Bir İhsan Eliaçık Klasiği! Âdemoğulları Kıssasında Manipülasyon
Giriş:
Bu yazımızda Kur’an-ı Kerim’de beyan edilen Âdemoğulları kıssasının yorumuna dair günümüz yaklaşımlarından birini ele alacağız. Diğer yazılarımızda mutad olduğu üzere yazımız hayli uzun olacaktır. Hedefimiz yanlışları ifade ederken doğruları da detaylı olarak beyan etmek. Bir vesile olarak gördüğümüz bu durumu fırsat bilerek; “Âdemoğulları” kısası ve ilgili diğer konular üzerinde etraflıca ve tüm detayları ile durmak zorunda kalacağız.
1- Kur’an’daki Âdemoğulları kıssasının mitolojik vasfa büründürülmesi:
Âdemoğulları kıssası, Medine’de nazil olan, Maide suresi içerisinde ve tümü tek seferde beyan edilen bir kıssadır. Kıssadaki Âdemoğulları hakkında Kur’an’da mufassal bir bilgi bulunmamakla birlikte bunların; Kur’an’ın yaratılış kıssasındaki ilk insan Âdem’in çocukları ve yine Tevrat’ta bahsi geçen ilk insan Âdem’in çocukları “ka·yin”, “he·vel”1 olduğu kabul edilmiştir. Kadim tefsir ve siyer kaynaklarında ise Âdemoğullarının isimleri, Kabil ve Habil2 olarak geçmektedir. Yeri geldiğinde bu isimlerin etimolojik analizini de yapacağız.
İslam âlimleri yazmış oldukları Tefsir ve Siyer eserlerinde; Kur’an’daki, Âdemoğulları kıssası ile Tevrat’ta anlatılan Kâyin-Hevel kıssasının aynı olduğunu kabul ederek; Kur’an’daki Âdemoğulları kıssasını temel almak üzere, Tevrat anlatımları mufassallığında ve kendi görüşlerini de katarak, mitolojik bir Âdemoğulları kıssası oluşturmuşlardır.
İslam kaynaklarında serdedilen bu mitolojiye göre; “Hz. Âdem, bir batında doğan erkeği, diğer batındaki kız ile evlendirirdi. Hiçbir erkeğe kendisi ile birlikte doğan ikizi helâl kılmıyordu. Hz. Havva, Kabil ile birlikte İklimiyâ adında güzel bir kız doğurmuş, Habil ile birlikte ise, Leyuza adında pek güzel olmayan bir kız daha doğurmuştu. Hz. Âdem bunları evlendirmek isteyince, Kabil: Benimle doğan ikiz kız kardeşimle evlenmeye ben daha layığım deyince, Hz. Âdem ona böyle bir şey yapmamasını emrettiği halde o, bu emre uymadı. Onu azarlayarak vazgeçirmek istediyse de yine vazgeçmedi. Bunun üzerine kurban sunmak üzere ittifaka vardılar.”3 Daha sonra Kurbanı reddedilen Kabil, kardeşi Habil’i öldürerek, yeryüzündeki ilk cinayeti işlemiş olur.
2- Âdemoğulları kıssasının anlaşılmasında İfrat’a tefrit:
Kadim İslam kaynaklarında yer alan bu mitolojik anlatımlarda; Kur’an’da ve hadislerde yer almayan, “Âdemoğulları” arasındaki ihtilafın sebebi, evlenilecek kız olarak serdedilmektedir. Yakın dönem yorumlarında ise nadir de olsa toprak/mülkiyet yüzünden ihtilaf edildiği ifade edilmiştir. Bu görüşü ileri sürenlerden bir tanesi de Ali Şeriati’dir. “Habil ve Kabil destanı, insan cinsinin destanıdır. Habil hayrın ve güzelliğin sembolü! Kabil çiftçidir, Habil çobandır. O halde bu iki kardeşin ahlaki farklılık nedeni işlerinin çeşidindendir… Yani insanlık tarihi çobanlık devresinde, tabii üretimden, kardeşlikten, tabiatın bünyesinde birlikte yaşamaktan; tekelcilik isteği devresine, diğerlerini sömürme devresine giriyor. Mülkiyet devresinde kabilede ikilik meydana geliyor; “biz” parçalanıyor, “biz” ve “diğerine” dönüşüyor”4
İslam kaynaklarında yer alan “kız” veya “toprak/mülkiyet” sebeplerinin hiç birinin Kur’an’i dayanağı yoktur ve tamamen Tevrat verileri etrafında ve müfessirlerin indî görüşleriyle oluşturulmuş spesifik görüşlerdir. Kadim kaynakların müellifi olan müfessir ve siyercilerin, taklidi/nakilci üslupları dolayısıyla, Âdemoğulları kıssası etrafındaki, Kur’an’i bir dayanağı olmayan indî görüş ve statik iddialar, eserlerden eserlere nakledile nakledile günümüze kadar taşınmıştır.
Yakın dönemde ise Âdemoğulları arasındaki ihtilafa ilginç “sosyal” nitelikli yorumlar getirilerek tefsirlerdeki statik anlayış kırılmaya çalışılmıştır. Ancak yapılan yorumların ne Kur’an’i dayanakları, ne metodu vardır, ne de ölçüsü. Tamamen ben yaptım oldu mantığıyla hareket edilmektedir. Şimdi bu olguyu incelemeye başlayalım.
3- Yazar ihsan Eliaçık’ın kıssaları yorumlamada manipülasyon taktiği:
Yazar İhsan Eliaçık, internet ortamında yayınlanan, “Âdem’in iki oğlu (Kabil-Habil) kıssası ne anlatıyor”5 başlıklı yazısına; Türk dil kurumunun sözlüğündeki “çit” kelimesinin anlamını vererek başlamaktadır. “TDK sözlüğünde “çit” sözcüğü şöyle tanımlanmış: “Bağ, bahçe, bostan vb. yerlerin çevresine çalı, kamış, ağaç dalı gibi şeylerden çekilen duvar türü, çeper, barı…”
Yazar bu alıntının sebebini düşünenler için onları ikna edecek şu ifadeleri sarf etmektedir: “İyi de, bunun Habil-Kabil kıssasıyla ne alakası var diyeceksiniz… Var, var; tam da mesele bu. Bakın nasıl…”
Aslında Sayın Eliaçık, daha evvel Yunus kıssası yorumlarında yaptığı taktiği yaparak manipülasyonla, ta baştan, okuyucuları şartlandırmaktadır. Sözlükte “manipülasyon” ne demektir bakalım. “Psikolojik manipülasyon, insanları kendi bilgileri dışında veya istemedikleri hâlde etkileme veya yönlendirme anlamına gelir. Bu etkileme ve yönlendirme sonucu insanlar davranış değişikliği ya da kanaat değişikliği gösterebilirler.”6
Dolayısıyla Yunus kıssası yorumunda da yapmış olduğu benzer “manipülasyon” taktiği hakkında daha evvel yaptığımız tespiti bu aşamada tekrarlamakta fayda mülahaza ediyoruz. “İ.Eliaçık, Yunus kıssasını modern arkeolojik veriler üzerinden kurgularken öncelikle, Yunus kavminin inanç yapısına ait bazı sembolleri deşifre etmekte ve daha sonra üzerine bina edeceği hikâyenin ana temasını vermektedir. Şöyle demektedir: “Asurluların başkenti Ninova’da her tarafı balık figürleriyle dolu, mühürlerine Dicle ve Fırat sularının tanrısı Enki’nin mührüne basan balıkperestlerin ülkesinden…"7 Bu cümle içerisinde; balığa tapan Ninovalılar, hükümranlık alameti balık mühürü, Fırat ve Dicle tanrısı Enki… gibi, balık motifli ana tema üzerinde arkeolojik bilgiler sunulmaktadır. Bütün bu sunumlar hep, sonraki Yunus senaryosunun "balık mucizesi" sahnelerinin tevili içindir. Nitekim balık üzerinde yaptığı tasvir ve tarifler; Balık yutma mucizesi tevilini izah için “…Arması balık olan, mühürlerine balık figürü basan..""…Su tanrısı Enki’yi balık ile sembolize edip onu kendisine devlet ve imparatorluk araması…""…gemidekiler de su tanrısı Enki’nin öfkelendiğini…" türünden cümlelerindeki muhtevanın alt yapısını baştan oluşturarak, zihni yönlendirme ve anlatımı kurgulama çabalarıdır.“8 “Âdem’in iki oğlu (Kabil-Habil) kıssası ne anlatıyor” yazısında da yazar İ.Eliaçık aynı “manipülasyon” taktiğini devam ettirmektedir. Bu manipülasyonu nasıl yaptığını aşağıda açıklamaya başlayacağız.
4- Eliaçık’ın Âdemoğulları kıssasını mufassallaştırmasında kaynak açmazı:
Habil-Kabil’in meslekleri ile ilgili Kur’an’da hiç bir malumat yoktur. Hadislerde de mevcut değildir. Onların yaşam ve mesleklerine dair kaynak alınabilecek tek anlatım, Tevrat metnindedir.
Ancak burada İhsan beyi zorlayan ve açmaza sürükleyen bir husus vardır. İhsan bey, eserlerinde Tevrat nakillerine pek itibar etmemekte daha ziyade arkeolojik verileri baz almaktadır! Eliaçık’ın, bu tavrına dair örnek verelim. “Yaşayan Kur’an” adlı meal/tefsir kitabının, Yunus kıssası yorumunda, Tevrat hakkında yazdıkları şunlardır: "Diğer kıssaların çoğu gibi Yunus kıssasından da Yahudi bezirgânların düzdükleri Tevrat'ta "Yunus kitabı" adı altında bahsetmeleri kıssanın bozulmuş bir Ortadoğu halk mitolojisi versiyonuna dönüştüğünü gösteriyor. Orada Yunus kıssası bu mitolojikleşmiş versiyondan etkilenerek anlatılıyor."9
İhsan Eliaçık Yunus kıssası tefsirinde İlahi kaynaklı Tevrat’ı böyle tahfif ederken, beşeri vasıflı Tarih’i ve Arkeoloji’yi göklere! Çıkarıyor ve Yunus kıssasını yorumlarken bunları temel aldığını açıklıyordu. Bu yüzden Yunus kıssasındaki; Yunus peygamberi balığın yutması anlatımını, Balığın yutması değil, Asur hapishanesine atılma! Olarak tevil ederek, Yunus kıssasının tefsirinde devrim! Yapıyordu. "Su tanrısı Enki’yi balık ile sembolize edip onu kendisine devlet ve imparatorluk araması olarak kabul eden Asur devleti onu zindana kapattı. Çünkü gemidekiler polis çağırıp devletin adamlarına teslim ettiler. Böylece Yunus balığın (devletin) eline düştü, onun tarafından yutuldu, zindana kapatıldı. Çünkü kınananlardan, suç işlediği sanılanlardan, tanrıların gazabını çekenlerden birisi olarak görülüyordu… Ayette geçen “Onu yuttu/kapattı” (eltegamehu) ifadesinin esas anlamı “kapamak, kapatmak” demektir. Türkçede kullanılan “lokma” kelimesi de buradan gelir. Bir şeyi ağza götürüp dudakları kapatınca “lokma” alınmış olur. Buradan hareketle “lokmayı yutmak” tabiri gelişmiş ve ikincil anlamda “yutmak” manası kazanmıştır. Bu anlamda Türkçede birine “lokma olmak” ifadesini çağrıştırır. Yani burada balık tarafından yutulmak, devletin eline düşmek, cezaevine kapatılmak, zindana tıkılmak demektir."10
Yine İhsan Bey, yaptığı bir mülakatta verdiği cevaplarda da Tevrat hakkında; “Ben kıssaların Tevrat bir kenara bırakılarak, ona hiç başvurulmaksızın da, tarihsel verilerden, o günkü toplumsal hayattan ve verili tarihin kanıtlardan yararlanılarak da anlaşılabileceğini düşünüyorum. Yazmış olduğum tefsirde de bunun kısa örneklerini gösterdim…. Mesela Yunus (a.s) kıssasını anlamak için 4-5 cilt Asur imparatorluğu tarihi okudum. Çünkü O, Asur imparatorluğunun başşehri olan Ninova’da yaşamıştı. Asur İmparatorluğunda din, devlet, teoloji, gündelik hayat, dini hayat nasıl oluyordu. Asur imparatorluğundan kalma müzelerde arkeolojik tarih ile ilgili araştırmalar yaparak bunu anlayabiliriz. İlla da Tevrat’ın Yunus kitabına bakmak zorunda değiliz.”11 Sözleriyle, iddialı ve bol havalı! Laflar ederek kendi tarzını açıklıyordu.
Ancak Eliaçık; “Yahudi bezirgânların düzdükleri Tevrat” diyerek “Ben kıssaların Tevrat bir kenara bırakılarak, ona hiç başvurulmaksızın da, tarihsel verilerden, o günkü toplumsal hayattan ve verili tarihin kanıtlardan yararlanılarak da anlaşılabileceğini düşünüyorum.” ifadeleri ile hava atıp caka! Sattığı bu iddialarından “Âdemoğulları” kıssası yorumunda çark ettiği anlaşılıyor.
Ademoğulları kıssası hakkında Tevrat’tan alıntı yaparken şöyle diyor: “Tevrat’da Kabil’in Habil’i “bahçesine” götürdüğü, tartışmanın “orada” geçtiği, “orada” saldırıp öldürdüğü ve yine “oraya” gömdüğü söylenir.(Yaratılış; 4/1-8). Buradan, Âdem’in iki oğlu arasında bir bahçe (tarla/mal/mülk) tartışması yaşandığını anlıyoruz.”12 Görüldüğü gibi Tevrat’tan alıntı yapması bir kenara bu vesile ile yazısına temel dayanak yapacağı hüküm içeren bir ifade çıkarmaktadır. “…Âdem’in iki oğlu arasında bir bahçe (tarla/mal/mülk) tartışması yaşandığını anlıyoruz.”
Peki soralım, bu nasıl metod?... Orada Asur uygarlığı tarihi ve Arkeolojisi, burada Tevrat kitabı!... Metodu belli olmayan ve her kıssaya göre farklı bir yaklaşım…
Üstelik Tevrat’taki Habil-Kabil kıssasının Sümer mitolojisinden yararlanılarak “Yahudi bezirgânların düzdüğü” iddiası da varken. “Kitab-ı Mukaddes’te ve Kur’an’ı Kerim’de yer alan bu kıssaya benzer unsurların eski medeniyetlerin mitolojilerinde bulunması, bu kıssada anlatılanların efsanevî olaylar ve kişiler olduğunu göstermez. Aynı hadisenin uzun tarihi seyir içerisinde çeşitli çevre ve kültürlerde farklılık kazanması tabiidir ve bu değişik varyantların temelde mevcut tarihi(vakii) bir hadiseye bağlı olduğunu gösterir ki, ilahi dinlere göre insanlığın başlangıç, söz konusu kıssa kahramanlarının da atası olan Âdem ile Havva’dır. Kıssanın Tevrat’taki şekli Kur’an’a göre çok ayrıntılıdır ve muhtemelen kutsal metin yazarı ulaşıp derleyebildiği çeşitli rivayetleri ve farklı unsurları hikâyeye katmıştır.”13
5- Tevrat’tan alıntı yaparken alıntının vasfını tahrif etmek:
Ne hikmetse sayın yazarımız, Tevrat hakkındaki olumsuz tespitlerini unutarak, istemeyerek de olsa Tevrat’a müracaat edip ondan bir alıntı yapmaktadır. Bunu yaparken de ilginçtir sadece Âdemoğullarından, katil olan Kabil’in vasfına dair malumatı seçmekte ve sadece onun hakkında alıntı yapmaktadır. Oysa Tevrat’taki kıssada, Âdemoğulları Habil ve Kâin/Kabil’in her ikisinin de meslekleri ve mal/mülkleri sarahaten belirtilmektedir. “Habil çoban oldu, Kâin(Kabil) ise çiftçi (….) Günler geçti. Bir gün Kayin toprağın ürünlerinden (….) Habil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan…”14
Tevrat’taki bu sarih ifadeleri her nedense görmezden gelen Eliaçık; yine Tevrat’ta bulunan ve işine geldiği bir başka ifadeyi baz alarak Kabil’e meslek ve mal/mülk tayininde bulunmaktadır. “Tevrat’da Kabil’in Habil’i “bahçesine” götürdüğü, tartışmanın “orada” geçtiği, “orada” saldırıp öldürdüğü ve yine “oraya” gömdüğü söylenir. (Yaratılış; 4/1-8).”
İhsan bey, istemeyerek de olsa Tevrat’tan alıntı yapmak zorunda kaldı, bari bunu da doğru dürüst yapsa!... Öncelikle Tevrat’tan alıntı yaptığı bir başka yer hakkında düzeltme yapalım. “Habil-Kabil diye Tevrat’da isim verilerek anlatılan kıssa ise…” demektedir Oysa Tevrat’ın İbranicesinde, “Hevel-Kâin” olarak geçen bu kelimeler; Tevrat’ın Türkçe çevirilerinde Habil ve Kâin/Kayin olarak yer almaktadır. Kabil kelimesi etimolojisine bakıldığında şunları tespit etmekteyiz. “Tanah’ta Kâin adı ile “dünyaya getirmek, kazanmak” anlamındaki Kâni kelimesinin türevi olan kesiti yan yana kullanılmıştır. Eğer Kâinin kökü Kanâ ise bu durumda Kâin “dünyaya getirilmiş, döl, çocuk” anlamına gelir. Kök harflerinin Kyn olması halinde ise kelime “maden işinde çalışan, demirci” anlamına gelir ve bu noktada Aramice’deki Kainâyâ ile Arapçadaki Kayn (“demirci” anlamında çoğulu; Kuyum)kökleriyle birleşir. Nitekim Kabil ismi Taberî’nin (ö.310/923) Tarihu’r-rusûl ve’l- mülük’u gibi bazı İslami kaynaklarda Kâyn ve Kâyın olarak zikredilmektedir.”15
Habil kelimesi etimolojisi ise şöyledir: “Habil şeklinde geçen kelime bir telakkiye göre İbranca Hebel(Hevel) ve etimolojisi tartışmalıdır. Kelimenin “soluk, nefes, buhar” anlamına geldiği ebeveyninin kısa ömürlü olacağını önceden sezdiği için ona bu ismi verdiği ileri sürülmüş, ayrıca asıl adının başka olduğu, hayatı bir nefes gibi bittiği için daha sonra kendisine bu ad verildiği rivayet edilmiş, fakat bu rivayetler kabul görmemiştir. Kelimenin Akkadca’da “oğul” anlamına gelen ablu/aplu veya hablu/habal’dan gelme ihtimali daha kuvvetlidir.”16
Dolayısıyla Sayın Eliaçık, Tevrat’ın ifadesini yanlış aktardığı gibi Kabil isminin sadece Kadim İslam kaynaklarında yer aldığını da görmezden gelmektedir. Darmadağınık bir yorum, metod yok! Kıstas yok!...
Bakınız! şimdi alıntılayacağımız Tevrat metnine ve bir de İhsan bey’in aktarımına. “Günler geçti. Bir gün Kâin toprağın ürünlerinden Rab'be sunu getirdi. Habil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan bazılarını, özellikle de yağlarını getirdi. RAB Habil'i ve sunusunu kabul etti. Kâin’i ve sunusunu ise reddetti. Kâin çok öfkelendi, suratını astı. Rab Kâin’e, "Niçin öfkelendin?" diye sordu, "Niçin surat astın? Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez miyim? Ancak doğru olanı yapmazsan, günah kapıda pusuya yatmış, seni bekliyor. Ona egemen olmalısın." Kâin kardeşi Habil'e, "Haydi, tarlaya gidelim" dedi. Tarlada birlikteyken Kâin kardeşine saldırıp onu öldürdü.”17
Tora’nın(Tevrat) ilk kitabı olan Tekvin (Yaratılış) kitabında yer alan bu anlatıma karşılaştırdığınızda, İ.Eliaçık’ın alıntısı ile arasında bir değil birçok tenakuz bulacaksınız. Eliaçık Tevrat’tan aktardığı ifadesinde şöyle demekte; “Tevrat’da Kabil’in Habil’i “bahçesine”בַּשָּׂדֶ֔ה (bas·sa·deh)18, İngilizceye “the field” “alan/saha”19 olarak çevrilmektedir. Tevrat’ın Türkçe çevirilerinde ise “tarla” ve “kır” olarak çevrilmiştir. Buna göre; "Haydi, tarlaya gidelim" demektedir. Tevrat’taki bu kelimenin Türkçeye çevrilişi hakkında mütercim şunları belirtmektedir: "Haydi tarlaya gidelim" sözleri Septuaginta(Grekçe), Samiriye Tevratı(İbranice), Vulgata(Latince) ve Süryanice'den alındı.”20 Yani, Tevrat’ın çeşitli dillerdeki tercümeleri de dikkate alınmak suretiyle bu kelimeye “Tarla” anlamı verildi denmektedir. Bunun yanı sıra “Ve vaki oldu ki, Kırda oldukları zaman….”21 Diye çevrilmiştir. götürdüğü…” Oysa Tevrat “bahçe” dememektedir. İbranice
Dolayısıyla hiç kimsenin aklına gelmeyen “bahçe” çevirisi, Eliaçık tarafından bizatihi ve dâhiyane! Şekilde gerçekleştirilmekte ve kıssaya “monte” edilmektedir. Bunun kasıtlı yapıldığını ve sebebini, sırası geldiğinde açıklayacağız.
Üstelik İhsan Bey alıntısında, Tevrat’ın anlattığı kıssanın, kronolojisini de bozmaktadır. Alıntısında şöyle diyor: “Tevrat’da.… tartışmanın “orada” geçtiği, “orada” saldırıp öldürdüğü ve yine “oraya” gömdüğü söylenir.” Bu ifadeye göre tartışma “bahçe”de geçmekte, dolayısıyla tartışmada sinirlenen Kabil, Habil’i oracıkta(bahçe) katletmektedir. Peki işin doğrusu öyle mi?.. Hayır.
Yukarıdaki Tevrat pasajını tekrar okursanız, öncelikle tartışmanın Kabil-Habil arasında değil, Yehova/Yahve(Tanrı) ile Kâin/Kabil arasında olduğunu fark edeceksiniz. “Rab Kâin’e(Kabil), "Niçin öfkelendin?" diye sordu, "Niçin surat astın? Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez miyim? Ancak doğru olanı yapmazsan, günah kapıda pusuya yatmış, seni bekliyor. Ona egemen olmalısın." Anlaşılacağı üzere, Tevrat’ın bu metninde, Eliaçık’ın naklettiği gibi Habil-Kabil arasında geçen tartışma veya diyalog yoktur.
Aksine, Âdemoğulları arasında gerçekleşen tartışma ve ona ait diyalog, Tevrat’ta değil Kur’an’da zikredilmektedir. "(Kabil) Andolsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de (Habil) "Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder" dedi (ve ekledi:) "Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." "Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur."22
Üstelik Tevrat’ta anlatılan Yahve(Tanrı) ile Kâin/Kabil diyalogu sonrası, Kabil, Habil’i tarlaya veya kıra götürerek onu katletmektedir. Tevrat kronolojisi, önce Kurban takdimi sonra Tanrı Yahve ile Kabil’in kurbanın kabul edilmemesi hakkında diyalogu ve sonrası Kabil’in, Habil’i tarlaya çağırarak onu öldürmesi şeklindedir. Eliaçık’ın aktarımında ise Tevrat’ın kronolojisi ifsat! edilmekte ve her ayrıntı bilinçli olarak karıştırılıp, müellifin istediği biçime sokularak okuyucuya sunulmakta, dolayısıyla ustaca “manipülasyon”la okuyucunun zihni adeta hipnozlanmaktadır!.
Dolayısıyla Sayın Eliaçık “şapla şekeri” karıştırarak, kendi istediği biçimde yoğurup okuyucunun zihnini istediği gibi ve istediği alana doğru manipüle etmektedir.. Âdemoğullarını “bahçe” sahibi yapmak ve “bahçe” için kavga ettirmek üzere Tevrat’tan alıntı yaparken, kavga diyalogunu Kur’an’dan sunmaktadır. Kaynak aldığı Kronolojiyi de ters yüz etmektedir. Peki bu anlatımlarda ve yorumlarda Metod ve ölçü/kıstas nerede?...
Haydi devam edelim! Diyor ki, Sayın Eliaçık; “Tevrat’da…. yine “oraya” gömdüğü söylenir.” Bunu kim söylüyor?.. Tevrat mı? Hayır! Kur’an mı? Hayır! Kim söylüyor biliyor musunuz? Sayın Eliaçık söylüyor. Ama kendi değil Tevrat’a söyletiyor! Yani manipülasyon yapıyor, okuyucu zihnini istediği alana yönlendiriyor.
Kur’an, Habil’in cesedi ve gömülmesi hakkında şu açıklamayı yapar: “Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Katil kardeş) "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, kardeşimin cesedini gömeyim" dedi ve ettiğine yananlardan oldu.”23 Yani Kur’an, Habil’in cesedinin nereye gömüldüğünü beyan etmemektedir. Tevrat’ta da bu ayrıntı yer almamaktadır. Geriye Kadim İslam kaynakları kalmaktadır. Kadim İslam kaynakları ise bir alem!.. Kabil’in, ölen Habil’i yıllarca çürümeye bıraktığını mı, sırtında günlerce taşıdığını mı, ne kadar kutsal yer varsa orada öldürüldüğünü mü; dolayısıyla ne kadar mitolojik vasıflı indî mütalaa varsa hepsi sunulmaktadır. “Yine rivayet edildiğine göre… Onun öldürülmesi de Hira Dağı'nın yamaçlarında tahakkuk etmişti. Bu öldürülme hadisesinin Basra da, Ulu Caminin yerinde olduğu da ileri sürülmüştür.”24 “İbn Abbas ile îbn Mes'ud da derler ki: Kardeşini uyurken buldu, bir taş ile kafasını ezdi. Bu olay ise, -Mekkede'ki bir dağ olan- Sevr'de olmuştu. Bunu da İbn Abbas söylemiştir. Bunun, Hıraya yakın olan Akabe yakınlarında olduğu da söylenmiştir. Bunu da Muhammed b. Cerir et-Taberî nakletmiştir. Cafer es-Sadık ise der ki: Bu öldürme olayı, Basra'da Mescid-i Azamın bulunduğu yerde cereyan etmiştir… Bundan dolayı aldığı bir taş ile kardeşini Hindistan'da öldürdü.… Rivayet olunduğuna göre Kabil, Habil'i öldürdükten sonra onu bir çuvala koymuş ve omzunda yüz yıl süreyle durmaksızın taşıyıp yol almıştır. Bunu Mücahid söylemiştir İbnül-Kasım ise Malikten bir sene taşıdığını rivayet etmektedir. Îbn Abbas da böyle demiştir. Onun, kardeşinin cesedini kokuncaya kadar taşıdığı da söylenmiştir. “25
Bundan dolayı Eliaçık, Kadim kaynaklardan da alıntı yaparak, Habil’in cesedini, Kabil’in tarlasına gömemeyeceği! için, Kadim İslam kaynaklarına müracaat edememektedir. Geriye bir kendi kalmaktadır. O’da inisiyatif kullanarak, Kabil’in “bahçe”sine Habil’in cesedini defnetme fikrini öne sürmektedir. Ben yaptım oldu, mantığı değil mi bu?!...
6- Tevrat’ın bahçesinden! Kur’an’ın “Bahçe sahipleri” kıssasına:
İhsan Bey, ısrarla "Yahudi bezirgânların düzdükleri Tevrat”26tan nakil yapıp üstelik kelimelerin anlamlarında ve olayın kronolojisinde değişiklikler yapmaktadır. Tevrat’ın tarlasını “bahçe”ye dönüştürüp, “bahçe”yi çitle çevirtmekte, “bahçe” yüzünden kardeşleri kavga ettirmekte, Habil’i “bahçe”de öldürtüp, “bahçe”ye de gömmektedir! Bu kadar “bahçe” üzerinde durduğuna göre hazır olun! İhsan bey size “bahçe”li bir çözüm bulacak demektir.
Bakınız yazısının başında Kur’an’daki Âdemoğulları kıssası mealini verip oradan da “Kıssadan “Ne yaptı?” sorusuna “Cinayet işledi, adam öldürdü” cevabını alıyoruz. Fakat “Niçin öldürdü? Sebep neydi?” sorusunun cevabı orada verilmiyor. Bunun için Kur’an’ın diğer başka kıssalarına bakmamız gerekiyor.” tespitini yapan; Eliaçık; Şap ile şekeri karıştırarak istediği sonuca, adım adım yaptığı manipülasyonla, okuyucuların zihnini bir nevi hipnozlayarak! ulaşmaktadır. Kur’an’da bulamadığı sebebi Tevrat’ın ifadelerini evirip çevirerek! Çıkaran Sayın Eliaçık, istediğini aldıktan! Sonra tekrar Kur’an’a dönerek, başka bir sonuca daha varmaktadır.
“Buradan, Âdem’in iki oğlu arasında bir bahçe (tarla/mal/mülk) tartışması yaşandığını anlıyoruz. Bu da bizi doğrudan “Bahçe sahipleri” kıssasına götürüyor. Demek ki Kabil bir bahçe sahibidir.” İşte bu kadar!… Neden “bahçe” aşağı “bahçe” yukarı yorumlarda bulunduğunu anladınız mı? Kur’an’da bulamadığı “bahçe”yi Tevrat’a söyleten müellifimiz, tekrar Kur’an’a dönerek “Bahçe sahipleri” kıssası üzerinden, Âdemoğulları kıssası ile ilgili muazzam prensipler! çıkaracağı anlaşılıyor!... Sıkı durun!...
7- Eliaçık Habil’in malını neden “görmezden” gelmektedir:
Peki, sırası geldi soralım! Kabil’e bir meslek buldunuz “Bahçe” sahipliği, yani “tarla/mal/mülk” sahibi yaptınız, bu Habil’in bir işi yok mudur? Avare mi gezer? Var.. Var… Ama Eliaçık’ın işine gelmiyor. Birisi mülk sahibi olup diğeri de ondan pay istemesi lazım ki şu yoruma ulaşsın: “Demek ki asıl mesele mülk (iktidar ve mal) ile ilgilidir.” Ondan sonra iş kolay… Ezilenlerin mücadelesi ve “proleter” kıyam!.. Sonuç, Mülk sahiplerinin katliam yapması!..
Peki, tekrar soralım bu Habil’in malı yok muydu? Var! İşte Eliaçık’ın kamufle ettiği gerçek!.. Tevrat’ta bu durum şu şekilde açıklanmaktadır: “Habil çoban oldu, Kain(Kabil) ise çiftçi. Günler geçti. Bir gün Kâin(Kabil) toprağın ürünlerinden Rab'be sunu getirdi. Habil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan bazılarını, özellikle de yağlarını getirdi.”27 İslam kaynaklarında da Tevrat mümasili görüş kabul edilmektedir. “Habil’in bir sürüsü vardı. Kabil İse ziraatçı idi. Habil sürüsü içerisindeki en güzel koyunu seçip, kurban olarak sundu. Kabil ise, ekini içindeki en adi buğdayları seçip, onu kurban olarak sundu ve her ikisi de, bu kurbanları ile Allah'a yaklaşmayı istediler.”28
O halde Tevrat’tan alıntı yapıp Kabil’i “bahçe” (tarla/mal/mülk) sahibi yaparken neden, Tevrat’ta bildirildiği halde Habil’in çoban ve sürü sahibi olduğunu bildirmemektedir? Müellif herhalde şöyle düşünmüştür. Habil sadece çobandı malı yoktu. Sürü de Hz. Âdem’in mallarıydı.
O halde nasıl oldu da Tevrat’ta anlatıldığı üzere; Allah’a “…sürüsünde ilk doğan hayvanlardan bazılarını, özellikle de yağlarını getir..”ebildi? Sayın Eliaçık, Tevrat’taki bu olguyu göremedi, pekâlâ Kadim İslam kaynaklarındaki rivayetleri nasıl fark etmedi.
Ya da Kabil’in “bahçe”si için yazdığı şu ifadelerde; “Yerlerin ve göklerin mülkiyetinin Allah’a ait olduğunu, topraktan, sudan, ateşten, ağaçlardan, meyvelerden tüm insanların eşit yararlanma hakkı bulunduğunu söyleyerek bunları kendine ait kılamayacağını söyledi.” İfadelerinde açık! Vermemek için. Dolayısıyla neden Habil’in mesleği ve sürülerinden bahsetmediğini anlayabildiniz mi? “Bahçe” sahibi Kabil için “eşit yararlanma hakkı”nı senaryolaştıran, Eliaçık; Tevrat’tın “Habil de sürüsünde…” diye belirttiği sürü sahibi Habil’e nasıl susacak ki?... Eğer Habil ile eşit kullanma hakkı olsaydı herhalde ikisi de hayvan kurban ederlerdi değil mi? Biz de Eliaçık’tan aşağı kalmıyoruz, iyi senaryo yazıyoruz canım!..
Anlayacağınız gibi, Tevrat ve Kadim İslam kaynaklarında sarahaten yer alan bu veriler, Âdemoğullarının ikisinin de (tarla/mal/mülk) sahibi olduğunu belirtmektedir. Sayın Eliaçık’ın yorumlarındaki metodsuz ve ölçüsüz! Tavrı, “sapla samanı”, “şapla şekeri” hem de bilinçli olarak karıştırmaktadır. İşine geldiği için Kabil’i meslek, mal/mülk sahibi yaparken, işine gelmediği Habil için, bakar görmez! Olmaktadır. Yorumlarında ben yaptım oldu, mantığı müşahede edilmektedir. Fark edeceğiniz gibi zihinleri kendi istediği yönde keyfine göre şartlamaktadır.
8- Tevrat’ın “bahçe”si ve Kur’an’ın “Bahçe sahipleri” kıssası üzerinden “sol” “sosyalist” yorumlar kotarmak:
Şimdi soralım! Anladınız mı Eliaçık’ın; “Âdem’in iki oğlu (Kabil-Habil) kıssası ne anlatıyor” yazısının başına; TDK sözlüğünden “çit” kelimesinin anlamı ile ilgili neden alıntı yaptığını? İşte bunun için!.. Bu yüzden, Tevrat anlatımlarındaki tarlayı, “bahçe”, kavga yerini -dolayısıyla bahçe yüzünden kavga ettikleri imasını vermek için- “bahçe”de, Habil’in cesedini Kabil’in “bahçe”sinde gömme yorumu yapmıştır. Ustaca değil mi?...
Okuyucunun zihnini manüpile edip, yavaş yavaş kendi anlam/yorum sahasına iletmek… Sonra da “Âdemoğulları”, “Âdem” ve “bahçe sahipleri” kıssaları üzerinden “sol”, “Sosyalist” bağlamda, sosyal ve iktisadi yorumlar kotarmak! Bir mülakat esnasındaki bu bağlamda açıkladıklarına bir bakınız! “İlla Müslümanlar cennete girecek diye bir şey yok. Praksisi ezilenden, yoksuldan yana, eşitlik, adalet ve kardeşlik için çalışanlar cennete gidecektir… Sosyalizm, modern çağın vicdanıdır. Dolayısıyla modern çağda Müslümanların bir müttefiki olacaksa, bu sosyalizmdir… İslam dünyasıyla sosyalist dünyanın bir araya gelmemesi için özel olarak çalıştılar. Ne yazık ki bu zokayı hem sosyalistler hem de Müslümanlar yuttu. Amerika’yla rahatlıkla işbirliği yapan siyasal İslamcılar için de “abdestli kapitalizm” diyorum. Kur’an diyor ki; “Dünya hayatı sizin için aldatıcı bir metadır, ona tapmayın.” Meta, bir Kur’an kavramıdır. Marx’ın Das Kapital’in temel kavramlarından birincisi metadır. Das Kapital “meta nedir” diye başlar…”29
Şimdi sıra geldi Kur’an’daki “bahçe sahipleri” ile “Âdemoğulları”ndaki tarla/mal/mülk hırsını izah etmeye. Eliaçık her iki kıssayı birbirine bağladı ya ondan sonra şöyle yorumlamaktadır: “Demek ki Kabil bir bahçe sahibidir. “Bahçe sahibi” olmak ise, malum, Kur’an lisanında “mülk hırsını” ifade eder. Ve doğrudan “vesveselerin anasını” somutlaştırır. Şeytan, dört yoldan yaklaşarak insanı mülk hırsına kaptırır: Soldan (servet), sağdan (siyaset), önden (şehvet) ve arkadan (şöhret)… Bunların hepsi mülk hırsını ifade eder ve biz Âdemoğullarının ayağının kaydığı yerlerdir. Bunların hepsinde de Âdemoğlu iktidar hazzı yaşar. Kabil, emeği olmadan, Allah’ın tüm insanlar için yarattığı temel üretim aracı olan toprağa ve ondan biten ürüne sahip olmaya kalkışmıştı. Emeği olsa bile ihtiyacından fazlasına da sahip olmaya yeltenerek toprağın etrafını çevirmişti. Kamu (insanlık) mülkünü kişiye özel “bahçesi” haline getirmişti. Böylece mutlak kişi mülkiyeti dönemini başlatmıştı.”
Artık İhsan bey’in önünde durmayın! Âdemoğulları kıssasındaki, başka hiçbir masajı görmeden “sol”, “sosyalist” bağlamlı; “..iktidar..”, “..emeği..”, “…üretim aracı…”, “…ihtiyac…”, “…Kamu…”, “…mülk…”, “…özel…”, “…mülkiyeti dönemi…” kelime ve bunlara dayanan “…Kabil, emeği olmadan, Allah’ın tüm insanlar için yarattığı temel üretim aracı olan toprağa ve ondan biten ürüne sahip olmaya kalkışmıştı. Emeği olsa bile ihtiyacından fazlasına da sahip olmaya yeltenerek toprağın etrafını çevirmişti….” Yorumlarıyla; mülk/mülkiyet/toprak/mal sahibi “abdestli kapitalistleri” dümdüz! Edecektir.
9- Âdemoğulları Habil-Kabil’in ihtilaf sebebi:
Bu açıklamalardan sonra Âdemoğullarının kan dökme sebebini izah etmek kaldı. Bakın TDK ait “çit” kelimesi ne için lazımmış, anlayalım!.. “Demek ki Kabil, kardeşi Habil’e “Bu bahçe benim, vermem” dedi. Bahçesinin etrafını “çit” ile çevirerek özel mülkiyeti haline getirdi. Habil ise buna karşı çıkarak, burada herkesin, özellikle de yoksulların hakkı olduğunu söyledi. Yerlerin ve göklerin mülkiyetinin Allah’a ait olduğunu, topraktan, sudan, ateşten, ağaçlardan, meyvelerden tüm insanların eşit yararlanma hakkı bulunduğunu söyleyerek bunları kendine ait kılamayacağını söyledi.”
Sayın Eliaçık ne güzel inşa etmiş kıssayı! İstediği gibi yazıyor, konuşturuyor!.. Sanırsınız “Sanki “gayb bilgisi” almış veya “Tayyi mekân” yapmış! Eliaçık’ın bu indî yorumlarına bakarsanız; yeryüzünde yaşayan Âdem ve onun ehline, koskoca dünya dar geldi ve Kabil her yeri boş dünyada özel mülk “bahçe” sahibi olup, bu yerde rant kazandı, etrafında da başta Habil olmak üzere o kadar yiyici insan dolu ki, mahsulatı korumak için etrafını “çit”le çevirdi? Merak ettik, Kabil’in “çit”le çevirdiği “bahçe” acaba kaç yüz/bin/bin/milyon/v.s dönümdü? Bu Âdemoğulları, Allah’ın bomboş arzını paylaşamayıp, çitle çevirdikleri yetmedi, bir de yer kavgası yaparak cinayete sebep verdiler. Üstelik Kabil’in mülküne ortak çıkmaya çalışan Habil, kendisinin Kabil tarafından öldürülmesine karşılık vermeyecek kadar munis ve muvahhid biri iken; "Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."30 Mal/mülk/toprak için, abisi Kabil’le ayrı düştü. Bu ayrılık o kadar şiddetliydi ki, Kabil “bahçe”nin etrafını çit ile çevirmek zorunda kaldı.
Okuyucu, Eliaçık’ın “bahçe”li, “çit”li muazzam hayal gücü karşısında erimekte! ve anlattıklarını sorgulayamamaktadır. Mesela “Habil ise buna karşı çıkarak, burada herkesin, özellikle de yoksulların hakkı olduğunu söyledi.“ diyen, Sayın Eliaçık’a, kıssada ortada olmayan yoksulları nereden buldun da hakkını Habil’e savundurmak kaldı, diye soramamaktadır. Mesela, soramamaktadır, Habil’in sürüleri için, eşit yararlanılma ve yoksulların hakkı yok mu veya nerede diye!?..
Eliaçık’ın bütün bu anlattıklarını baz alarak şu tespitini bir daha hatırlatıyoruz. “Kıssadan “Ne yaptı?” sorusuna “Cinayet işledi, adam öldürdü” cevabını alıyoruz. Fakat “Niçin öldürdü? Sebep neydi?” sorusunun cevabı orada verilmiyor.” O halde sizin verdiğiniz cevaplar; Kur’an’da yok, Tevrat’ta yok, Kadim İslam kaynaklarında yok. Siz bu kadar detayları dolayısıyla cevapları nereden buldunuz?
10- Geleneği tahfif:
Efendim biz bunu Tevrat ve indî görüşlerimizle böyle olduğunu tahmin ediyoruz derseniz, o halde Kadim tefsir kaynaklarının görüşlerini tahfif ettiğiniz şu satırları bilginize sunarız. Onlar sizin yaptığınızdan başka bir şey mi yapmışlardı?.. “…Peki dedim aynı derste “Kabil Habil’i niçin öldürmüştü?” Klasik dindarın “zihin dünyasının maddesi” cinsellik olunca cevap da aynıydı: “Kız yüzünden öldürmüştü!” Âdem kıssasında “Ayıp yerleri göründü, cennet yapraklarıyla örttüler” ifadesi çıplaklık ve cinsellik çağrıştırdığından mıdır nedir, mesele dindarın zihnide hep cinsellik odaklı yer etmiş. Hâlbuki bu şeytanın vesvesesine uyarak “mülkiyet ihtirası içine girdiklerini daha sonra anlayarak utandılar ve yaptıklarına mazeret aradılar” manasında, kıssanın tamamında olduğu gibi sembolik ifadelerdir. Gerek Âdem, gerekse Âdem’in iki oğlu (Habil-Kabil) kıssasında cinsellikle ilgili bir gönderme bulamıyoruz.”
Bakınız! Eliaçık’ın “ti”ye aldığı bu görüşlere karşın, Kadim tefsir kaynaklarındaki ihtilaf sebebi beşerî ve indî olarak nasıl düşünülmüştür kaynaklardan alıntılayalım. “Allah Teâlâ, zaruret hali mevcut olduğu için Hz. Âdem’in erkek çocuklarının kız çocuklarıyla evlenmesini emretmişti. Ve söylendiğine göre; Hz. Âdem’in, her batından bir erkek bir de dişi çocuğu doğuyordu. Habil’in bacısı çirkin, Kabil’in bacısı güzeldi. Kabil, öz kardeşini tercih etmek istedi. Hz. Âdem ise buna müsaade etmedi. Ancak Allah’a birer kurban takdim etmeleri gerektiğini; kimin kurbanı kabul edilirse; Kabil’in bacısının onun olacağını bildirdi. Habil ve Kabil kurbanlarını sundular. Habil’in kurbanı kabul edildi. Kabil’in ki kabul edilmedi.”31
İbni kesir ve Razî’den yaptığımız bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere müfessirlerin hemen tümü aynı görüşü savunarak; ilk insanın üreme ihtiyacı üzerinden çıkan “evlenilecek kız” meselesinin, Âdemoğullarının ihtilaf sebebi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Onların fikirleri de Âdem-yaratılış kıssası üzerinden göndermelerle bulunmuş çözümlerdir. Eliaçık ile bu müfessirler arasında yorumlama tekniği açısından pek farklılık yoktur. Diledikleri gibi davranarak sonuca varmak, yani metodsuzluk metodu!... Bu yüzden ortaya çıkan açıklar yeni İsrailiyat nevi rivayetlerle doldurularak hedefe varılmaya çalışılmıştır.
11- Kabil’in Kurban’ın kabul edilmemesine “Sol” “Sosyalist” yorumlar:
Âdemoğullarının neden kavga ettiğini kendince sarih! Bir biçimde açıklayan Eliaçık, geride kalan diğer sebep, Kabil’in, Kurbanın kabul edilmemesini de İndî biçimde şöyle izah etmektedir: “Kabil’in sunusunun (kurbanının/yakınlaşma isteğinin) kabul edilmemesinin sebebi işte buydu. Bahçesinden getirdiği ürün, maddeye şekil verdiği değil; maddeye sahiplendiği ürün idi. Kendi yaratmadığı, başkasının hakkından kendi mülkiyetine geçirdiği ürün idi. Ele geçirme, hırsızlık ve gasptan elde edilmiş ürün idi. “İnsan için emeğinden başka hakkı yoktur” (Necm; 39) ilkesine aykırı şekilde elde edilmişti.”
Anlaşılacağı üzere müellifin bu yorumlarının ne Kur’an’i dayanağı vardır ne de mantıkî başka açıklaması. Müellif tamamen indî yorumları üzerinden sonuca varmaktadır. Kabil’in tavrını yorumlarken çıkardığı sonuca bakınız: “…Ele geçirme, hırsızlık ve gasptan elde edilmiş ürün idi…” Kendi yazıp kendi karar veriyor! “hırsızlık”, “gasp” “ele geçirme”; peki, bunları nasıl belirledin!
Mesela kardeşler arasında ihtilaf ettikleri maddi konulara dair şöyle bir tartışma endeksli diyalog hatıra getirmemektedir. “Benim ve yoksulların hakkı olan payımı/toprağımı ver” “O kız benim hakkım” “Sende benim istediğim kızı veya tarlayı veya bahçeyi, v.s istemeseydin!.. Onlara haksız yere göz dikmeseydin! V.b gibi… Neden, Kur’an ve Tevrat’taki Âdemoğulları kıssalarında, kardeşlere dair böyle bir tartışma anlatımı yok? O halde siz Sayın Eliaçık ve Kadim eserler sahipleri, nasıl icat ediyorsunuz bu ileri sürdüğünüz sebepleri ve bunlar üzerinden Habil-Kabil diyaloglarını diye sormamız gerekmektedir.
Oysa Kur’an-ı Kerim’de, her iki kardeş arasında, Eliaçık’ın, Âdemoğullarının ihtilafına dair ileri sürdüğü sebebin aksine bir sebeple ilgili diyalog geçmektedir. "Allah, ancak muttekîlerden kabul buyurur" Bu müttakilerin vasfı nedir? Kur’an’daki karşılığı nedir gibi üzerinde durulması gereken konular Eliaçık tarafından es! geçilmektedir. Varsa yoksa “bahçe” mal, mülk ve “çit”!
Bakınız Kadim İslam kaynakları Ademoğulları kıssasında geçen “..kâle innemâ yetekabbelullâhu minel muttekîn” "…Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder" dedi”32 ayeti ile ilgili olarak kullukta Takva hususuna nasıl eğilmişlerdir. “Takva birçok şeyi ifade eder: 1) İnsanın, yaptığı ibadetlerde kusur edeceği endişesi ve korkusuna düşerek, elinden geldiği nispette kusurlardan korunması... 2) İnsanın, yaptığı taatları, Allah rızasını istemenin dışında, herhangi bir maksat için yapmaktan korunması... 3) İnsanın, ibadetlerinde, Allah'tan başkasının ortak olmasından ittikâ edip, korunmasıdır... Bunlar, gözetilmesi ne kadar da güç ve zor olan şartlardır! Bu kıssa(Âdemoğulları) ile ilgili olarak şu da söylenmiştir: "O iki kardeşten birisi kurbanını, malının en güzelinden seçmiş, diğeri ise malının en adisini kurban olarak sunmuştu.”33
Kadim tefsir kaynakları “Sol”, “sosyalist” bakış olmaksızın nasıl çözümler sunmuşlardır dikkat ediniz! Habil ve Kabil’i mülkiyet için kavga ettiren zihniyete karşın, Kadim gelenek, onların ihtilafında önemli olan hususu nasıl dile getirmektedirler. "O iki kardeşten birisi kurbanını, malının en güzelinden seçmiş, diğeri ise malının en adisini kurban olarak sunmuştu.” Yorumunu yaparak; şu rivayetleri sunmaktadırlar: “Kabil'in sunduğu kurban, bir demet başaktı. Çünkü Kabil, ekini olan bir kimse idi. Bu demet başağı ekinleri arasında en bayağılardan seçmişti. Hatta bunlar arasında iyi bir başak görünce, onu alıp ovalamış, tanelerini çıkartıp yemişti. Habil'in sunduğu kurban ise -koyun sahibi olduğundan dolayı- bir koç idi. O bunu, koyunlarının en iyileri arasından seçmişti.”34
Gördünüz mü modern ve kadim geleneğin Âdemoğulları kıssasındaki ihtilaf sebebine yaklaşımdaki tutumlarını? Kadim gelenek en azından adil davranmaktadır Çünkü alıntı yaptıkları, dayandıkları Tevrat verilerine uygun davranarak her iki tarafı mal sahibi olması üzerinden indî bir senaryo oluşturmaktadırlar. Oysa Eliaçık, tamamen keyfi davranışlar içersinde kafasındaki şablona göre senaryo üretmektedir. Tamamen metodsuz, kıstassız!...
Eliaçık, Âdemoğullarından birini mal sahibi, diğerini “baldırı çıplak” yapıp “proleter” isyanlar yazarken; kadim gelenek ikisini de mal sahibi yapıp Allah’a kullukta/ibadette “takva” olgusunu ön plana getirmektedirler. Peki, kendinize sorun bakalım! Kim bu kıssayı “solak” okuyor/yorumluyor.
Sayın Eliaçık, Âdemoğulları kıssasından başlayıp; Âdem ve bahçe sahipleri kıssası üzerinden hep sosyal yorumlar çıkarmaktadır. Buna dayanak olarak şu tespiti yapmaktadır. “Kıssadan “Ne yaptı?” sorusuna “Cinayet işledi, adam öldürdü” cevabını alıyoruz. Fakat “Niçin öldürdü? Sebep neydi?” sorusunun cevabı orada verilmiyor. Bunun için Kur’an’ın diğer başka kıssalarına bakmamız gerekiyor.”
12- Eliaçık’ın Âdemoğulları kıssası yorumunda itibar etmediği bir kıssa Yusuf kıssası:
Başka kıssaya bakmak fikrini öne sürerken; Tevrat’a müracaat edip inanılmaz yöntemlerle çıkardığı “bahçe”den, “bahçe sahipleri” kıssasına geçiş yapan Eliaçık’a, göremediği bir diğer kıssayı hatırlatıyoruz. Yusuf kıssası.
Binaenaleyh Kabil’in, Habil’e olan olumsuz tepkisinin altında manevi, duygusal temelli; kıskançlık, hased ve kin olgusunun yattığını da görmek gerekmektedir. “Haset, kendisiyle yerde ve gökte Allah’a isyan edilen ilk günahtır. Gökteki İblis’in Âdem’e olan hasedi, yerdeki ise; Kabil’in Habil’e olan hasedidir.”35
Bu kıskançlık, haset ve kin olgusunu ve olumsuz sonuçlarını, Kur’an’ın beyan ettiği bir diğer kıssada da Yusuf kıssasında da rastlamaktayız. Bu yönüyle her iki kıssanın birlikte anlaşılmasında yarar bulunmaktadır kanaatindeyiz. Yusuf suresindeki Ademoğulları kısası ile benzeşen ayetler şöyledir: “(Kardeşleri) dediler ki: Yusuf’la kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir…. Yusuf’u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da sâlih kimseler olursunuz!”36
Yusuf kıssasının, kardeşlerin kıskançlığının anlatıldığı bu ayetlerinde; kıskançlığın aynı zamanda kardeşleri Yusuf’u öldürmeyi kastetmeye kadar vardığını gözlemlemekteyiz. Âdemoğulları kıssası ile Yusuf kıssası bu açılardan birbirine benzer anlamlar taşımaktadır.
Yusuf kıssasında da Âdemoğulları kıssasında –rivayetlerinde- olduğu gibi ortada mal, mülk, kız, v.b maddi unsurlar yoktur. Olay tamamen manevi, duygusal ortamda kıskançlık, kin ve nefret ekseninde ve çok olumsuz sonuçlara sebep olacak şekilde gelişmektedir. Eğer Yusuf’un(a.s) bazı kardeşlerinin –Ruben ve Yahuda-37 önerileri olmasa o da Habil gibi öldürülmüş olacaktı ki, bu katlin de tek sebebi, sevgi üzerinden yapılan kardeşler arasındaki kıskançlıktır. Ortada mal, mülk, para, kız, v.b maddi olgular yoktur.
İşte yalnızca duygusal olan bu durum –sevgi- bile insandaki hırsı, ihtirası, kin ve nefreti dolayısıyla kıskançlığı gündeme getirmektedir. Kur’an hased/kıskançlığın olumsuzluğunu şu ayetleri ile beyan etmektedir. “..Yoksa onlar, Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar?”38 “Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler.”39 “De ki: "Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur. "Onlar size: Hayır, bizi kıskanıyorsunuz, diyeceklerdir. Bilâkis onlar, pek az anlayan kimselerdir.”40 “Ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden.”41
Âdemoğulları kısasında anlatılan kardeşlerden Kabil’deki kıskançlık, hased vasfına karşılık kardeşi Habil yumuşak huylu halim-selim bir insandır. Çünkü o abisinin öldürme tehditlerine rağmen muvahhid çizgisini bozmadan ona maruf ‘u tavsiye etmektedir. “Diğeri de "Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder" dedi” ayetindeki ifade Habil’in, Allah’a itaatkâr bir kul olduğunun yansıması sözler olarak gözükmektedir. Arkasından gelen ayetlerdeki uyarıları, kardeşini kötü iş işlemekten uzaklaştırmak için sarf ettiği çabaların aksülameli gibidir. “"Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."42
Hz. Yusuf’ta kendisini öldürmeye kasteden kardeşlerine karşı aynı mütevazı, muvahhid çizgide değil midir? “(Yusuf) dedi ki: "Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir."43
Sonuç:
Sözün özü! Kur’an’ın “Yaşayan Kur’an” ya da “Yaşanan Kur’an” olması için kıssaların yorumlarına taklalar! attırıp onları solak! Okumak gerekmez. Kıssalar her yönüyle yaşanılan ortama uyar ve hitap eder. Yeter ki bizler onları kale alalım. Onları yaşamak için okuyalım. Böyle olduğu takdirde kıssalar bizi eğitir ve öğretir. Öğüt ve ibret verir. “Âdemoğulları” ve onların yaşadıkları sorunları bu gün bizler de yaşamıyor muyuz? Hem bireysel hem toplumsal olarak. O halde ortaya çıkan maddi-manevi tüm sorunlarda, Allah’ın emrine muhalif, Kabil’ce! Çözümler yerine, Habil’ce çözümler üretmeliyiz! Allah’a kullukta Habil’ce “muttaki” kullardan olmalıyız. Bilmeliyiz ki, Cenabı Hakk, Kabil’ce “takvasız” kulluk edenlerin kulluklarını “kurban” kabul etmez. Habil’ce “muttaki” olanların kulluklarını “kurban” kabul eder. İşte bunları yaparsanız Âdemoğulları kıssasının amacını yerine getirmiş “Yaşayan Kur’an”ı hayata geçirmiş “Yaşanan Kur’an” yapmışsınız demektir.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Dipnotlar:
2- Taberî, Tarihu’r-rusûl ve’l- mülük “Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, c.I, s.178.
3- İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmil’l-Kur’an,c. IV, s.161.
4- Ali Şeraiti, medeniyet Tarihi, c.I, s.141.
5- http://ihsaneliacik.wordpress.com/2010/03/03/ademin-iki-oglu-kabil-habil-kissasi-ne-anlatiyor-yeni/
6- http://tr.wikipedia.org/wiki/Psikolojik_manip%C3%BClasyon
7- İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur'an, C.II, s.446.
8- http://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=13138
9- İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.445; http://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=13138
10- İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur'an, C.II, s.447.
11- http://ihsaneliacik.wordpress.com/2008/04/09/soylesi-nida-dergisi/
12- http://www.haber10.com/makale/18853
13- D.İ.A, c. XIV, s.378; D.İ.B, A.g.e, c. II, s.254.
14- Tevrat/4Tekvin/2-4.
15- D.İ.A, c. XIV, s.376.
16- D.İ.A, c. XIV, s.376.
17- Tevrat/4Tekvin/3-8.
18- http://strongsnumbers.com/hebrew/7704.htm
19- İngilizce-Türkçe, Teknik Terimler sözlüğü, Field maddesi, s.322.İstanbul–1967.
21- Kitabı Mukaddes, .s.4, Kitabı Mukaddes şirketi, İstanbul-1981; Kitabı Mukaddes, .s.4, Kitabı Mukaddes şirketi, İstanbul-2006.
22- Kur’an/5Maide/27-29.
23- Kur’an/5Maide/31.
24- Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. IX, s.36.
25- İmam Kurtubi, A.g.e, c. IV, s.167-173; Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c. IX, s.36.
26- İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.445;
27- Tevrat/4Tekvin/3-4.
28- Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c. IX, s.27.
29- http://ihsaneliacik.wordpress.com/2010/04/15/soylesi-y-aktuel/
30- Kur’an/5Maide/28.
31- İbn Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim tefsiri, c.I, s.548; Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c. IX, s.27.
32- Kur’an/5Maide/27.
33- Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c. IX, s31.
34- İmam Kurtubi, A.g.e, c. IV, s.160.
35- Afif Abdülfettah Tabbâra, Kur’an’da peygamberler ve peygamberimiz, s.63.
36- Kur’an12Yusuf/8-9.
37- Ruben bunu duyunca, Yusuf'u kurtarmaya çalıştı: "Canına kıymayın" dedi…. (Yahuda) "Gelin onu İsmailîler'e satalım. Böylece canına dokunmamış oluruz. Çünkü o kardeşimizdir, aynı kanı taşıyoruz." Kardeşleri kabul etti. Tevrat/36Tekvin/21-27.
38- Kur’an/4Nisa/54.
39- Kur’an/2Bakara/109.
40- Kur’an/48Feth/15.
41- Kur’an/113Felak/5.
42- Kur’an/5Maide/28.
43- Kur’an/12Yusuf/92. |