ÂDEMOĞULLARI (HABİL-KABİL) KISSASI TEFSİRLERİNDE “İSRAİLİYAT” FACİASI
ÂDEMOĞULLARI (HABİL-KABİL) KISSASI TEFSİRLERİNDE “İSRAİLİYAT” FACİASI
 
 
 
 
Kur’an kıssaları ve diğer kutsal kitap kıssaları arasındaki ilişki:
 
Kur’an’ı Kerim’de zikredilen kıssalardan biri olan Âdemoğulları kıssası, diğer Kur’an kıssalarında olduğu gibi mücmel olarak vazedilmiştir. Kur’an kıssalarının genel bir özelliği olan mücmellik; aynı zamanda Kur’an’ın kendisinden önce nazil olan diğer kitaplara bakışı ile alakalıdır. Kur’an kendinden önce nazil olan Tevrat, Zebur ve İncil’in, Allah’tan nazil olduğunu tasdik eder. “(Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.”[1]  “Elinizdekini (Tevrat'ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin.”[2]  
Dolayısıyla Kur’an, nazil olurken, kendinden önce inmiş ve Arap cahiliye toplumunun arka planını oluşturmuş olan bu kitapların muhteviyatını dikkate alarak muhatap topluma hitap etmiştir. Esasen yukarıda verdiğimiz ayetlerdeki beyanı da bunu gerekli kılmaktadır. Kur’an’ın, Tevrat, Zebur ve İncil’i tasdik etmiş olması onun muhteviyatını da kabul etmesini gerektirir. Nitekim bu olgu Kur’an tarafından şöyle beyan edilir. “Onların ardından da (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab'a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitap'ta Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitap'takini okumamışlar mıydı?”[3] “Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat'ın) önemli bir bölümünü de unuttular.”[4]
Kur’an’da yer alan bu benzeri ayetler, Allah’tan geldiğini tasdik ettiği kitapların, aynı zamanda müntesipleri tarafından tahrif edildiğini açıklamaktadır. Kur’an’ın nüzulü de bu sebepten olmuştur. Yani müntesipleri tarafından tevhid ve hidayet vasıfları karartılan Tevrat, Zebur ve İncil’in; kaybolan bu vasıfları yeni gelen vahiy Kur’an tarafından yeniden ortaya konmuştur. “Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik.”[5] Böylece ”Kur’an kendisinden evvel gönderilen ilahi kitapları yalnızca tasdik etmiyor, aynı zamanda bu kitaplar üzerinde gerçekleştirilen tahrifatı tasdik ediyordu.”[6]
Kur’an’da zikredilen Âdemoğulları kıssası da Tevrat’ta yer alan Âdem’in çocukları Habil ve Kabil kıssasını temel almıştır. Kur’an,  Tevrat’taki verileri göz ardı etmeden, onun hidayete yönelik ve tevhidi açıdan tahrifata uğramış alanlarını yeniden asli haline irca etmiştir. Bu yüzden Kur’an, Âdemoğulları kıssasını mücmel olarak beyan etmektedir. Bunun bir sebebi kendisinden önce nazil olan kitaplarda bahsettiği bu kıssaya dair malumatın yazılı olması ve Arap cahiliye toplumunun da bu kitaplar yoluyla kıssa hakkında bilgi sahibi olmuş olmasıdır.
Kur’an Cahiliyye Arap arka planındaki bu olguyu nazarı dikkate alarak, hitabını mücmel ancak fesahat, belagat ve icazat gibi edebi özellikler yüklü olarak beyan etmiştir. Kıssa incelenirken, Kur’an’ın bu edebî özelliklerine dikkat edilmesi gereklidir.
Bundan ötürü Kur’an’daki kıssalar ve spesifik olarak Ademoğulları kıssası incelenirken Kur’an’daki anlatımların Tevrat verileri ile Kur’an perspektifinde mufassallaştırılması doğru bir metod olacaktır. Nitekim bu anlama metodu Sahabe, tabiin ve diğer kadim kaynak müellifleri tarafından uygulanmış, geçerli yani üzerinde icma olan bir metottur.
Ancak bu metodun önemli bir dezavantajı bulunmaktadır. Eğer bu mufassallaştırmada Kur’an’i perspektif kaçırılırsa yarardan çok zarar getirdiği; Kur’an anlatımlarının mana yoluyla tahrifine yol açtığı da bir gerçektir. Nitekim inceleme konumuz olan Âdemoğulları kıssası bunu bariz olarak yansıtan bir örnekliktir.
 
Kıssalarda İsrailiyat olgusu ve çerçevesi:
 
Öncelikle İsrailiyat adı verilen olgunun çerçevesi çizilmelidir. Çünkü çok detaylı bir ifade olmayan İsrailiyat neleri kapsamaktadır bilinmezse yanlış veya yanlışların da düzeltilmesi mümkün olmayacaktır.
Hz. Ya'kub'u ve onun soyundan olan etnik-dini topluluğu ifade etmektedir. Yakub’un lakabının "İsrail" olduğunu şu iki ayeti ile tasdik etmektedir: “Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in(Yakub'un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrail oğullarına helâl idi.”[7]  “…İbrahim ve İsrail(Yakub)'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir.”[8] 
O halde İslam ilahiyatında, İsrailiyat kelimesine ne anlam yüklenmektedir ona bakalım. Kur’an-ı Kerim'de geçen, "İsrail" kelimesi Tevrat kaynaklı bir kelimedir. Kur'an bu kelime ve kavram ile
 
Tevrat ve Kur'an'da yer alan İsrail kelimesinden türetilen " 'İsrailiyat' İsrailiye kelimesinin çoğuludur. Kelime İsrail'i bir kaynaktan aktarılan kıssa veya hâdise manasınadır."[9]
 
 
M. İslamoğlu, İsrailiyatı şöyle tarif etmektedir: “İsrailiyat, önceleri İsrailoğulları kaynaklı tüm rivayetlere verilen bir isimken, daha sonra İslam kültürüne girmiş tüm yabancı kaynaklı bilgilerin ortak ismi haline gelmiştir.”[10]
Cerrahoğlu İsrailiyat olgusunu şöyle vurgulamaktadır: "Her ne kadar tefsirde İsrailiyat lafzından, Yahudi kültür ve medeniyetinden, tefsire aktarılan rivayetler ve tefsirler anlaşılırsa da, biz bu kelimeyi daha geniş manada kullanarak Yahudi, Hıristiyan ve diğer kültürlerden, İslamiyet'e giren rivayetler olarak ele alacağız."[11] Diyerek İsrailiyat tarifinin içerisine Hıristiyanlık ve diğer dini kültürlerinin de girdiğini ifade etmektedir.
Ancak Cerrahoğlu’nun bu İsrailiyat tarifi de eksik kalmaktadır. A. Aydemir, İsrailiyat kelimesi; "…. her ne kadar tefsire girmiş Yahudi kültürünü ifade ediyorsa da, bunda bir inhisar düşünülemez. İslâm'a ve özellikle tefsire girmiş olan Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlere ait kültür kalıntılarıyla, dinin gerek lehine ve gerekse aleyhine uydurulup Hz. Peygambere ve O'nun muasırları olan sahabe ile müteakip nesillere izafe edilen her türlü haber, İsrâîliyyat kelimesinin manası içine gi­rer. Bir kelime ile İslâm'a yabancı olan her şey bu kelimenin bün­yesinde mütalaa edilmelidir."[12] Diyerek, İsrailiyat kapsamını çok daha genişleterek tanımlamaktadır.
Detaylı bir tarifte olsa bu tarifte de eksik kalan noktalar bulunmaktadır. İsrailiyat kavramı iyi yönde mi kötü ya da olumsuz anlamda mı tanımlanmaktadır burası muğlâk kalmaktadır.
İ. Cerrahoğlu, bu hususta şöyle bir tasnif yapmaktadır: "O halde İsrailiyat denilen haberleri üç kısıma mütalaa edebiliriz:
a) Sıhhati bilinip, kitaba muvafık olanlar. Bunlar makbul olan haberlerdir.
b) Yalan olduğu bilinip, kitaba muhalif olanlar ki, bunların rivayeti asla tecviz edilmez.
c) Sıhhatini tam olarak bilemediğimiz, bu bakımdan ne kabul ve ne de yalanlayabildiğimiz rivayetlerdir. İslamî tefsirdeki ihtilaflar buradan çıkmaktadır."[13]
İsrailiyat kelimesi, sadece Hz. Ya'kub'un, İsrail lakabına istinaden adlandırılan İsrail/Ya'kub oğulları dininden gelen dini rivayetlere atfedilen bir kelime olmasına rağmen; süreç içerisinde kavramlaşması sırasında birçok öğeyi içerisine almış ve karışık bir kavram haline gelmiştir. Bunu neden ifade ediyoruz. İsrailiyat kelimesi önceleri Tevrat ve daha geniş ifadesiyle Yahudi kaynaklarından alıntılara delalet ederken daha sonraları Hıristiyanlık, Sabilik, Mecusilik ve İslam dini müntesiplerine ait iç kaynaklı indî rivayetlerin tümünü içerisine alan bir yapıya dönmüş veya ifade eder hale gelmiştir.
Dolayısıyla İsrailiyat kavramı, Yahudilik, Hıristiyanlık ve diğer dinlerden gelen tüm İslam veya Kur’an dışı malumatı kapsıyor gibi gözükse de, aslında, İslam kültürüne giren, Kur'an noktai nazarından olumsuzluk ifade eden tüm "şeyleri" içine alan bir kavramdır demek daha doğru bir tespit olacaktır. Kur'an ile uyuşan bilhassa Tevrat ve İncil malumatının ve Kur'an noktai nazarından problem teşkil etmeyen diğer aktarımlar, İsrailiyat olarak nitelendirilmemesi gerekir.
İsrailiyat olgusu, neredeyse Kur'an'ın nüzul döneminden başlayarak, mevzu hadisler veya diğer –bilhassa Yahudilikten dönerek Müslüman olan sahabe aracılığıyla- tevatüren, isnatlı veya isnatsız; Kur'an'ın prensiplerine muhalif olduğuna bakılmaksızın sahiplenilerek aktarılmıştır. "…sahabe devrinden itibaren, İsrailiyat denilen menkûlat, ekseriye Kur'an'ı Kerim'de, kısa ve kapalı olarak zikredilen kıssalar etrafında dönmüştü. Bu kapalı kıssalar etrafında meydana gelen boşlukları doldurmak için, diğer mukaddes kitap mensuplarına müracaat edip, onların bu hususta kitaplarında bulunan tamamlayıcı malumatı aktarmışlardı."[14] "Çünkü tefsir kitaplarında nakledilen İsrailiyatın hemen hemen tamamı kıssalarla ilgili bölümlerde geçmektedir."[15]           
Bu hususta İbni Haldun şöyle bir tespitte bulunmaktadır: "Naklettikleri haberler üzerinde dikkatle düşünerek, haber verilen hadise ve olayların vukuunun mümkün olup olmadığına inanarak nakletmedikleri için çok yanılmışlar ve doğru yoldan saparak vahim hata çöllerinde yollarını kaybetmişlerdir."[16]
İslam ilimlerinin tedvini ile birlikte; neredeyse hemen her konudan anlayan ve her şeyi bilen! müfessirler veya tarihçiler tarafından Kur'an kıssalarının mufassallaştırılmasında sahih bir metodoloji inşa edilemediği için; "İsrailiyat" denen, gerek Yahudi-Hıristiyan, gerekse diğer dini ve kültürel ağırlıklı, olur olmaz rivayetler, Kur'an perspektifinden metin tenkidi yapılmadan, kadim İslam kaynaklarından olan tefsir ve tarih kitaplarında yerlerini almıştır. "…bazı müfessirler, Kur'an'ı bidayetten nihayete kadar ayet ayet tefsir etmeye başladıklarından, arada meydana gelen boşlukları, Yahudi, Hıristiyan haberleriyle kapatmak yoluna gitmişlerdir. Bu bakımdan tefsirde, birbirine zıt lüzumsuz haşviyat zuhur etmiştir."[17] 
Prof. Cerrahoğlu bu hususta müfessirleri, ağır sözlerle itham etmektedir. "Bu gibi menkûlat, zamanla çoğalmış, gafil olan müfessirler kitaplarını, çeşitli merviyyatla doldurmuşlardı."[18]
Dolayısıyla olur olmaz, Kur'an noktai nazarından metin tenkidi yapılmamış tüm olumsuz manadaki "İsrailiyat adı altında toplanan rivayetlere "İslam mitolojisi" ya da İslam folkloru" adını vermek mümkündür."[19]
Bu kadim İslam kaynakları silsilesi ile günümüze kadar gelen bu "mitolojik" ya da "folklorik" "İsrailiyat" kıssa kültürü, Kur'an'i gerçeklerin arada kaybolduğu! Ya da örtülüp sislendiği metinler olarak bize ulaşmıştır. Kıssalarda geçen olaylardaki nedensellik, sebep-sonuç ilişkileri yok olmuştur. Bu "mitolojik" ya da "folklorik" "İsrailiyat" olgusu, Kur'an noktai nazarından, Kur'an kıssalarının anlaşılması açısından olumsuzluk arz etmektedir.
Bu olumsuz duruma alternatif getirmek isteyen "çağdaş" müfessirler ise tam tersi bir yol tutarak geleneğin tüm yorumlarını ya kale almayarak ya da çok geri plana iterek, kıssaları "akılcı" "rasyonal" olarak ya da onlara "sembolik" anlamlar yükleyerek yorumlamaya çalışmışlardır. Geçmiş dönemlerde "İsrailiyat" ile ifrat noktasına ulaşılan mufassallaştırma olgusunu, "Rasyonalite" ya da sembolizm ile tefrit olumsuzluğuna evirmişlerdir.[20]
Bizim, Kur'an kıssaları ile ilgili çeşitli yazılarımızda yer alan ve bilhassa bu yazımızda üzerinde duracağımız "Âdemoğulları (Habil-Kabil) kıssası tefsirlerinde “İsrailiyat” faciası" yazımız, olumsuz anlamdaki rivayetlere verilen anlam olan “İsrailiyat” üzerine olacaktır.
 
Âdemoğullarının kurban sunma nedeni üzerinde oluşturulan İsrailiyat:
 
Kur’an’ı Kerim’deki Âdemoğulları kıssasının mücmel beyan edildiğini belirtmiştik. Bu mücmelliği Tevrat’ta yer alan Habil-kabil kıssası anlatımları ile mufassal hale getirmeye çalışan müfessir ve siyercilerimiz işin dozunu kaçırarak Tevrat’ta da yer alamayan kendi indî mütalaalarını ortaya koymuşlardır.
Çünkü Âdemoğulları kıssasındaki kurban’ın neden dolayı sunulduğunun ne Kur’an ne de Tevrat ve İncil kitaplarında açıklaması yoktur. Bu durumu fark eden âlimler indî mütalaalarını eserlerinde serdederek bu sorunun cevabını vermeye çalışmışlardır. Şimdi bunlara bir örnek vererek üzerinde analiz yapmaya çalışalım.
 
a- İnsanlığın üremesi üzerinden çıkarsamalar:
“Allah Teâlâ, zaruret hali mevcut olduğu için Hz. Âdem’in erkek çocuklarının kız çocuklarıyla evlenmesini emretmişti. Ve söylendiğine göre; Hz. Âdem’in, her batından bir erkek bir de dişi çocuğu doğuyordu. Habil’in bacısı çirkin, Kabil’in bacısı güzeldi. Kabil, öz kardeşini tercih etmek istedi. Hz. Âdem ise buna müsaade etmedi. Ancak Allah’a birer kurban takdim etmeleri gerektiğini; kimin kurbanı kabul edilirse; Kabil’in bacısının onun olacağını bildirdi. Habil ve Kabil kurbanlarını sundular. Habil’in kurbanı kabul edildi. Kabil’in ki kabul edilmedi.”[21]
 “Yine, bu hususta Cafer-i Sadıktan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Hz. Âdem hiçbir zaman kendi kız çocuğunu kendi oğlu ile evlendirmezdi. Böy­le bir şey yapmış olsaydı, Peygamber(sav) bu işten yüz çevirmezdi Âdem'in dini hiçbir zaman Peygamber(sav)'ın dininden farklı değildi. Yüce Allah, Âdem ile Havva'yı yeryüzüne indirip onların bir araya gelmesini sağlayınca, Hz. Havva bir kız çocuğu doğurdu. O da buna Anâk adını verdi. Bu kız fa­hişelik yaptı. Yeryüzünde ilk fahişelik yapan odur. Allah da üzerine onu öl­düren birisini musallat etti. Daha sonra Hz. Havva, Kabil'i doğurdu, sonra da Habil'i doğurdu. Kabil, olgunlaşınca Allah ona, cinlerin çocuklarından Ce­male adında bir kadını İnsan suretinde gösterdi. Hz. Âdem’e de Bunu Kabil ile evlendir, diye vahyetti. O da onunla evlendirdi. Habil yetişip olgunlaşınca, yüce Allah, Hz. Âdem’e yine insan suretinde bir huri indirdi. Bu huriye rahim yarattı. Bunun da adı Bezle idi. Habil onu görünce onu sevdi. Allah, Hz. Âdem’e, Bezle ile Habil'i evlendir diye vahyetti, o da bunu yaptı. Bu se­fer Kabil dedi ki: Babacığım, ben kardeşimden yaşça daha büyük değil mi­yim? Hz, Âdem: Evet dedi. Bu sefer Kabil şöyle dedi: O halde ben, senin ona yaptığına ondan daha layık değil miydim? Hz, Âdem ona: Oğlum, bana bu şekilde davranmayı Allah emretti. Lütuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine ve­rir. Kabil: Allah'a yemin ederim ki hayır böyle değil, onu sen bana tercih et­tin deyince, Hz. Âdem şöyle dedi: Haydi birer kurban sununuz. Hanginizin kurbanı kabul olunursa, o fazilete daha layıktır, dedi.”[22]
İslam âlimlerinin üzerinde ittifak ettikleri; Hz. Âdem’in erkek çocuklarının kız çocuklarıyla evlenmesi yorumu ne Kur’an’ın ne de Tevrat’ın içeriğinde beyan edilmemektedir.
Kadim İslam kaynaklarında yer alan bu ve benzeri rivayetler sadece İslam kaynaklarında değil Yahudi tefsir kaynaklarında da bulunmaktadır. “ Kabil ile ikizinin yeryüzünde doğdukları, iki kızdan daha güzel olanı kimin alacağını tesbit için Kurban takdim ettikleri (….) şeklindeki rivayetler Tevrat tefsirlerinde de yer almaktadır. Apokrif kabul edilen, hem Süryanice hem de Arapça nüshaları bulunan “Hazineler mağarası” (La caverne des trésors) adlı kitapta da aynı bilgiler bulunmaktadır.“[23]
İslam âlimlerinin ya Yahudi kaynaklarından etkilenerek ya da tamamen kendi indî görüşleri olarak; ilk insanın üreme ihtiyacından hareketle ürettikleri bu yorumlar, ilk kaynaklardan, günümüz tefsir ve tarih kitaplarına kadar nakledile nakledile, şerh edile edile gelmiştir. Sanki kesinkes doğru bir kabul gören bu yorumlar Müslüman toplum tarafından da benimsenerek bir tabu haline gelmiştir.
Oysa bu yorumların Kur’an ayağı hiç yoktur. İlk dönemde böyle evliliklerin olduğunu bilmek gaybi bir marifeti gerektirir ki, bunun da Kur’an’ın haricinde edinilmesi mümkün değildir. Hz. Peygamber bile bu konumda olmadığını Kur’an şöyle açıklamaktadır: “(Resûlüm!) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip) sakınanlarındır.”[24]  “İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).”[25]
O halde müfessir ve siyer âlimlerimiz bu gaybi bilgiyi nereden almışlardır? Bu sorunun cevabı sadece ve sadece, Âlimler indî yorumlarda bulunmuşlardır, dolayısıyla bu yorumların doğruluğunun Kur’an’i bir dayanağı yoktur olacaktır.
 
b- Toprak/mülkiyet üzerinden çıkarsamalar:
İşte bu yüzden günümüz müellifleri de kadim kaynak sahiplerinin uyguladığı tarzı tefrit olarak uygulayarak onlar da Habil ve kabil’in sahip oldukları toprak/mülkiyet yüzünden ihtilaf etmelerine çözüm olarak Kurban sunduklarını iddia etmişlerdir. ““Demek ki Kabil, kardeşi Habil’e “Bu bahçe benim, vermem” dedi. Bahçesinin etrafını “çit” ile çevirerek özel mülkiyeti haline getirdi. Habil ise buna karşı çıkarak, burada herkesin, özellikle de yoksulların hakkı olduğunu söyledi. Yerlerin ve göklerin mülkiyetinin Allah’a ait olduğunu, topraktan, sudan, ateşten, ağaçlardan, meyvelerden tüm insanların eşit yararlanma hakkı bulunduğunu söyleyerek bunları kendine ait kılamayacağını söyledi…. “Kabil’in sunusunun (kurbanının/yakınlaşma isteğinin) kabul edilmemesinin sebebi işte buydu.”[26]
Çağdaş İsrailiyat’ta! İse alternatif bir yorum getirilmesine rağmen onun da kadim tefsir ve siyer kitaplarında yer alan yorumların düştüğü açmazdan kurtulması mümkün değildir. Yani bu çağdaş yorumlar da Kur’an ve Tevrat’ın verilerinden hareket etmemişler tamamen indî yorumlar sunmuşlardır. Bu hususta açıklamalarımız için bakınız:[27]
Çağdaş yorumcuların Ademoğulları kıssasındaki ihtilaf hakkında ileri sürdükleri toprak/mülkiyet iddiasının Yahudi teolojisinde de olduğunu gözlemlemekteyiz. “Yahudi literatüründe Kabil’in Habil’i öldürmesine toprak kavgasının sebep olduğu da ileri sürülmüştür.”[28]
 
Habil’in takdim ettiği Kur’ban hakkında oluşturulan İsrailiyat:
 
“Habil'in sunduğu kurban ise -koyun sahibi olduğundan dolayı- bir koç idi. O bunu, koyunlarının en iyileri arasından seçmişti. İkisinden birininki kabul olunmuş. Cennete kaldırılıp yükseltilmişti. Bu koç, Hz. Îsmail’e fidye olarak gönderilinceye kadar orada otlayıp durmuş­tu. Bunu, Said b. Cübeyr ve başkaları ifade etmiştir.”[29] Âdemoğulları kıssası ile Hz. İbrahim-İsmail kıssasını bağlayan bu İsrailiyat’ta; gaybi -ne kurban edildiği, nasıl kabul edildiği, bu kabul nasıl bildirildi gibi- olan bir konu hakkında eklektik bir çabayla ortaya mitolojik bir inanç getirilmektedir. Sunulan bu görüş tamamıyla indî ve Kur’an perspektifine aykırı bir rivayettir.
 
Hz. Âdem’in Habil Kabil’e emanet etmesi üzerine oluşturulan İsrailiyat:
 
“Diğer bir rivayette ise Kabil'in Hâbil'i öldürmesi şu şekilde olmuştur: Âdem(a.s.) (hac yapmak için) ortadan bir ara kaybolmuştu. Yola çıkmak istediği zaman göğe hitaben: «Çocuğumu emanet olarak sen ko­ru» dedi, fakat gök bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Hz. Âdem yere ve dağlara aynı hitabım tekrarladı; fakat onlara bunu kabullenmekten çekin­diler. Bu defa Hz. Âdem bu vazifeyi oğlu Kabil'e teklif etti; o da bu tek­lifi kabul edip babası Âdem (a.s.)'e: "Evet gidebilirsin, döndüğün zaman onu istediğin gibi bulacaksın" dedi. Nihayet Âdem(A.s.) yoluna devam et­ti; fakat durum anlatacağımız gibi gerçekleşti. Bu hususta Allah(c.c.) şöy­le buyurur : «Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik de onlar bu­nu yüklenmekten çekindiler ve endişeye düştüler. İnsan bunu sırtına yük­lendi; çünkü o çok zalim, çok cahildir.» (Ahzâb, 72).”[30]
Kur’an’daki, Âdemoğulları kısasında, Hz. Âdem ile ilgili sadece “Âdemoğulları” tanımlamasındaki Âdem ismi geçmektedir. Bundan ötürü Hz. Âdem ile ilgili anlatım ve Ahzab suresi 72 ayetinin nüzulü sebebi olarak belirtilen bu olay tamamen âlimlerin indî görüşlerinden oluşmuş sahih olmayan bir rivayettir.
“Müfessirlerin çoğunluğuna göre buradaki (Ahzab suresi 72. ayet) emanet, Allah’ın, kullarına ver­miş olduğu emanettir. Bu da Allah’ın, kullarına emrettiği farzlar veya kulların­dan istediği itaat yahut kullarına gönderdiği diri veya kulun, cünüplükten yıkan­ması yahut kadının, kendisine bir emanet olan iffetini koruması veya Allahın koy­duğu cezalardır. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu emanetler Âdeme arz edildi ve ona:" "Bunları al, eğer bunlara itaat edersen seni bağışlarım, şayet ihanet edersen sa­na azab ederim." denildi. Âdem:" ettim." Dedi (…..) Diğer bir kısım müfessirlere göre ise buradaki "Emanet" den maksat in­sanların birbirlerine emanet ettikleri şeylerdir. Zira kul hakkı tövbe etmekle ödenmez ancak hak sahibinin hakkını helal etmesiyle ödenmiş olur. Bu itibarla insanlığın yüklendiği, ağır bir yüktür. Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmuştur. Şehidin her günahı affedilir. Ancak borcu (kul hakkı) hariç. Diğer bir rivayette: "Allah yolunda öldürülmek her şeyi affettirir. Borç (kul hakkı) hariç." buyrulmuştur. Taberi buradaki "Emanet'ten maksadın, "bütün emanetler" olduğunu, hem Allanın kullarına gönderdiği dini emanetleri hem de kulların birbirlerine verdikleri emanetleri kapsadığını söylemiştir.”[31]
 
Kabil’in Habil’i gömmesi üzerinde oluşturulan İsrailiyat:
 
Kur’an, Habil’in cesedi ve gömülmesi hakkında şu açıklamayı yapar: “Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Katil kardeş) "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, kardeşimin cesedini gömeyim" dedi ve ettiğine yananlardan oldu.”[32] Yani Kur’an, Habil’in cesedinin nereye gömüldüğünü beyan etmemektedir. Tevrat’ta da buna dair bir açıklama yer almamaktadır.
            Buna rağmen tefsir ve siyer âlimlerimiz gaybi olan bu konu hakkında indî mütalaaları üzerinden tam bir facia! Addedilebilecek bir vasat oluşturmuşlardır. Şimdi bunu örnekleyerek üzerinde analizlerimizi yapalım.
 
a- Habil’in öldürüldüğü yer üzerine oluşan İsrailiyat:
            “Onun öldürülmesi de Hira Dağı'nın yamaçlarında tahakkuk etmişti. Bu öldürülme hadisesinin Basra da, Ulu Caminin yerinde olduğu da ileri sürülmüştür.”[33]
“Bu olay ise, -Mekkede'ki bir dağ olan- Sevr'de olmuştu. Bunu da İbn Abbas söylemiştir. Bunun, Hıraya yakın olan Akabe yakınlarında ol­duğu da söylenmiştir. Bunu da Muhammed b. Cerir et-Taberî nakletmiştir. Cafer es-Sadık ise der ki: Bu öldürme olayı, Basra'da Mescid-i Azamın bu­lunduğu yerde cereyan etmiştir.“[34]
“ (Basra)'da veyahut (Cebel-i Hira) yoku­şunda katlettiği mervidir.”[35] “…aldığı bir taş ile kardeşini Hindistan'da öldürdü. Doğrusunu en İyi bilen Allah'tır.”[36]
“Şam’ın kuzeyindeki bir dağda “Mağaratu’-Dem” (kan mağarası) isminde bir mağara vardır. Burası Kabil’in kardeşini öldürdüğü yerdir.”[37]
Bu rivayetlerin hiç birinin sahih bir dayanağı yoktur. Tamamen yakıştırma veya tahmin diyeceğimiz bir usül ile ortaya atılmış yorumlardır. İşin ilginç tarafı Habil’in nerede öldürüldüğünün bir önemi olmamasına rağmen bu hususta görüşler ileri sürülerek Tefsirler ve siyer kitapları İsrailiyat ile doldurulmuştur.
Daha da ilginç olanı bir önceki eserden nakil yapan âlimimiz de bu olgu hakkında hiçbir eleştiri yapmadan kendi eserine bu rivayeti koyarak bir sonraki kaynaklar için daha kuvvetli! Bir görüş olarak bu İsrailiyat faciasına! Çanak tutmuşlardır.
 
b- Habil’in nasıl öldürüldüğü üzerine oluşturulan İsrailiyat:
Kabil’in, Habil’i öldürmesi üzerine yapılacak en makul yorum şu şekildedir: “Kabil kardeşine, "Haydi kıra çıkalım" dedi. Çıktıklarında üzerine atlayıp hemen onu öldürdü.”[38] Tevrat’ta yer alan bu ifade de Kur’an’daki "Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder" dedi (ve ekledi:) "Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmekiçin el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."[39] Ayetinin mufassal hali gibidir. Kabil tehdit ettiği kardeşi Habil’i suikast sonucu katletmektedir. Kur’an ayetinin Tevrat ifadesi ile mufassalaştırılması ile böyle bir olayın geçtiğini anlayabilmekteyiz.
            Buna mukabil İslam kaynaklarında Âdemoğulları hakkında çok çeşitli öldürme ve öldürülme anlatımları mevcuttur. “Katlin keyfiyeti, şeytan'ın talimiyle uy­ku halinde başına taş vurmak suretiyle olduğu mervidir.”[40]
 “Bu hususta şöyle bir rivayet bulunmaktadır: Kabil, Hâbil'i nasıl öldüreceğini bilemiyordu. Derken, iblis, eline bir kuş alıp onun başına taşla vurarak öldürmüş vaziyette Kabil'e göründü. ' Böytece Kabil, öldürmeyi İblisten öğrendi. Sonra da, bir gün Hâbil'i uyurken buldu. Elindeki taş ile onun başına vurdu, o da bunun üzerine öldü.”[41]
 “Rivayet olunduğuna göre, Kabil kardeşini nasıl öldüreceğini bilmiyordu. O bakımdan îblis, bir kuş -veya bir başka hayvan- getirip, Kabil kendisine ha hususta uysun diye, başını iki taş arasında ezdi. O da böyle yaptı. Bu açık­lamayı İbn Cüreyc, Mücahid ve başkaları yapmışlardır, İbn Abbas ile îbn Mes'ud da derler ki: Kardeşini uyurken buldu, bîr taş ile kafasını ezdi.”[42]
Kabil’in, Habil’i öldürmesinin şekli ile alakalı olarak, Kur’an perspektifinde en ideal yorumu Taberi yapmaktadır. “Hz. Âdem'in oğullarından birinin, diğer kardeşini ne şekilde öldürdüğü ihtilaflıdır. Süddi Ebu Mâlik, İbn-i Abbas, Abdullah b. Mes'ud ve diğer bazı sahabelerden nakledildiğine göre Hz. Âdem'in katil oğlu, kardeşini uyurken yakalamış ve basını iki taşın arasına koyup ezerek öldürmüştür. İbn-i Cüreyc ve Mücahid'e göre ise katil olan kardeş, diğerini nasıl öldü­receğini bilememiş, Şeytan ona bir kuş şeklinde gelmiş, başka bir kuşu kafasından yakalamış, onu iki taşın arasına koymuş ve ezerek öldürmüş böylece katile, kardeşini nasıl öldüreceğini göstermiştir. Taberi diyor ki: "Tercih olunan görüş şudur: Kabil Habil'i öldürmüştür. Ancak öldürme şeklinin nasıl olduğu kesin olarak bildirilmemiştir. Öldürülen Habil, birinci görüştekilerin zikrettikleri şekilde de öldürülmüş olabilir ikincile­rin zikrettikleri şekilde de." [43]
Taberi’nin belirttiği “Kabil Habil'i öldürmüştür. Ancak öldürme şeklinin nasıl olduğu kesin olarak bildirilmemiştir.” İfadesi, Kur’an’daki bu olayın anlaşılmasının tek ve doğru, sahih olan yorumudur. Bunun haricinde arz edilen tüm yorumlar “gaybı taşlamak”tan öteye gitmeyen İsrailiyat’tır.
 
c- Kabil’in cesedinin gömülmesine dair oluşturulan İsrailiyat:
“Rivayet olunduğuna göre Kabil, Habil'i öldürdükten sonra onu bir çuvala koymuş ve omzunda yüz yıl süreyle durmaksızın taşıyıp yol almıştır. Bunu Mücahid söylemiştir İbnül-Kasım ise Malikten bir sene taşıdığını rivayet etmektedir. Îbn Abbas da böyle demiştir. Onun, kardeşinin cesedini kokuncaya kadar taşıdığı da söylenmiştir. “[44]
“Abdullah b. Abbas'a göre Kabil, kardeşi Habil'i öldürdükten sonra onu bir tulumun içine koyarak bir yıl omzunda gezdirmiş. Nihayet Allah teala iki karga göndermiş ve ona, kardeşini nasıl gömeceğini öğretmiştir….Nihayet ölü kokmuş, kuşlar ve yırtıcı hayvanlar onun başı­na toplanmış ve onu yemek için cesedin terk edilmesini beklemeye başlamışlar­dır. Mücahid'den nakledilen başka bir görüşe göre katil olan kardeş, öldür­düğü kardeşini yüz sene sırtında gezdirmiş ve onu ne yapacağını bilememiştir. Cesedi bazen sırtında taşımış bazen da yere bırakmıştır. Nihayet bir karganın, diğer bir kargayı yere gömdüğünü görmüş ve "Yazıklar olsun bana, şu kar­ga kadar olup kardeşimin cesedini gömmekten aciz mişim ha?" demiştir.”[45]
            Anlaşılacağı üzere kaynaklarda yer alan Habil’in cesedi ve defni hakkındaki bu rivayetler aslı astarı, dayanağı olmayan müfessirlerin tamamen indî ve keyfi! Yorumlarıdır.  İşin çok acı tarafı ise Kabil tarafından katledilme zulmüne uğrayan Habil, âlimlerimizin vesilesi! İle bir başka zulme daha uğratılmaktadır. Cesedinin koktuğundan, Leşinin yıllar/yüzyıllar boyu süründürüldüğüne kadar her türlü iftiraya uğratılmıştır. Tefsirlerde yer alan bu İsrailiyat’ın,            Âdemoğulları kıssasının anlaşılmasına hiçbir yararı olmadığı gibi kıssadaki temaları başka tali ve fuzuli konularla örterek mesajlarını örtmekte veya karartmaktadır.
 
Kabil’in sonu hakkında oluşturulan İsrailiyat:
 
“Daha sonra Kabil, Yemen'de Aden topraklarına kaçıp gitti. İblis yanma varıp ona dedi ki: Ateş, senin kardeşinin kurbanını alıp götürdü. Çünkü o, ate­şe ibadet eden bir kimse idi. Haydi sen de, hem senin, hem de soyundan ge­leceklerin mabudu olsun diye bir ateş yak. O da bunun üzerine ateş evi (ateş-gede) inşa etti. Denildiğine göre ateşe ilk tapan kişi odur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İbn Abbastan şöyle dediği rivayet edilmiştir; Kabil kardeşini öldürünce, Âdem Mekke'de bulunuyordu. Bu öldürmenin akabinde, ağaçlarda diken oldu, yiyeceklerin tadı değişti. Meyveler ekşidi, sular tuzlu oldu. Yeryüzü toz-toprağa bulandı. Bunun üzerine Âdem (a.s) şöyle dedi: Yeryüzünde önemli bir olay meydana gelmiş olmalı. Hindistan'a gitti, Kabil'in Habil'i öldürmüş olduğunu gördü. Yine şöyle denilmiştir: Âdem’in yanına giden Kabil'in kendisidir. Yanına varınca ona Habil nerede diye sordu, o da: Bilemiyorum dedi. Sanki beni onu korumakla mı görevlendirdin? Âdem ona dedi ki yoksa o kararlaştırdığını mı yaptın? Allah'a yemin ederim onun kanı şöyle seslenir: Allah'ım, Habilin ka­nını içen bir arza lanet et. Rivayet olunduğuna göre, o andan itibaren yer, ka­nı çekmez oldu. Daha sonra Âdem, yüzyıl boyunca gülmedi. Nihayet bir melek ona gelip: "Hayyakellahu Ya Âdem ve Beyyâk" dedi. Hz. Âdem: Beyyâk da ne demek oluyor, deyince güldürsün demektir, dedi. Bu açıklamayı da Mücahid ile Sa­lim b, Ebi'1-Ca'd yapmıştır. Habil'in öldürülüşünden beş yıl sonra Âdem yüz otuz yaşına basınca, Şi'â adındaki çocuğu dünyaya geldi. Bunun anlamı ise Hibetullah (Allah'ın ba­ğışı) demektir. Yani, Habil'in yerine Allah'ın bağışladığı. Mukatil der ki: Kabil'in Habil'i öldürüşünden önce yırtıcı hayvanlar ve kuş­lar Hz. Âdemden ürküp kaçmıyordu. Fakat Kabil, Habil'i öldürünce, hayvan­lar ondan kaçtı. Kuşlar havaya, yabani hayvanlar çöllere, yırtıcı hayvanlar da ormanlara çekildiler. Durumun değişmesi üzerine Hz. Âdem’in, es-Sa'lebi'nin de başkalarının da naklettiği ve şu beyitlerin de yer aldığı bir çok be­yitten oluşan bir şiir söylediği rivayet edilmektedir: "Değişti yerler ve üzerindekiler Yeryüzü değiştirildi çirkinleşti Tadı ve rengi olan her şey değişti O güzel güleç yüz çok azaldı." el-Kuşeyri ve başkaları der ki: îbn Abbas dedi ki: Âdem şiir söylememiş­tir Muhammed ve diğer bütün peygamberler de şiir yasağı konusunda ay­nı hükümdedir Fakat Habil öldürülünce babası Âdem, Süryanice konuştu­ğu için o dilde ona ağıt yaptı. O bakımdan bu, Süryanice bir ağıt olup, o bu­nu, oğlu Şis’e vasiyet yoluyla vermiş ve şöyle demişti: Sen benim vasimsin. Nesilden nesile aktarılması için bu sözlerimi belle. Onun bu mersiyesi, Ya'rub b. Kahtan dönemine kadar bazı bölümleriyle ezberlenmiş oldu. Ya'rub bunları Arapçaya tercüme edip şiir haline soktu….Şöyle de denilmektedir: Hz. Âdem ona beddua etti, bunun üzerine yerin dibine geçti. Yine denildiğine göre, Kabil Habil'i öldürdükten sonra yabanîleşti ve çöllere çıktı. Ancak, yabani hayvanlardan yiyeceklerini sağlayabili­yordu. O bakımdan yabani bir hayvan ele geçirdi mi, onu ölünceye kadar şid­detle, darbelerle vurur, sonra da onu yerdi. Îbn Abbas der ki: O bakımdan Âdem’in oğlu Kabilden bu yana darbe ile öldürülmüş hayvanı yemek haram olagelmiştir. İnsanoğulları arasında cehenneme ilk sürülecek olan kişi de odur”[46]  
“Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile katil- hâdisesinden sonra Hz. Âdem'in yüz sene daha muammer olduğu halde bir defa olsun gülmediği ve daima böyle çirkin bir vakanın evlâdı arasında vu­kuuna izhar-ı eseften hali kalmadığı mervidir.”[47]
            Âdemoğullarından katil olan Kabil hakkında oluşan bu anlatımlar tam bir mitolojik öyküdür. Aslı astarı olmayan, tamamen “atmasyon” rivayetler ile Âdemoğulları kıssası doldurulmuştur. Rivayetlerin hiç birinin sahih dayanağı bulunmamaktadır.
İşin ilginç yanı bir önceki müfessirden alıntı yapan müfessir, alakası olmayan tamamen indî bir görüş olan Adem’in(a.s) şiir söylediğini hem nakledip hem de bunun üzerinden yeni bir polemik başlatmaktadır. “Hz. Âdem’in, es-Sa'lebi'nin de başkalarının da naklettiği ve şu beyitlerin de yer aldığı bir çok be­yitten oluşan bir şiir söylediği rivayet edilmektedir: "Değişti yerler ve üzerindekiler Yeryüzü değiştirildi çirkinleşti Tadı ve rengi olan her şey değişti O güzel güleç yüz çok azaldı." Yani ne nakil yaptığı müfessirin, nakil yapılan olayı bilmesi, ne nakledip bu nakil üzerinden polemik yapanın bu olayı bilmesi mümkün değildir. Buna rağmen her müfessir bir öncekini noter! Gibi kullanarak istediği gibi atmaktadır! “El-Kuşeyri ve başkaları der ki: îbn Abbas dedi ki: Âdem şiir söylememiş­tir Muhammed ve diğer bütün peygamberler de şiir yasağı konusunda ay­nı hükümdedir Fakat Habil öldürülünce babası Âdem, Süryanice konuştu­ğu için o dilde ona ağıt yaptı.” Yukarıdaki alıntı incelendiğinde söz konusu Âdem’in (a.s) şiir söylediği iddiası; yapılan polemikle Ağıt oldu. Bir sonraki rivayette mersiye, ondan sonra tekrar Arapça şiire dönmektedir.
Daha da ilginç tarafı bu eserleri okuyanların sanki eser sahiplerinin dokunulmazlığı varmış ya da Allah tarafından kutsanmış! Kişiler gibi bir kabulle, onların her anlattığını makul karşılamışlardır. Öyle bir piyasa ortaya çıkmış ki, olmadık bir görüş ileri süren de bunu nakleden de okuyan da Allah rızasını kazanmak amacındadır. Yaptıkları işte Kur’an’i bakışın ne olması gerektiğini sorgulayan yok gibidir.
 
Sonuç:
 
            Kur’an’ın hemen tüm kıssalarında olduğu gibi Âdemoğulları kıssasında da Kur’an’ın anlatımları üzerine kesif bir İsrailiyat sisi çökertilmiştir. Kur’an kıssalarının ve özelde Âdemoğulları kıssasının mesajlarının anlaşılması için bu sisin bertaraf edilmesi gerekmektedir. Öncelikle kıssaların mufassallaştırılmasında sahih bir metodoloji ortaya konulmalıdır.
Kadim tefsir ve siyer kaynaklarında yer alan İsrailiyat, Âdemoğulları kıssasından tasfiye dilerek Kur’an’i bakış ile yeniden değerlendirilmelidir. Âdemoğulları kıssanın anlaşılmasında gayb bilgisine giren sahadaki tüm rivayetlerin reddedilmesi gereklidir.
Âdemoğulları kısası sadece, Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri metodu ve Âdemoğulları kısasının ilgili ayetlerinin, Tevrat ve İncil gibi Kur’an’ın tasdik ettiği kitaplardaki Kur’an perspektifinde bilgilerle mufassallaştırılarak anlaşılmalıdır.
Unutulmamalıdır ki Kur’an’ın beyan ettiği önemli akidevi unsurlardan bir tanesi de Gaybe imandır. Dolayısıyla Tüm kıssalarda olduğu gibi spesifik olarak Ademoğulları kıssasında her olayı detaylandırmak gerekmemektedir. Gaybi sahaları da öylece bırakarak kıssa bu şekilde anlaşılmalıdır. Mesela Âdemoğulları nerede yaşadı? Habil nerede öldürüldü? Âdemoğulları arasında yaşanan bu olaylar sırasında Hz. Âdem neredeydi? v.b gibi gaybi hususlara cevaplar yetiştirmeye çalışılmamalıdır. Aksi durum Kadim kaynaklarda yaşanan İsrailiyat faciasını devam ettirmek olacaktır.
 
 


Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
 
 

Dipnotlar:


[1] Kur’an/12Yusuf/111; Kur’an/35Fatır/31; Kur’an/6Enam/32.
[2] Kur’an/2Bakara/41; Kur’an/2Bakara/91.
[3] Kur’an/7Araf/169.
[4] Kur’an/6Maide/13.
[5] Kur’an/6Maide/48.
[6] Mustafa İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü, s.94.
[7] Kur’an/3Al-i İmran/93.
[8] 19/Meryem/58.
[9] Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, s. 6.
[10] Mustafa İslamoğlu, A.g.e, s. 154.
[11] Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir usulü, s.244.
[12] Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyat, s. 6-7.
[13] Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, A.g.e, s.249.
[14] Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, A.g.e, s.245.
[15] M. Sait Şimşek, Kur'an kıssalarına giriş, s.129.
[16] İbn Haldun, Mukaddime'den aktarımla, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, A.g.e, s.250.
[17] Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, A.g.e, s.252.
[18] Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, A.g.e, s.250.
[19] M. İslamoğlu, Yahudileşme temayülü, s.212.
[20] Bu konuda bakınız: “Çağdaş İsrailiyat” M. İslamoğlu, A.g.e, s.158-181. 
[21] İbn Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim tefsiri, c.I, s.548;
    Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. IX, s.27.
     Taberî, Milletler ve Hükümdarlar tarihi, c. I, s.182.
[22] İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmil’l-Kur’an, c.VI, s.161-162.
[23] D.İ.A, c. XIV, s.377. 
[24] Kur’an/11Hud/49.
[25] Kur’an/12Yusuf/102.
[26] http://ihsaneliacik.wordpress.com/2010/03/03/ademin-iki-oglu-kabil-habil-kissasi-ne-anlatiyor-yeni/
[27] Cengiz Duman, Bir İhsan Eliaçık Klasiği! Âdemoğulları Kıssasında Manipülasyon, http://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=16132
[28] D.İ.A, c. XIV, s.376. 
[29] İmam Kurtubi, A.g.e, c.VI, s.161.
[30] İbnü’l Esir, El Kâmil Fi’t-Tarih, c. I, s. 37-43.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, c. VI, s. 527-528.
[32] Kur’an/5Maide/31.
[33] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c. IX, s.36.
[34] İmam Kurtubi, A.g.e, c.VI, s.168.
[35] Konyalı Mehmed Vehbi, Hülasat’ül Beyan-Büyük Kur’an Tefsiri, c. III-IV, s. 1203.
[36] İmam Kurtubi, A.g.e, c.VI, s.168.
[37] İbn Kesir, El-Bidaye, c. I, s. 94;
     Abdullah Aydemir, İslami Kaynaklara göre Peygamberler, s.40.
[38] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 7/74-77.
[39] Kur’an/5Maide/27-28.
[40] Konyalı Mehmed Vehbi, A.g.e, c. III-IV, s. 1203.
[41] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c. IX, s.35.
[42] İmam Kurtubi, A.g.e, c.VI, s.168.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, A.g.e, c. III, s. 267.
[44] İmam Kurtubi, A.g.e, c. IV, s.167-173; Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c. IX, s.36.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, c. III, s. 268-269.
[46] İmam Kurtubi, A.g.e, c.VI, s.168-172.
[47] Konyalı Mehmed Vehbi, A.g.e, c. III-IV, s. 1204.
 

     CENGİZ DUMAN

        ARAŞTIRMACI -
                  YAZAR


B
İRİNCİ BASKISI, 2011, İKİNCİ BASKISI
 
2015 YILINDA EKİN YAYINLARI TARAFINDAN
YAYINLANAN, KUR’ÂNKISSALARININ TARİHSELLİĞİ;
2013 YILINDA PINAR 
YAYINLARI TARAFINDAN YAYINLANAN,
KUR’ÂN 
PERSPEKTİFİNDEN ÜÇ KRAL İKİ PEYGAMBER;
2015 YILINDA SÜLEYMANİYE VAKFI YAYINLARI
TARAFINDAN YAYINLANAN,   KUR’ÂN PERSPEKTİFİNDEN
 ZÜLKARNEYN VE YE’CÛC ME’CÛC, İSİMLİ ÜÇ KİTABIN
YANISIRA; İNTERNET ORTAMI ÜZERİNDEN YAYINLANAN
 “DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL” VE
 “MECUSİLİK/ZERDÜŞTLÜK DİNİ” İSİMLİ İKİ E-KİTAB’LARIN
YAZARIDIR. KUR’ÂN-I KERÎM KONULARI, KUR’ÂN KISSALARI
 VE TEVRÂT - İNCÎL KISSALARI BAĞLAMI ÜZERİNDEKİ ÇOK
 YÖNLÜ ARAŞTIRMALARI, TÜRKİYE’DEKİ ÖNDE GELEN
İSLÂMİ DERGİLER VE İNTERNET ÜZERİNDEKİ ÇEŞİTLİ
İSLÂMİ WEB SİTELERİNDE HALEN YAYINLANMAKTADIR.
AYNI ZAMANDA “WWW.KURANKİSSALARİ.COM“ VE
 “WWW.KURANKİSSALARİ.TR.GG” WEB SİTELERİ
MODERATÖRLÜĞÜNÜ SÜRDÜRMEKTEDİR.
 
* KİTAP *  




*E-KİTAP*


 
 
 
DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL

Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol