“Kıssaların Dili” Kitabındaki Âdemoğulları/Habil-Kabil Kıssası Tarihselliği Yorumları Üzerine
Kıssaların Dili kitabı, Doç. Dr. Mustafa Öztürk’e ait. Ankara Okulu yayınları arasında çıkmış olan bu kitap, birinci baskısını 2006 yılında yapmış. Elimizde olan bu baskı ise 2010 yılına ait ve yeniden gözden geçirilerek yayınlanmış olan ikinci baskı.
Önümüzdeki süreçte, bu kitapta yer alan Kur’an kıssalarına dair çeşitli konularla ilgili yorumlarımızı ihtiva eden yazılar dercetmeyi düşünüyoruz. Bu yazımızda Haksöz Dergisi’nin, son sayılarında yayınlanan "Âdemoğulları" Kıssası ve Mesajları I – II”[1] veinternetteki çeşitli web sitelerinde yayınlanmış; Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssası ile alakalıyazılarımızın aktüalitesine binaen; “Kıssaların Dili” kitabının “Arkaik Kültürlerden Kur’an’a Hâbil-Kâbil Kıssası” başlıklı bölümünde yer alan bazı yorumlar üzerine görüşlerimizi arz edeceğiz.
Kıssaların Dili kitabının, Habil-Kabil kıssasının irdelendiği “Arkaik Kültürlerden Kur’an’a Hâbil-Kâbil Kıssası” başlıklı yazısı şu tespitler ile başlamaktadır: “Hâbil-Kâbil kıssası Kur’an ile Tanah(Tevrat) arasındaki ortak temalardan biridir.”[2] Böylece yazar tarafından; Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssasının hem Kur’an ve hem de Tevrat’ta yer aldığı ve her iki kıssanın bağlantısı olduğunun altı çizilmektedir. Bilahare yazının devamında; “Hâbil-Kâbil kıssasının Yeni Ahit’teki varyantına gelince…”[3] Denilerek kıssanın İncillerdeki anlatımlarından da örnekler verilmektedir.
Yazarın, Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssası hakkında bu tespitleri yapmasını önemli görüyoruz. Böylelikle Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssasının; Kur’an, Tevrat ve İncil’de yer aldığı özellikle vurgulanmış olmaktadır.
Bizim üzerinde durmak istediğimiz durum daha başkadır. Sayın yazar, tarihsel sıralama olarak Tevrat, İncil ve Kur’an’da olduğunu vurgulayarak, bu kitaplardan çeşitli alıntılarla örneklendirdiği kıssa hakkında, yazısının ana mihverini teşkil eden önemli bir tespitte bulunmaktadır; “Bu kıssa ana fikir itibariyle Sümer Mitolojisinde de mevcuttur.”[4]
İşte bu aşamada okuyucu cephesinden bakıldığında; her üç Sami/Semavî/İlahî kitapta yer aldığını vurguladığı Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssası ile ilgili olarak yazarın; Kur’an’daki, Âdemoğulları kıssası hakkında, oluşturmaya/vurgulamaya çalıştığı ve bizce önemli bir olumsuzluk içeren bir yargı ortaya çıkmaktadır.
Yazar, konuyla ilgili yaptığı çeşitli teolojik nitelikli alıntılarla birlikte okuyucuya şöyle demektedir. “Bu çelişkiler Tekvin’deki(Tevrat) Habil-Kabil kıssasının farklı kaynaklardan derlenmiş olduğunu düşündürmektedir(…..)Netice itibariyle, Tekvin’deki kıssanın ilk bölümü (Tekvin: 4/1-15), muhtemelen, ürünlerin bol ve bereketli olmasını amaçlayan ritüelistik bir öldürmeyi anlatan ve bu kötü fiilin aslında kutsal nitelikli olduğuna işaret eden bir ritüel mitosudur(…..)Sonuç olarak, Habil-Kabil kıssası, çoban-Tanrı Dumuzi ile çiftçi-Tanrı Enkimdu’nun Tanrıça İnanna’nın sevgisini kazanabilmek için yarışa girdiklerini, armağanlar sunduklarını anlatan Sümer mitolojisine dayanmaktadır denebilir. Ancak bu kıssa tarihsel süreçte muhtelif kaynaklardan alınan motiflerle süslenmiş, böylece orijinalinden daha farklı bir içerik kazanmıştır.”[5]
Yazarın bu vurgularında; Tevrat’ta yer alan Habil-Kabil kıssasının, tamamen mi yoksa kısmen mi mitolojik olduğu açık değildir. Bu muğlâk durum, aynı zamanda Tevrat’a atıf yapan Kur’an “..Habil ile Kabil arasındaki kardeş kavgasından söz eden Kur’an ayetleri aslında Tekvin’deki ilgili kıssaya gönderme yapmaktadır….”[6] ve onun anlattığı Âdemoğulları kıssası hakkında da olumsuz bir intiba vermektedir. Şöyle ki, Eğer Tevrat’taki Habil-Kabil kıssası, Allah tarafından kısmen de olsa vazedilmemiş olup malum kıssa Tevrat derleyicileri tarafından tamamen Sümer/Babil mitolojilerinden alınmış ise bu durumun değerlendirmesi başka; yok eğer Allah’ın vazettiği Habil-Kabil kıssası, Sümer ve Babil mitolojileri katkıları ile tahrif edilmişse bu durum başka değerlendirilerek bu olgunun Kur’an’a yansımaları ona göre tahlil edilmesi gerekecektir.
Bizim anladığımız kadarı ile yazar, Tevrat’ta yer alan Habil-Kabil kıssasının tamamen Sümer/Babil mitolojisine ait ve oradan alıntılanmış bir hikâye olduğu görüşündedir. Kıssaların dili kitabındaki, Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssasını incelediği yazısının başlığı bile bunu çağrıştırmaktadır. Yazısının başlığı “Arkaik Kültürlerden Kur’an’a Hâbil-Kâbil Kıssası”dır. Yani yazı başlamadan daha başlıkta; Tevrat’ın Habil-Kabil kıssası, arkaik dönem kültürlerinin ürünüdür, yani mitolojilerden alınmadır; dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’deki, Âdemoğulları kıssası da bu Arkaik kültürlerin bir yansımasıdır, imaj veya iması vermektedir.
Yazar bunu açık bir şekilde şöyle ifade etmektedir: “….Bu çelişkiler Tekvin’deki(Tevrat) Habil-Kabil kıssasının farklı kaynaklardan derlenmiş olduğunu düşündürmektedir….” Bunun yanı sıra Tevrat’a diğer yerlerden yapılan başka mitolojik yamalarla birlikte Habil-Kabil kıssasının, daha da mitolojik hale getirilmiş olduğunu ileri sürmektedir. “….Ancak bu kıssa tarihsel süreçte muhtelif kaynaklardan alınan motiflerle süslenmiş, böylece orijinalinden daha farklı bir içerik kazanmıştır….”
Yazarın bu anlatımlarını keskin bir dil ile ifade edersek, sayın yazar, Kıssaların dili kitabı okuyucusuna; Tevrat’ta yer alan bu kıssa, duble mitolojik! bir kıssadır, demektedir.
Bütün bu vurgulamalar sonuncunda bunda ne var ki, Tevrat zaten muharref bir kitap olduğuna göre demek ki, Tevrat’taki Habil-Kabil kıssası da tahrife uğramış bir kıssadır, bize ne bundan, neticesine ulaşabilir veya diyebilirsiniz.
Ancak yazarın müteselsil diğer bir tespiti işi bambaşka bir mecraya sürüklemektedir. “Sonuç olarak denebilir ki Habil ile Kabil arasındaki kardeş kavgasından söz eden Kur’an ayetleri aslında Tekvin’deki ilgili kıssaya gönderme yapmaktadır.”[7]
Bu tespitte de bir olağanüstülük yok diye düşünüyorsanız, arkasından gelen yorumlarla, Kur’an’daki, Âdemoğulları kıssasının; Tevrat’ta anlatılan ve Yahudi Rabbi’leri tarafından Sümer/Babil mitolojilerinden araklanarak! Tevrat’a konulduğu anlaşılan Habil-Kabil kıssasından alınarak; doğru-yanlış veya mitolojik olduğuna bakmaksızın, Cenab-ı Hakk tarafından Kur’an’da anlatılan mitolojik bir hikâye/kıssa olduğu yargısına yönlendirilmektesiniz.
Eeee!.. Bu tespitlerde ne var derseniz, söyleyelim; sessiz sedasız! Olarak; Kur’an, Tevrat’ta anlatılan yalan-yanlış muhtevalı mitolojik bir öyküyü, ahlaki amaçlar için kullanmıştır kabulüne ulaşmakta veya ulaştırılmaktasınız. Nitekim sayın yazar bu yargısını şöyle bildirmektedir: “Gelinen bu noktada denilebilir ki Habil-Kabil kıssası köken itibariyle İslam öncesi din ve kültürlere aittir; ancak Kur’an bunu dinî-ahlakî bir amaca matuf olarak kullanmıştır.”[8]
Bu yargı hem İslam dinine hem Kur’an, Tevrat ve İncil’llerde bulunan Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssalarına parçacı yaklaşımı sergilemektedir. Bu yüzden yazar kıssayı yanlış bir mihvere oturtturmakta bunun sonucunda da Kur’an kıssaları ve özelde Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssası hakkında bizce olumsuzluk içeren sonuçlara ulaşmaktadır.
Yazarın, Âdemoğulları kıssası hakkındaki bu yargısının; bazı Kur’an kıssalarını da içine alacak şekilde daha geniş ve daha vahim ifadesini, Kıssaların dili kitabının bir başka yazısında bulmaktayız. Orada da Kur’an kıssaları hakkında şu genel yargıda bulunmaktadır: “…dolayısıyla tarihsel olaylar dinî-ahlakî mesaj aktarma gayesiyle bir bakıma tağyir edilmektedir…”[9] Buna göre Cenabı Hakk, bazı Kur’an kıssalarında, mitolojik anlatımlar kullanmanın yanında bu mitolojik veya tarihsel olayları, kıssaların amacına uygun olarak tağyir/değiştirme/başkalaştırmaya tabi tutarak vazetmiştir. Yetmedi! Bakınız, Kur’an kıssaları hakkında daha ne ilginç yorumlar var, sayın yazar da… “..bazı kıssaların herhangi bir dinî-ahlaki mesaj içermediği dahi söylenebilir…..”[10] Bunlar asıl konumuzdan bizi alıkoyabilir dolayısıyla konumuza devam edelim.
Bu aşamaya geldiğimizde Âdemoğulları kıssasının, Kur’an haricindeki, kadim İslam kaynaklarında yer alan rivayetleri ile ilgili olarak altını çizerek tespit etmemiz gereken önemli hususlar bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim, Tevrat’taki Habil-Kabil kıssasını, onun gibi detaylı/mufasssal olarak aktarmamışken –yazarın iddiasına göre şöyle diyebiliriz; Tevrat’a nazaran daha az mitolojik aktarırken- tarihsel süreç içerisinde İslam tefsir ve siyer âlimlerinin çabaları ile en az Tevrat’taki kadar ve hatta ondan fazla nitelikte mitolojik öykü haline getirilmiştir. Burada vurgulamamız gereken önemli husus; bu olgu Kur’an’dan bağımsız gelişen bir olgudur.
Öztürk, kadim İslam kaynaklarındaki bu olguyu şöyle ifade etmektedir: “Kur’an’da bu şekilde aktarılan kıssa İslam tefsir ve tarih kitapları ile Kısas-ı Enbiya edebiyatındaki çeşitli rivayetlerde daha da detaylandırılmış ve bu detaylar çok sayıda mitolojik motifle tezyin edilmiştir.”[11]
Bu ne demektir bilir misiniz? Kur’an’da anlatılan Tevrat kaynaklı ve Sümer/Babil mitolojik kökenli Habil-Kabil kıssası yine Tevrat ve Talmud kaynaklı İsrailiyatla daha da mitolojik hale getirilmiştir. Yani Tevrat’ın Habil-Kabil kıssası tavsifinde olduğu gibi “duble mitolojik” bir kıssa olmuştur.
Yazar, İslam kaynaklarındaki, Âdemoğulları kıssası anlatımlarının mufassallaştırılıp/detaylandırılarak, mitoloji giydirilmesi! olgusunu şu şekilde açıklamaktadır: ”…Bu ifadelerin aynıyla Tekvin’in 4/9-14 pasajında da mevcut olması kıssayla ilgili rivayet malzemesinin büyük ölçüde Yahudi kaynaklarından devşirildiğini göstermektedir.”[12]
Böylece daha önce Tevrat’ın derlenmesi olgusu içerisinde Tevrat ve derleyicileri için Habil-Kabil kıssası hakkında sıralanan benzeri görüş –kıssanın mitolojik öyküler katılarak derlenmesi- bu kez; Kur’an artı kadim İslam kaynaklarında gerçekleşen bir vasıf olarak -duble mitolojik- tekrar edilmektedir.
Oysa yazar, Kur’an kıssası nüzulü sonrasında kadim kaynaklarda oluşan bu mitolojik olgunun; Âdemoğulları kıssasının, nuzul ortamı ve sonrası konumu diye ayrımını yapmış ve nüzul sonrası tarihsel süreçte oluşan mitolojik/israiliyat olgusunu ayrıca incelemiş olsaydı, kanaatimizce yerinde bir işlem ve sonucunda doğru tespite ulaşmış olacaktı.
Bize göre; Kur’an, Âdemoğulları kıssasıyla, dünya tarihinin başlangıcında gerçekleşen vakiî/tarihsel bir olayın kıssasını beyan etmiştir. Ancak sonraki süreçte müfessir ve siyerciler, Kur’an’ın mücmel/kısa/öz beyan ettiği bu kıssayı mufassallaştırırken/detaylandırırken, kullandıkları İsrailiyat nitelikli anlatımlarla kıssayı, muharref Tevrat’taki gibi çokça mitolojik, dolayısıyla tevhide aykırı unsurlar ihtiva eden bir kıssa haline getirmişlerdir. Bunun bir örneğini sunalım: “Taberî bu münasebetle şöyle bir pasaj aktarmıştır: Allah Kabil’e, “Kardeşin Habil nerede?” diye sorar. Kabil, “Bilmiyorum ben onun bekçisi değilim” der. Bunun üzerine Allah, “Kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor. Şimdi sen toprak tarafından lanetlendin, o toprak ki kardeşinin kanını senin elinden almak için ağzını açtı. Toprağı işlediğin zaman onun ekini sana ürün olarak dönmeyecektir. Yeryüzünde kaçak ve serseri olacaksın” dedi. “[13] Tevrat’tan neredeyse motamot aktarılan bu rivayetin Tevrat versiyonu/sürümü hakkında yazımızın son bölümünde ayrıca durduk ve bu anlatımdaki tevhide aykırılığın altını çizdik. Burada da şu tespiti yapalım: Ne yazık ki, Tevrat’taki bu tevhide aykırı ve mitolojik anlatım, İslam müfessir veya siyercileri vasıtasıyla kadim İslam kaynaklarındaki, Âdemoğulları kıssasının mufassallaştırılmasında kullanılarak, İslam kültüründe yer alan mezkûr Kur’an kıssasının, mitolojik ve tevhid dışı bir konuma oturmasına sebep olmuştur.
Bu açıdan bakıldığında Tevrat derleyicilerinin, orjinal –muharref olmayan- Habil-Kabil kıssasına, mitolojik ilavelerle yaptıkları hatalı işlem, kadim İslam kaynakları sahipleri tarafından tekrar edilerek, Kur’an kıssasının da Tevrat kıssası derlemesinde olduğu gibi benzer şekilde mitolojik vasfa büründürüldüğü tespiti, geçerli/sahih/doğru bir anlayış veya yaklaşım olacaktır. Bu aynı zamanda Mustafa İslamoğlu’nun, Yahudileşme Temayülü kitabındaki, Yahudilerin Tevrat’ı tahrif süreci olarak anlattığı; Müslümanların da Kur’an bağlamında bu hususa dikkat etmesini istediği “Yahudileşme temayülü”[14]ne güzel bir örnekliktir.
Yine burada altını çizmemiz gereken önemli husus; Kur’an’daki, Âdemoğulları kıssası, tıpkı Tevrat’ın muharref olmayan aslındaki gibi vakii/tarihsel bir kıssadır. Sayın Öztürk’ün iddiasında olduğu gibi mezkûr kıssa asla Sümer/Babil mitolojilerinden alınmış mitolojik bir öykü olamaz veya kabul edilemez. Bu hususa yazımızın sonunda bir kez daha değineceğiz.
Ayrıca Kur’an-ı Kerim’deki, Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssasının, İslam kültürünün tarihsel sürecinde aldığı bu olumsuz konumu; “Âdemoğulları başlıklıyazımızla incelediğimizi belirtelim. (Habil-Kabil) Kıssası Tefsirlerinde “İsrailiyat” Faciası”[15]
Kıssaların Dili kitabı yazarına göre; Kur’an’da yer alan Âdemoğulları kıssasının olumsuzluk atfeden mitolojik niteliği mühim değildir. Önemli olan bu mitolojik muhtevanın Kur’an tarafından dini-ahlaki yönde kullanılmış olmasıdır. Bu yüzden şöyle demektedir: “….Kur’an bunu dinî-ahlakî bir amaca matuf olarak kullanmıştır….”
Yazarın Kıssaların Dili kitabında vardığı ve okuyuculara aşılamaya çalıştığı bu netice bizi, Kur’an kıssalarında mitolojik olanlar vardır diyen Halefullah ve onun bu tezinin Türkiye’deki seslendiricisi H. Zeyveli çizgisine ulaştırmaktadır.
Dolayısıyla yazarın bu iddia ve tespitlerini kabullenmemiz halinde Kur’an’daki, Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssası, tarihsel/vakii değil, mitolojik bir kıssadır dememiz ya da kabul etmemiz gerekmektedir. Bu kabul aynı zamanda müteselsilin diğer Kur’an kıssalarına bakışımıza da yansıyacağı açıktır.
Yazarın görüşlerini ve okuyucuyu yönlendirmek istediği hususu daha iyi anlamak için Halefullah ve Zeyveli çizgisinin Kur’an kıssalarını nasıl tasnif ettiğine bir göz atmamız icap etmektedir. Mısırlı müellif Halefullah’a göre Kur’an’daki kıssaların vasfı şu şekildedir: “1. Tarihsel Kıssalar: Bu tür kıssalar, peygamberler gibi tarihsel kişilikler etrafında cereyan etmektedir. Eski Âlimler bu tür kıssalardaki olaylarnın tarihsel olduğunu kabul ederler. 2. Temsilî (Dramatik) Kıssalar: Bu kıssalar hakkında eski âlimler, temsildeki olayların ancak, açıklama ve yorumlama amacıyla anlatıldığı, bu olayların gerçek olma zorunluluğunun bulunmadığını söylerler. 3. Mitolojik (Ustûri) Kıssalar: Bu kıssalar, bir mitoloji (ustûre) üzerine bina edilmekte, burada genellikle, bilimsel bir amaç, varoluşsal bir olgunun yorumlanması veya akla sığmayan bir problemin, çözüme kavuşturulması hedeflenmektedir. Bu kıssalarda Mitolojik unsurlara, özellikle yer verilmemekte, bunlara vesile ve araç olarak yer verilmektedir.”[16]
“…Halefullah, düşüncesini bir adım daha ileriye götürerek, kıssalarda sunulan bilgilerin tarihi gerçekliğinin bulunmasının gerekmediğini ifade etmiştir. (…..) Halefullah, kıssalardaki tarihi boyutun ön plana çıkarılmasının yanlış olacağını ve Kur'an'ın maksadının ötesinde bir yaklaşım olacağını belirterek, kıssaların ardındaki anlama, lafzın ve tarihi boyutun ötesindeki anlama ulaşılması gerektiğini belirtmiştir.”[17]
Hikmet Zeyveli’ye göre Kur’an kıssaları şu şekilde tasnif edilmektedir: “Kur’an-ı Kerim kıssaları doğru tahlil edilmelidir ki benim kanaatimce Kur’an’da sembolik kıssalar da vardır, tarihi kıssalar da vardır, edebi kıssalar da vardır. (…..) Allah Teâlâ da kıssaları kullanırken o günün insanlarının sahip olduğu bilgileri, hatta menkıbeleri kullanırken, işin bu hidayet özelliğini ve fakat tarih olması noktasında ısrar da bulunmamışsa, bizim getirip bu kıssaların hepsini tarihi değer içerisinde mütalaa etmemiz kendimize birtakım açmazlar ihdas etmemiz demektir.”[18] Bu noktada dikkat edilmesi gereken bir hususu hatırlatalım: Sayın Zeyveli, Kur’an kıssalarını Halefullah çizgisinde aynen tasnif ederken “mitolojik” ifadesini kullanmaktan kaçınmaktadır.
Kıssaların Dili kitabı yazarı da bu malum görüşlere mümasil bir görüşe ulaşmıştır. Bakınız Kıssaların Dili yazarı Öztürk; Kur’an-ı Kerim’deki, Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssasına giriş ayeti olan, Maide suresi 27. ayetinde yer alan; “Vetlu aleyhim nebeebney âdeme bil hakkı…” “Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat…” ayetini nasıl yorumlanmaktadır bir görelim: “Yine söz konusu hitap içerisinde yer alan bi’l-hak tabiri ise, kıssanın tarihsel bir hadise olduğuna işaret etmekten öte dinî-ahlakî mesaj içeren bir gerçekliğin anlatım ve aktarımına delalet eder (….) Dolayısıyla bu tabirin ilgili ayetteki delaleti, M. Hamdi Yazır’ın savunduğu gibi “zati vakanın hakikatine celbi dikkat” değil tarihsel boyutu olup olmadığı pek önem arz etmeyen bir öyküyü esaslı bir amaca matuf olarak tam yerinde ve zamanında anlatmaya tekabül etmektedir. Gelinen bu noktada denilebilir ki Habil-Kabil kıssası köken itibariyle İslam öncesi din ve kültürlere aittir; ancak Kur’an bunu dinî-ahlakî bir amaca matuf olarak kullanmıştır.”[19]
Bu ve diğer açıklamalarla, genelde Kur’an kıssaları, özelde Âdemoğulları kıssasının vakiliğini beyan eden mezkûr ayet, yazarın yaptığı lugavî manevralarla asli manasından tevil edilerek, Âdemoğulları kıssası tarihsel olmaktan çıkarılmaktadır. “….kıssanın tarihsel bir hadise olduğuna işaret etmekten öte dinî-ahlakî mesaj içeren bir gerçekliğin anlatım ve aktarımına delalet eder….”
Bakınız! Âdemoğulları kıssanın başlangıcındaki 27. ayette yer alan “بِالْحَقِّ“ “bil hakk” kelimesi, yazar tarafından nasıl bir lugavî yoruma tabi tutulmaktadır.“Nitekim sözlükte “mutabakat ve muvafakat” anlamına gelen hak kelimesi, söz (kavl) ve fiille birlikte kullanıldığında, yerinde ve zamanında söz söylemeyi ve bir işi gerektiği gibi yapmayı ifade eder.”[20]
Oysa kıssanın anlatımına “Vetlu aleyhim nebeebney âdeme bil hakkı..” “Onlara, Âdem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat…” hitabıyla başlanması bir imayı içermektedir. İbni Kesir: “Onlara Âdem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat…Âdem’in iki oğlu Habil ve Kabil’in haberini naklet.…“Doğru olarak. “Yani yalan ve karışıklığa yer vermeden vehm ve tebdile, arttırma ve eksiltmeye mahal bırakmaksızın olduğu gibi apaçık anlat. Nitekim aynı anlamda Allah Teâlâ: “doğrusu bunlar apaçık kıssalardır.” Buyurmakta; “Sana onların kıssalarını hak üzere anlatırız.” Denmektedir.”[21] Seyyid Kutup da bu hususun altını çizerek önemini vurgular: “Hakkıyla anlat. Çünkü olay gerçektir. Verilen bilgiler de doğrudur. Olay, insan yapısındaki bir gerçeği haber verir”[22] demektedir. Elmalının görüşü de bu minvaldedir. “…zati vakanın hakikatine celbi dikkat….”
Geleneksel kaynaklardaki bütün bu yorumlara rağmen yazar; ayette geçen “bil hakk” kelimesi ile ilgili yaptığı Lugavî manevralardan sonra; “…tarihsel boyutu olup olmadığı pek önem arz etmeyen bir öyküyü esaslı bir amaca matuf olarak tam yerinde ve zamanında anlatmaya tekabül etmektedir….” yorumu ile okuyucu; Ademoğulları/Habil-Kabil kıssasının tarihsel veya mitolojik açıdan önemsizliğine, dolayısıyla “Kur’an kıssalarında mitoloji vardır” tezini kabule yönlendirilmektedir.
Esasen yazar, Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssasına dair yaptığı bu son tespit veya yorumlara gelmeden evvel bu kıssasının aslında Kur’an-ı Kerim’de yer alan mitolojik bir kıssa olduğunu peşinen kabul etmiştir. Şimdi yazarın kitabının çeşitli bölümlerinde yer alan bu yöndeki düşüncelerinin altını çizelim. “…. çağdaş dönem Müslüman araştırmacılardan M. Ahmed Halefullah (……) el-Fennü’l-Kasasî fi’l- Kur’ani’l- Kerim başlıklı doktora tezinde Kur’an kıssalarını edebî açıdan incelemek suretiyle bazı kıssaların mitolojik karakterli olduğu sonucuna vardı.”[23]
Bu beyan ile Yazar, Kur’an’da mitolojik kıssaların olduğu kanaatini taşıdığını ihsas ederek; M. Halefullah örnekliğinden başlayarak kendisine başka destekler! Almaya çalışmaktadır. Bu yüzden Halefullah’ın, Kur’an’da mitolojik kıssa vardır görüşünü daha da eskiye götürerek, Halefullah’ı ve görüşünü savunur gözüküp, aslında kendi görüşüne desteği perçinlemek! Amacındadır. “Hâlbuki bazı Kur’an kıssalarının mitolojik temalar içerdiği fikrinin mucidi kesinlikle Halefullah değildi. Çünkü daha önce aynı muhitte Muhammed Abduh da buna benzer şeyler söylemiş (…..) Hatta Hint alt kıtasında Seyyid Ahmed Han ve Muhammed İkbal gibi Müslüman düşünürler bu konuda daha uç görüş ve düşünceler üretmişlerdi. Kısaca, Halefullah’ın yaptığı şey, geçmişte mevcut olan bir görüşü açıkça telaffuz etmeyi denemekten ibaretti…”[24] “Son dönemde kıssalar üzerine özgün yorumlar üreten ve bu yorumlarıyla Bultmann’ın Yeni Ahit’e uyguladığı demitolojisasyon tekniğini anımsatan Müslüman düşünürler de mevcuttur. Bu düşünürlerden biri, Fazlur Rahman’ın “İslam modernizminin Hint damarı” olarak nitelendirdiği kültür çevresinde yetişen Muhammed İkbal’dir.”[25]
Bütün bu destek anlamlı yorumlardan sonra yazarımız, örnek verdiği bu Alim/müelliflerle aynı görüşü paylaştığını dolaylı bir şekilde izhar etmektedir: “Bize göre Kur’an’daki bazı kıssaları demitolojize (kıssaları mitolojiden arındırma) etme girişimi İlahi vahye inanç ve bağlılık temelinde hiçbir risk içermez (……) öyleyse hidayete müteallik kıssaların tamamen tarihsel geçmişte yaşanmış olayların bilgisini içerdiği iddiasında ısrar etmek anlamlı değildir. Kaldı ki mitolojik ya da menkıbevi anlatımlar, ait olduğu metne vücut veren dilin tarihselliği içinde, imana davet edilen kitleleri tedebbür ve tefekküre sevk etme, iman edenlerin ise dini yaşantılarını zinde kılma ve ahlakî motivasyonlarını güçlendirme gibi çok önemli bir işleve sahiptir. Kur’an’ın demitolojie edilişine örnek kabilinden zikrettiğimiz yorumlara gelince, bunlar kuşkusuz çok ciddi bir zihinsel çabaların ürünüdür ve sırf bu yönüyle takdire şayandır.”[26]
Sayın yazarın, Kur’an kıssaları hakkında; “Kıssaların dili” kitabında yer alan “Demitolojisasyon ve Kur’an” başlıklı diğer yazısındaki görüşlerini serdettiğimiz bu alıntılardan sonra; Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssasının tarihsel/vakıiliği üzerinde geleneksel/kadim görüşlerin aleyhinde bir görüşe sahip olduğu, buna istinaden okuyucular açısından; Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssanın tarihsel/vakiliği hakkında bir hayli zan uyandırdığı/uyandırmaya çalıştığını açıkça görmek mümkündür.
Gelin görün ki yazar, Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssasına dair savunduğu bu gerçeği pekiştirmek için açık veya net bir tavır veya beyanlarda bulunmaktan sarfı nazar ederek, dolaylı yollardan, hem öyle hem böyle! Muğlâk bir tavır sergilemektedir.
Mesela kitabın önsöz’ündeki şu çekingen ifadeler, onun bu kararsız tavrına dair ilgi çekici ilk örnektir. “Hiçbir makalede Kur’an kıssalarının tamamına teşmil edilebilecek bir yargıda bulunulmamıştır. Daha açıkçası, Kur’an’daki kıssalar tümüyle tarihidir, temsilidir yahut menkıbevidir gibi genellemeye gidilmemiş, sadece araştırma inceleme konusu olan kıssaya münhasır bir fikir beyan edilmiştir.”[27]
Yazarın kitabının önsözündeki bu çekingen ve sinik! Üslubu hayrete şayandır. Kur’an kıssalarını tümüyle temsili ve menkibevi(mitolojik) ilan eden zaten yoktur, olamaz. “Kur’an’da mitolojik kıssa bulunduğunu hiçbir müfessir açıkça söylememiştir. Hatta tam tersine(..…) Kur’an’da mitoloji bulunduğunu söylemekten şiddetle kaçındıklarını görüyoruz.”[28] En azından İbrahim, Musa, Davud, Süleyman, İsa, Zekeriya, Yahya gibi resullerin kıssalarını nasıl temsili veya menkıbevi/mitolojik addedebilirsiniz? Mümkün müdür? Nitekim sayın yazar da bunu ikrar etmektedir: “…kuşkusuz Kur’an’da tarihsel gerçeklikleri inkar edilmesi mümkün olmayan çok sayıda kıssanın mevcudiyeti müsellemdir….”[29]
Kur’an kıssaları, tümüyle tarihidir demeyen/demek istemeyenler de onun bazı kıssalarının tarihi, bazı kıssalarının temsili, bazılarının usturi olduğunu iddia ederek, Kur’an kıssalarının tarihselliği ve anlaşılması üzerinde ihtilafı başlatmışlardır. Mesela Halefullah ve aynı fikrin takipçileri gibi… Yazar bu olgu ve Kur’an kıssalarının tarihselliği hususunda içine düştüğü tenakuz sarmalını şöyle aktarmaktadır: “..Özellikle kıssaların tarihi gerçeklik değerine ilişkin tartışmalara katılan ve bu alanda araştırma yapanların büyük çoğunluğu, konuyu dogmatik platforma taşıyarak Allah’ın bize aktarmış olduğu her kıssanın mutlak surette tarihi bir hakikatinin beyanı olduğunu, dolayısıyla bunun aksi bir görüşü seslendirmenin Allah’ı masal anlatmak gibi bir fiilin faili kılmak anlamına geleceği fikrini savundu. Akademik çevreler de dahil olmak üzere Müslümanların kahir ekseriyetince benimsenen bu düşünceye karşılık çağdaş dönem Müslüman araştırmacılardan M. Ahmed Halefullah, (…..) Kur’an kıssalarını edebî açıdan incelemek suretiyle bazı kıssaların mitolojik olduğu sonucuna vardı.”[30] Bu ifadeler ile sayın yazar, Kur’an kıssalarının tarihselliği ile alakalı aykırı görüşlerinin, kahir ekseriyete ters düştüğünü de ihsas etmektedir. Aynı zamanda bu ifade zımnen, Kur’an kıssalarının tarihselliği ile ilgili aykırı görüşleri, Halefullah’tan esinlendiğinin de bir ikrarıdır.
Dolayısıyla “Kıssaların Dili” kitabı yazarı Doç. Dr. Mustafa Öztürk, açıkça izhar etmeye yanaşmadan, Kur’an kıssalarının tümünün tarihi/vakii olmadığını, buna binaen de bazılarının mitolojik kıssalar olduğunu dair fikirlerini; çekinerek, ortalığı uyandırmadan! Adeta fısıldayarak! İzhar etmektedir.
İzhar ettiği bu mitolojik kıssaların arasında da “Arkaik Kültürlerden Kur’an’a Hâbil-Kâbil Kıssası” başlıklı yazısında vurgulamaya çalıştığı gibi, Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssası gelmektedir. Bakınız! Şöyle diyor: “Kur’an kıssasının tarihsel açıdan gerçek veya muhayyel olması çok fazla bir şey ifade etmez. Buradan yola çıkarak son söz makamında diyebiliriz ki Kur’an’daki Habil-Kabil kıssasına benzer bazı unsurların Sümer ve Babil gibi kadim medeniyetlerin mitolojilerinde de mevcut olması bu kıssanın mutlaka bir efsane olduğunu göstermez; ancak bu durum aksi görüşün sıhhat imkânını da nefyetmez (uzaklaştırmaz/ortadan kaldırmaz).”[31]
Sayın yazarın genelde Kur’an kıssaları özelde Ademoğulları kıssası ile ilgili tenakuz içeren bu muğlak tutumu; Nasreddin hoca’nın kendisine müracaat eden her iki davalıya da “sen haklısın”, “sen de haklısın”; bu nasıl iştir diyen üçüncü kişiye de “sen de haklısın” demesi gibi bir durum…. Yukarıdaki zikrettiğimiz ifade, yazarın tüm kitabı ve özellikle “Arkaik Kültürlerden Kur’an’a Hâbil-Kâbil Kıssası” başlıklı yazısında,Kur’an kıssaları hakkında düştüğü çelişkinin, kararsızlığının bir yansımasıdır.
“Arkaik Kültürlerden Kur’an’a Hâbil-Kâbil Kıssası” başlıklı yazısının “değerlendirme ve sonuç” bölümündeki bu tezat ifadeler bize, yazarın; Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssasının tarihsel/vakii veya mitolojik vasfı hakkında ya muallâkta kaldığını ya da kıssanın tarihsel değil mitolojik olduğunu açıkça iddia edip savunmaktan çekindiğini ihsas etmektedir. Buna dayanağımız ise yazarın şu tespitidir: “Ehl-i Sünnet geleneği Kur’an’da mitolojik kıssa olduğunu tartışmaya açmak şöyle dursun, bunu bir sapkınlık olarak görür.”[32] Dolayısıyla yazarın bu tespiti aynı zamanda sayın yazar için de bir “mahalle baskısı” oluşturmuş gibidir.…
Ya da kıssanın tarihsel değil mitolojik bir kıssa olduğunu savunmakta ancak bu nedenle yukarıda kendi ifadeleriyle sunduğumuz; “mahalle baskısı”ndan gelecek tepkileri peşinen önlemek için kıssanın tarihselliğini reddetmediğini de araya sıkıştırmaktadır!... Dolayısıyla ilerde “kahir ekseriyete uygun olan” kendisinin fikirlerini –Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssası tarihsel olabilir demiştik- rahatlıkla savunabilecek bir açık kapı bırakarak, muğlâk ifadelere yer vermekte ve net tavır almaktan kaçınmaktadır.
Sizlere son olarak sayın yazarın bu kararsızlığının alameti bazı alıntılar sunalım: Kıssaların Dili kitabında, Hz. Peygamberden(s.a.v) nakil yaptığı şu hadisi bir inceleyelim!... “Haksız yere öldürülen hiçbir kimse yoktur ki onun kanından Âdem’in ilk oğluna bir pay ayrılmamış olsun. Zira o, cinayet geleneğini ilk başlatan insandır.”[33] “…Ayrıca Hz. Peygamber’in bildirdiğine göre cinayeti gelenek (sünnet) haline getirenlerin ilki Kabil’dir.”[34] Bu hadiste, Hz. Âdem ile Kur’an’da isimleri geçmeyen Âdemoğulları arasında kronolojik ve biyografik bağ kurulmaktadır. Kabil ve Habil ismi, Kur’an’da açıkça zikredilmemesine rağmen, hadiste Hz. Âdem’in çocukları olarak açıkça vurgulanmaktadır. Hem de Tevrat’taki biyografiye uygun olarak; “…Âdem’in ilk oğluna…” ifadesi ile kardeş katili olan Kabil’in, Habil’den büyük olduğu belirtmektedir. Anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber (s.a.v) Âdem ve Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssasına birleştirici ve bütüncül bakmaktadır.
Dolayısı ile yazarın, Kıssaların dili kitabının “Arkaik Kültürlerden Kur’an’a Hâbil-Kâbil Kıssası” başlıklı yazısında yaptığı bu hadis nakli, yine bu yazısındaki Âdem ve Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssası ile ilgilisavunduğutemaya ve bu kıssalara parçacı yaklaşımına tamamen ters olduğunu göstermektedir.
Yazımızı sonlandırırken hem yazar hem okurlarımız açısından, genelde Kur’an kıssaları ve özelde Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssası hakkında birkaç önemli noktanın altını çizmek istiyoruz:
· Eğer Tevrat, Allah tarafından nazil olan bir kitapsa ki, şüphesiz öyledir. Kur’an bu hususu şöyle teyit eder: “Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın Kitab'ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi).”[35] O halde Muharref olmayan Tevrat’ta anlatılan Habil-Kabil kıssası; yaşanan/vakii bir olaya -Yaradılış/Âdem kıssası devamı olarak - anlatılmış olamaz mı veya olması gerekmez mi? Nitekim Tevrat’taki Yaratılış/Âdem kıssasını incelediğimizde böyle bir sonuç çıkmaktadır. “Âdem karısı Havva ile yattı. Havva hamile kaldı ve Kayin'i doğurdu. “RAB'bin yardımıyla bir oğul dünyaya getirdim” dedi. Daha sonra Kayin'in kardeşi Habil'i doğurdu.”[36] O halde Tevrat’ta, gerçek/tarihsel/vakii bir olay olarak aktarılan Âdem’in dünya yaşamına başlamasına dair kıssadan sonra onun devamı bir olayın kıssası olarak insanlara sunduğu Habil-Kabil kıssasında; Allah’ın verdiği mesaj; son kitap Kur’an’daki, Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssası ile aynı olması gerekmez mi? Yani Tevrat aracılığıyla Habil-Kabil kıssası olarak muhataplara –İsrailoğulları ve diğer sonraki toplumlar/ümmetler- vazedilen bu kıssanın mesajı, son kitap olan Kur’an’da sunulan Âdemoğulları kıssası mesajı ile aynı olması; kutsal kitaplarda kıssa anlatılması ortak gayesine tamamen uygundur/ uygun olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssası yer aldığı kitapların muhatabı tüm vahiy muhataplarına aynı mesaj, ibret ve öğüt standartlarını sunmuştur dememiz gerekmektedir. Eğer böyle idiyse ve tarihsel süreç içerisindeki Tevrat’ın muharrefliği olgusunda bu kıssa, Sümer veya Babil mitolojileri ekseninde Yahudi Rabbi’leri derlemeleri esnasında –orijinaline ekleme veya eksiltmelerle - tahrifata uğramış kabul edilmeli değil midir?O halde Kur’an’ın, bu kıssanın muharref Tevrat varyantında anlatılan Habil-Kabil kıssasını; Kur’an’da anlatılan Âdemoğulları kıssası ile tashih ederek, Tevrat’taki ilk/orjinal yani sahih haline getirmiş olduğu düşünülmesi gerekmez mi? Mesela Tevrat metninde bulunan ve Kabil’in, Tanrı Yahve ile tevhid anlayışına aykırılılık içeren mükâlemesi anlatımının Kur’an’da hiç yer almaması gibi… “RAB Kayin'e, "Kardeşin Habil nerede?" diye sordu. Kayin, "Bilmiyorum, kardeşimin bekçisi miyim ben?" diye karşılık verdi. RAB, "Ne yaptın?" dedi, "Kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor. Artık döktüğün kardeş kanını içmek için ağzını açan toprağın laneti altındasın. İşlediğin toprak bundan böyle sana ürün vermeyecek. Yeryüzünde aylak aylak dolaşacaksın." Kayin, "Cezam kaldıramayacağım kadar ağır" diye karşılık verdi, "Bugün beni bu topraklardan kovdun. Artık huzurundan uzak kalacağım. Yeryüzünde aylak dolaşacağım. Beni kim bulsa öldürecek." Bunun üzerine RAB, "Kim seni öldürürse, ondan yedi kez öç alınacaktır" dedi. Kimse Kayin'i bulup öldürmesin diye onun üzerine bir nişan koydu. Kayin RAB'bin huzurundan ayrıldı. Aden bahçesinin doğusunda, Nod topraklarına yerleşti.”[37] Oysa Allah, Kur’an’da şu kaideyi bildirmektedir. “Allah bir insana ancak vahiy yoluyla veya bir perde arkasından hitab eder yahut ona kendi izniyle dilediğini vahyedecek bir elçi gönderir.”[38] Dolayısıyla Tevrat’ta ve özellikle spesifik olarak incelediğimiz Habil-Kabil kıssasında Kur’an’ın belirttiği; muharref olmayan Tevrat’ta da olması gereken bu tevhidi değerler; Yahudi rabbi’lerinin derlemeleri esnasında yok edildiği anlaşılmaktadır. Bundan dolayı Tevrat’taki Habil-Kabil kıssasında yer alan Yahve ile Kayin arasındaki mukalemedeki tevhid dışı anlatımı kale almayan Kur’an; Tevrat’ın Habil-Kabil kıssası metnindeki tevhide aykırı, dolayısıyla kıssanın hidayete yönelik mesajını saptıran bu ve benzeri “derleme” -mitolojik/Talmudik v.b- olumsuzluğa/olumsuzluklara yer vermeyerek, Tevrat’taki oluşmuş olan bu muharref olguyu tashih etmiştir/etmektedir.
· Âdemoğulları/Habil/Kabil kıssasının, Sümer veya Babil mitolojilerinde mevcut olması aynı
zamanda Tevrat, İncil ve Kur’an’ın; yada daha geniş perspektifli bir anlatımla sözlü vahiy getiren resullerin yaratılış ile ilgili anlattıkları tarihsel/vakii sürecin; halk kültürü bazında aksülameli/yansıması olarak anlaşılması gerekmez mi? Yani kıssanın mitoloji haline gelmesi, bir gerçeğin daha sonra bir takım beşeri ilaveler ile dönüşerek, Sümer ve Babil v.d mitolojilerde yer alan mesela “çoban-Tanrı Dumuzi ile çiftçi-Tanrı Enkimdu” gibi bir mitolojik vakıa haline geldiğini göstermez mi? Din ve mitoloji etkileşimleri hakkında şu satırlara bir göz gezdirelim; “Mitlerin ve dinlerin paralel bir tarzda kutsalı konu almaları, mitoloji ile dinlerin belirli bir etkileşim içerisine girip girmedikleri sorusunu da aynı şekilde gündeme getirmektedir (…….) 17. yüzyıl ile 18. yüzyılın başında gelen bilginler miti, dini geleneklerin şekil değiştirmiş hali olarak tanımlamaktadırlar. Dinler tarihçilerinin dinin varlığını ilk insanın yaşadığı döneme kadar geriye doğru götürmeleri, dinlerin mitlerden önce var olduğunu ve mitler de dâhil olmak üzere birçok kültürel yapıya etkide bulunduğunu göstermektedir. Bu nedenle, mitlerin dinlerin kalıntılarını taşıdığını, başka bir ifadeyle, tevhid inancının bozulması neticesinde çeşitli tanrıların ve inançların meydana gelmesi ve böyle bir yapının mitlere yansıması, olduğunu ifade etmek mümkündür. Eliade de, mitlerin dinsel deneyimlerin bir ürünü olduklarını ve dinin özünü oluşturduklarım, bu nedenle de dini bir düşünce veya davranışı doğruladıklarını ifade eder. Dolayısıyla mitlere anlam kazandıran ve yaygınlaşmasını sağlayan, dini deneyimlerdir. Mitlerdeki tanrı anlayışları, yaratılış mitleri, ayinler, ölüm, ölümden sonra diriliş, Cennet-Cehennem ve benzeri içerikler, aynı zamanda dini yapıların da temel unsurlarıdır. Buna göre; "Gerçek Tanrı'nın bilgisi ve geleneği unutulduğu için yitirilen inançların yerini yeni inanış biçimlerinin alması, bunun neticesinde ibadete layık tek Tanrı yerine, insanın iradesini aşan her şeyin ilahlaştırılması",mitlerin belirgin özelliklerinden biri haline gelmiştir.”[39]
· Bütün bunların hülasası olarak ilk yaratılan insan Âdem’den başlayarak Hz. Muhammed’e
kadar aynı çizginin resullerinin getirdiği sözsel vahiy veya yazılı vahiy kitaplarında beyan edilen kıssalardaki anlatılan olay ve kişilerin, bu tarihsel süreçteki gerçek/vakii/tarihsel örneklikler olarak algılanması zor bir kabul müdür? Cenab-ı Hakk; iddia edildiği gibi yalan-yanlış veya mitolojik olan bir olguyu örnek vermektense, gerçek bir olayı “halkedip” kıssa ederek kutsal kitaplarda anlatma gücüne sahip değil midir? “Kıssalar bağlamında yer alan ayetlerde, peygamberler için 'gönderdik', helak edilen kavimlere verilen azap için '(azap) gönderdik', 'helak ettik', 'yerin dibine batırdık', 'intikam aldık' gibi ifadelerin çokça kullanılması da kıssaların yaşanmış olaylardan alman canlı kesitler olduğunu, aksini düşünmenin doğru olmayacağını göstermektedir. Kıssalarda anlatılan olayların gerçek olmasını gerektiren bir neden de muhataplara ulaştırılmak istenen mesajdır. Muhatabın anlatılan olayları özümseyebilmesi, içselleştirebilmesi, iyi, ideal örnekleri hayatına yansıtmak için gayret sarf etmesi, kötü olanlardan da kaçınması için, bizatihi anlatılan olayların gerçek olması gerekmektedir. Zira eğitim açısından da düşünüldüğünde, bu çok önemli bir husustur. Gerçek dışı, hayali bir olay ile gerçeklikle birebir örtüşen, reel bir olayın muhatapta oluşturacağı etkinin büyük ölçüde farklılık arz edeceği açıktır. Kıssalarda anlatılan olayların muhatabın hayatına olumlu anlamda katkı sağlayabilmesi, yükselen, çöken ve yok olan toplumların akıbetlerinden olumlu veya olumsuz anlamda dersler çıkarabilmesi için anlatılan olayların olmuş, gerçek olaylar olması zorunludur. Aksi takdirde kıssalarla ulaştırılmak istenen mesajın muhatapta dönüştürücü bir etkisinin olacağından söz edilemeyecektir. Tarihi sürece bakıldığında, köklü bir sosyal devrim gerçekleştirmiş, toplumu büyük oranda dönüşüme uğratmış mitolojik bir düşüncenin bulunmayışının nedeni budur. Oysaki kıssalarda anlatılan gerçek olaylarla meydana gelen tarih bilinci sayesinde, Müslümanlar toplumu birçok alanda dönüşüme uğratmayı, iyi yola kanalize etmeyi başarabilmişlerdir. Bu da, mitolojik anlatılarla Kur'an kıssaları arasındaki bariz farkı ortaya koymaktadır. “[40]
· Tüm bu soru ve hatırlatmalarımızla birlikte; Haksöz dergisi, Haziran-Temmuz 2010 tarihli
son sayısında yayınlanmış olan "Âdemoğulları" Kıssası ve Mesajları I”, Ağustos 2010 sayısında yayınlanan "Âdemoğulları" Kıssası ve Mesajları II”; Haksözhaber Websitesindeki köşemizde yayınlanan; “Bir İhsan Eliaçık Klasiği! Âdemoğulları Kıssasında Manipülasyon”[41], “Âdemoğulları (Habil-Kabil) Kıssası Tefsirlerinde “İsrailiyat” Faciası”[42], “Âdemoğulları kıssasındaki Kurban algısı Kur’an perspektifinde nasıl anlaşılmalıdır”[43] başlıklı yazılarımız eşliğinde; Kur’an-ı Kerimde anlatılan Âdemoğulları kıssası yeniden değerlendirilerek, Âdemoğulları kıssasının doğru anlaşılması metodolojisi üzerinde tefekkür ve tefehhüm edilmesi gerekmektedir.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Dipnotlar:
[1] Cengiz Duman, Âdemoğulları" Kıssası ve Mesajları I – II, Haksöz dergisi, sayı.210 - 211.
[2] Mustafa Öztürk, Kıssaların Dili, s.157, Ankara okulu yayınları, Ankara–2010.
[3] Mustafa Öztürk, A.g.e, s.166.
[4] Mustafa Öztürk, A.g.e, s.157.
[5] Mustafa Öztürk, A.g.e, s.165–170.
[6] Mustafa Öztürk, A.g.e, s. 170.
[7] Mustafa Öztürk, A.g.e, s. 170.
[8] Mustafa Öztürk, Kıssaların Dili, s.171, Ankara okulu yayınları, Ankara–2010.
[9]Mustafa Öztürk, A.g.e, s. 72.
[10] Mustafa Öztürk, A.g.e, “Demitolojisasyon ve Kur’an”, s. 99.
[11] Mustafa Öztürk, A.g.e, s. 159.
[12] Mustafa Öztürk, A.g.e, s.162.
[13] Mustafa Öztürk, A.g.e, s.162.
[14] Mustafa İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü, s. 61.
[15] http://www.haksozhaber.net/author
_article_detail.php?id=16331
[16] Muhammed Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s.156–157.
[17] Şehmus Demir, A.g.e, Beyan yayınları, İstanbul–2003, http://www.darulkitap.com / oku / kuran / v2 / kuran / 68 / 1.htm #_ Toc 140402041
[18] Hikmet Zeyveli, I. Kur’an Sempozyumu, Müzakereler, s.143, Ankara–1994.
[19] Mustafa Öztürk, Kıssaların Dili, s.171, Ankara okulu yayınları, Ankara–2010.
[20] Mustafa Öztürk, A.g.e, s.171.
[21] İbn Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim tefsiri, c.I, s.548.
[22] Seyyid Kutup, Fi Zilâli’l Kur’an, c.III, s.330.
[23] Mustafa Öztürk, A.g.e, “Demitolojisasyon ve Kur’an”, s.77.
[24] Mustafa Öztürk, A.g.e, “Demitolojisasyon ve Kur’an”, s.77–78
[25] Mustafa Öztürk, A.g.e, “Demitolojisasyon ve Kur’an”, s.91.
[26] Mustafa Öztürk, A.g.e, “Demitolojisasyon ve Kur’an”, s.99–100.
[27] Mustafa Öztürk, A.g.e, s.8.
[28] Muhammed Ahmed Halefullah,A.g.e, s.206.
[29] Mustafa Öztürk, A.g.e, “Demitolojisasyon ve Kur’an”, s.99.
[30]Mustafa Öztürk, A.g.e, “Demitolojisasyon ve Kur’an”, s.77.
[31] Mustafa Öztürk, A.g.e, s.172.
[32] Mustafa Öztürk, A.g.e, “Demitolojisasyon ve Kur’an”, s.90.
[33]Mustafa Öztürk, A.g.e, s.172. Hadis için bkz: Buharı, “cenaiz” 33, “Enbiya” 1, “Diyat” 2; İbn Hanbel, El-Müsned, 1, 383, 430, 433.
[34] Mustafa Öztürk, A.g.e, s. 159.
[37] Tevrat/Tekvin3/9-16.
[39] Şehmus Demir, Mitoloji Kur'an Kıssaları ve Tarihi Gerçeklik, Beyan yayınları, İstanbul–2003, http://www.darulkitap.com / oku / kuran / v2 / kuran / 68 / 1.htm #_ Toc 140402041
[40]Şehmus Demir, A.g.e, Beyan yayınları, İstanbul–2003, http://www.darulkitap.com/oku/
kuran/v2/kuran/68/1.htm
[41] http://www.haksozhaber.net/author
_article_detail.php?id=16132
[42] http://www.islamhukukusayfasi.com/?page_id=3902
[43] http://www.fikribeyan.net/1869
_Ademogullari-Kissasindaki-Kurban-Algisi-Kur-an-Perspektifinde-Nasil-Anlasilmalidir----Cengiz-Duman.html
|