarına bir set yapılması isteğidir.
En son olarak ulaştığı bu bölgede, saldırganlığı önlemek için savaşmak yerine; tekniği kullanarak yaptığı set ile caydırıcılık unsurunu içeren savunma hattını güçlendirerek , sulh'u sağlamak cihetine gittiğini görüyoruz .
Aynı zamanda Zülkarneyn'in, kendinden yardım isteyen bu topluluğa maddi karşılık beklemeden yaptığı set inşası faaliyeti ile; Krallığının – Yöneticiliğin - muharebe ve ganimet, vergi gibi ekonomik tarafına , maddiyata önem vermeyen tavırlarını müşâhede etmekteyiz.
Müfessirler Kur'an'daki " burada fesat çıkarıyor ", "..aranıza aşılmaz bir set ", " Artık onlar onu ne aşabildiler ne de bir delik açabildiler " ifadelerinden hareketle; Zülkarneyn'in karşılaştığı toplumun şikayet ettiği Ye'cûc ve Me'cûc'ün; saldırgan, yeryüzünde karışıklık çıkaran, saldırganlığı basit savunma mekanizmaları ile önlenemeyen bir kavim olduğuna hükmetmişlerdir.
Tarif edilen bu saldırgan kavmin tarifini baz alan Müfessirler tarif edilen bu kavmi; Arabistan yarım adasının kuzeyinde yer alan, engebeli, dağlık bir topografyaya sahip Kafkasya, Ural ve Hazar bölgesi ve etrafında , tarih kaynaklarınca M.Ö 700-350 yılları arasında yaşadığı tarihi olarak sabit olan, İskit – Saka kavmine izafe ederek müşahhas hale getirmeye çalışmışlardır .
Bir kısım müfessir; Kur'an'ı Kerim'de Kehf suresi içersinde anlatılan Zülkarneyn kıssasında geçen Ye'cûc ve Me'cûc'ün; Eski ahit'in Hezekiel ve Yeni ahit'in vahiy bölümünde geçen Gog ve Magog olduğu kanaatindedirler.
Bu konudaki Tevrat ve İncil'de geçen ifadelere göz atalım:
" Ve Gog İsrail diyarına karşı geldiği zaman, Rab Yehovanın sözü, o günde vaki olacak ki, ateş püsküreceğim. " Hezekiel 37. Bab 18
" Ve Magog üzerine, ve adalarda emniyette oturanlar üzerine ateş göndereceğim... " Hezekiel 39. Bab 6
" Ve de: Rab Yahova şöyle diyor; Roşun, Meşekin ve Tubal'ın beyi Gog, işte ben sana karşıyım ; " Hezekiel 38.Bab, 3
" İşte ey İsrail evi uzaktan üzerinize bir millet getireceğim, Rab diyor; o zorlu bir millet, eski bir millettir ki, sen onun dilini bilmez, ve ne dediklerini anlamazsın. "
"..güvenmekte olduğun duvarlı şehirlerini kılıçla vurup yıkacaklar. " Yeremya 5. Bab, 15-17
" Bin yıl dolunca, şeytan zindanından çözülecektir; ve yerin dört köşesinde olan milletleri, Gog ve Magog'u, saptırmak ve onları çenk için bir araya toplamak üzere çıkacaktır. Onların sayısı denizin kumu gibidir.” İncil /Vahiy 20. Bab 7-8
Tevrat ve İncil bab'larında geçen bu anlatımlar; Gog ve Magog denilen kavim veya kavimlerin inkarcı, saldırgan, savaşçı yapısına temas etmektedir ki ; bu anlatımlar Kur'an'ı Kerim'de yer alan Ye'cûc ve Me'cûc'ün niteliklerine uymaktadır.
Müfessirler, Ye'cûc ve Me'cûc'ün tek mi iki ayrı kavim mi olduğu üzerinde durulmuşsa da bu ikisinin aynı kavim olduğu düşüncesine varmışlardır.
Ayrı kavim olarak kabul edilse bile konunun anlaşılması üzerinde herhangi bir etkisi olmayacaktır. Tevrat'taki Gog ve Magog'un iki ayrı kavim olarak alınmış olması, belki Ye'cûc ve Me'cûc'ün iki ayrı kavme delalet edebileceğini kabul ettirse bile; bu noktada önemli olan Allah'ın kıssa içersinde verdiği tarifte yatan özellik; " burada fesat çıkarıyor " anlamının her iki veya tek kavimde tecelli ediyor olmasıdır.
" Bana demir kütleleri getirin " dedi. Getirdikleri kütleler dağlarla aynı seviyeye gelince " Körükleyin " dedi. Sonunda demir yığını tavlanınca: " Erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim " dedi. " " Artık onu ne aşabildiler, ne de delik açabildiler. " 18/96-97
Zülkarneyn'nin demir kütleleri ile set yapma olayı anlatımının benzeri bir vakıanın, Eski ahit'in Hezekiel kitabında da geçtiğini görmekteyiz .
" Ve kendine demir bir saç al, ve demir bir duvar olsun diye kendinle şehir arasına onu koy; ve yüzünü ona çevir, ve onun çevresi sarılacak …" Hezekiel 4.Bab 3
Burada üzerinde durmak istediğimiz bir husus vardır. Zülkarneyn, Ye'cûc ve Me'cûc'e karşı korunma gayesiyle bir set yapmaktadır.
Müfessirlerin ekserisi bu set'in muhtemelen kadîm toplumlarda, düşman saldırı ve istilâlarından korunmak gayesi ile yapılan kale tipi surlu yapılardan olduğu kanaatindedirler . Bu görüşlerin çok isabetli olduğu kanaatindeyiz.
Eğer Zülkarneyn savaşçı ve maddiyatçı bir yönetici olsaydı her iki tarafı da savaş veya ezici gücü ile hakimiyeti altına sokar ve onlardan ganimet veya vergisini alır isteklerini zorla dikte ettirirdi.
Başka bir açıdan yorumladığımızda; tarihçilerin verilerine bakarak, arabalar içinde, binekleri üzerinde hayat süren, göçebe ve hareketli İskit-Saka savaşçılarını, Kendi düzenli ordularıyla yenemeyecek olan veya Ye'cûc ve Me'cûc orduları ile savaşmak için karşılaşma imkanı bulamayan Zülkarneyn'in; bu saldırganlara karşı, kendisinin o bölgeden ayrılmasından sonra , yardım isteyen kavmin yerleşme alanını surlarla çevirerek ya da her iki halk arasındaki teması sağlayan bir geçide Kur'an'da bildirilen set'i inşa ederek savunmalarını muhkem hale getirmiş böylece Ye'cûc ve Me'cûc'ün tacizlerini engellemiş olabilir.
Nitekim " Artık onu ne aşabildiler, ne de delik açabildiler. " 18/97 ayeti ile Zülkarneyn sonrası Ye'cûc ve Me'cûc saldırılarının yapılan set vasıtası ile artık engellenmiş olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür.
Kafkasya topografyası hakkında bilgi veren coğrafyacılar, Kafkasya'nın iki önemli geçidi olduğunu bildirmektedirler. Derbent ve Daryal geçitleri.
Bunun yanı sıra daha az önemli olarak ; Avar, Mamison, Sol, Karayan geçitleri bulunmaktadır.
Nitekim son yüzyıldaki Müfessirlerden bazıları, bu geçitlerin bulunduğu yerlerdeki kalıntılar üzerinde durarak, Zülkarneyn set'inin, Daryal veya Derbent geçitlerinde inşa edildiği kanaatine varmışlardır.
Bizim kanaatimiz ise, İslam İlahiyatı içersinde kurulacak Kıssa Arkeolojisi veya Kıssa Tarihi, İlim veya disiplinlerinin araştırmaları ile Zülkarneyn kıssasında geçen anlatımların, maddi verilerine ve kıssanın yeni açılımlarına vesile olabileceğidir.
Müfessirlerin bütün ilim dallarında ihtisas sahibi olamayacağı göz önünde bulundurulduğunda, derlemeci anlayışla varılan sonuçların kapsayıcı olmayacağı kanaatindeyiz.
Nitekim şimdiye kadar gerek Zülkarneyn gerekse diğer kıssaların anlaşılması üzerinde yapılan tefsirlerde bu derlemeci, eklektik anlayış yüzünden kısır döngüler oluşmuştur.
Eğer disipliner anlayışla Zülkarneyn ve benzer kıssalara yaklaşmadığımızda; çabuk sonuça ulaşılacak sembolizm gibi felsefik açmazlarla işi daha da belirsiz bir mecraya götürmek zorunda kalacağımız açıktır.
" İşte bu, Rabbimin rahmetidir. Rabbimin vâdi geldiğinde onu yerle bir eder. Çünkü Rabbimin vâdi haktır. " 18 / 97-98
Ne zaman ki; Zülkarneyn'in yaptığı set ile koruma altına alınan toplum, Allah'ı tanımaz, zulümlere başlar, Allah'ın istemediği tutumlara döner, o vakit Allah'ın "vâdi" gerçekleşir.
İşte o vakit Allah'ın Zülkarneyn'in eli ile yaptığı set vasıtası ile rahmetinin eseri olarak, saldırganlara karşı yaptığı koruma kalkar, Allah'ın azabı azgın topluma ulaşır.
İster Ye'cûc ve Me'cûc isterse benzer başka bir saldırgan toplum, onlara musallat edilerek, aşılamayan delinemeyen set delinir. Böylece Allah'ın, Zulüm yapan, fesat çıkaranlar hakkındaki vâdi gerçekleşerek inkarcı o topluma azap ulaşır ve o toplum helâk olur.
Allah'ın aşılamaz delinemez olarak nitelediği aslında yapılan maddi malzeme set değil; seti yapan ve uyulması istenilen mantalite yani, Tevhid, buna dayanan salih amel, adalet, yani Allah'a Allah'ın istediği gibi bir kulluktur. Bunları yerine getiren topluma, Allah'ın sözü gereği zalimler ulaşamaz, engelleri aşamazlar mesajıdır.
Nitekim Müfessirlerin bir kısmı, Allah'ın vâdini, bu meyanda yorumlayarak; tarihteki Moğol istilâlarının Allah’ı ve emirlerini dikkate almayan toplumlara Allah’ın azabının ulaştığını, uğradıkları zulümlerin buna delâlet ettiğini beyan etmişlerdir.
Burada kastedilen bir diğer mesaj ise şudur: yeryüzünde hiç bir fâninin yapıtı ilânihâye duramaz. Her eserin mutlak bir sonu vardır. Bu yıkılmaz sanılan eserler, sizi Allah'ın büyüklüğünden uzaklaştırıp, bu yapıtların yapımına vesile olanlara, Allah'ın vasıflarını yükletmesin. Yani, Allah'a, onun kullarını ortak koşarak, şirke yanaşmayın mesajını işlemektedir.
Nitekim günümüzde dünya üzerinde, Çin sed'dinden başka ayakta kalmış bir set bulunamamıştır. Bu demektir ki; " İşte bu, Rabbimin rahmetidir. Rabbimin vâdi geldiğinde onu yerle bir eder. Çünkü Rabbimin vâdi haktır. " 18 / 97-98 ayetinde Zülkarneyn'in taptığı set kutsanmamış; bilakis Allah'a kulluk edenlerin ayakta durabileceği mesajı verilmiştir.
Yok bu set manevidir görünmez zamanı gelince ortaya çıkar anlayışına sahip iseniz ; işte size tasavvufi bir tefsir anlayışı, istediğiniz kadar maddi yorum! yaparak Ye'cûc ve Me'cûc'ün de ölmediğini veya Evren'in bir kenarında Kıyameti beklediğini vesaire vesaire İslam dışı şeyler icat edebilirsiniz.
Enbiya suresinde geçen Ye’cûc ve Me’cûc ile Zülkarneyn kısassındaki Ye’cûc ve Me’cûc'lün değerlendirmesi :
Kur'an'ı Kerim'in Enbiya suresi doksan altıncı ayetinde de, Ye'cûc ve Me'cûc ismi geçmektedir.
" Ye'cûc ve Me'cûc'ün önündeki engeli kaldırdığımızda her yandan akın ederler." 21/96
Kur’an’ı kerimde Enbiya suresinde geçen bu ayet ile Zülkarneyn kıssasında yer alan Ye’cûc ve Me’cûc anlatımları birleştirilerek yapılan teviller neticesi; Kıyamete yakın Zülkarneyn'in yaptığı set'in yıkılacağı ve bu seti yıkanların; Zülkarneyn kısasında anlatılan Ye'cûc ve Me'cûc olacağı yorumlarına sebep olmuştur.
Yorumcuların çoğu Enbiya suresindeki Ye'cûc ve Me'cûc'ün, Zülkarneyn kıssasında anlatılan Ye'cûc ve Me'cûc'le aynı olduğu düşüncesindedirler.
O halde bu yorum bizi iki kesin kabule götürmektedir:
A - Zülkarneyn kıssasında anlatılan Ye'cûc ve Me'cûc Kıyamete kadar yaşarlar. Çünkü; doksan yedinci ayette Allah, " Gerçek vaat yaklaştığında " Ye'cûc ve Me'cûc'ün faaliyetinin başlayacağını belirtmektedir. Buradaki " Gerçek vaat "ten kasıt Kıyamet saatidir.
B - Zülkarneyn kıssasındaki Ye'cûc ve Me'cûc, Kıyamete yakın yeniden dirilirler .
Bu yorumlara mukabil, Kur'an’ın değişik ayetlerinde ise:
" Biz senden önce hiçbir beşere ebedilik vermedik … " 21/34
" Her nefis ölümü tadacaktır …" 3/185 – 21/35
". Hiçbir ümmet , ecelinin önüne geçemez , ve onu geciktiremez. " 15/5
"Her ümmetin belirlenmiş olan bir eceli vardır; o süreleri bitince onu ne geciktirebilirler ne de öne alabilirler." 7/ 34
" Helâk ettiğimiz bir ülke halkı için dönüş imkânsızdır; çünkü onlar geri dönemeyeceklerdir. " 21/95
Dolayısıyla her insan ölümlüdür. Her toplumun belirlenmiş bir yaşam süresi " eceli " vardır.
"Allah’ın eskiden beri uygulaya geldiği yasası budur. Allah’ın yasasında (sünnetullah) hiçbir değişiklik bulamazsın. " 48/23
Bu Sünnetullah mucibince; Zülkarneyn çağında yaşıyan Ye'cûc ve Me'cûc'ün Enbiya suresinde anlatılan Kıyamete yakın zamanda ortaya çıkacak olan Ye'cûc ve Me'cûc'le, vasıflarından dolayı verilen isim benzerliğinden başka hiç bir ilgisi olamaz.
İlgi kurmak için yukarıda sıraladığımız yorumlar ve müteselsilin yapılan yorumlar, bizleri İslam dairesi dışına sevk edecek indî mütalaalar olmaktan öteye gitmemiştir / gidemeyecektir.
O halde bunu nasıl yorumlamak gerekmektedir ? Saldırganlıkları, fesat çıkartmaları, laf anlamazlıkları, uyuşmaz özellikleri sebebiyle, Zülkarneyn kıssasında ve Enbiya süresinde anlatılan her iki toplulukta; Ye’cûc ve Me’cûc ismi ile adlandırılmıştır.
Her çağa mahsus ortaya çıkabilecek, azgınlığı, saldırganlığı ve laf anlamazlığı ön planda olan Ye'cûc ve Me'cûc niteliklerine sahip azgın ve saldırgan topluluklar olmuştur ve olabilecektir.
Nitekim İslam kaynakları, miladî bin iki yüz'lü yıllarda ortaya çıkan Moğolları; saldırgan, zalim ve müfsit yapılarından dolayı, Kur'an'da Enbiya suresinde Kıyametin alameti olarak beyan edilen şerli Moğolları, Ye'cûc, Me'cûc olarak nitelendirmişlerdir .
Günümüze kadar ve bundan sonra Kıyamete kadar benzer vakıalar Ye'cûc ve Me'cûc ile ilişkilendirilerek açıklanacak / açıklanmaya devam edecektir. Çünkü ayette anlatılan karışıklıklardan sonra Kıyametin vuku bulacağı belirtilmektedir. Dolayısı ile böyle yorumlamalara gidilmesi makul addedilebilir.
Ancak bu yorumlardan sonra, yorumlanan karışıklıkların akabinde Kıyamet kopmuyorsa; yorumlar, değerlendirmeler boşa yapılmış olacaktır.
Nitekim Asrı saadetten beri meydana gelen tüm karışıklıklardan sonrası Kıyamet alameti olduğu inancı ve değerlendirilmesi yapılmış olduğu halde Kıyamet kopmamıştır.
Nihayet Kıyamet vaktinde geldiğinde; Enbiya suresi doksan altıncı ayetinde anlatılan Ye'cûc ve Me'cûc vasıflı kavim; geçmişte yaşamış olan Kehf suresinde beyan edilen fesat ve zulümleri ile meşhur; Ye'cûc ve Me'cûc kavmine benzer fesat, zulüm ve saldırganlığı nedeniyle; Kıyametin karışıklığını oluşturacak ve ayetin pratiği! gerçekleşmiş olacaktır.
İşte Ye'cûc ve Me'cûc odur ve gerçek işlevi o zamandır. Yani Kıyameti gerçekleştirmesi için Kur'an'a aykırı Ye'cûc ve Me'cûc'ler üretmeye! gerek yoktur.
Esasen Yahudi ve Hristiyan ilahiyatı böyle bir Ye'cûc ve Me'cûc - Gog Magog – üretmiştir. Allah'ta, Enbiya suresi 96. ayeti ile; bu üretilen Ye'cûc ve Me'cûc vakasının doğrusunu beyan etmiştir. Şimdi bu hususun izahına geçelim.
         Tevrat ve İncil Gog Mago'gu ile Kur'an Ye'cûc ve Me'cûc'ünün karşılaştırılması
Bilhassa İncil yorumcularının geliştirdiği " Eskatologya " adı verilen Kıyamet haberleri ve onları yorumlama disiplini bir Hıristiyan ilahiyatı vakıasıdır. Hıristiyan teolojisinin ana dallarından biridir. Tevrat'ın, Hezekiel , Daniel v.s kitaplarında ve İncil'in Vahy bölümünde anlatılan ve Kıyametin kaos ortamını ve Kıyamet savaşları - Armageddon'u - gerçekleştireceğine inanılan Gog ve Magog hikayesi ; Kur'an'ı Kerim'de Enbiya suresinde yer alan Ye'cûc ve Me'cûc'le ile çok büyük benzerlik taşımaktadır .
Kanaatimize göre Allah, Enbiya suresi doksan altıncı ayetinde yer alan, Ye'cûc ve Me'cûc örneği ile; Yahudiler ve Hıristiyanların ortak inançları olan Kıyamet öncesi Armegeddon savaşlarının savaşçıları, Gog ve Magog inanışına atıfta bulunarak ; bin yıl şeytanın bağlandıktan sonra Gog ve Magog'u kandırarak Kıyamet savaşlarını başlatacağı ve bilahare Hz. İsa'nın yeryüzüne dönerek " bin " yıllık ( Milenyum ) Tanrı krallığını kuraracağını ancak bu süre sonunda Kıyametin olacağı; Ehl-i Kitap inancını yıkmaktadır.
" Helâk ettiğimiz bir belde için artık geri dönüş imkânsızdır; çünkü onlar geri dönemeyeceklerdir. "
" Nihayet Ye'cûc ve Me'cûc ( seddi ) açıldığı ve onlar her tepeden akın ettiği zaman ; " 21 / 95 - 96
Kıyamet saati geldiğinde; yani onun alameti saydıkları, Gog ve Magog karışıklıkları oluşunca , bekledikleri şeyler; İsa'ya inanan ölülerin dirilerek , İsa'nın yönetiminde bin yıl sürecek " Tanrının krallığı " oluşmayacaktır.
" Ve gerçek vaad ( ölüm, Kıyamet ) yaklaşınca, birden, inkâr edenlerin gözleri dona kalır! "Yazıklar olsun bize!" gerçekten biz, bu durumdan habersizmişiz; hatta biz zalim kimselermişiz. " 21 / 97
Bırakın bin yılı, tevbe etmek ve Allah'ın istediği gibi bir hayat sürmek için azıcık vakitleri dahi kalmayacaktır , mesajı verilerek; batıl inançlarını o saat ( Kıyamet ) gelmeden evvel, yeni gelen vahye ve Resule, Hz. Muhammed'e inanmaları istenmektedir.
          Müslümanların inancındaki değişim :
Enbiya suresi 96. ayette bahsedilen Ye'cûc ve Me'cûc ve Kehf suresinde yer alan Ye'cûc ve Me'cûc etrafında oluşturulan fikriyat aslında; Hıristiyan ve Yahudi teolojisindeki Gog Magog ve Armageddon savaşları fikriyatının benzeri olduğu aşikardır.
Ancak Kur'an'ın nüzulünden daha sonra oluşan İslam kültürü ile birlikte ; her iki inançta da Ye'cûc ve Me'cûc'e ilave olarak, Kıyametin saatinin bilinemeyeceği, Kıyametin bilgisinin ancak Allah katında olduğu, Kıyamet vakti olacak olayların zaten Kıyamet olarak vuku bulacağı! Bununda karışıklık ve kaos anlamına geldiği, o vakit geldiğinde Müslüman olmamışlarsa hiçbir şeyin, kişinin onları kurtaramayacağı, her an Kıyamete hazır olunması anlatılıp izahat yapıldığı halde; İslam ilahiyatı içersinde de Hıristiyan Eskatolijisi benzeri bir yapı oluşmuş ve yerleşmiştir.
Hz. İsa'nın gökten yere inmesi, mehdi gibi inançlar da İslam kültüründe mevcuttur ve Ehl-i Kitap ile benzer görüşlerdir .
Müslümanlar da belli yıllarda – genelde yüz yıl – gibi aralıklarla mehdiler, Kıyamet alameti olarak, Şam camisi minaresine inecek olan Hz. İsa bekleyerek kendilerine bir fayda dokunacağını zannetmektedirler.
Tek fark bu olaylar meydana geldiğinde; Müslümanlarca Kıyamet kopmuş olacak, Hıristiyanlarca Hz. İsa gözetiminde ona inanan ölüler dirilerek, bin yıl daha yaşanıp daha sonra Kıyamet kopacaktır.
Oysa Allah, Kur'an'da Enbiya suresinde anlatılan Ye'cûc ve Me'cûc ile; Hıristiyan ilahiyatı Eskatoloji'sinde yer alan Gog Magog hikayesi etrafında ortaya çıkarılan batıl Kıyamet olayları inanışını yıkmak, tahrif edilerek oluşturulan bu Hıristiyan inanışını asli unsuruna oturtturmak istemişti. 
       sonuç
Zülkarneyn kıssası, Cahiliyye dönemi Araplarınca bilhassa Yahudiler tarafından Eski ahit metinlerinin anlatımlarından, diğer Ehli-i Kitap gurubu Hıristiyanlar, Eski ahit'i İncil’le beraber referans alıp okuduklarından, Müşrikler tarafından ise, Ehli-i Kitap'la olan diyalogları ve kassas adı verilen kişilerin belâgatlı tevatürleri sebebiyle biliniyordu.
İniş süreci esnasında ne amaçla sorulursa sorulsun; Zülkarneyn kıssasında Allah; Mekkeli muhataplara Tarih, coğrafya bilgisinden ziyâde, hidayete yönelik mesajlarını aktararak, kıssadan gayenin, tarih veya coğrafya ve biyografi olmadığını, bu öğeleri kullanarak dinî muhtevanın ulaştırdığını anlamaktayız.
Zülkarneyn kıssası Allah'a inanmış, Kral, Melik, Hükümdar, İmparator gibi ne ad verilirse verilsin Müslüman bir yöneticinin hayatının; kıssada verilen kadar kesitini kapsamaktadır.
Bu yöneticinin önemli bir veçhesi, Allah tarafından kendisinin; yönetimdeki gücü desteklenmiş olmasıdır.
Zülkarneyn, Allah'ın kendisine verdiği bu desteğin fevkindedir. Bu yüzden, Ulaştığı toplumlara gücünün kendi marifeti ile değil Allah'ın rahmeti ile olduğunu ilân ederek, asıl " yönetici " nin " Rabb " Allah olduğunu beyan eder.
Kıssanın anlatılmasından amaç; Zülkarneyn'in tarihsel kişiliğinin anlatılarak o karakterin ululanması değil , onun vesilesi ile Allah'ın vasıflarının, insanlara nasıl, hangi şartlarda, ne zamana kadar ulaştığının örneklerinin sunulmasıdır.
Zülkarneyn lakaplı yöneticinin Allah tarafından desteklenen gücünün benzer nitelikleri; Kur'an içersinde Davut @ Süleyman @ Yusuf @ ve Sebe melikesi gibi yöneticilerde de sayılmıştır. Bütün bu yöneticilerin kıssaları ile birlikte mütalaa edilerek, Zülkarneyn kıssasından “yönetici” için gerekli dersler çıkarılmalıdır.
Zülkarneyn Allah'a itaatkâr bir yöneticidir, lâkin Kur'an'da serdedilen, Davud @ Süleyman @ Yusuf @ gibi hem “yönetici” hem "Resul" değildir.
Zülkarneyn kıssasında yöneticiliğin ve yönetimin; savaş, kıtal, ganimet, yıkım yönü değil; inanç, tebliğ, barış, adalet, diploması, teknik, organizasyon yönü ön plana çıkarılmıştır.
Oysa Tevrat ayetlerinde, yöneticileri anlatan bölümler kan, ölüm, zulüm, yıkım tasvirlerinin yer aldığı ifadeler ile doludur.
Allah'a dayanan bir yöneticinin ilk hedefi; egemenlik altına alınan veya alınmak istenen toplumların yerüstü ve yeraltı zenginlikleri değil; adalet'e, barışa dayanan Allah'ın mesajına dayalı egemenliğin, yeryüzünün en uzak noktalarına kadar ulaşması, ulaştırılması ilkesidir.
Kıssa ile; egemenliğin sağlanmasının; bu gün veya gelecekte ve hatta geçmişte de, yan gelip yatarak, gökyüzünü! gözleyerek olamayacağı; Zülkarneyn gibi; Allah’ın yeryüzünde Müslümanlara bahşettiği imkanları harekete geçirilmesi ile gerçekleşeceği öğüt’ü verilmektedir
Zülkarneyn kıssası bireysel İslâm’ı ilkelere değinmiş olsa da, yönetim ve yöneticiliğin İslâm’ı ilkelerinin vazedildiği bir kıssadır. Esasen bireysel ilkeler de yönetim ve yöneticilik ilkelerinden berî değildir.
Bu ilkeler; Davut @, Süleyman @, Yusuf @, " yönetici-resûl " ve sebe melikesi gibi " inançlı yönetici " kıssalarındaki ilkelerle meczedilerek daha geniş anlayışlara ulaşılabilecektir.
Allah’ın Zülkarneyn kıssasında “ Güneşin doğuşu “ ve “ Güneşin batışı “ olarak tavsif ettiği coğrafik alanlar; Tevhit inancının yayılma alanının yeryüzünün her noktası olduğunun anlatımıdır.
Zülkarneyn kıssasındaki gerek Zülkarneyn'in kişilik ve diğer ayrıntılar gerekse verilen astronomi, coğrafya ile ilgili bilgilerin daha ideal anlaşılması ve kıssanın verdiği mesajların daha çoğaltılabilmesi açısından, modern bilimin Tarih, Coğrafya, Astronomi ve arkeoloji dallarından yararlanılmalıdır.




Cengiz DUMAN
Araştırmacı-Yazar
 
 

     CENGİZ DUMAN

        ARAŞTIRMACI -
                  YAZAR


B
İRİNCİ BASKISI, 2011, İKİNCİ BASKISI
 
2015 YILINDA EKİN YAYINLARI TARAFINDAN
YAYINLANAN, KUR’ÂNKISSALARININ TARİHSELLİĞİ;
2013 YILINDA PINAR 
YAYINLARI TARAFINDAN YAYINLANAN,
KUR’ÂN 
PERSPEKTİFİNDEN ÜÇ KRAL İKİ PEYGAMBER;
2015 YILINDA SÜLEYMANİYE VAKFI YAYINLARI
TARAFINDAN YAYINLANAN,   KUR’ÂN PERSPEKTİFİNDEN
 ZÜLKARNEYN VE YE’CÛC ME’CÛC, İSİMLİ ÜÇ KİTABIN
YANISIRA; İNTERNET ORTAMI ÜZERİNDEN YAYINLANAN
 “DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL” VE
 “MECUSİLİK/ZERDÜŞTLÜK DİNİ” İSİMLİ İKİ E-KİTAB’LARIN
YAZARIDIR. KUR’ÂN-I KERÎM KONULARI, KUR’ÂN KISSALARI
 VE TEVRÂT - İNCÎL KISSALARI BAĞLAMI ÜZERİNDEKİ ÇOK
 YÖNLÜ ARAŞTIRMALARI, TÜRKİYE’DEKİ ÖNDE GELEN
İSLÂMİ DERGİLER VE İNTERNET ÜZERİNDEKİ ÇEŞİTLİ
İSLÂMİ WEB SİTELERİNDE HALEN YAYINLANMAKTADIR.
AYNI ZAMANDA “WWW.KURANKİSSALARİ.COM“ VE
 “WWW.KURANKİSSALARİ.TR.GG” WEB SİTELERİ
MODERATÖRLÜĞÜNÜ SÜRDÜRMEKTEDİR.
 
* KİTAP *  




*E-KİTAP*


 
 
 
DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL

Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol