Kıssaların Dili Kitabı, Ashab-ı Kehf Kıssası Orijini ve Halefullah -III
Ashab-ı Kehf Yahudi topluluğu mudur:
Yazar M. Öztürk, “Kıssanın Orjini ve Essene Kardeşliği” alt başlığına; yazısının başında verdiği kadim tefsir kaynaklı, Ashab-ı Kehf kıssası nüzul sebebi rivayetine uygun olan doğru bir ifade ile başlamaktadır. Şöyle demektedir sayın yazar; “Ashab-ı Kehf kıssası çok büyük bir ihtimalle Yahudi kültürüne aittir. Çünkü başta Kehf suresiyle ilgili sebeb-i nüzul rivayetleri olmak üzere birçok delil bunun böyle olduğuna işaret etmektedir.”1
Meşakkatli, uzun ve karışık bir yoldan hareketle veya istemeyerek(!) olsa da, Ashab-ı Kehf kıssasının, sahih olarak anlaşılmasında, metodu doğrultan (!) sayın yazar, bu güzel tespitten sonra bakalım işi nereye vardıracak
Yazısının başında verdiği Kehf suresinin sebeb-i nüzulüne dair rivayeti tekrarlayan yazar; İslam’ın kadim tefsirlerindeki; Ashab-ı Kehf’i, Hıristiyan teolojisinde arayan çalışmaları ve buna dair düşünceleri ve Hıristiyan kaynaklardaki benzeri rivayetleri reddetmektedir. “Ne var ki müfessirlerin ekseriyeti bir taraftan Ashab-ı Kehf’le ilgili ayetlerin sebeb-i nüzulüne dair naklettikleri rivayette Yahudi din adamlarının Hz. Peygambere’e soru sorulmak üzere Mekke’li Müşriklere –biri bu kıssayla ilgili olmak üzere – üç soru verdiklerinden söz etmiş, diğer taraftan da kıssanın tefsiri bağlamında Hıristiyan gelenekteki yedi uyurlar efsanesini nakletmişlerdir. Bu durum, klasik dönem müfessirlerin Ehl-i Kitap kültürü hakkında yeterli bilgi sahibi olmadıklarını, bu yüzden tarihi vakıaya tetabuk etmeyen izahlarda bulunduklarını göstermektedir.”2
Sayın yazar metodu doğrultmuştur ve bu konuda sıhhatli tespitlerde bulunmaya başlamıştır. Bakınız bir başka yerde bu hususta nelerin altını çizmektedir!.. “Hâlbuki bu kıssa hemen bütün müfessirlerin aktardıkları sebeb-i nüzul rivayetinden anlaşılacağı gibi Hıristiyanlık öncesi döneme, yani Yahudi kaynaklarına uzanan çok eski ve sözlü bir geleneğin uzantısıdır. (…) Mesela tabiî müfessir Katade’ye göre 25. ayetteki, “Onlar mağaralarında üç yüz dokuz yıl kaldılar” ifadesi Yahudilere ait bir sözün aktarımıdır. Öte yandan Rakîm kelimesinin etimolojisi de kıssanın Yahudi kültürüne ait olduğuna dair bazı ipuçları içermektedir. (…) Nitekim Yahudi kültürüne vakıf olan Muhammed Esed’e göre de Ashab-ı Kehf kıssası esas itibariyle Yahudi menşelidir. Fakat kıssaya zaman içerisinde Hıristiyan kisvesi giydirilmiştir.”3
Bütün bu tespitlerden sonra Ashab- Kehf’in; Yahudiliğin Essenî mezhebi içerisindeki bireylerden olması üzerinde yoğunlaşan yazar, bu minval üzere serdettiği tarihsel verilere dair mütalaalarda bulunmaktadır. “Son olarak, Ashab-ı Kehf kıssasında kıyamet ve ölümden sonra diriliş gerçeğine işaret edilmiş olmasıyla Essenîlerin bu konudaki inançları arasında da bağ kurmak mümkündür. Çünkü Essenîler çok güçlü bir ahret inancına sahiplerdi. Bu cümleden olarak, öldükten sonra dirilişin gerçekleşeceğine, ahrette iyilerin mükâfat görüp kötülerin/günahkârların ceza çekeceklerine inanıyorlardı.”4
Yazarın “Kıssanın Orjini ve Essene Kardeşliği” alt başlığındaki mezkûr ifadeleri ile sanki Ashab-ı Kehf’in, Yahudi topluluğu olduğu kanaatine vardığını düşünüyorsanız, maalesef veya maateessüf yanılıyorsunuz demek zorundayız. Niye mi nin cevabını, şimdi göreceksiniz.
Ashab-ı Kehf “mesajsız” bir kıssa mıdır:
Kıssaların Dili kitabının yazarı M. Öztürk; "Ashabı Kehf: Efes'in yedi uyurları mı yoksa Essenîler mi?" başlıklı müstakil inceleme yazısının, her alt başlığında Ashab-ı Kehf’i, bir başka dine mensup göstermektedir. “Hıristiyan Kültüründe Efes’in Yedi Uyurları” alt başlığında, Ashab-ı Kehf’i, “Hristiyan” topluluğu olarak lanse edip buna dair tarihsel veriler sunan yazar; “Kıssanın Orjini ve Essene Kardeşliği” alt başlığında ise Ashab-ı Kehf’in “Yahudi” olduğu kanaatini serdederek bu minval üzere tarihsel veriler arz etmektedir.
Buraya kadar Ashab-ı Kehf’in orijini hakkında dağınık, tezat ve muğlâk bir üslup izleyen yazar, yazısının son bölümü olan “Değerlendirme ve Sonuç” alt başlığında, Ashab-ı Kehf kıssası orijini hakkındaki, asıl kanaatini açıklamaktadır. Şöyle diyor yazarımız, Ashab-ı Kehf kıssası orijini hakkında: “…Bize öyle geliyor ki bu kıssa esas itibariyle böyle mesajlar vermek için serdedilmemiştir. Daha açıkçası bu kıssa, başta da belirtildiği üzere Hz. Peygamberin gerçekten peygamber olup olmadığını sınamak ve/veya onu bir takım çetin sorular karşısında cevapsız bırakarak köşeye sıkıştırmak isteyen müşriklerin söz konusu maksatlarla sordukları sorular üzerine nazil olmuştur. Buna göre denilebilir ki kıssanın vahyedilişindeki temel maksat, dinî-ahlakî mesaj vermekten öte Hz. Peygamber’i müşrikler karşısında zor duruma düşürmemek, dolayısıyla nübüvvete helal gelmesini önlemektir.”5
Ashab-ı Kehf kıssası hakkında, kafasındaki düşünceyi sonunda aşikâre eden M. Öztürk’ün bu düşüncesi, kendi orijinal fikri değildir, öncelikle bunu belirtelim. Bakınız kimin fikriymiş görelim? “Bu tür kıssalar, Hz. Muhammed(s)in peygamberliğini ispatlamak ve onun gerçek peygamber olup olmadığını öğrenmek için Mekkeli müşriklerin yönelttiği bazı sorulara cevap vermek üzere nazil olmuştur. Buna Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn kıssalarını örnek verebiliriz.”6 Evet, Ashab-ı Kehf’in orjini hakkında bu ilginç yorumu ilk defa yapan Halefullah’tır ve M. Öztürk, mezkûr yazısında, Halefullah’tan hiçbir alıntı vermeden ve onun adından ve bu fikrin öncüsü olduğundan bahsetmeden, onun fikirlerini kendi kanaati olarak ifşa etmektedir.
Görüleceği üzere M. Öztürk ile M. Halefullah, Ashab-ı Kehf kıssası hakkında aynı fikri ileri sürmektedirler. Yani Hz. Muhammed’i, peygamberlik hususunda sıkıştırmak için ona sorular soran Mekke Müşriklerini ikna etmek üzere nazil olan bu kıssa aynı zamanda ders/mesaj vermek için de nazil olmamıştır. İlginç ve aynı zamanda Kur’an ve onun kıssalarına iftira! niteliğinde değerlendirilebilecek bir iddia.
Bakınız Ashab-ı Kehf kıssasının mesajsızlığı(!) M. Öztürk tarafından nasıl savunulmaktadır. “Hz. Peygamber’in ve ona tabi olan ilk Müslüman neslin Allah yolunda karşılaştıkları sıkıntı ve zorluklara karşı dayanma/direnme güçlerini artırmak, onları kimi zaman teselli kimi zaman motive etmek gibi hususlar da Kur’an kıssalarının serdediliş amaçları arasında kaydedilir. Bununla birlikte, klasik tefsirlerin hemen tamamında yer alan sebeb-i nuzül rivayetlerindeki bilgiler ışığında Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn gibi bazı kıssalarda esas itibariyle dini-ahlaki mesajlar vermek gibi bir maksat gözetilmediği de ileri sürülebilir.”7
Oysa Derveze, Halefullah ve Öztürk’ün iddiasının tam aksine, Kur’an kıssalarının iniş sebebi hakkında nasıl bir tespitte bulunmaktadır görelim ve karşılaştıralım. “Bunlar(Kur’an kıssaları) salt hikâye olsun diye anlatılmamışlardır. Tam aksine öğüt, örneklendirme, uyarma, hakkı kabul ettirme, anlaşılmasını sağlama, eleştirme ve tehdit etme amacıyla sunulmuşlardır.”8
Ashab-ı Kehf kıssasının mesajı hakkında, İslam ansiklopedisi Ashab-ı Kehf maddesinde, Hıristiyanlığa ait “Yedi Uyurlar” kıssası mesajına dair, Hıristiyanların görüşü nasıl verilmektedir: “Diğer taraftan Hristiyanlık’taki yedi uyurlar kıssasını ilk defa Süryaniler’in naklettiği, kıssanın ana hedefi olan ölüm sonrası dirilişin IV yüzyılın ilk yarısından itibaren Süryaniler arasında tartışıldığı…”9 Hıristiyanlar bile, kıssada bir mesaj olduğu üzerinde tartışırken; Halefullah ve M. Öztürk, “mesajsızlık” gibi alakasız bir konu ile okuyucuyu oyalamaktadırlar!..
Kıssaların mutlaka öğüt ve ibret yani tevhidi mesaj üzerine nazil olduğunu şu ayet-i kerime ile anlamak mümkündür. “Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.”10
Dolayısıyla “Kur’an’daki her kıssanın çeşitli gayeleri vardır. Bunlar her kıssada ayrı ayrı olabildiği gibi, bazen bir kıssada birden çok gaye olabilir.(…) O halde kıssaların amaçları Kur’an’ın amaçlarından farklı değildir. Nasıl ki Kur’an inanç, ibadet, ahlak gibi konuları ele alıyorsa kıssalar da aynı konuları ele alır.”11
Bu yüzden hem Ashab-ı Kehf ve hem de diğer bazı kıssaların dinî-ahlakî mesajsızlık üzerine nazil olduğunu iddia etmek, Kur’an’ın iniş amacına ters bir yaklaşımdır kanaatindeyiz. V. Zuhayli, M.Öztürk ve Halefullah’ın; “mesajsız” olduğunu iddia ettikleri Ashab-ı Kehf kıssasından nasıl mesajlar çıkarmıştır bir örnek verelim. "Doğrusu onlar Rablerine inanmış genç yiğitlerdi..." Yani onlar Rablerini samimi olarak tevhîd eden, O'ndan başka ilâh olmadığına tanıklık eden gençlerdi. Biz de akideleri üzerinde kararlılık, Allah'a yönelmek ve Salih ameli tercih etmek suretiyle hidayeti bulma hususundaki başarılarını daha da artırmıştık. Bu buyrukta isyana batan ve batıl dinde derinlere gömülen yaşlılara göre, gençlerin hakka daha bir yönelmek ve doğru yola daha büyük oranda hidayet bulmak istidadında olduklarına işaret vardır. İşte bundan dolayı -İbni Kesîr'in de belirttiği gibi- Allah'a ve Rasulün'e icabet edip çağrılarını kabul edenlerin çoğunluğu genç idi. Kureyş'in yaşlıları ise dinleri üzere kalmaya devam ettiler; onlardan ancak az kimseler iman etmişti. Taberânî ve İbnü'l-Münzir, İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Allah ne kadar peygamber gönderdiyse mutlaka o genç idi. Daha sonra Yüce Allah'ın "İbrahim adında genç bir yiğidin onları diline doladığını işitmiştik, dediler." (Enbiyâ, 21/60); "Hani Musa genç delikanlısına şöyle demişti..." (Kehf, 18/60) ayetlerini okudu. Kehf ashabı hakkında da "inanmış genç yiğitlerdi" diye söz etmektedir. Bu ayet-i kerimedeki "Biz de onların hidayetini artırmıştık." buyruğu, imanın artışına ve insanlar arasında birinin imanının diğerinden üstün olduğuna, imanın artıp eksildiğine, itaatle artıp masiyet dolayısıyla eksildiğine delil gösterilmiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hidayet bulanlara gelince, onların hidayetlerini artırdı ve onlara takvalarını verdi." (Muhammed, 47/17); "İman edenlere gelince bu onların imanlarını artırdı ve onlar birbirleriyle müjdeleşirler." (Tevbe, 9/124) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "İmanlarına iman katılıp imanları artsın diye..." (Feth, 48/4) “12
Ashab- Kehf kıssası üzerine Derveze’nin yaptığı şu yorum bu kıssanın Arap arka planındaki ve Kur’an’ın örnekliğindeki konumunu en güzel şekilde ifade etmektedir. “Böyle bir sorunun yöneltilmiş olması, dinleyicilerin kıssa hakkında belli bir bilgiye sahip olduklarını ortaya koymaktadır. Soruyu soranların kıssa ile ilgili bazı şeyleri bilmeleri, başka insanların kıssa hakkında pek fazla bir bilgiye sahip olmamaları durumunu ortadan kaldırmaz. Bunun yanında böyle bir sorunun, kıssa hakkında detaylı bilgiye sahip oldukları halde, bunun gerçek olup olmadığını öğrenmek isteyen insanlar tarafından sorulmuş olması da ihtimal dâhilindedir.”13
Ashab-ı Kehf kıssasını Derveze’nin vurguladığı bu niteliği ile değerlendirmek istemeyen Halefullah ve onun takipçilerinden biri olan M. Öztürk, kıssayı tarihsel/vakilikten uzaklaştırarak, kıyamete kadarki Kur’an muhataplarının da bu kıssadan mesaj almasını engellemiş olmaktadırlar. Öyle ya, sadece peygamber ve sahabesini, Müşriklerin polemiklerinden kurtarmak için nazil olan mesajsızlık, mesajlı(!) bir kıssa ancak Masal/hikâye niyetiyle veya o döneme ait bir anı olarak okunup geçilmelidir.
Ashab- Kehf ve Zülkarneyn14 kıssalarının mesajsızlığı üzerinde Kur’an perspektifinden bakıldığında olumsuzluk addeden fikirler ileri süren M. Öztürk bu ifadelerinin biraz sonrasında şu zıt iddiada bulunmaktadır. “Nitekim her kıssadan mutlaka bir mesaj çıkarılacağına inananlar için Ashab-ı Kehf kıssasından şu mesajları çıkarabiliriz.”15 Hayda!…
Sayın yazar, rüzgârın durumuna göre(!) tavır almakta; “kızı vermeden, dünürü de küstürmeden” deyiminde olduğu gibi adeta her görüşe temenna çakmaktadır(!) Eğer bu kıssa mesajsızlık içeriyorsa, neden bir mesaj verebileceği görüşünü seslendirmektedir.
Bir öyle bir böyle yalpalayan fikirler eşliğinde okuyucuyu manipüle ederek Halefullah çizgisine getiren M. Öztürk, en son bomba fikri (!) ile kıssanın mesajsızlığı üzerine kanaatini tam olarak yansıtmakta ve kıssanın tarihsel/vakii olmadığını bildirmektedir. "Daha açıkçası, Kur'an'ın çoğu kez fragmanlar halinde aktardığı kimi kıssalardaki özgül tarihselliğin kimi zaman nübüvvet müessessini korumak kimi zaman dinî-ahlâkî bir mesaj sunmak gibi esaslı bir gaye uğruna tağyir edilmiş olması yadırganmamalıdır."16
Bakınız bu cümle içinde geçen “Tağyir” kelimesini sözlük, nasıl tarif etmektedir: “1-Değiştirme, başkalaştırma. 2- Bozma ifsat etme.” Allah tarafından, özellikle ve spesifik olarak Ashab-ı Kehf ve diğer bazı Kur’an kıssalarında yapıldığı ihsas edilen Tağyir’in; Türkçedeki kelime anlamını verdikten sonra yazarın yukarıdaki cümlesini baştan alarak yeniden sunalım: “Çünkü Kur’an’daki kıssalar tarihi malumat aktarmak için değil Hz. Muhammed vasıtasıyla yürütülen risalet misyonuna bir şekilde katkı sağlamak maksadıyla anlatılmaktadır. Bu yüzden anlatılanların Hz. Muhammed’in rolüne ve misyonuna uyarlanması doğal karşılanmalı, dolayısıyla kıssalarda özgül tarihsellik aranmamalıdır. "Daha açıkçası, Kur'an'ın çoğu kez fragmanlar halinde aktardığı kimi kıssalardaki özgül tarihselliğin kimi zaman nübüvvet müessessini korumak kimi zaman dinî-ahlâkî bir mesaj sunmak gibi esaslı bir gaye uğruna tağyir edilmiş olması yadırganmamalıdır."17
“Tağyir” kelimesinden başka birde tam Türkçe bir kelime –Uyarlama- daha sarf eden M. Öztürk; Ashab-ı Kehf ve diğer Kur’an kıssalarında, cenabı Hakk’ın; Arap toplumu arka planında bilinen kıssalar üzerinde Hz. Muhammed’in risalet ve mesajına uygun tağyir(değiştirme)-uyarlamalar yaptıktan sonra Kur’an vasıtasıyla muhatap Arap toplumuna yeniden indirdiğini beyan etmiş olmaktadır.
M. Öztürk’ün bu ifadesi, Halefullah’ın şu iddiasıyla bire bir çakışmaktadır. “Kur’an Arapların edebiyat hayatında yeni bir gelenek oluşturmuştur. Bu gelenek, bazı mitolojiler üzerinde dinî kıssa kurulmasından ibarettir. Bu şekilde Kur’an, Mitolojik anlatımı, yüksek edebiyat türlerinden biri haline gelmiştir. (…) Oryantalistler, Kehf suresindeki, Ashab-ı Kehf ve Musa kıssaları gibi kıssaların bazı mitolojiler üzerine kurulduğunu söylemişler ise deriz ki, bunun Kur’an’a bir zararı yoktur. Çünkü bu (tarz) evrensel edebiyatın ve büyük dinlerin (kutsal kitapların) tarzıdır.”18
B. Bayraklı, Ashab-ı Kehf kıssasının mitolojik nitelikte olmadığı hususunda şöyle bir yorumda bulunmaktadır: "Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rabb'lerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini artırdık."(Kehf/13) Yüce Allah, Hz. Peygamber'e anlattığı Ashâb-ı Kehf olgusunun gerçek olduğunu, onu bir menkıbe olarak görmenin yanlışlığını bu ifadesi ile bertaraf etmektedir.”19
Halefullah’ın ve onun takipçisi M. Öztürk’ün iddiası şudur: Allah, Arap arka planındaki –Ashab-ı Kehf için Yahudi veya Ehl-i Kitap arka planı- mitolojik bir kıssa olan Ashab-ı Kehf kıssasının orijinal halinde, tevhidi açıdan Tağyir/uyarlama yaparak; bu kıssayı peygambere soru sorarak, onu risaleti yönünden geriletilmeye çalışan Mekke Müşriklerini susturmak; böylece Hz. Muhammed’i ve taraftarlarını teselli etmek, onu zor durumdan kurtarmak gayesiyle inzal etmiştir demektedirler. Kıssanın bundan başka gayesi/mesajı/öğüdü olmadığını savunan bu yazarlar; Allah’ın, bir edebiyatçının20, roman-hikâye benzeri edebî eseri üzerinde tağyir/uyarlamalar yaparak olay veya kahramanlarını anlatması gibi Ashab-ı Kehf ve diğer Kur’an kıssalarında da Arap arka planındaki kıssa malumatına Tağyir/uyarlamalar yaptığı iddiasındadırlar.
M. Esed, Halefullah ve M. Öztürk’ten daha yumuşak bir ifadeyle kıssayı tarihi/vakii pozisyonundan temsilî kıssa kategorisine dâhil etmektedir. Yalnız kıssanın bir mesajı olduğunu da teslim! etmektedir. “Kaynağı ne olursa olsun, yani ister Yahudi kaynaklı olsun, ister Hıristiyan kaynaklı, Kur’an'ın bu menkıbeyi bütünüyle temsilî bir anlamda: yani, Allah'ın insanda ölümü (yahut “uyku”yu), ölümden sonra kalkışı (yahut “uyanış”ı) gerçekleştirmesini ve bu arada insanları dinlerinin safiyetini korumak için günah ve kötülükle dolu bir dünyayı terk etmeye sevk eden dinî hassasiyeti yansıtan ve nihayet Allah'ın böyle bir imanı, zamanı ve ölüm olgusunu aşan manevî/ruhanî bir uyanma bahşederek nasıl ödüllendirdiğini dile getiren bir temsîl olarak zikrettiği bir gerçektir…..Yani, Mağara İnsanları hakkındaki bu kıssayı anlatmak ve özellikle Kur’an'ın kendine has üslubu içinde kıssayı temsilîleştirmek suretiyle.”21
Sonuç:
Yazımızın geneli düşünüldüğünde Ashab-ı Kehf kıssasının, Kur’an perspektifinden anlaşılması için öncelikle sahih bir metod ittihaz etmek gerekmektedir diyebiliriz. Aksi halde karışık bir usul –M.Öztürk’ün olduğu gibi- hem Ashab-ı Kehf kıssası ve hem de diğer Kur’an kıssaları hakkında Halefullah’ça “ifrata” ulaşılmasını kaçınılmaz kılacaktır.
Bunun için öncelikle Kur’an-ı Kerim kıssalarının, hitabettiği Arap toplumunun bilinen olay ve kahramanlarından kıssalar serdettiğini kabul etmemiz gerekmektedir.
Kur’an kıssalarının konusu olan bu bilinen olay ve kahramanların Arap toplumu arka planındaki verilerine ulaşmak gerekmektedir. Bunun için ilk olarak Tevrat ve İncil daha sonrası cahiliyye dönemi edebi eserleri araştırılmalıdır. Bunun yanı sıra Arap toplumu hinterlandındaki harabe veya tarihsel kalıntılar, yazıtlar irdelenmelidir. Unutulmamalı ki Kur’an bu veriler üzerine nazil olmuş ve bunları, kıssalarının konusu yapmıştır.
Kadim gelenekte yer alan “sebeb-i nuzül” rivayetleri önemlidir. Çünkü Kur’an’ı ve onun kıssalarını en orijinal/organik biçimde anlayanlar; Kur’an’ın nuzül dönemine, coğrafyasına, diline, tarihine en yakın ve aşina olanlardır.
Bundan dolayı kadim/klasik tefsir ve diğer eserlerin yer aldığı geleneksel anlayışı kale alınmadan –en azından veya lokal/spesifik bir örnek olan bu kıssa için- hareket edilmemelidir. Ashab-ı Kehf kıssasının doğru veya Kur’an perspektifinden anlaşılması da “sebeb-i nüzulü” üzerinden yapacağımız çalışmaya bağlı olarak gerçekleşecektir. Eğer kadim/klasik olarak adlandırdığımız “geleneği” ve Kur’an öncesi nazil olan kutsal kitapları inkâr ederek sahih bir anlayışa ulaşacağımız düşünülüyorsa, Kur’an öncesi tüm malumatın yok olduğu veya Kur’an’ın “sıfır bilgi” sahibi bir topluma nazil olduğunu kabul etmemiz gerekecektir. Bu da çıkmaz bir yoldur.
Bu yüzden Ashab- Kehf’e dair kadim kaynaklarda yer alan sebeb-i nuzül rivayeti esas alınarak; Yahudi arka planındaki Ashab-ı Kehf tipi vakıa anlatımları bazında kıssa tarihsel manada çözümlenilmeye çalışılarak, gerek Essenîler gerekse Makabeler ait Yahudilerin zulüm gördükleri dönemler araştırılmalıdır.
Son olarak şu önemli hususu vurgulayalım. “Fahreddin er-Razî’nin dediği gibi, Ashab-ı Kehf’in yaşadığı zaman ve mekân hakkında bir nas bulunmadığına göre bunu kesin olarak bilmek mümkün değildir.”22 Tespitinde olduğu gibi yapacağımız tarihsel çalışmalar bizleri kesin sonuca ulaştırmasa bile Kur’an’daki, Ashab-ı Kehf kıssası; nazil olduğu dönemdeki Arap arka planındaki yanlış veya doğru olarak bilinen Ashab-ı Kehf olgusu üzerine nazil olmuştur. Alla, az-çok veya yanlış bilinen bu muharref kıssayı, tevhidi ve hidayet edici formatına yeniden irca ederek; Ashab-ı Kehf kıssasına, Kur’an’ın tashih edici mührünü vurmuş ve anlatılan kıssayı, vakii/tarihsel bir olgu olarak tescillemiştir. “Yoksa sen, bizim ayetlerimizden (sadece) Kehf ve Rakîm sahiplerinin ibrete şâyan olduklarını mı sandın?”23 ifadesi, hiç olmayan veya tarihte yaşanmamış bir olguyu kıssa olarak anlatılmadığını ifade eder. Bununla birlikte verilen bir takım coğrafi bilgiler eşliğinde; “Güneşi görürdün: Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi. (Böylece) onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı). İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır, kimi de hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın. Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttali olsa idin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.”24 ifadeleri ile sunulan anlatım, hayali/uydurma(!) bir vakıayı değil, vakii/yaşanmış bir olayı tasvir etmektedir. Olmayan/yaşanmayan bir olayın, böyle canlı tasviri, Allah’a yalancılık! isnadı manasına gelmez mi?
Olmayan bir şey sorulmayacağına göre, yanlış veya eksik olarak bilinen bir kıssa; tevhidi ve hidayet edici formatta yeniden sunulmuştur demektir. Dolayısıyla Halefullah ve Öztürk’ün iddiasındaki gibi kıssanın, cenabı Hakk tarafından; Arap arka planındaki mitolojik tabanlı hali baz alınarak, tevhidi istikamette tağyir/uyarlanmış olduğunu değil, geçmişte Tevrat tarafından anlatılmış veya Tevrat’ın tebliğine inanmış İsrailoğullarının bir kısmı tarafından başlarından geçtiği için örnek ve öğüt olarak rivayet edilmiş, ancak süreç içerisinde tevhidi kulvardan saptırılmış –tahrif edilmiş- hidayet edici vasfı muharref hale gelmiş –olağanüstülükler veya eksiltmelerle tahrif edilmiş- Ashab-ı Kehf kıssası orijinal, tahrif edilmeden önceki haline getirilerek, tevhidi ve hidayet edici özelliği yeniden tesis edilmiştir.
Not: Okuyuculardan ricamız, uzunluğu sebebiyle üç ayrı bölüm olarak sunduğumuz bu yazıyı; bütün bölümlerini ard arda okuyarak, Kur’an’ın Ashab-ı Kehf kıssasının, şimdiye kadar lanse edildiği gibi bir meçhulü mü yoksa bir gerçeği mi anlatmaktadırın üzerinde tefekkür, tedebbür ve tefehhüm etmeleri, buna göre Ashab-ı Kehf kıssası hakkında Kur’an anlatımlarından tefeyyüz edilmelidirler.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Dipnotlar:
1- Mustafa Öztürk, Kıssaların Dili, s.324, Ankara okulu yayınları, Ankara–2010.
2- Mustafa Öztürk, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s.325. Ankara okulu yayınları Ankara–2010.
3- Mustafa Öztürk, A.g.e, s.325–326. Ankara okulu yayınları, Ankara–2010.
4- Mustafa Öztürk, A.g.e, s.329, Ankara okulu yayınları, Ankara–2010.
5- Mustafa Öztürk, A.g.e, s.330, Ankara okulu yayınları, Ankara–2010.
6- Muhammed Ahmed Halefullah, A.g.e, s.266, Ankara okulu yayınları, Ankara–2002.
7- Mustafa Öztürk, A.g.e, s.329, Ankara okulu yayınları, Ankara–2010.
8- İzzet Derveze, Kur’an’ı anlamada usul, s.135, Ekin yayınları, İstanbul–2008.
9- İsmet Ersöz D.İA, Ashab-ı Kehf maddesi, c.III, s. 466, İstanbul–1991.
10- Kur’an/12Yusuf/111.
11- Muhammed Abay, Kur’an Kıssaları, s.30-31,Ensar neşriyat, İstanbul-2007.
12- Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, c. XIII, s. 194,Risale Yayınları, İstanbul–2007.
13- İzzet Derveze, Kur’an’ı anlamada usul, s.143, Ekin yayınları, İstanbul–2008.
Haksöz dergisi, s. 60-68, sayı. 240.
14- Ashab-ı Kehf kıssası benzeri bir iddiaya; mesajsızlık iddiasına maruz kalan Zülkarneyn kıssası ve mesajları için Bakınız: Cengiz Duman, Zülkarneyn Kıssasının Kur'an Perspektifinde Anlaşılması,
15- Mustafa Öztürk, A.g.e, s.330, Ankara okulu yayınları, Ankara–2010.
16- Mustafa Öztürk, A.g.e, s.332, Ankara okulu yayınları, Ankara–2010.
17- Mustafa Öztürk, A.g.e, s.332, Ankara okulu yayınları, Ankara–2010.
18- Mustafa Öztürk, A.g.e, s.216, Ankara okulu yayınları, Ankara–2010.
19- Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c. XI, s. 446, Bayraklı Yayınları,
20- Bakınız. Cengiz Duman, Kıssalar Edebi Eser, Allah Edebiyatçı mı, http://haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=19796
21- Muhammed Esed, Kur’an mesajı, c.II, s. 587-590, İşaret yayınları, İstanbul–1999.
22- İsmet Ersöz D.İA, Ashab-ı Kehf maddesi, c.III, s. 467, İstanbul–1991.
23- Kur’an/18Kehf/9.
24- Kur’an/18Kehf/17–18.