Hz.Yusuf; Onbir Yıldız, Ay ve Güneş
“Andolsun ki, Yusuf ve kardeşlerinin kıssasında ilgi duyan herkes için ibretler vardır.”
Kur’an-ı Kerim’de kıssaları anlatılan resuller içinde, hayatı, bir sure içerisinde ayrıntılarıyla muhataplara aktarılan tek peygamber Yusuf (as)’dır. Yusuf peygamber kıssasını, diğer peygamber kıssalarından ayırt eden bu anlatım özelliği, Kuran’ın anlatım üslubu içerisinde hemen dikkati çeker.
Kur’an, insanların nazarlarını çekmek için çok çeşitli teknikler kullanmıştır. Kuran’ın kullandığı bu anlatım teknikleri, peygamber kıssalarında özellikle belirginlik arz eder. Kuran’da anlatılan tüm kıssalar içerisinde yalnızca Yusuf kıssasında, peygamberin tüm hayatına denk gelen bir sürecin ayrıntılarıyla anlatılması; muhatapların bu kıssa üzerinde dikkatlerinin yoğunlaştırılması amacı güdülmektedir. Ve çocukluktan yöneticiliğe kadar olan tüm yaşam safhalarının birlikte ele alınarak, mesajın bu bütünlük içerisinde daha iyi anlaşılabileceği imajı muhataplara verilmektedir.
Yusuf peygamber kıssasının diğer kıssalardan ayrıcalığını Allah, Yusuf suresinde şöyle beyan ediyor:“Biz, bu Kuran’ı vahiy etmekle sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Sen ondan önce (bu kıssayı) bilmeyenlerden idin.” (12/3)
Yusuf Peygamberin Nesebi
Yusuf peygamberi anlamak için onun Kuran’da anlatılan nesebini de bilmek lazımdır. Çünkü o, İbrahim (a) gibi bir peygamberin soyundan gelen ve bu soyda kesintisiz olarak dedesi İshak (a) ve babası Yakup’un (a) da resul olduğu bir sülaleye sahip olan, bu veçhesiyle nevi şahsına münhasır bir resuldür.
Hz. Yusuf’un atası Hz. İbrahim, biri cariyesi Hacer, diğeri karısı Sara'dan olma iki evlat sahibi idi. İsmail (a) Kabe’nin bulunduğu Hicaz bölgesinde yerleşti ve Arapların atası oldu. İbrahim’in cariyesi Hacer’den doğan İsmail’den sonra; karısı Sara’dan doğan ikinci Oğlu İshak için, Kuran’da şöyle bilgi verilmektedir:“Ayakta durmakta olan karısı güldü. Biz de ona Ishak’ı müjdeledik. Ishak’ın ardından da Yakup’u.” (11/71)
İshak’a (a) İbranicide “gülüyor” manasına “Yashak’ denilmektedir. Bunun nedeni, melek)er annesine İshak’ı müjdeledikleri zaman, doğurma devresini aşmış olan annesi “Sara'nın, bu habere gülmüş olmasıydı. Işte bu gülmeden dolayı Ishak’a (a) “Yashak” ismi verilmiştir. İshak’dan sonra onun oğlu Yakup (a) resul olarak seçilir.“Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da an.” (38/45)
Tarihi kaynaklar Hz. Yakup'un babası Ishak’ın vefatından sonra onun yerine geçtiği ve daha sonra peygamber olduğunu ve babasının yurdu olan Ken’an yöresinde ikamet ettiğini anlatırlar.
Yakub peygamberin lakabı İsrail’di. Kur’an-ı Kerim’de bu hususa şöyle değinilir:“Tevrat indirilmeden önce Israil’in kedilerine haram kıldığının dışında bütün yiyecekler İsrail oğullarına helal idi.” (3/93)
Bundan dolayı Yakub peygamberden sonra, onun nesli “Israiloğulları” adıyla anılır olmuştur. Yakub’dan sonra Israiloğulları olarak ünlenen Yahudiler’in, silsile olarak İbrahim soyundan geldiklerini görmekteyiz. Bununla birlikte İbrahim’in aynı zamanda Mekke ahalisinin ilk atası olduğu, Kabe’nin bulunduğu Mekke’de yerleştiği, İsmail (a) yoluyla bu silsilenin devam ettiğini görüyoruz.
Esasen Kuran’ın iniş sürecinde Mekke’de bulunan Yahudilerin, Hz. Muhammed’e vahyin inişini kıskanmalarının bir sebebi de Peygamberimizin, İsmail (a) soyundan bir resul olmasındandır. Tevrat’ta vasfını işittikleri peygamber, Araplar arasından gelince “bu, Israiloğulların’dan değil, İsmail evladındandır” diye içlerine işlemiş olan ırkçılıktan dolayı resulü inkar ettiler.
Böylece Allah, Yusuf kıssasıyla, Yahudi ve Arapların, kıssa hakkındaki Tevrat’tan ve diğer rivayetlerden edindikleri yanlış inançlarını. düzetmekte ve hem de Israiloğulları ve Arapların menşei hakkında doğru bilgileri, Yusuf kıssası ile onlara bildirmekteydi.
Yusuf’un Çocukluğu ve Rüyası
Yakup (a)’un on iki oğlu vardı. Bunlardan ikisi, Yusuf ve Tevrat’ta ‘Benyamin” diye isimlendirilen küçük kardeşi, diğer on kardeşle, baba bir anaları ayrı kardeştiler. Kur’an bunu şöyle ifade ediyor:
“(Kardeşleri) demişlerdi ki: “Yusuf ve kardeşi, babamıza bizden daha sevgilidir.” (12/8)
Tevrat metninde ise, Yusuf peygamberin çocukluğu hakkında şöyle ifadeler vardır: Hz. Yakup’un, Yusuf’u sevmesinin sebebi olarak, onun ihtiyarlığının oğlu olduğu, bundan dolayı çok sevdiği yer alır. Oysa Yusuf (a)’tan sonra “Benyamin”in doğmuş olduğu da anlatılmaktadır. 0 halde Yakup peygamberin en son oğlu olması hasebiyle en küçük oğlunu daha çok sevmesi gerekirdi. İşin doğrusu Kur’an’da şöyle verilmektedir:
“(Yakub) böylece Rabb’in seni seçecek ve sana “te’vil el-ehadis”i öğretecek. Daha önce, ataların İbrahim’e ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Yakup soyuna da nimetini tamamlayacaktır.” (12/6)
Yusuf suresindeki bu ayetten de anlaşıldığı gibi, Kuran’da Yakub peygamberin, Yusuf’u (a) diğer kardeşlerinden daha çok sevmesinin nedeni olarak, Yusuf hakkında Allah’tan vahiy ile bilgi alması anlatılmaktadır.
“Bir zamanlar Yusuf, babasına; “Babacığım! Rüyamda on bir yıldızın, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm.” demişti.” “Babası dedi ki: “Ey oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, Yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (12/5-6)
Yakup’un (a) vahiy ile kendisine bildirilen bilgiden dolayı, Yusuf’a gördüğü rüyayı anlatmaması ikazına rağmen, Yusuf’un bu rüyayı anlatması neticesi Şeytan, kolladığı fırsatı yakalamış ve kardeşlerinin, Yusuf aleyhinde kötü düşünceler üretmesini sağlamıştı. "Zira Şeytan benimle kardeşlerimin arasına fitne soktuktan sonra..”(12/100)
Şeytan'ın fitnesi ile ilgili olarak, kıssanın bitiminde Yusuf peygamberin ağzından Şeytanın nifakıyla kardeşlerin arasının bozulduğunun bir kez daha tespiti yapılmaktadır. “Demişlerdi ki: “Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz bir cemaatiz. Babamız açık bir yanlışlık içindedir.” “Yusuf’u öldürün ya da onu bir yere bırakın da babanızın yüzü yalnız size kalsın. Ondan sonra da iyi bir topluluk olursunuz.” (12/8-9)
Kuran’da Yusuf kıssası haricinde, kardeşler arasındaki çekişmeye bir diğer örnek olarak, Adem’in çocuklarının kıssası anlatılır. “Onlara Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku: “Hani her biri birer kurban sunmuşlardı. (Kurban) birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, kurbanı kabul edilene) “Seni öldüreceğim” demişti. (0 da);”Allah, sadece korunanları kabul eder” dedi.” “(Kurbanı kabul edilmeyenin) nefsi, onu kardeşini öldürmeye çağırdı, onu öldürdü, ziyana uğrayanlardan oldu.” (5/27,30)
Her iki kıssada da üzerinde durulan hasedin; Şeytan ve nefsin de tahriki ile kardeş öldürmeye kadar insanı kötülüğe götürdüğü anlatılmaktadır.
Kardeşlerin Tuzağı
Babaları Yakup’un nezdinde daha sevgili olmak isteyen on kardeş, Yusuf’u öldürmeye karar verirler. Ancak içlerinden biri, Yusuf’un öldürülmemesini, onun kuyuya atılmasını teklif eder. Böylece peygamber nesli bu kardeşler, bir insanı öldürmenin bedelinin farkına son anda vararak, Yusuf’u kuyuya atmaya karar verirler. Kuyuya atma tepetaklak, metrelerce derinliğe itmekten ziyade; Yusuf’u yalnız olarak çıkamayacağı kuyuya indirme şeklindeydi. Böylece bu kuyudan su alan kervanın onu bulmasını sağladılar. Böylece Yusuf öldürülmemiş, ancak bu tuzakla babalarından uzaklaştırılmış oluyordu.
Kervandakiler ise, köleliğin cari olduğu o asırda bir köle bulmanın sevinciyle Yusuf’u satmak üzere yanlarına alırlar. Mısır’a vardıklarında onu az bir fiyata satarlar. Böylece ne olduğunu anlamadıkları, ancak şüphe içinde oldukları bu olayı kendi açılarından bitirmiş olurlar. Yusuf’un kardeşleri ise, Yusuf’un giysisine bulaştırdıkları bir kan vasıtasıyla babalarını, Yusuf’u kendileri oynarken kurt'un yediğine inandırırlar.
“Ey babamız! Yusuf’u eşyamızın yanında bırakıp yarışmaya gitmiştik, bu arada onu kurt yemiş. Biz ne kadar doğru söylesek de sen bize inanmayacaksın” dediler.
"Onun başka bir kana bulanmış gömleğini getirdiklerinde babaları: “Anlaşılan nefsiniz sizi kötü bir işe sürüklemiş. Artık bana güzelce sabretmek düşüyor.” dedi." (12/17-18)
Yakup peygamberin bu ayette geçen sözleri, Yusuf’un öldüğüne inanmaktan çok, vahiy ile kendisine bildirildiğini anladığımız bilgi ile Yusuf (a) hakkında Allah’ın takdirinin tezahür etmeye başladığının delaleti olarak olayı sabırla karşıladığını anlamaktayız.“0 (Yakup) kendisine öğrettiğimiz bir bilgiye sahipti.” (12/68)
Yusuf (a) Mısır’da
“Bir kervan geldi, sucularını kuyuya gönderdiler. Sucu kovasını sarkıtınca: “Müjde! Bir oğlan çocuğu dedi. Onu satmak üzere yanlarında götürdüler. Oysa Allah yaptıklarını görmekteydi. Onu kendisine rağbet etmeyerek, ucuz bir fiyata, bir kaç dirheme sattılar.” (12/19-20)
Kardeşlerinin hasedi ile başlayan uzun bir serüvende, ilk durağı Mısır olmuştu, Yusuf’un; Filistin’in bir yöresinde atıldığı kuyudan başlayan yolculuğu, köle olarak Mısır’da bir yöneticiye satılmasına yanmıştı. Yusuf’u köle olarak satın alan Mısırlı yöneticinin niyetini Allah şöyle açıklıyor: “Mısır’da onu satın alan kimse, karısına: “Ona iyi bak, belki bize faydası dokunur veya evlat edininiz” dedi.” (12/21)
Evet, Yusuf’u satın alan yönetici çocuğunun olmaması sebebiyle onu evlat edinme gibi bir gayeyle Yusuf’u satın almıştı.“Böylece olayların yorumunu öğretmek için Yusuf’u oraya yerleştirdik. Allah, dilediğini yapar, fakat insanların Çoğu anlamaz.” (12/21)
Herkesin hesapları vardı. Yakup, Yusuf’ta gelecek görmüş, onu kardeşlerinden korumaya çalışmıştı. Kardeşleri, babalarına daha sevimli olmak için Yusuf’a tuzak kurmuşlar ve ondan kurtulmayı amaçlamışlardı. Kervan sahipleri. kuyuda buldukları Yusuf’tan çekinerek daha değerli olmasına rağmen az bir fiyata satmışlardı. Ve en son olarak Aziz, onu kendisine evlat edinme amacıyla satın almıştı. Ancak olaylara hükmeden Allah’tı ve Allah tüm hesap yapanların üstünde hesap yapandı.
Mısır’da, Firavun da saltanatını devam ettirmek amacıyla, yeni doğan bütün erkek çocukları katletmişti, ancak sarayına aldığı. ve kendisine sadık bir kul olacağını umduğu Musa, sonunda onun hasmı ve saltanatının son vericisi olmuştu. İşte Allah bunun için hatırlatma yapıyor. “Allah dilediğini yapar, fakat insanların çoğu anlamaz.” Bilhassa inkarcılar…
Yusuf’un, Resullükle Vazifelendirilmesi
Satın alınarak köle yapılan Yusuf, Mısır’da yıllarca Aziz’e ve karısına hizmet etmişti. Yıllarçabucak geçmiş ve artık o bir delikanlı olmuştu. Sonunda Allah ona resullük vermiş ve onu tebliğ ile vazifelendirmişti.“Olgunlaşınca, ona hüküm ve ilim verdik.” (12/22)
Burada Yusuf’un resullükle vazifelendirilmesinde bazı inceliklere değinmekte fayda vardır.
a- Her peygamber gibi Yusuf da resullükle vazifelendirildiği toplumun, tanınan ve hatta güvenilen bir ferdi olarak peygamberliğe muhatap olmuştur. Çünkü küçük bir çocukken Mısır’a gelen Yusuf (a) yıllarca Mısırlılar arasında kalmış, hem Mısır toplumunun yapısına vakıf olmuş hem de onlarca bilinen, tanınan biri olmuştu.
b- Kuran’da anlatılan peygamberler içinde köle olarak resullükle vazifelendirilme vasfı kazanmıştır. Gerçi Kuran’da anlatılan resuller içinde İsmail (a) bir cariyeden, yani köle bir kadından doğmadır. Ancak İsmail (a) bir köle değildir. Oysa Yusuf (a) Mısırlı bir yöneticisinin kölesidir. Böylece Allah, köle ile köle olmayan arasında hiçbir fark olmadığını, farkın takvada olduğunu belirtmiş olmaktadır.
Aziz’in Karısının Zinaya Meyletmesi
Yusuf’un büyüyüp, yakışıklı bir delikanlı olması, Aziz’in karısının nezdinde olumsuz bir etki yaparak, ona cinsi yönden meyletmesine yol açar. Ve Yusuf’a bir tuzak kurarak ağına düşürmeye çalışır.
“Kaldığı evin hanımı onunla olmak istedi. Kapıları kilitleyip:
“Gelsene” dedi. Yusuf: “Allah’a sığınırım. Rabbim bana iyi baktı. Zalimler asla iflah olmaz” dedi." "Gerçekten kadın onu arzulamıştı. Rabbinin işaretini görmeseydi Yusuf da onu arzulayacaktı. Böylece onu kötülükten ve fuhuştan alıkoyduk. Çünkü o, bizim muhlis kullarımızdandı.” (12/23-24)
Yusuf (a) 22. ayette anlatılan, resullük vazifesini almamış olsaydı; (Rabbi’nin burhanını görmemiş olsaydı) o zaman o da kadına meyledecekti. Yusuf (a) bunu Kuran’da şöyle beyan ediyor:“Yine de nefsimi temize çıkarmak niyetinde değilim. Rabbimin merhamet etmesi müstesna, nefis daima kötülüğe teşvik eder. Doğrusu Rabbi’im çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (12/53)
Böylece Allah, Yusuf peygamberi korur ve peygamberlerin ismet sıfatının nasıl tecelli ettiğinin bir örneğini de vermiş olur. Eğer Yusuf (a) günaha meyletmiş olsaydı doğrudan doğruya vahiy ve onun belirttiği değerler zarar görmüş olacaktı. Bu sebebe mebni olarak Allah, bu olay öncesinde Yusuf’u resullükle görevlendirerek, aynı zamanda Yusuf peygamberin ismet sıfatına da bürünmesini sağIamış oluyordu.
Yusuf’a (a) Yapılan İftira
“Kapıya koştular. Kadın, Yusuf’un gömleğini arkasından yırttı. Kapının önünde kadının kocasıyla karşılaştılar. Kadın: “Eşine kötülük yapmak isteyen bir kimsenin cezası, hapsedilmekten veya can yakıcı bir azaba uğratılmaktan başka ne olabilir? dedi.” (12/25)
Bu ayette tipik bir iftira olayıyla karşı karşıyayız. Olayda biri kadın diğeri erkek iki şahıs vardır ve evde yalnızdırlar. Aziz’in karısı kendisini savunmaya başlamıştır. Yusuf (a)’a iftira ederek... Yusuf da kendini savunmaktadır:“Yusuf: “0 benimle olmak istedi” dedi.” (12/26)
Her ikisinin de suçsuzluklarını iddia ettikleri bu durumda ne yapmak gerekir? 0 halde olayın doğruluğu hakkında karar vermek için şahit lazımdır. Görgü şahidi olmadığına göre, olayda suçlunun kim olduğuna karar vermek için anlatılanların veçhesinde delil aramak lazımdır. 0 halde, suçsuzluğunu ispatlamak için Yusuf’un kaçtığına delil olması açısından gömleğinin arkadan yırtılmış olması gerekir. Çünkü gömlek önden yırtılmış olsa kadın mütecaviz olamaz, erkek saldırmış kadın da kurtulmak için erkeğin gömleğini önden yırtmış olması gerekir.“Kadının ailesinden bir şahit: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor, erkek yalancıdır. Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylüyor, erkek doğrudur” dedi. Adam gömleğin arkadan yırtıldığını görünce, dedi ki: “Bu sizin tuzaklarınızdan biri. Çünkü sizin tuzaklarınız pek yamandır.” (12/26-28)
Kıssanın bu bölümü:
a- Kadın ile erkek arasındaki cinsi iletişimin başlangıcının her iki cinsin bir mekanda yalnız kalmalarıdır. Her iki cins hakkında yanlış anlaşılmaların, dedikodunun çıkmaması için ilk yapılacak işin birbirlerine mahrem olanların aynı mekanda yalnız bulunmamaları gerektiği bu olayla belirtilmektedir.
b- Aziz, karısının iddiasına inanmamıştır ki; karısının ailesinden hakem isteyerek, olayın muhakeme edilmesini ve böylece hadisenin doğrusunun açığa çıkarılmasını istemektedir. Bu hususta muhakeme ve hakem olayına dikkat çekilmektedir
c- Meydana gelen olaylarda hukuki olarak aranacak şeylerin başında delilin geldiği ve bunun önemi anlatılır.
d- Şahidin de hukuki olarak gerekliliğine ve önemine vurgulama yapılmaktadır Muhakemede şahitliğin önemli bir hukuki norm olduğunu, şahidin de adalet, dürüstlük gibi ilkelerle davranması, aleyhine bile olsa doğruyu beyan etmesi gerektiğine işaret edilmektedir.
Dedikodu
Aziz’in karısının, Yusuf’a yaptığı iftiranın sonucunda Yusuf’un aklanması neticesi, Aziz ve karısının olaya hakemlik yapan akrabaları bu olayın kapanması,örtbas edilmesi cihetine giderler:“Yusuf! Sen bu işi kapat. Kadın! Sen de günahlarının bağışlanmasını dile. Çünkü hatalısın.”(12/29)
Ancak olayın örtbas edilme isteğine rağmen dedikodu sayesinde Mısır’ın bütün sosyetesi, Aziz’in karısının “zinaya meyletme” hadisesini işitir. Sosyetenin işi, birbirlerinin yaptıkları iyi veya kötü işleri sakız gibi çiğnemek olduğuna göre artık bu dedikodunun önünün kesilmesi mümkün değildir.“Şehirdeki kadınlar: “Vezirin karısı kölesiyle olmak istemiş. Kadın onun aşkından deliye dönmüş. Biz onu apaçık şaşkınlık içinde görüyoruz.” dediler.”(12/30)
Tek çarenin olayı açıklamak olduğunu gören vezirin karısı, Mısır sosyetesini oluşturan “ileri gelen”lerin kadınlarına bir davet yaparak evinde toplar.“Kadın onların dedikodularını duyunca onları evine çağırdı. Onlara koltuklar hazırladı ve her birine birer bıçak verdi. Yusuf’a “Yanlarına çık” dedi. Kadınlar onu görünce şaşkınlıktan ellerini kestiler ve “Allah’ı tenzih ederiz. Bu insan değil, olsa olsa çok güzel bir melektir” dediler. Kadın: “İşte beni kınadığınız kimse. Ben onunla olmak istedim, fakat o iffetli kalmak istedi. Eğer isteğimi yerine getirmezse, hapse atılacak ve zelilolacak” dedi. ”(12/31)
Aziz’in karısının, Yusuf (a) ve kendisinin hakkında sosyetenin yaptığı dedikoduyu kendisince haklı bir mecraya çekmek için yaptığı mizansen de önemli bir nokta gündeme gelmektedir.
Sosyetenin kadınlarının, Yusuf (a)’u görünce ellerini kesip, Yusuf’un güzelliği karşısında şaşırmalarını Aziz’in karısı, kendi işlemiş olduğu “zinaya meyletme” fiilinin haklılığı olarak sunmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla sosyetenin hanımları Aziz’in hanımının haklı olduğunu teslim ediyorlar ki; Aziz’in karısı şöyle diyor:“Eğer isteğimi yerine getirmezse, hapse atılacak ve zelilolacak” dedi.”(12/32)
Oysa sosyetenin kadınları “zinaya meyletme fiilini tasvip etmemiş olsalardı, “senin yaptığın ayıp, günah, vs. “ demeleri gerekirdi. Bu da Mısır sosyetesi ve yönettikleri insanların ahlaki konumlarının hangi seviyede olduğunu bize anlatmaktadır.
Bu arada Yusuf peygamberin suçsuzluğunun ikinci bir tespiti yapılmaktadır. Hem de Aziz’in karısının ağzından: “Ben onunla olmak istedim. Fakat o iffetli kalmak istedi.” Yusuf’un suçsuzluğu, birinci defa gömleğin yırtılma yerinin tespiti ile hem Azız, hem de karısının ailesi tarafından görülerek tespit edilmesinin akabinde, sosyetenin kadınları, tabiidir ki daha sonra beyleri tarafından ve Aziz’in hanımının ağzından tespit edilmiş oluyordu. Kıssanın ileriki anlatımlarında üçüncü olarak da Yusuf’un suçsuzluğu tespit edilecek ve böylece peygamberin ismet sıfatının gölgelenmemesi yüce Allah tarafından sağlanmış olacaktır.“Yusuf, elçiye: “Efendine dön de ellerini kesen kadınların durumun sor. Doğrusu Rabbim, onların tuzaklarını çok iyi bilmektedir” dedi. Melik: “Yusuf’la olmak istediğiniz de durumunuz neydi?” dedi. “Allah’ı tenzih ederiz. Onun hiçbir kötülüğünü görmedik” dediler. Azizin karısı “Şimdi hak ortaya çıktı. Onunla olmak isteyen bendim. 0, doğrudur” dedi.” (12/50-51)
Kıssanın bu bölümünün anlatım ve tefsirinde; müfessirlerin ve tarihçilerin, Yusuf’un güzelliği, onu gören sosyete kadınlarının ellerini kesmesi olayı üzerinde gereksiz ve fazlaca durduklarını görmekteyiz. Bunun neticesi olarak, zina gibi toplumu ifsat eden bir fiilin ve bu fiile meylettiren sebeplerin hangi nedenle olursa olsun meşru bir sebep sayılamayacağı vurgusunun yetersiz kaldığını gözlemlemekteyiz.
Hapis
“Yusuf: “Rabbim! Hapis bana, bunların çağırdığı şeyden daha sevimlidir. Eğer beni onların tuzaklarından korumazsan, onlara meylederim ve cahillerden olurum” dedi. Rabbi duasını kabul etti ve onu onların tuzaklarından korudu. Çünkü 0, herşeyi işitir ve bilir.Bütün bu delilleri görmelerine rağmen, onu yine de bir süre hapsetme gereği duydular.” (12/33-35)
Otuz beşinci ayette Yusuf (a)’un hapse girmesinin belirtilen sebebizulümdür. Keyiflerince uygulamalar yapan insanlar, suçsuz da olsa mazlumlara işkence ve zulüm yapabilmektedir. İşte müfsit Mısır düzeni yöneticilerinin keyfi uygulamaları neticesi olarak, suçsuz olduğu halde Yusuf peygamber hapse atılır.
Aslında hapse atılması, hakkında hayırlara vesile olacaktır. Birinci olarak gözü dönmüş kadınlardan kurtulmuş olmaktadır. İkinci olarak zulmün odağı hapishaneyi vahyi yayma merkezi olarak kullanmaya başlar. Bundan dolayıdır ki Yusuf peygamberden sonra gelen Müslümanlar hapishanelere “ Yusufiye medresesi ” ismini vermişlerdir. Üçüncü olarak yapmış olduğu “te’vil el-ehadis” neticesi, Mısır yöneticisinin gözdesi olacak ve yöneticiliğe başlayacaktır. Bütün bunların neticesi olarak bizlere şu mühim mesaj sunulmaktadır. Neyin hakkımızda hayırlı olacağını ancak Allah bilir.
Yusuf peygamberin hapse girmesinin akabinde zindana iki kişi daha girer. Bunlardan birinin gördüğü rüyanın yorumunu Yusuf(a)’tan istemesi ile kıssanın hapishane versiyonu başlar. Zindana giren iki kişiden rüyasının Yusuf’tan yorumunu isteyen genç bu isteğinin sebebini şöyle açıklar: “Senin Muhsinlerden olduğunu görüyoruz.” (12/36)
İşte toplum içerisinde numune bir şahsiyet olmanın önemi böylece vurgulanmaktadır. İnsanların sizin yapacağınız tebliğe önem vermelerinin ilk kaidesi, tebliği iletenlerin Muhsinlerden, güzel davrananlardan, örnek davranış sahibi olanlardan olması gerektiğinin mesajıdır bu. Müslümanların önemle üzerinde durması gerektiği bir husus olduğu aşikar edilmektedir. İnandığını yaşamak ilkesi...
Kuran’da anlatılan tüm resuller emindirler, Muhsin'dirler. Yusuf da Muhsinlerden olduğu için zindana düşen kişiler ondan, kendilerine yardım isterler.
Yusuf peygamber onlara te’vil el-ehadisten önce kendisinin bu bilgiye sahip olmasının temellerini yani ‘vahiy’i açıklar:“Bu söylediklerim Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen, ahreti de inkar eden bir toplumun dinini terk ettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum. Bir şeyi Allah’a ortak koşmak bize yaraşmaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur. Fakat insanların Çoğu şükretmiyor."Ey hapishane arkadaşlarım! Çok sayıda rab mi daha hayırlı, yoksa tek ve Kahhar Allah mı? O’nun yanı sıra taptıklarınız, haklarında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın uydurduğu isimlerdir. Hüküm ancak Allah’ındır. 0 yalnızca kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu anlamıyor.” (12/37-40)
Bu ayet-i kerimelerden:
a- Mısır toplumunun sahip olduğu şirk dininin vasıfları veriliyor. Mısır toplumu; Putçu, çok ilahlı, ahreti inkar eden şirk inancına sahip bir toplumdur.
b- Doğru dinin, İslam’ın esasları açıklanıyor.
c- Sanki Mekke şirk toplumu tarif edilmektedir. Mekke ve kıyamete kadar ki tüm cahili toplumların yanlış dini inançları ve bu yanlış inançlarının alternatifi İslam’ın tarifi kıssa içerisinde Yusuf peygamberin ağzından verilmektedir. İşte Kur’an kıssalarının ve anlatım tekniğinin önemi böylece gözler önüne serilmektedir.
d- Ayrıca “te’ vil el-ehadis”in kaynağını açıklayarak, bu vasfa sahip, Allah’ın resulü olan kendine, ittiba edilme isteği vardır.
e-Zindan arkadaşlarının, Allah’ın Yusuf’a ihsan ettiği bu meziyeti yanlış değerlendirip, Allah’tan gayri olarak Yusuf peygamberi de put ittihaz etmemelerinin mesajı, Yusuf peygamberin anlatımı içerisinde bulunmaktadır.
“... Bu söylediklerim Rabbimin bana öğrettiklerindendir.” (12/37)
Vahyin esaslarının açıklanmasından sonra Yusuf (a) onlara yorumunu bildirir:
“Ey hapishane arkadaşlarım! Biriniz efendisine içki sunacak, diğeriniz ise asılacak ve başından kuşlar yiyecek. Yorumunu istediğiniz husus bu şekilde kesinleşti.” (12/41-42)
Burada üzerinde duracağımız nokta, hapisten çıkan gencin Yusuf peygamberi Melik’in yanında anmayı unutarak, Yusuf’un bir süre daha hapiste kalması olayının müfessirlerce yapılan tefsirleri üzerinde olacaktır.
Tevhidi düşüncenin önderi Yusuf peygamberin hapisten kurtulan kişiden hapisten çıkış için şefaat ummasını Allah’tan başkasından yardım dileme olduğunu ve bunun üzerine Allah’ın kızarak onu birkaç yıl daha hapiste bıraktığı yorumları yanlış yorumlamalardır.
a- Yusuf peygamberin zindandan kurtulan kişiye “Efendine benden bahset” demesini hapisten çıkma isteği olarak yorumlamaları yanlış değerlendirme olarak gözükmektedir. Çünkü daha sonra Melik’in çağırmasına rağmen Yusuf peygamberin kendisini toplum gözünde aklamaya yönelik hareketi onun zindandan kurtulmadan ziyade kendisine atılan iftiranın aydınlatılmasına matuf eylem içerisinde olduğunu göstermektedir.
b- Yusuf, Allah’a dua ederek zindanı kendi tercih etmiştir. Tevhidi düşüncenin önderi nasıl Allah’tan zindanı istediyse, oradan kurtulmayı da Allah’tan istemesi Vahyin temsilcisinden beklenen bir hareket olması gerekir. Ve işin gerçekleşmesi de böyle olmuştur. Onun amacının zindandan kurtulmaktan ziyade iftiradan kurtulmak olduğunun kabulü kıssanın gidişatına en uygun yorumdur.
Te'vil el-Ehadis
Allah'ın Yusuf peygambere ihsan ettiği nimetlerden en önemlisi "te'vil el-ehadis" bilgisidir. Bu özelliğini küçükken babası ona bildirmiştir:"Böylece Rabbin seni seçecek ve sana "te'vil el-ehadis" (rüyaların/olayların yorumunu) öğretecek." (12/6)
Yusuf peygambere bu bilgiyi veren Allah'tır.
"Bu söylediklerim Rabbimin bana öğrettiklerindendir." (12/37) "Rabbim bana egemenlik verdin ve te'vil el-ehadisi öğrettin." (12/101)
Yusuf peygambere Alah'ın verdiği "te'vil el-ehadis" bilgisi sadece rüyaların yorumu olarak tefsir edilmektedir. Oysa bu ifadenin yetersiz olduğu ortadadır. Çünkü kıssanın hapishane versiyonunda Yusuf peygamber şöyle demektedir:"Yusuf dedi ki: "Yiyeceğiniz yemek önünüze gelmeden onun "tevil'ini (yorumunu) size bildirebilirim." (12/37)
Bu ayette rüya ilgili bir durum mevzu bahis değildir. Yenilecek yemek önünüze gelmeden ifadesi somut bir vakıanın anlatımıdır. Ve Yusuf peygamber bu vakıanın te'vilini bildirebileceğini beyan etmektedir.
Kıssanın hapishane bölümünde; Yusuf peygamberin zindan arkadaşının rüyası hakkındaki te'vilinin gerçekleşme, vakıaya dönüşme anlamında kullanıldığını bir kez daha görmekteyiz.
"Ey hapishane arkadaşlarım! Biriniz efendisine içki sunacak, diğeriniz ise asılacak ve başını kuşlar yiyecek. Sorduğunuz husus bu şekilde kesinleşti." (12/41) "İlk Mesajlar" adlı eserinde Sayın M. Ali Baltası "te'vil el-ehadis" hakkında şöyle diyor:"Te'vil kelimesi, yorum anlamına geldiği gibi, nihai sonucun ortaya çıkması, gerçekleşmesi anlamına da gelmektedir. Nitekim A'raf suresi, 53. ayetinde kıyametin vuku bulması ile ilgili olarak "onun te'vili geldiği gün" ibaresinde kelime "vuku bulması, sonucun ya da gerçek anlamının ortaya çıkması" anlamında kullanılıyor. Benzer bir kullanım Nisa suresi, 59. ayeti için de geçerlidir. Diğer kelime "hadis" ise "söz" ve "haber" anlamına geldiği gibi eşanlamlısı olan hadis ile birlikte olay, hadise, vakıa anlamına da geliyor. Bu durum karşısında "te'vil el-ehadis", rüya yorumlamanın ötesinde nihai sonuçları ortaya çıkarmayı anlatmaktadır."
Bu konuda Hak Söz dergisinin 52. sayısında Sayın Ömer Mahir Alper'in "Kur'an-ı Kerim'de Muhkem ve Müteşabih" başlıklı yazısındaki Yusuf (a) kıssasındaki "te'vil el-ehadis" hakkında şu isabetli açıklamayı yapıyor: "Kur'an'da te'vil kelimesi yaklaşık onbeş yerde kullanılmaktadır ve "işlerin akıbeti", "varacağı yeri" manasına gelmektedir. Nitekim Yusuf suresinde Yusuf'a rüyada görülenlerin te'vilini (te'vilu'l-ehadis) öğretildiğinden bahsedilmesi (12/6), ona rüyada görülen şeylerin "akıbetinin ne olacağını" kestirmenin ve o görülen şeylerin "Gelecekte yaşanacak vakıa olarak" neye tekabül edeceğini bilmenin öğretilmesi demektir. Zaten yine aynı surede anlatılan kralın bir rüya görmesi ve bunu Yusuf'un te'vil etmesi hadisesi de bu görüşü açıkça ortaya koymaktadır.
Yusuf suresi 100. ayetinde geçen "te'vil" kelimesinin yüklendiği anlam, yukarıda serdettiğimiz görüşleri bir defa daha doğrulamaktadır. "Ey babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın te'vilidir. Rabbim' onu gerçekleştirdi." (12/100)
Bilindiği üzere Yusuf kıssasına başlarken Yusuf peygamberin gördüğü rüya anlatılmış ve olaylar buna binaen gelişmeye başlamıştı. Yusuf'un gördüğü bu rüyanın te'vili, kıssanın sonunda, 100. ayette gerçekleştiği Yusuf peygamberin ağzından anlatılmaktadır.
Mısır melikinin gördüğü rüyanın te'vili de Yusuf (a) tarafından olur. "Bir gün melik: "Rüyamda yedi zayıf ineğin, yedi semiz ineği yediğini; yedi yeşil, yedi de kuru başak gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer biliyorsanız bu rüyanın tabirini söyleyin" dedi." (12/43) "Yusuf dedi ki: "Tarlanızı boş bırakmaksızın yedi sene boyunca ekip biçin. Hasad ettiğiniz zaman da ihtiyacınız için ayıracağınız az bir şey hariç, geri kalanını başağıyla bırakın. Bunun ardından gelen yedi kurak yıl, tohumluk olarak ayırdığınız az bir kısmı hariç hepsini yer bitirir. Bundan sonra da insanların bolluğa kavuşacakları bir yıl gelir." (12/47-49)
Bu yorumu beğenen Mısır Melikinin, ülke yönetimini vermesi ile Yusuf (a) kıtlık yıllarına hazırlık yapar ve sonunda Mısır ahalisini bolluğa kavuşturarak, Melik'in rüyasının te'vilini böylece tamamlamış olur.
Yusuf'un Yönetime Geçmesi
Karmaşık bir rüya gören Melikin rüyasının yorumu hususunda ileri gelenlerden yardım İstemesi ile Yusuf peygamberle hapiste kalan kişi, şeytanın kendisine unutturduğu Yusuf'u hatırlayarak ona melikin rüyasının te'vili için başvurur. Yusuf peygamber tarafından yapılan yorumu beğenen melik, Yusuf'un zindandan çıkarılması için emir verir. Ancak bu aşamada beklenilmeyen bir durum husule gelir. Yusuf (a) zindandan kurtulmaktan ziyade kendisine atılan iftiradan kurtulmak için gayret eder ve şu teklifi yapar:"Melik:" "Onu bana getirin" dedi. Elçi, Yusuf'a vardığında Yusuf elçiye: "Efendine dön de ellerini kesen kadınların durumunu sor. Doğrusu Rabbim onların tuzaklarını çok iyi bilmektedir" dedi." (12/50)
Bunun üzerine melik bu olay hakkında bir soruşturma yapar. Yusuf'a (a) iftira edildiğini birinci elden öğrenmiş olur. Böylece hem Yusuf'un suçsuzluğu ve hem de emin vasfı Melik dahil herkes tarafından tescil edilmiş olmaktadır. Eğer bu durum üzerinde durulmamış olsa idi belki de ilerde yeniden iftira hortlatılacak, Vahy ve onun temsilcisi rasul de bu açıdan suçlanılmaya çalışılacaktı."Melik: " Onu bana getirin, yanıma alayım" dedi. Onunla konuşunca: "Bugün yanımızda sağlam ve güvenilir bir yere sahipsin" dedi. Böylece Yusuf'u oraya egemen kıldık, orada dilediği gibi davranırdı." (12/54-56)
Kıssanın bu varyantında Kur'an'da anlatılan rasuller içerisinde, Yusuf peygamberin kıssası haricinde gündeme gelmemiş olan ilginç bir olay anlatılmaktadır. Nitekim bu vakıa, Yusuf peygamberden sonraki Vahiy muhatapları tarafından üzerinde önemle durulmuştur.
Şimdi bu konuda dikkatimiz çeken hususlara değinelim:
a- Kıssanın anlatımı içerisinde, melikin adının geçtiği tüm ayetlerde ondan olumlu bir biçimde bahsedilmektedir. Oysa Kur'an, daha sonraki Mısır yöneticisini "Firavun' olarak isimlendirmektedir. Firavun kelimesi "fer'ane" ve "tefer'ane" fiilinden türemiştir. Bu iki fiil, büyüklendi, ceberrut sahibi ve azamet sahibi oldu, ulaşılmaz bir güce erdi anlamına gelmektedir. Halbuki Yusuf zamanındaki yönetici olumlu bir isimlendirme ile "melik", "kral" olarak adlandırmaktadır.
b- Kur'an'da anlatılan peygamber karşıtı yöneticiler peygamberlerle gerek fikri, gerekse fiili mücadele halindedirler. Peygamberlerin getirdiği Vahiy hemen alelacele reddedilir. Karşı propagandalarla ona tabi olanlara işkence, sürgün ve ölümler uygularlar. Oysa Yusuf kıssasının anlatımında, peygamberin çağdaşı Melik'e ve ileri gelenlerine ait vahiy ve rasul karşıtı olumsuz tavırlar bulunmamaktadır.
c- Bilakis Yusuf peygamber melik tarafından eziyetten kurtarılmakta, rasulün aklanması temin edilmekte ve görüşlerine itibar edilmektedir. Mısır'a geldiğinde, Azize satılmasıyla birlikte köle statüsüne giren Yusuf peygamberin bu statüden kurtulmasını da Melik sağlamış olmalıdır."Melik: "Onu bana getirin, yanıma alayım" dedi. Onunla konuşunca: "Bugün yanımızda sağlam ve güvenilir bir yere sahipsin" dedi." (12/54)
Bu ayet-i kerimede anlatılanların bir benzeri, Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçen diğer rasullerin kıssalarında anlatılmamaktadır. Rasulle görüşen Melik'in, Yusuf peygamberin ona iletmiş olacağı vahiyden bihaber olması mümkün değildir. Ama toplumunu ve konumunu cahili yapıdan arındıracak sahih bir kimliğe ve ölçü bütünlüğüne de sahip değildir. Olası ki adil bir yönetimden yanadır; ama yetersiz ve dalalet içindedir ve sonunda Melik, Yusuf'a tabi olmuştur. Çünkü rasul bu görüşmenin akabinde ondan yönetimi istemektedir. Eğer melik Rasule karşıt olsa, rasul ondan böyle istekte bulunmazdı. Melik de Rasule ve söylediklerine karşı olsa, bırakınız ona yönetimi teklif etmeyi, hapisten ya çıkarmaz ya da geri yollardı. Ve bu karşılaşmanın anlatımı; Musa (a) ile Firavun arasındaki karşılaşmadaki gibi, rasulün vahyi tebliği, Firavun'un da hem rasulü hem de Allah'ı inkar ettiği konuşmaları kapsayan Musa kıssasının anlatımı gibi olurdu.
d- Yusuf'un yönetim talebinden sonra, melik ve ileri gelenleri hakkında hiç bahsedilmemesi Mısır yönetiminin tamamen rasule bırakıldığının göstergesi olabilir.
e- Dünyada hiçbir düzen bu şekilde el değiştirmemiştir. Karşıt güçlerin birbiri ile fikri ve fiili bir çarpışma olmaksızın yönetim bırakması mümkün olmadığına göre; Yusuf ile Melik'in inançlarının pekişmesiyle yönetime daha ehil olan rasulün geçmiş olması akla yatkın gelmektedir. Böylece Yusuf'un yönetiminde iken aldığı tedbirlerle, Melik'in rüyasının te'vili gerçekleşmiştir.
f- O halde Mısır yönetimi {Melik ve ileri gelenler) İslam'ı kabul etmiş ve Yusuf'u da İslam'ın hayata tatbikini gerçekleştirmek üzere yönetime getirmiştir.
g- Eğer Melik ve ileri gelenleri müşrik kabul edip rasulü de onların idaresinden bir bölümüne talip, mesela Hazine bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Tarım Bakanlığı gibi bir bakanlık sahibi kabul edilirse ki çoğu yorumlar bu yöndedir. Bu hilkat garibesi yapının vahyin mantığına ters olduğu ve emsal olmasının gündem gelebileceğinden dolayı daha sonra anlatılan kıssalar ve Hz. Muhammed'in hayatının bölümlerinde de bu yapıya benzer pragmatist uygulamalara rastlamamız gerekirdi. Oysa yöneticilerin kendi yönetimleri içerisinde yer alma tekliflerine rasuller her zaman rest çekmişlerdir. Rasuller vahyin kabulüne ya da Allah'ın isteğine kadar mevcut yönetimlerle mücadele etmişlerdir.
h- "Böylece Yusuf'u oraya egemen kıldık, orada dilediği gibi davranırdı." (12/56) ayeti Yusuf peygamberin yetki ve yönetiminin büyüklüğü hakkında yeterli bilgi vermektedir. Ülkede egemen olan ve dilediği gibi (tabi ki vahye göre) davrandığı tavsif edilen birinin bir başka yönetici ile beraber bu şekilde egemen ve dilediği gibi davranan biri olarak vasıflandırması nasıl mümkün olur.
ı- Kaldı ki bir sistemin yürümesi; düzene hakim olanların ülkenin kaynaklarına (hazainul'ard) egemen olmasını gerektirir. Bu kaynakların işletilmesi ve geliri ile düzen işleyecektir. Pek tabiidir ki bu kaynaklara sahip olmakla ülkenin düzenine ait diğer kaynaklara hakim olmak birliktelik gerektirir. Melik, ülkenin hazine veya maliye bakanlığı gibi parasal kaynaklarını Yusuf'a (tevhidi düşünceye) devredip kendi de diğer devlet işleriyle (şirk inancıyla) meşgul oluyordu gibi bir kabul, sistem işleyişi açısından mantıksızlıktır. Bu hususta; Firavun, Haman, Karun üçlüsünü örnek verebiliriz. Bu üç kişilik de aynı zihniyetin ürünü (şirk) ve bu zihniyetin egemen olduğu sistemin tüm değerlerinin sahibidirler. Tevhidi düşünce önderinin getirdiği vahye ve onun rasulüne karşı çıkmaları; sahip oldukları zihniyetin ve bunun ürünleri olan egemenliğin ellerinden gitmesi endişesinden ötürüdür. Bırakınız Musa'yı aralarına almayı onu gözleri ile yok etmeyi düşünmektedirler. Böyle bir sistem ve sistemin sahipleri içerisinde yer almak, Musa peygamberin aklının ucundan dahi geçmez.
Kur'an'da kıssaları anlatılan diğer rasullerin hayatlarında da bu gerçeklik yaşanmıştır. Hz. Nuh'a da, Hz. Muhammed'e de şirk yönetimi içerisinde yer alma teklifi getirilmiştir. Ancak o yönetimlerde yer alındığı takdirde, vahyin tebliğinden yani davadan taviz anlamı çıkaran rasuller derhal red cevabı vermişlerdir. Size karşı olan sistemin, sizi baştacı etmesi düşünülebilir mi? Olsa olsa sizin davanızın kenarından, köşesinden başlayarak, kendi düzenine uydurmak için bu teklifi yapmıştır. Nitekim Nuh'a yanındaki musta'zafları kovmasını, Hz. Muhammed'e ise putlarına çatmaması gibi tekliflerle yanaşmışlar, bunların karşılığı olarak düzenlerinden yer sunmuşlardır.
j- "Ana babasını tahta oturttu" (12/100) ayetinde geçen "arş" kelimesi; Yusuf peygamberin, Mısır yönetimdeki, tek olan otoritesini vurgulayan en kuvvetli anlatımdır. "Arş" (taht); egemenlik, dilediği gibi davranış (vahye göre) anlamlarına gelir.
k- Ancak daha sonraki ayetlerde; Yusuf'un kardeşleri ile ilgili olaylar esnasında geçen "Melikin dini (yasası) ve "Melikin kabı" ibareleri ile Tevrat metinlerinde geçen Mısır Firavun'u ile ilgili anlatımları da gözönüne alarak bir başka alternatif daha düşünülebilir.
Tevrat'ın Tekvin babında, Yusuf peygamberin yönetime seçilmesi ile ilgili olarak şu ifadeler yer almaktadır:
"Ve bu söz Firavun'un gözünde ve bütün kullarının gözünde iyi idi. Ve Firavun kullarına dedi: Bunun gibi kendisinde Allah'ın ruhu olan bir adam bulabilir miyiz? Ve Firavun Yusuf'a dedi: Madem ki Allah sana bütün bu şeyi bildirdi, senin gibi akıllı ve hikmetli adam yoktur; sen evimin üzerinde bulunacaksın ve bütün kavmim senin emrin üzere idare olunacaktır; Ben yalnız tahtta senden büyük olacağım. Ve Firavun Yusuf'a dedi: Bak seni bütün Mısır diyarı üzerine koydu. Ve Firavun mührünü parmağından çıkardı ve onu Yusuf'un parmağına taktı. Ve Firavun Yusuf'a dedi: Ben Firavun'um ve bütün Mısır diyarında hiç kimse sensiz elini yahut ayağını kaldırmayacaktır."
Tevrat'taki bu ifadeler, Firavun'un, yönetimi tamamiyle Yusuf'a bıraktığını, ancak yönetime karışmasa da Yusuf'un bir üstünde bulunacağını ifade etmektedir. Bu günümüzde Britanya Krallığının fonksiyonuna benzemektedir. İngiltere demokrasi ile idare olunduğu halde sembolik olarak Kraliçe üstte bulunmaktadır. Ancak yönetime karışması diye bir şey söz konusu değildir.
Tevrat'taki anlatımı ve Kur'an'da geçen "Melik'in dini (yasası)" ve "Melik'in kabı" ifadelerini de gözönüne alarak; Melik'i bir üstte, Yusuf'un idaresine karışmayan sembolik bir yapıda olduğunu kabul etsek bile (Velev ki Melik İslam'ı kabul etmemiş olsa dahi), bu savın vahyi ilkelerle hareket eden peygamberle, Yusuf'a fikren karşı çıkmadığı ve hatta ona tabi olduğu varsayılabilen Melik'in birarada bulunmasının Tevhidi ilkelere aykırı olmadığını söyleyebiliriz.
Esas olan vahyi yapı ile şirk unsurlarını meczeden garip bir yönetim yapısını kabul etmemektir. Yusuf peygamberin yönetimi kesinlikle vahy ile şirkin karıştırılarak oluşturulduğu hilkat garibesi bir yapı ve zihnin ürün değildir. Böyle düşünülmesi dahi mümkün değildir. Bu konuda en fazla iki ihtimal üzerinde durabiliriz:
a- Tebliğ'de toplumsal yönetimin merkezi gücünü muhatap almak asıldır. Hz. Yusuf Mısır yönetimini/melikini vahyi ölçüye inandırmış ve toplumsal yönetimin inisiyasitifini ele geçirmiştir.
b- Ya Yusuf, kimliğini ve ilkelerini gizlemeden ve hiçbir taviz vermeden Mısır yönetimi içinde geniş bir inisiyatif alanı ele geçirmiştir.
Yusuf'un Yönetimi
Yusuf peygamberin yönetimi devralmasıyla birlikte Melikin rüyasının te'vili gerçekleşmeye başlar. Yedi sene süren bolluk dönemi esnasında Yusuf, ihtiyaç fazlasını depolar. Arkasından gelen yedi kıtlık senesinde ise, bu depoladığı hububatı harcamaya başlar. İsrafın olmadığı, geleceğe hazırlığın en mükemmel şekilde yapıldığı Yusuf peygamberin yönetiminden Mısır halkı memnundu. Onun bu başarısı yüzünden, diğer bölgelerde kıtlık çekenler Mısır'a akın ederek ihtiyaçları olan hububatı Mısır'dan edinmeye çalışıyorlardı. Bunların arasında Yusuf'un kardeşleri de vardı. Kıtlık yılları Yakuboğularını da sıkıntıya sokmuştu. "Yusuf'un kardeşleri gelip huzuruna girdiler. Onlar onu tanımadılar. Fakat o onları tanıdı. Yüklerini hazırlatınca dedi ki: "Bana, baba bir kardeşinizi de getirin. Ölçüyü tam yaptığımı ve sizi iyi bir şekilde ağırladığımı gördünüz. Eğer onu getirmezseniz, benden bir ölçek bile bir şey alamazsınız. O zaman yanıma da yaklaşmayın." (12/58-60)
Bu ayetlerde Yusuf peygamberin yönetimi hakkında bir takım bilgiler de verilmektedir:
a- Ülkenin kaynakları en mükemmel şekilde değerlendirilmektedir. İsraf yoktur. Tasarruf ön plandadır. Keyfi bir yönetim değil, planlı programlı bir idare sergilenmektedir.
b- Yusuf peygamberin yönetimi, insanların mallarını tam olarak vermektedir. Ölçü ve tartıyı tam yapmaktadırlar. Haksızlık ve zulüm yoktur.
c- Ülkeye gelen herkese özellikle mustazaflara yardımsever ve misafirperver davranılmaktadır. Bizim hububata ihtiyacımız var, size veremeyiz denilerek ihtiyaç sahipleri uzaklaştırılmamaktadır. İnsanlarla ilgilenilme neticesi Yusuf peygamber; babası, küçük kardeşi ve ahalisi hakkında bilgi sahibi olmuştur. Vahyi ve rasullüğünü kardeşlerine anlatarak, bu haberi oğullarından duyan Yakub peygamberin, Yusuf hakkında sezgilerinin güçlenmesine vesile olmuştur. "Ey oğullarım! Gidin Yusuf'u ve kardeşini arayın. Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin." (12/87)
d- Yönetici olan Yusuf peygamber, kendinden önceki ya da sonraki müfsid düzen yöneticileri gibi, halk ile kendi arasında duvarlar oluşturmuyordu. Onların içinde birisi olarak yönetimini icra ediyordu. İnsanlarla haşır neşir, onların sorunların ile hemhaldi. Böylece Allah'ın vahyini de rahatlıkla onlara ulaştırabiliyordu.
e- Kur'an-ı Kerim'de kıssaları anlatılan yönetici peygamberden, Davud (a) ve Süleyman (a)'dan başka, Yusuf peygamberden de yönetim ve yöneticiliğin esaslarına dair muhataplara dersler vaz'edilmiş olmaktadır.
Yusuf'un (a) Planı
Yusuf peygamber, kardeşleri ile karşılaşıp içine küçük kardeşinin ateşi düşünce, hem bu ateşi söndürmek hem de kendisine kötülük yapan diğer kardeşlerine ders vermek amacıyla, hububat vermemek ve saygınlıklarını azaltmak gibi bahaneler ileri sürerek, kardeşlerini küçük kardeşini Mısır'a getirmeye ikna eder. Ayrıca onlara verdiği hububata karşılık aldığı ücreti sattığı malları arasına koyarak geri iade eder. Artık her türlü girişimi yapmıştır. Bundan sonrası Allah'a kalmıştır."Yüklerini açtıklarında sermayelerinin geri verilmiş olduğunu gördüler. "Ey babamız! Daha ne istiyoruz? İşte gördüğümüz sermaye de geri verilmiş. Ailemize erzak getiririz, kardeşimizi de koruruz. Bir deve yükü de fazla alırız. Zaten bu bize yetmez" dediler. Babaları: "Çaresiz kalmanız müstesna, onu bana kesinlikle geri getireceğinize dair Allah adına sağlam bir söz vermedikçe onu sizinle göndermem" dedi. Söz verdiklerinde: 'Bu konuştuklarımıza Allah vekildir' dedi." (12/65-66)
Yakup peygamber Allah'tan bir bilgisi olduğundan dolayı ve eldeki verilerden de hareket ederek olayı çözmeye çalışıyordu. Ancak nihai sonuca ulaşması mümkün değildi.
a- Ayetlerde bahsedilmese de Mısır'da bir rasulün yaşadığını oğullarından öğrenmiştir. Bu, "Böylece rabbin seni seçecek" diye belirttiği oğlu Yusuf'a işaret etmekteydi.
b- Durup dururken küçük oğlunun istenmesinin, Yusuf'un (a) küçük kardeşini görmek istediğine delalet ettiğini düşünüyordu Yakub (a).
c- Hububata verilen ücretin de iade edilmesi, ortada kuşkulu bir durum olduğunu çağrıştırıyordu.
Bütün bunlara rağmen olayların tümünü kavraması mümkün olmadığı için Allah'a tevekkül ederek küçük oğlunu kardeşleriyle yollamaya karar verir.
"Yusuf'un huzuruna girdiklerinde, Yusuf, kardeşini bağrına basarak: "Ben senin öz kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme" dedi." (12/69)
Tekrar gelen kardeşlerinin erzakını veren Yusuf peygamber kardeşini geri göndermemek için Allah'ın kendisine öğrettiği bir planı uygulayarak, kardeşlerinin yüklerinin içine Melike ait bir tası saklar. Arama esnasında küçük kardeşinin yükünden tas çıkınca, kardeşlerinin kabul ettikleri hukuka göre küçük kardeşini yanına alıkoyar.
"Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Sonra onu (tası) kardeşinin yükünden çıkardı. İşte Yusuf'a böyle bir plan ilham ettik. Yoksa Allah'ın dilemesi müstesna, Melikin kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı." (12/76)
Kıssasının bu bölümü üzerinde ayrıntılarıyla durmamız icabetmektedir.
a- Müfessirlerce, ayette geçen "Kralın dini" ibaresinden neyin kasdedildiği üzerinde oldukça durulmuştur. Ancak yorumlarda tevhidi çizgiden sapmaların hayli yoğun olduğu gözlemlenmektedir. Her şeyden önce Vahyin temsilcisi bir rasul, şirk inancına sahip birisinin dinine uyarak, o dinin uygulamaları ile amel edemez. Bu, tevhidi dinin ilkelerine aykırı bir tutumdur.
b- Ayette geçen 'din' kelimesi yasa, nizam, kanun manasında olunca, bu sefer de akla peygamberin niçin kendi değil de Melikin yasasınca hareket etmesi gerektiği sorusu gelmektedir.
Kanımızca buradaki incelik şudur, iktidarı Yusuf peygambere terketmesi ile beraber, Mısır'da yönetimde tek hakim olan Yusuf (a), Allah'ın vahyince hareket etmekteydi. Kardeşleri ile gelişen hırsızlık olayı karşısında, belki vahyin değiştirmediği ve böylece aynı kalan, belki de bu olaylardan sonraki dönemde değiştirilmiş olan, Melik zamanından kalma, hırsıza malum ceza uygulaması; onun küçük kardeşini alıkoymasına kafi gelmediği için, Allah'ın kendisine öğrettiği bir şekilde Yakub peygamberi şeriatine göre ceza uygular. Ki bu uygulamanın Allah tarafından öğretildiği ayette belirtilmektedir. Dolayısı ile eğer kardeşinin yanında kalması için uygulaması gereken plan olmasa idi mevcut Mısır hukukuna "Melikin dinine" göre hükmedecekti. O halde Mısır'da uygulanan hırsızlığın cezası Yusuf'un getirdiği tevhidi dine aykırı değildir. Esas aykırı olan, hırsızlık gibi kul hakkının yenmesine sebep olan bir suça hiçbir ceza verilmemesidir.
c- Hem Yusuf peygamberin dininin, hırsıza cezası ve hem de Melik'in hırsıza ceza kanunu birarada değildir. Ancak hırsıza bir ceza vardır ve bu, ya vahiyle daha sonraları değiştirilmiş veya değiştirilmeyerek aynen bırakılmış olabilir. Dolayısı ile tek ilaha inana ve Vahyin temsilcisi olan Yusuf (a) kardeşleri ile olan bu hadise olmadan önce Melik döneminden kalan hırsızlığın cezası ile, uygulama yapmaktaydı ve bu vahye ters bir durum değildi.
Bu hususta Hz. Muhammed'in uygulamaları bizce örnektir. Vahyin, hakkında ayet indirmediği hususlarda, ehli kitabın hukukuna göre hareket ettiğinin örnekleri İslam tarihi kaynaklarında mevcuttur. Hakkında vahiy nazil olduktan sonra hareket noktasının ayet hükümleri olmaya başladığı aşikardır.
d- Ayetlerde niçin "Melikin kabı" ve "Melikin dini" ibarelerine yer verilmiştir? Oysa bu ibarelere gelinceye kadar tüm ülkenin yönetimi Yusuf peygambere verilmiş ve egemenlikte ortağı olmadığı belirtilmişti.
"Böylece Yusuf'u oraya egemen kıldık, orada dilediği gibi davrandı." (12/56)
Kanaatimizce ilahi vahyin temsilcisi, hem numune şahsiyeti ve hem de rasullüğünden dolayı Melik tarafından iktidara tercih edilmişti. Yusuf peygamber şirk dininin esaslarını değiştirip tevhidi ilkeleri yayarken, vahyin sosyolojik tedricilik-ten dolayı tüm hukuksal emirler tamamlanmamıştı. Bu yüzden, daha sonraları peygamberimiz Hz. Muhammed'in uygulamalarında gördüğümüz gibi geçmiş hukukun vahye ters olmayan hukuksal uygulamalarıyla vakıalara hükmediyordu. Daha sonraları vahiy bu durumu tasdik ediyor veya yeni bir hüküm getirirse artık uygulama vahyin bu emirlerine göre oluyordu. Belki de "Melikin dininin" ceza uygulaması daha sonraları Allah tarafından değiştirilecek ve Yakub'un oğullarının belirttikleri "ceza" gibi olacaktır."Onun cezası, su kabı kimin yükünde bulunursa sahibinin alıkonmasıdır." (12/75)
Böylece hem Yakub (a) ve hem de Yusuf (a) şeriatlerinin hırsıza ceza uygulaması tek bir ceza olarak gerçekleşmiş olacaktır. Bu hususta kıssa sonunda Yakub peygamberin, Mısır'a gelmesi ve Yakub ile Yusuf peygamberlerin bir araya getirilmesine dikkat çekmekte fayda vardır.
e- "Melikin kabı" ibaresinde "Melik" ifadesinden Melikin mi yoksa Yusuf'un mu kasdedildiğinde ihtilaf vardır. Mesela, Merhum Elmalılı Hamdi Yazır "Melikin kabı" ifadesindeki "melik" kelimesinden, Yusuf'un kasdedilmek istendiğini belirtmektedir. "Melik'in" ifadesinin "kaçamaklı tevriye " amacıyla söylendiğini belirtir.
Yakub Peygamberdeki Sabır, Tevekkül ve Ümit
Yusuf kıssası içerisinde bir örneklik olarak anlatılan kişi de Yakub peygamberdir. Allah'a sonsuz tevekkülü ve "sabr-ı cemil" vardır. Allah'tan ümidini hiçbir zaman kesmez. Yusuf'un kaybından sonra, onun küçük kardeşini de Allah'a tevekkül ederek, -oğullarına teslim ederek Mısır'a gönderir.
"Ey oğullarım! Şehre bir kapıdan değil değişik kapılardan girin.
Gerçi ben Allah'tan gelecek hiçbir şeye engel olamam. Hüküm ancak Allah'a aittir. Ben O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de O'na tevekkül etsinler" dedi." (12/66/67)
Yakub peygamber oğullarına verdiği şehre ayrı kapılardan girin emrine rağmen Allah'ın takdirine boyun eğdiğini, çünkü nihai karan onun verdiğini, bundan ötürü tedbirini alarak sonucu için yine Allah'a tevekkül ettiğini beyan ediyor. Ki onun bu tedbirine rağmen Allah Yusuf'a öğrettiği planla küçük oğlunun da elinden alınmasını takdir eder. Fakat o bütün çektiği acılara rağmen Allah'a isyan etmez. Acılara katlanır. Bu öyle acıdır ki gözleri bile görmez olur. Yine de Allah'tan ümidini kesmeyerek oğullarına:
"Ey oğullarım! Gidip Yusuf'u ve kardeşini arayın Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah'ın rahmetinden ancak kafirler ümit keser." (12/87) diyerek nasihat eder.
Kardeşlerin Tevbe ve Duası
Babaları Yakub'un verdiği 'Allah'tan ümidinizi kesmeyin ve arayın" emriyle tekrar Mısır'a dönen Yakub'un oğulları yine Yusuf'un huzuruna çıkarlar. Düştükleri durumu arzedip yardım talebinde bulunurlar. Sonunda Yusuf peygamber de dayanamaz ve olayları açıklar.
"Yusuf: "Cahil iken Yusuf'a ve kardeşine ne yaptığınızın farkında mısınız?" dedi. "Yoksa sen Yusuf musun?" dediler. "Evet, ben Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize lütufta bulundu. Kim sakınır ve sabrederse bilsin ki, Allah, muhsinlerin ecrini zayi etmez" dedi. "Allah'a an-dolsun ki, Allah seni bizden üstün kılmıştır. Biz hatalıydık" dediler." (12/89-91)
Yusuf peygamberin, kardeşlerine kendisini tanıtması ile beraber; kardeşlerin nedamet ve tevbeleri gündeme gelmektedir. Bilerek veya bilmeyerek günah işleyenlerin yapması gerektiği ilk tavır hatadan pişmanlık ve geri dönüş olduğu kıssanın bu bölümünü ile muhataplara nasihat olarak aktarılmaktadır.
Yusuf'un Rüyası ve Tevili
Yusuf (a), kendisini kardeşlerine tanıttıktan sonra geride kalan babasının durumunu öğrendi. Babasının gözü üzüntüden göremez olmuştu. Bunun üzerine Yakub ve diğer aile fertlerinin de Mısır'a getirilmesi için emir verdi.
"Bu gömleğimi götürüp babamın yüzüne sürün de gözleri açılsın. Sonra bütün ailenizle yanıma gelin." (12/93)
Kıssanın bu safhasında; önemini kıssanın gidişatı içerisinde belki de farkedemediğimiz gömlek, bir delil eşyası olarak, üçüncü defa gündeme gelmektedir. Birinci defa, kardeşlerin, Yusuf'un öldüğüne dair kan sürülüp babalarına getirilmesi ile kıssa içerisinde delil olarak yer almıştı. İkincisinde, Aziz'in hanımının, Yusuf peygambere yaptığı zinaya meyletme iftirasında, suçlunun tesbit edilmesinde delil olarak gündeme gelir. Üçüncü olarak da, gözleri görmez olan Yakub peygamberin gözlerinin açılması ve Yusuf'un yaşadığının anlaşılması için bir delil olarak karşımıza çıkmaktadır.
"Müjdeci gelip de gömleği Yakub'un yüzüne sürünce gözü tekrar görmeye başladı. "Ben size, Allah'ın katında sizin bilmediğinizi bilirim demedim mi" dedi." (12/96)
Yakub peygamber ve tüm ailesi Mısır'a ulaşınca, Yusuf peygamberin çocuklukta gördüğü rüyanın te'vili gerçekleşmiş olur.
"Ana babasını tahta oturttu. Hep birlikte ona secde ettiler. "Ey babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın te'vilidir. Rabbim onu gerçekleştirdi. Beni hapisten çıkaran ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını açmışken sizi çölden getiren rabbim, bana iyilikte bulunmuştur. Doğrusu rabbim, dilediğine lütufta bulunur. Çünkü o, her şeyi bilir, her şeye hakimdir" dedi. Rabbim! Bana egemenlik verdin ve "te'vil el-ehadis"i öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da, ahirette de vekilim sensin. Canımı müslüman olarak al ve beni salihlere kat." (12/100-101)
Kıssanın bu bölümündeki ayetlerin, daha önce üzerinde durduğumuz; Yusuf'un (a) yönetimi ile ilgili önemli olarak şu vurguları yaptığı kanaatindeyiz:
a- "Ana babasını arşa oturttu" ifadesi onun Mısır'daki yönetimde tekliğini ifade eden en bariz vurgudur.
b- "Bana egemenlik verdin" ifadesi ise, ortak bir yönetici ile birlikteliği ifade edemeyecek bir vurgulama olduğu aşikardır.
Sonuç
Yüce Allah, Yusuf suresinde Yusuf kıssasına başlamadan evvel, üçüncü ayet-i kerimede "Biz bu Kur'an'ı vahyetmekle sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz." diyerek, Yusuf kıssasının Kur'an'da anlatılan diğer kıssalara göre konumunu belirler ve muhatapların dikkatini çeker. Nitekim yedinci ayet-i kerimede "Andolsun ki, Yusuf ve kardeşlerinin kıssasında ilgi duyan herkes için ibretler vardır" denmektedir.
O halde, ibret almak için herkesin bu kıssadan istifade etmesi mümkündür. Kıssa çok geniş bir kitleye çok yönlü olarak hitabetmekte ve dersler sunmaktadır.
a- Kıssada çocuklara hitab ve çocuklarla ilgili dersler vardır. Yusuf'un çocukluğu, kardeşlerin hasedi, onların oyun oynamaları, babalarının çocuk sevgisi, kardeş sevgisi v.s.
b- Kadın-erkek ilişkilerindeki özelliğe, bu konulardaki dedikodu ve iftira nedenlerine dikkat çekilmektedir.
c- Hukuki konulara ait, muhakeme, hakemlik, şahit, delil, adalet, zulüm, hapis gibi hususlar kıssa İçerisinde işlenerek vurgular yapılmaktadır.
d- Tevhid ve şirkin anlatım; kıssanın hapishane varyantında üzerinde durulmaktadır.
e- İnsan yaşamındaki Allah'ın egemenliği, insanların tasarrufları, Allah'ın takdiri gibi hususlar; Yusuf peygamberin tüm yaşamının anlatımı içerisinde yer yer ve bütüncül olarak gündeme gelmektedir.
f- İnsanın yeryüzündeki düşmanları: Şeytan, nefis ve bunların tuzakları.
g- Cahili yönetimler ve idarecilerle olması gereken ilkeli ilişki biçimi toplum yönetimi ve esasları, idarede ehliyet ve yöneticilerin davranışları; Yusuf peygamberin şahsında tüm muhataplara mesaj olarak sunulmaktadır.
h- Allah'ın, yapılan iyiliklere karşı mükafatı Yakub'un ve Yusuf'un (a) elde ettiklerinin, muhsin, muhlis ve salih bir kul olmanın karşılığı olduğu ve bunun ilanihaye diğer aynı davranışı gösterecek insanlara da verileceğinin mesajı sunulmaktadır.
i- Rasullerin vasıfları üzerinde durulur.
j- Kıssa içerisinde, rasullerin ve diğer İnsanların yaşadıkları olaylar karşısında; sabır, tevekkül, ümit, tevbe ve dua gibi, Allah'a kulluklarının olumlu yansımalarının Allah tarafından nasıl değerlendirildiği işlenerek, muhatapları Allah'ın takdir edeceği örnek davranışlara
Cengiz DUMAN
Araştırmacı-Yazar
|