Kur’an’ı Kerim'e göre Arz-ı Mev’ud
Kur’an’ı Kerim’de de vaat edilmiş topraklar hususunda Tevrat ile paralel bilgilere rastlamaktayız. Kur’an, İsrail oğulları ve vaat edilmiş toprak “Arz-ı Mev’ud” ilişkisini doğrulamaktadır. “Em yahsudûnen nâse alâ mâ âtâhumullâhu min fadlıh, fe kad âteynâ âle ibrâhîmel kitâbe vel hikmete ve âteynâhum mulken azîmâ” “İbrahim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir mülk (mülken azime) bahşettik.”[75] “Yâ kavmidhulûl ardal mukaddesetelletî keteballâhu lekum ve lâ terteddû alâ edbârikum fe tenkalibû hâsirîn” “Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı “mukaddes toprağa” (El’Ard-el’ Mukaddes) girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.”[76]
Kur’an, Tevrat’tan farklı olarak, İsrail oğullarının yerleştikleri ve Tevrat’ın “Arz-ı Mev’ud” olarak nitelediği “Kenan” topraklarına, “El’Ard-el’ Mukaddes” demektedir. Mukatil b. Süleyman bu hususta şu beyanda bulunmaktadır: “El- Arz ile hassaten Şam’daki Arz-ı Mukaddes kastedilmiştir; şu ayette olduğu gibi: “Ve o zaafa uğratılmış kavmi, vâris kıldık arzın (yani, Ürdün, Filistin’in) doğularına…” diyerek Mukaddes beldeyi Şam, Ürdün ve Filistin arasındaki topraklar olarak tarif etmektedir.[77] Maide suresinde geçen “El’Ard-el’ Mukaddes” hakkında Ragıb el-Isfahani, Müfredatında, şunları kaydetmektedir: Beyt-i Mukaddes; necasetten, yani şirkten temizlenen ev. El’Ard-el’ Mukaddes /Kutsal toprak sözü de böyledir.
Yani Kur’an, Tevrat’ın “Arz-ı Mev’ud” olarak nitelediği toprakları; “şirkten temizlenmiş topraklar” (El’Ard-el’ Mukaddes) olarak nitelendirmektedir. Nasıl ki Hz. İbrahim Kenan topraklarına yerleşerek oranın Tevhid egemenliğine girmesini sağlamışsa Hz. Musa sonrası Yeşu peygamber döneminde de “Kenan”ın ele geçirilip Tevhid’in egemen kılınması ile Hz. Yakup’tan sonra şirkin egemen olduğu “Kenan” toprakları yeniden tevhidin egemenliğine girmiştir.
Yeşu peygamber sonrası Talut, Hz.Davud ve Hz. Süleyman dönemlerinde de tevhidin egemen olduğu topraklar. Daha sonrasında şirke bulanarak zaman zaman gelen resuller yoluyla şirkten arındırılmaya çalışılmıştır.
Kur’an, vaat edilmiş toprakları, bereketli topraklar olarak da tanımlamaktadır. “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, (barekna havlehu) çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir..”[78] “Biz, onu ve Lût'u kurtararak, içinde cümle âleme bereketler (barekna fiha) verdiğimiz ülkeye(yani, Arz-ı Mukaddes’e)[79]ulaştırdık.”[80] “Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle (barekna fiha) doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık.”[81]
Müfessirler bu ayetlerde geçen ”barekna” bereket’in manasının; o bölgede çıkan resullerden ve yaşadıkları tevhidi dönemlerin hatırasından ileri geldiğini belirtmektedirler. Bilindiği gibi tüm azim peygamberler ve onların soyları bu topraklar içi ve çevresinde yer alan bölgede yaşamışlar ve tevhidi mücadeleler vermişlerdir. “Andolsun biz İsrailoğullarını güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz nimetlerden rızık verdik.”[82]
Anlaşıldığı gibi Kur’an, İsrail oğulları ve “Arz-ı Mev’ud” ilişkisini, kuru toprak anlayışı olarak değil, inanç ve onun değerlerinin uygulandığı topraklar bazında görmektedir. Kur’an, İsrail oğullarının, Allah’a ve resulüne karşı gelmelerinden misaller vererek, vaat edilmiş toprakların, yalnızca Allah’a ve resulüne itaat edenlere müstahak olduğu vurgusunu yapmaktadır. Kur’an yeryüzüne Allah’ın iradesini hâkim kılanların egemen olabileceklerini belirttiği ayetlerde Yahudilerin; ırkçı, dini/millî “Arz-ı Mev’ud” anlayışına zımnen karşı çıkmaktadır. “Andolsun Zikir'den(Tevrat) sonra Zebur'da da: "Yeryüzüne Salih kullarım vâris olacaktır" diye yazmıştık.” [83] “Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu.”[84]
Kur’an’ı Kerim, “Arz-ı Mev’ud”un tarihçesi, mahiyeti ve sınırları üzerinde hiç durmamıştır. Bu kavramı “şirkten temizlenmiş topraklar” (El’Ard-el’ Mukaddes) olarak tebdil ederek, geçmişte İsrail oğullarına verilen bu nimeti İsrail oğullarının değerlendiremediklerini; düştükleri şirk batağı yüzünden, kendilerini tevhide davet eden peygamberleri reddetmek ve onları katletmek gibi birçok kötü fiili uyguladıklarına dikkat çekmiştir.
Kur’an geçmişte kalmış “Arz-ı Mev’ud” inancını indiği dönemin iman-küfür mücadelesine örneklik yaparak Küfür tarafında olan Yahudileri uyarmıştır. Yine Kur’an, Yahudilere vaat edilmiş toprağa dönüş veya başka hedefler sunmamış; Kur’an’a tâbi olmalarının kendilerine sunulan yeterli bir nimet olarak görmüştür.
Kur’an’ın “Arz-ı Mev’ud/ El’Ard-el’ Mukaddes”ten bahsetmesi “Arz-ı Mev’ud”u yeniden kutsamak ve İsrail oğullarının yeniden o bölgenin sahibi olduğunu tescil etmek gayesiyle olmamıştır. Eğer böyle bir durum olmuş olsa idi; Yahudilere seslenerek, İslam olun, Hz. Muhammed’e tabi olun ve gelen vahye uyun, Allah sizi “Arz-ı Mev’ud”a ya da “El’Ard-el’ Mukaddes”e koysun diye belirtirdi.
Nitekim Kur’an ve Sünnet de böyle bir “tescil” anlayış egemen olmuş olsaydı, İslam’ın yayılış sürecine bakıldığında Hz. Muhammed sonrası fetihlerde elde geçirilen “Kenan” toprakları Sahabe tarafından tekrar Yahudilere tahsis olunurdu.
Tüm bu gerçekler ışığında diyebiliriz ki, Kuran’da “El’Ard-el’ Mukaddes / Arz-ı Mev’ud” mefhumu sadece dönemin Yahudilerinin; Tevrat ve İncil’in devamı olan Kur’an’a karşı tutumlarını değiştirmek için verilmiş bir örneklikten öteye gitmemiştir.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
|