SÂMİRÎ VE ALTIN BUZAĞISI NEZDİNDE ÖĞÜT VE İBRETLER
(TEVHİDİ DEĞERLERDEN UZAKLAŞARAK ŞİRK İNŞA ETMEK)
Giriş
İsrail oğullarının atası İbrahim’@dır. İbrahim peygamber’in en büyük özelliği babası ve kavminin taptığı putları kırarak, o putların acizlik örnekliği nezdinde babası ve kavmini putperestlikten, Allah’a itaate döndürmek için verdiği mücadelelerdir.
“O, babasına ve kavmine: Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor? Demişti.”
”Dediler ki: Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.”
“Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi. “[i]
İbrahim’@in oğlu İshak@ yoluyla, Yakup’@tan sonraki nesli olan, İsrail oğullarının Musa ve Harun peygamberler dönemindeki, Mısır’dan Sina çölüne geçen torunlarının, en büyük cahillikleri ise; ataları İbrahim’in kırdığı putların benzerleri olan altın buzağı putuna taparak; ataları İbrahim’in manevi mirasını lekelemeleridir.
Mısır’daki kölelik yaşamları sırasında Firavuna kulluk emek zorunda kalan İsrail oğullarının, Mısır’dan çıkışının ardından gelen bağımsızlık döneminde bu sefer de putlara kul olmaya yönelmişlerdir. İsrail oğullarının putlara kulluk etme arzuları Kur’an’da şöyle beyan edilir:
”İsrail oğulları'nı denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa'ya dediler ki: "Ey Musa, onların ilahları gibi, sen de bize bir ilah yap." O: "siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz" dedi. Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler de geçersizdir.”[ii]
İsrail oğullarının kalplerindeki bu eğrilik onlara istedikleri yol için vesile açar. Çok geçmeden aralarında Musa ve Harun gibi iki peygamber bulunmasına mukabil, kavimleri içinden birinin yaptığı buzağı heykeline tapmaya başlarlar. Yani put arayanlara, put imal eden de bulunmuştur!
“(Tur’a giden) Musa'nın arkasından kavmi, ziynet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini (tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor? Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zalimler oldular.” [iii]
İşte bu yazımızda; başlarında bir değil iki peygamber olduğu halde; bunun yanı sıra İbrahim peygamber gibi, putperestliğe en büyük savaşı veren azim bir resulün soyundan olup, onun bu mücadelesini bilmelerine rağmen puta tapmaya başlayan İsrail oğullarının şirk bataklığın düşmelerinin nedenini sorgulayacağız.
Bunların hepsi bir yana kendilerini Mısır’daki Firavun zulmünden kurtaran Allah’a, minnet borçlarına karşın, topu topu kırk günlük süre içersinde, Allah’ı bırakıp, Sâmirî’nin yaptığı buzağı putuna tapınma sebeplerini idrak etmeye çalışacağız.
Sâmirî’nin kimliği ve işlediği fiil
Kur’an’ı Kerim’de Taha suresi içersinde üç yerde ismi geçen Sâmirî, İsrail oğulları içersinden bir kişidir. Kur'an-ı Kerim'de Taha suresinde yer alan Sâmirî hakkındaki söz konusu ayetler şunlardır.
“Allah buyurdu: Senden sonra biz, kavmini imtihan ettik ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.” [iv]
“Dediler ki: Biz sana olan vadimizden, kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin (Mısır'lıların) ziynet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.” [v]
“Musa: Ya senin zorun nedir, ey Sâmirî? Dedi.” [vi]
Kur’an, Sâmirî hakkında kişisel bilgi vermemiştir. Kur’an ayetlerinde sadece ismi ve yaptığı fiilin anlatımı yer almaktadır.
Müfessirler, Sâmirî kelimesinin sonundaki (y) harfinden dolayı asıl isminin Sâmirî değil, bir yöreye ait olan insan manasına yani, Sâmirîye’den, Sâmirî’li, Sâmirî taraflarından anlamına geldiğini beyan etmektedirler. Müfessirler buna, Arapça’da (y) harfinin, kişinin memleketi, kavmi ya da kabilesi ile ilgisini göstermek için kullanıldığını dayanak göstermektedirler.
Tefsirler ve tarihi kaynakların bildirdiğine göre; İbrahim peygamber dönemlerinde yaşamış, kadim Mezopotamya kavimlerinden olan Sümerlerin; kurdukları devletin çökmesi üzerine, bugünkü İsrail topraklarında kalan bölgelere yerleşen Sümer topluluklarından bazıları, Sâmir adıyla anılmışlardır. Tevrat’ta Sâmiriye adında şehir ifadeleri geçmektedir.
“Omri, Şemer adlı birinden Samiriye Tepesi'ni iki talant gümüşe satın alıp üstüne bir kent yaptırdı. Tepenin eski sahibi Şemer'in adından dolayı kente Samiriye adını verdi.”[vii]
İsrail oğulları içersinde karışıp kaynaşan yıkılmış Sümer devleti bakiyesi bu topluluklar; Samiriye bölgesinin insan ve ticarî popülâsyonlarının verdiği göç hareketleriyle, zamanla Mısır diyarına da göçmüşlerdir. Hem kadim Mezopotamya kökenleri ve hem de Mısır’da yaşadıkları kölelik zilletinin yakınlaştırdığı Samiriye’liler ve İsrail oğulları, Kıpti’ler tarafından aynı etnik köken ve dinden görülmekteydi.
“Biz İsrail oğullarını oymaklar halinde on iki kabileye ayırdık.”[viii] İsrail oğullarının, Yakup soyu on iki sıbt’tan oluşmaktaydı. Daha sonra Mısır’da İsrail oğullarının yerleşimi ile genişleyen İsrail oğulları içersine onlarla ilişki içersinde olan Samiriye’liler gibi yakın toplulukların katılmasıyla birlikte saf halden dönüşüme uğrayarak büyük bir kavim haline gelmişlerdir. Tevrat’ın sayılar kitabındaki mübalağalı rakamlara göre; Mısır’dan çıkan ve çölde tek tek sayılarak bulunan İsrail oğulları toplam nüfus sayısı 603.550 kişidir. “…onları Musa ve Harun’la İsrail’in on iki beyleri saydılar; bunlardan her biri kendi ata evi içindi… Bütün sayılanlar altı yüz üç bin beş yüz elli kişi idiler.”[ix]
İsrail oğullarının Mısır’dan ayrılan bu kalabalık nüfusu içerisinde onlarla kaynaşmış Sâmirî adıyla anılan, kadim Mezopotamya kökenli toplulukların da olması muhtemeldir. Musa@ ve Harun’@un resullüğünü yaptıkları İsrail oğullarını, putperestliğe eğilimlerini en iyi fark eden ve şirk açısından bunu değerlendiren; Kadim Mezopotamya ve Mısır’ın (putperest) pagan kültürüne yatkın, Sâmirî denilen kişinin bu husustaki ayrıcalığını göstermek, vurgulamak amacıyla Kur’an’da, Sâmirî ismi / sıfatı kullanmış olabilir.
Nitekim Kur’an’daki, Sâmirî kelimesinde kullanılan, belirlilik takısı (El) onun bu topluluk içinden belli bir şahıs olarak nitelenmekte olduğunun ayrı bir işaretidir.
Kur’an’ın, anlattığı şahsiyetleri ön plana çıkarmayan, onları detaylandırmayan daha ziyade yaptıkları iyi ve kötü fiillerin örnekliğini ön plana alan tutumu göz önüne alındığında; ”Sâmirî” kelimesinin, isimden ziyade lâkap olmasının kabulü; Kur’an’ın şahsiyetlerden çok fiilleri ön plana çıkaran tavrına çok uygun bir görüş olduğu kanaatindeyiz.
Kur’an’ın, “Sâmirî onları yoldan çıkardı.” diye bildirdiği “Sâmirî” hakkında, Tevrat’ta hiç bir bahis yoktur. Tevrat metinleri, Kur’an’ın İsrail oğullarını şirke sürüklediğini beyan ettiği, Sâmirî’nin gerçekleştirdiği şirk fiilini, Harun peygamberin yaptığını anlatmaktadır. Tevrat’a göre İsrail oğullarının altınlarını toplayıp ondan buzağı heykeli yapıp tapmalarını sağlayan kişi Harun peygamberdir.
“Halk Musa'nın dağdan inmediğini, geciktiğini görünce, Harun'un çevresine toplandı. Ona, "Kalk, bize öncülük edecek bir ilah yap" dediler”
“Harun, "Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri çıkarıp bana getirin" dedi.”
“Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp Harun'a getirdi”
“Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı yaparak işte sizi Mısır'dan çıkaran Tanrınız budur!" dedi.”[x]
Tefsir kitaplarında yer alan Sâmiri hakkındaki aslı astarı olmayan çeşitli rivayetler ise; Sâmiri’nin oluşturduğu şirk fiiline dikkat çekmekten ziyade, onun hakkında yeni efsaneler örgüsünün ortaya çıkmasına ve Kur’an’ın mesajının üzerinin örtülmesine sebep olmaktadır. Ortaya atılan efsaneler bile, Kur’an’ın bakış açısına ters ve o rivayetler de düzeltilmeye muhtaç olan lüzumsuz tevatürler olmaktan öteye gitmeyen malumat olduğu görülmektedir. Bu yüzden yarar getirmeyecek bir yığın malumatı yazımızda dercetmekten imtina ederek konumuza devam ediyoruz.
Kur’an’daki ayetlerin gidişatı ve içindeki tanımlamalardan, Sâmirî‘nin mücevher işleme veya döküm ustası olduğu ihsas edilmektedir.
“Dediler ki: Biz sana olan vadimizden, kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin (Mısır'lıların) ziynet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.”[xi]
Taha suresinde yer alan bu ayette Sâmirî’nin; İsrail oğullarının ziynet eşyalarını toplayıp, erittiği anlatılmaktadır. Eriyen altın hammaddesinden buzağı heykeli yapan Sâmirî, daha da ustalık göstererek boğanın böğürmesini sağlar. “Bu adam, onlar için, böğürebilen bir buzağı heykeli icat etti.”[xii]
Sâmiri’nin buzağı putunu icat felsefesi ve putçuluğun oluşumu
Sâmiri hakkında kişisel bilgiler vermeyen Kur’an; Musa’nın Allah ile Tur dağı buluşması dönüşü yakalayıp sorguladığı Sâmirî’nin ağzından onun olumsuz şirk fiilini nasıl gerçekleştiğinin anlatımını vermektedir.
“Musa: Ya senin zorun nedir, ey Sâmirî? Dedi.””O da: Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira o elçinin izinden bir avuç (toprak) alıp onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi, dedi.”[xiii]
İşte bu aşamada Kur’an’ın muhteşem icazını görmekteyiz. Kur’an, diğer semavi kitaplardaki kıssa anlatımlarından farklı olarak, kıssaları fragmanlar, bölümler halinde vermektedir. Yani cüzler halinde. İşte bu kısımlar halinde verdiği; Musa ile Sâmirî’ arasındaki bölümde geçen diyaloglar, muhataplara öyle muhteşem ders ve ibretler vermektedir ki; bu ders ve ibretler Musa ve Harun kıssasının tümünün -Tarihi, kronolojik, coğrafi, biyografik, zamansal- anlatımını yapan Tevrat metinleri içersinde yapılan tahrifatlarla detaylara boğularak gözlerden kaçırılmış veya görülemeyecek hal almıştır.
Kur’an’da bölümler, fragmanlar halinde sunulan Musa ve Harun kıssasındaki, Musa ve Sâmirî’ arasındaki kısa diyalog bize; geçmişte ve kıyamete kadar, şirk inançlarının oluşumu ve bu inançların insanları iğva edişindeki sırları açıklamış, ders ve ibret alınmasını temin etmiş olmaktadır.
Musa’@nın sorgusundaki Sâmirî, icat ettiği “altın buzağı heykeli” putunu, şirk unsuru olarak oluştururken; İsrail oğullarını kandırmak onların ilgisini puta yöneltmek için yaptığı en önemli fiili açıklamaktadır. “…Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira o elçinin izinden bir avuç alıp onu attım.”
Müfessirlerin bir kısmı bu ayetteki (fenebeztuha) kelimesini, “içinden, dışarı alıp atmak” olarak kabul etmişlerdir. “…Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira o elçinin izinden bir avuç alıp onu (dışarı) attım.” Buna göre; Musa peygamberin getirdiği dinin unsurlarından bazılarını içinden alıp eksilttim (attım) manası vermişlerdir.
Müfessirler, Yunus peygamberden bahseden “Halsiz bir vaziyette kendisini (denizden) dışarı attık.”[xiv] Ayetindeki (fenebeznahu) “attık” ifadesine istinaden bu yoruma gitmişlerse de hâkim anlam, resulün Tevhidi öğretisi içersine şirk unsurları katarak, Tevhidi öğretiyi, buzağı putu şirkine çevirmeyi başardım şeklinde verilmektedir.
Sâmirî, İsrail oğullarından topladığı mücevherat’tan imal ettiği buzağı putuna, halk tarafından ilgi çekmek ve onları kandırmak için, ona kutsallık izafe edecek, putu Allah’tanmış gibi gösterecek, illüzyonlar kattığını“…Ben, onların görmediklerini gördüm.” sözleri ile ifade etmektedir.
Ragıp el isfehanî’nin Müfredat’ında B,S,R maddesindeki, Basura fiilinin tarifine göre; bu fiil fiziksel görme nezdinde zihinsel kavrama, bilinçli algılamayı da içine aldığı şeklindedir.
Bu kattığı şeyleri halkın göremediği, fark edemediği “Tevhidi” unsurlar olduğunu şu sözlerle açıklamaktadır. “..Zira, o elçinin izinden bir avuç alıp onu attım.” Yaptığı putu Hz. Musa’dan aldığı dini motiflerle bezeyerek İsrail oğullarını kandırdığını ifşa etmektedir. “Bunun üzerine: İşte, dediler, bu, sizin de, Musa'nın da tanrısıdır. Fakat onu unuttu.” [xv]
Dikkat edildiğinde buradaki “elçinin izi” ifadesindeki saklı vurgu, yapılan buzağı putunun “Musa’nın tanrı”sı olduğu vurgusudur. Eğer Sâmirî yaptığı işe “elçinin izinden” bu şekilde “gözbağcılık” yapmasa yapılan put alaka çekmeyecek belki kale alınmayacaktı.
Nitekim İsrail oğullarının Musa’@ya karşı savunmaları içersinde, iradelerinin Sâmirî tarafından saptırıldığını belirtmektedirler. Yani İsrail oğulları Musa’ya tabi olduklarını sanarak Sâmirî’nin illüzyonlarına kandıklarını itiraf etmektedirler.
Çünkü Sâmirî, yaptığı buzağı putuna; bu “Musa'nın da tanrısıdır. Fakat onu unuttu.” diyerek Musa’nın Allah’tan getirdiği Tevhidi unsurlarının bazılarını, buzağı putuna atfettiği anlamlar ile meczederek, buzağı putu merkezli bir şirk felsefesi oluşturmuştu.
“Dediler ki: Biz sana olan vadimizden, kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin (Mısır'lıların) ziynet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.”[xvi]
İsrail oğullarının bu nedamet ifadeleri içersinde aslında; yeryüzü üzerindeki müşrik ileri gelenlerin, geçmişte de gerçekleştirdiği ve kıyamete kadarki süreçte de gerçekleştirecekleri tüm putlarda; putların felsefesi içersine “elçinin izinden” yani “Tevhid”i unsurlardan bir şeyler katacaklarını bildirmektedir. Bu katkılar sayesinde icat ettikleri putlar, Allah ile ilişkilendirilerek, insanların küfre, şirke rağbet etmesinin daha rahat temin edilebileceği ve şirkin sürekliliğinin bu yolla sağlandığı / sağlanacağı Kur’an muhataplarına beyan edilmektedir.
Yine Sâmirî’nin ifadesinde müthiş bir ifşaat daha vardır. “Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi, dedi.” Sâmirî’nin uyduğu nefsin tarifini Allah şöyle yapmaktadır. “…nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder” [xvii] Nefse hâkim olan ise Şeytandır. Şeytan daima kötülüğü emreder. Allah Şeytanın, insana kötü fiiller emretmesini ise şöyle beyan eder.
“Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: "Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim" demiştir.”
"Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler" (dedi). Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.”[xviii]
Sâmirî’nin nefsine egemen olan ve onu şirke bulaştırıp, İsrail oğullarını da kandırmasını sağlayan; insanların tümü için cari düşman, Şeytan aleyhillânedir.
“İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.”
"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi.”[xix]
“De ki: Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise: "Bize gel! " diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (inkârcılığa) mı döndürüleceğiz? De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir.” [xx]
Allah, Sâmirî aracılığı ile İsrail oğullarını denemek istemiştir. “Allah buyurdu: Senden sonra biz, kavmini (Harun ile kalan İsrail oğullarını) imtihan ettik ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.” [xxi]
Kıssanın bu bölümündeki anlatım ile Sâmirî’nin ağzından, kıyamete kadar ki süreçte şirk oluşumu ve insanlığa takdiminin; kıyamete kadarki toplumlar içersindeki, Şeytanın nefislerine egemen olduğu Sâmirî, tiplerinin elinden nasıl gerçekleştiği / gerçekleşeceği mesajı verilerek bunlardan öğüt ve ibret alınması istenmektedir.
Tefsir kitaplarında. “..Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira o elçinin izinden bir avuç alıp onu attım.” İfadesindeki “elçinin izi” ifadesini somut değer olarak algılayan müfessirlerin anlattıkları efsanevî Sâmirî hikâyeleri yer almaktadır. Bu anlatımlar mesajın üstünü örtmekten veya mesajı başka açılara yönlendirmekten başka bir işe yaramayan malûmat olduğu kanaatinde olduğumuz için üzerinde durmuyoruz.
Altın buzağı heykeli
Sâmirî’nin icat ettiği “Altın buzağı heykeli” hakkında bazı tefsirlerde yapılan yorumlarda; kadim Mısır toplumlarında bulunan boğa ve inek tanrıları, Hathor ve Aphis, adı verilen putlar ve bunlara ibadet biçimlerinin; Mısır’da uzun süre ikamet eden İsrail oğulları tarafından özümsendiğini bu yüzden İsrail oğullarında puta tapıcılığa yatkınlık oluştuğunu belirtirler. “İsrailliler Mısır'da dört yüz otuz yıl yaşadı.”[xxii]
Nitekim daha Mısır baskısından ve bu rejime ait kültürlerden sıyrılmadan, başlarında iki peygamber bulunduğu halde putçuluğu talep ettiklerini görmekteyiz.
”İsrail oğulları'nı denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa'ya dediler ki: "Ey Musa, onların ilahları gibi, sen de bize bir ilah yap." O: "siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz" dedi. Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler de geçersizdir.” [xxiii]
Putperest kadim Mısır kültürünün putperestlik etkisinin, İsrail oğullarında başka şekillerde de tezahür ettiğini gözlemlemekteyiz. Allah’ı mücessem hale indirgeme, antropomorfizm.
“Bir zamanlar: Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız, demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı.”[xxiv]
“Onlar Musa'dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, "Bize Allah'ı apaçık göster" demişlerdi.”[xxv]
Heykelin buzağı şeklinde yapılmasının temel sebeplerinden bir tanesinin de; Kur’an’da, İbrahim kıssasında da anlatıldığı gibi, İbrahim’@in eve gelen misafirlerine buzağı ikram etmesi geleneğinden kaynaklandığı kanaatindeyiz. İsrail oğullarının atası olan İbrahim döneminden beri buzağı kültürünün İsrail oğulları içersinde yerleştiği ve toplumun benliklerine işlediği anlaşılmaktadır. Bu yüzden Musa ve Harun ümmetini teşkil eden İsrail oğulları kavmi tarafından buzağı üzerinde bir değer veya kutsallık oluşturdukları aşikârdır.
Türk kültüründe bunun benzeri bir yansıması bulunmaktadır. Gelen misafirlere, kuzu veya koyun ikram edilmesi Türk örf ve adetlerindendir. Ayrıca Türk kültür hayatının her safhasında kuyun ve kuzu motif ve düşüncelerinin yansımalarını görmek mümkündür.
“And olsun ki elçilerimiz (melekler) İbrahim'e müjde getirdiler ve: "Selam (sana)" dediler. O da: "(Size de) selam" dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.” [xxvi]
“Hemen ailesinin yanına giderek semiz bir buzağı getirdi.”
“Onların önüne koyup "Yemez misiniz?" demişti.” [xxvii]
Binaenaleyh İsrail oğullarının, ataları İbrahim peygamber zamanından beri devam ede gelen bu buzağı kültürü ve Mısır Pagan dininin boğa, inek tanrıları etkisi ile mezcedilmesi sonucu, Sâmirî’nin yaptığı heykelin, buzağı şeklinde ortaya çıkarıldığı kanaatindeyiz.
Nitekim Sâmirî’nin, Kadim Mezopotamya kökenli olabileceği tezinin bir yansıması, yaptığı puta buzağı şeklini vermesi onun bu kökenlerinden gelen kültürde yatıyor olsa gerektir.
Musa@ ve Harun’@un Tevhid’e çağrılarına rağmen, Musa’nın yokluğunda Sâmiri’nin yaptığı, buzağı heykeli putuna tapmaya başlarlar.
“Musa'nın arkasından kavmi, ziynet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini edindiler.” [xxviii]
Altın buzağı heykelinin önemli bir özelliği de böğürebilmesiydi. Müfessirlerin bu hususta yaptıkları çeşitli yorumlara rağmen bu mevzunun aslını kavramamız mümkün değildir. Ancak böğürme işlevini, buzağı heykelinin canlı (hayat sahibi) olmasına bağlamak da mümkün değil ve yanlıştır.
“Bu adam, onlar için, böğürebilen bir buzağı heykeli (CESED) icat etti.”[xxix]
Taha suresinde heykel olarak çevrilen “Ceseden” kelimesinin Kur’an’daki diğer ayetlerde kullanımlarına bakalım.
“Musa'nın arkasından kavmi, ziynet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini (ceset) edindiler.” [xxx]
“Biz onları (peygamberleri), yemek yemez birer (cansız) ceset olarak yaratmadık.” [xxxi]
“And olsun biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra o, yine eski haline döndü.”[xxxii]
Dolayısı ile canlılık olmayan bir nesnenin böğürebilmesini bir takım teknik veya başka şeylere bağlamak mümkündür. Bu yüzden Sâmiri’nin ustalığı sayesinde, esen rüzgârlarda, buzağı heykeline verilen akustik veya aerodinamik yapı nedeniyle böğürme sesi çıkardığı şekilde yorumlar olmuş ise de bunlar fantezi düşünce ürünleri olmaktan ileriye gidemeyecektir.
Aslolan buzağı putu cansızdır. Bu puta imalatçısı tarafından yapılan bir takım illüzyonlar o puta canlılık emareleri verse bile bunların kandırmacadan öte şeyler olmadığını Allah; kıssanın diğer ayetlerindeki akli delillerle İsrail oğulları ve dolayısı ile Kur’an muhataplarını uyarmaktadır.
“O şeyin, kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini, kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermek gücünde olmadığını görmezler mi?”[xxxiii]
“Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor?” [xxxiv] Diyerek onun cansızlığı ve hidayet yetisinin olmadığına vurgu yapmaktadır.
Kur’an’ın, put ve putçuluğun yer aldığı diğer ayetlerinde de müşriklerin inançları ne olursa olsun; Allah putların fayda ve zarar vermeğe ve kendilerinden bir şey savmaya güçleri yetmeyen aciz ve cansız varlıklar olduğunu belirtmektedir.
“Allah'ı bırakıp da taptıkları (putlar), hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır.”[xxxv]
“Allah'ı bırakıp da kendilerine göklerde ve yerde olan rızıktan hiçbir şey veremeyen ve buna asla güçleri yetmeyen şeylere (putlara) tapıyorlar.”[xxxvi]
“O'nu bırakıp da kendilerine taptıklarınız ise, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir.”[xxxvii]
“Allah'ın dışında taptıklarınızın ne size yardıma güçleri yeter ne de kendilerine yardım edebilirler.”
“Onları doğru yola çağırmış olsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler.”[xxxviii]
“(Kâfirler) O'nu (Allah'ı) bırakıp, hiçbir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen tanrılar edindiler.” [xxxix]
“Siz Allah'ı bırakıp birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler.”[xl]
Buzağı heykeli yapımında kullanılan mücevherat’ın kaynağı
Kur’an, İsrail oğullarının Musa’@nın yokluğunda Harun peygamberin ikazlarına rağmen put olarak edindikleri buzağı heykelinin “ziynet takımlarından” yapıldığını beyan etmektedir. Tevrat’ta bu ziynet takımları ifadesinin açılımı vardır ve şöyle demektedir.
“Harun, "Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri çıkarıp bana getirin" dedi.”
“Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp Harun'a getirdi”
“Harun altınları topladı,”[xli]
Tevrat’ta, Harun peygamberin, buzağı heykeli yaptığının anlatıldığını ancak bunun doğru olmasının mümkün olmadığını dolayısı ile Tevrat metninde yapılan tahrifat dolayısı ile böyle bir garabetin, elimizdeki Tevrat metinlerinde yer aldığını daha önceki bölümde belirtmiştik. Bunu bir kenara bırakırsak Sâmiri’nin yaptığı buzağı heykelinin İsrail oğullarından toplanan altın mücevherlerle yapıldığını anlamaktayız.
İşin bu aşamasında ilginç bir olayın gündeme getirilmesi gerekmektedir. Yine Tevrat’ta Çıkış kitabında yer alan bir anlatıma göre İsrail oğullarının buzağı heykelinin yapımı için Sâmirî’ye verdikleri altın mücevherlerin aslında kendilerinin malları değil, Mısır’dan çıkıştan evvel Kıptî’lerden, “Böylece İsrailliler onları soydular.” Tevrat’ın ifadesi ile kandırarak soydukları mücevherat olduğu anlaşılmaktır.
“İsrailliler Musa'nın dediğini yapmış, Mısır’lılardan altın, gümüş eşya ve giysi istemişlerdi.”
“RAB İsrailliler'in Mısır’lıların gözünde lütuf bulmasını sağladı. Mısırlılar onlara istediklerini verdiler. Böylece İsrailliler onları soydular.”[xlii]
Hz. Musa ve Hz. Harun’un haberi olmadan Kıptî’lerden kandırarak topladıkları, daha doğrusu, Kıptî’leri dolandırarak edindikleri mücevherlerle; Allah’ın emirlerine aykırı olarak elde ettikleri haksız bu servetleri, Sâmiri vasıtası ile yine Allah’a isyan nesnesi, altın buzağı heykeline feda edilmiş oluyorlardı.
Buradaki kurnazlık “Yahudi kurnazlığı” deyimi olarak yerleşen sözün gerçek halinin bir yansıması olsa gerektir.
Yine Tevrat’tan alıntı yaptığımız bu ifadeler içindeki yapılan; Tevrat’ın ifadesince “Soygun”un emrini Musa peygamberin verdiğini belirten ifadeler; Tevrat’taki tahrifat’ın boyutu hakkında bizleri düşündürmelidir. Soyguncuların başının bir peygamber olması, bunun Tevrat metinlerinde yer alması Tevrat’ın tahrif boyutunu bir kez daha gündeme getirmektedir. Böyle tahriflerle yüklü Tevrat, nasıl insanları hidayete sevk edebilir?
Musa peygamberin Allah ile buluşma dönüşü Harun’@a çıkışması
Harun peygamberin uyarılarına rağmen İsrail oğulları buzağıya tapınmaktan vazgeçmez. Zaten Musa’@nın dönüşü kısa bir zaman sonra olduğu için daha fazla uyarı ve ikaza zaman bulamayan Harun, resullüğünün en zor anlarını yaşarken İsrail oğullarının buzağıya tapınma ayinleri bile gerçekleştirdiklerini Tevrat’ta anlatılanlardan anlamaktayız.
“Ertesi gün halk erkenden kalkıp yakmalık sunular sundu, esenlik sunuları getirdi. Sonra oturup yediler, içtiler, kalkıp âlem yaptılar.”[xliii]
“Musa ordugâha yaklaşınca, buzağıyı ve oynayan insanları gördü; çok öfkelendi.”[xliv]
Hz. Harun kavminin düştüğü şirk batağı karşısında ne yapacağını bilemez bir halde uğraşırken; Allah ile buluşmada olan Musa’ya, Allah tarafından İsrail oğullarının işlediği çirkin şirk fiili bildirilir.
“Senden sonra biz, kavmini (Harun ile kalan İsrail oğullarını) imtihan ettik ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.”[xlv]
Allah ile Musa’nın Tur dağındaki buluşulmalarında geçen diyalogdaki, görmemiz gereken önemli bir nokta vardır. Allah kendisi ile buluşmaya gelen Hz. Musa’ya, ilk olarak, buluşmak için neden acele ettiğini sormaktadır?
“Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevk eden nedir, ey Musa!”
“Musa: İşte, dedi, onlar da benim peşimdeler. Ben, memnun olasın diye sana acele ile geldim Rabbim.”[xlvi]
Allah’ın, Musa peygamberle karşılaşmasındaki “Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevk eden nedir?” sorusunun nedeni aynı zamanda İsrail oğullarının buzağıya tapınmalarının sebebi olduğu anlaşılmaktadır. Musa@ Allah ile buluşmasına, Allah ile buluşmaya duyduğu sonsuz istek sonucu aceleci ve meraklı mizacının da gereği olarak acele gelmiştir. Ancak acele ettiği bir başka mesele daha vardır. İsrail oğullarının imanının kâmil hale gelmesini beklemeden erkenden gelmiştir. Bu yüzden İsrail oğullarını deneyen Allah; onların bu denenmeden başarısız çıktığını dolayısı ile Musa’nın “…onlar da benim peşimdeler.” diyerek, resullük vazifesini tam yaptığını düşünen ve bu yüzden kavminin “Tevhid” çizgisinden ayrılmayacağına emin olan kararındaki düştüğü yanılgıyı anlatmak istemiştir.
İnsanların ve toplumların her an denenecekleri ve bu sınanmaların neticesinin ancak Allah tarafından önceden bilinebileceği, peygamber de olsa kullarından hiç kimsenin bu konularda bilgi ve müdahalesinin olamayacağı gerçeğinin öğüt ve ibret sahnesinin anlatımı, kıssanın bu bölümünde bu kısacık diyalog içersinde bu şekilde sunulmuştur.
Yunus peygamber kıssasındaki, Yunus’@un düştüğü hataya, Musa@ da düşmüştür. Yunus, kavminin bundan sonra iman etmeyeceğine, Allah’tan bir işaret ve emir olmadan karar vererek toplumundan kendi düşüncesi ile ayrılma hatasını işlemiştir. Musa@ da resulü olduğu İsrail oğullarının “Tevhid”den ayrılmayacağı içtihadı ile erkenden, Allah ile buluşmasına giderek; Allah’a ait olan karar ve bilgiyi takdir edememe hatasına düşmüştür.
Musa’nın, Allah ile buluşması dönüşü Harun@,İsrail oğulları ve Sâmirî’ye olan şiddetli kızgınlığı bu hatasının Allah tarafından kendisine açıklanmasının verdiği eziklik duygusundan olsa gerektir.
Musa@ bu psikoloji ile kavminin düştüğü şirk bataklığının sorumluluğunu Harun’@a yüklemeye çalışarak, onun resullük vazifesini yapamadığı kanaati ile sert ve hiddetli tavırlarla Harun’a çıkışır.
“Ey Harun! Bunların dalâlete düştüklerini gördüğün vakit seni engelleyen ne oldu?”
“(Neden) benim yolumu takip etmedin? Emrime asi mi oldun?”
”(Harun:) Ey annemin oğlu! dedi, saçımı sakalımı, yolma! Ben, senin: "İsrail oğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!" demenden korktum.” [xlvii]
Harun’@un İsrail oğullarının şirke bulaşmasına karşı yetersiz kalmasının verdiği buruklukla Musa’@ya cevap verir.
“(Harun)Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma!" dedi.” [xlviii]
“(Harun:) Ey annemin oğlu! Dedi, saçımı sakalımı, yolma! Ben, senin: "İsrail oğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!" demenden korktum.” [xlix]
Harun’@un verdiği cevaplarla düştüğü şokun etkisinden sıyrılan Hz. Musa sakinleşir ve olgun bir tavırla değerlendirmesini yaparak aslında hatanın kendinden kaynaklandığını, Harun’un kavmini ıslah etmek için büyük çaba harcadığı halde kavmini yanlıştan döndüremediğini fevk ederek; her hatalı kulun yapması gerektiği gibi Allah’a tövbe etmeye yönelir.
“(Musa da) Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! Dedi.”[l]
İşte size bir ders daha; Musa’nın örnekliğinde tüm insanlar ve Müslümanlar için cari bir kulluk bir ibadet; hatayı görmek ve hatalardan dönmek için Allah’a yönelerek tövbe etmek.
Sâmirî’nin ve Altın buzağı heykeli’nin akıbeti
“Musa: Defol! Dedi, artık hayatın boyunca sen: "Bana dokunmayın!" diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!” [li]
Hz. Musa’nın Tur dönüşü hâkimiyeti eline alması ile beraber Sâmirî’nin icat ettiği buzağı put’unun; İsrail oğullarının görmediği fakat Sâmirî’nin gördüğü gerçek ortaya çıkar. Sâmirî’nin “elçinin izinden bir avuç aldım ve attım” dediği şey, buzağı putunun, Musa’nın putu olduğu dolayısı ile Put’un Allah’la ilişkisi olma illüzyonuydu. Musa’nın dönüşü ve Sâmirî’nin yaptıklarını reddetmesi hem onun hem de buzağı putunun İsrail oğulları içindeki işlevini kaybettirir.
Ancak mesele bununla kalmaz. Sâmirî yaptığı kötülüğe karşılık öldürülmez, daha ibretli bir cezaya mahkûm edilir. “Hayatın boyunca sen: "Bana dokunmayın!" diyeceksin.” Muhtemelen Cüzam veya mümasili bir karantina hastalığına duçar olan Sâmirî; böylece hem İsrail oğullarından fiilen tecrit ediliyor ve hem de yaşamı boyunca; Allah’a şirk koşmak ve toplumu şirke sevk etmenin cezasını acı içersinde yaşayarak ve diğer insanlara da şirk önderi olmanın cezasına örneklik teşkil ederek çekiyordu.
Musa peygamberin, şirk vasıtası ”Altın buzağı heykeli” putuna ibretlik cezası Hz. İbrahim’in kendi kavminin putlarına yaptığından daha şeditti. Hz. İbrahim kavminin putlarını kırarak kavmini düşündürmek istemiş ve tevhide ulaştırmaya çalışmıştı. Musa peygamber ise kavminin buzağı putunu “..biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!”[lii] Yakıp geriye kalanlarını da denize savuruyordu. Tıpkı müşrik Firavun ve ordusunun denizde helak edildiği gibi..
Firavun, kendisinin Tanrı olduğunu iddia ederek, buzağı putu da Tanrılığa nesne olmaktan, denizde helâk akıbetine uğramış oluyorlardı. İsrail oğullarına, onlardan sonra gelenlere ve kıyamete kadar Kur’an’a muhatap herkese ibretlik bir kötü son… Allah ebedî kalır, Tanrılık iddia edenler ise hiç.
Harun peygamber hakkındaki Kur’an ve Tevrat kıssaları anlatımının arasındaki müthiş farklılık
Tevrat metinlerinde yer alan İsrail oğullarının buzağıya tapınma hadisesi anlatımındaki, Harun peygambere yüklenen şirk iftirasına dikkat etmek lazımdır.
“Halk Musa'nın dağdan inmediğini, geciktiğini görünce, Harun'un çevresine toplandı. Ona, "Kalk, bize öncülük edecek bir ilah yap" dediler”
“Harun, "Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri çıkarıp bana getirin" dedi.”
“Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp Harun'a getirdi”
“Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı yaptı ve sizi Mısır'dan çıkaran Tanrınız budur!" dedi.”[liii]
Alın size Tevrat’ın şirke bulandırılmış muharref yüzü. Yapılan tahrifatlarla, Tevhidin önderi bir peygamber,”Şirkin önderi peygamber” haline getirilmiş. İşte size Kur’an’ın iniş nedeni, Şirke bulanan semavi kitaplardaki tahrif edilen doğruları açıklamak, tevhidi yeniden inşa etmek.
Muharref Tevrat, Harun peygamberi; put yapıcısı ve şirkin önderi olarak beyan ederken, bakınız Kur’an, Harun’@un tevhidi çabalarını nasıl anlatmaktadır.
“Hakikaten Harun, onlara daha önce: Ey kavmim! Demişti, siz bunun yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz çok merhametli olan Allah'tır. Şu halde bana uyunuz ve emrime itaat ediniz.”[liv]
Harun’@un çabalarına karşı İsrail oğullarının cevabının, şirkte ısrar etmek olduğunu şu ayetlerden anlamaktayız.
“Onlar: Biz, dediler, Musa aramıza dönünceye kadar buna tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz!”[lv]
"Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi.”[lvi]
Müfessirlerden bir kısmı; Müsteşrik ve oryantalistlerin eleştirilerini göz önünde bulundurarak, Tevrat’ın bahsettiği Harun’un, Kur’an’ın beyan ettiği Harun Peygamber olmadığını, İsrail oğullarından, Harun peygamberle isim benzerliği olan bir altın imalat ustası olduğunu öne sürmüşlerdir.
Buna mukabil Kur’an’ın bildirdiği Sâmirî kelimesinin bir lakap olarak; Tevrat’ta bahsi geçen altın ustası Harun’un memleketi olabileceği veya İsrail oğullarının on iki sıbtı harici olan “Samiriyye” ahalisinden gelen kolundan olduğu içindir demişlerdir.
Aynı zamanda Kur’an’ın Sâmirî ifadesini ve tahrifat yapılmış Tevrat metnindeki Harun anlatımını “Tevil” edip her iki anlatım arasında ortaklık sağlayarak Kur’an ve Tevrat arasındaki Sâmirî ve Harun adlarındaki buzağı yapıcılarını teke indirmeye çalışmışlardır. Böylece Kur’an’ın bahsettiği Sâmirî ile Tevrat’ın bahsettiği Harun’un aynı kişiler olduğunun izahına çalışmışlardır.
Müfessirlerin buradaki gayesi, Oryantalist ve Müsteşriklerin, Kur’an’ın; buzağı putu yapımcısı olarak Harun ismini vermeyerek Sâmirî’den bahsetmesinin Kur’an’ın Hz. Muhammed tarafından yazıldığı ve şahıs isimlerinin yanlış belirtildiği iddia ve iftiralarına karşı savunma mekanizması ile İftira ve saldırıları püskürtmek amaçlı olduğu anlaşılmaktadır. Tüm çaba ve gayretlere rağmen meydana getirilen yorumların; garabetten, işgüzarlıktan başka bir şey olmadığı, ayan beyan idrak edilebilmektedir.
Bu uzlaştırma girişimleri tam bir bilgi kirliliği örneği, Kur’an kıssalarının mesajını örtme veya mesajını başka taraflara kanalize etme numunesi vakıalardır ve Kur’an anlayışına aykırı bir sürü malûmattır.
Sonuç
Allah, Tevrat metinlerinde gerek Kur’an’dan önce veya Kur’an’ın inzalinden sonra yapılmış olsun, Harun peygamberle ilgili yapılan tahrifat’ın bertaraf edilmesi amacıyla kıssanın doğru sürümünü Kur’an’da; Harun ve Musa kıssası içerisinde anlatarak, kıssayı hidayete yönelik içeriğe tebdil etmiştir. Böylece Tevrat içinde yer alan muharref kıssalar, Kur’an’ı Kerim’in anlatımları ile yeniden “Tevhid”î mecraya oturtularak muhatapların ibret ve öğüt almalarının önü açılmıştır.
İsrail oğulları İbrahim peygamber gibi azim bir resul soyundan gelmelerine rağmen etnik olarak geldikleri soyda daha nice peygamberler de olmasına rağmen “Peygamber soyundan olmaları” onları şirkten geri bırakmamıştır. Kuran’da anlatılan kıssalar içersindeki Nuh kıssasında da nasıl ki “Peygamber soyu”ndan olması Nuh’un oğlunu küfre sapmasına engel olamadıysa İsrail oğulları içinde aynı akıbet gerçekleşmiştir.
O halde etnik köken olarak peygamber veya onların silsilesinden olmak insanları şirk, küfür yolundan alıkoyamaz. Kişilerin bireysel olarak Allah’a ve onun emirlerine idrak ve itaatleri mutlaka gerekmektedir.
Nuh bir peygamber olarak oğlunu hidayete sevk edememiş ise aynı soydan iki resul de iki kişi olmalarına rağmen İsrail oğullarını şirke düşmekten alıkoyamamışlardır. O halde hidayet Allah’ın elindedir resullerde, soylarında ya da diğer bir deyişle, Allah’tan başkasında değildir.
Allah’ın emirlerini yerine getirmede isteksiz davranan İsrail oğullarının imanlarındaki eksikliğin yerinin buzağı sevgisi ile doldurulduğunu beyan eden ayet; aynı zamanda tüm muhataplara Allah’ın emirlerindeki kendilerinin yapacakları isteksizliğin de başka put veya ilah sevgileri ile yer değişerek imanın küfür ile yer değiştireceği mesajını beyinlere nakşetmektedir.
Kıssa içersindeki put yapımı ve felsefesi oluşumundaki ifadeler ile aslında; yeryüzü üzerindeki müşriklerin geçmişte de gerçekleştirdikleri ve kıyamete kadarki süreçte de gerçekleştirecekleri tüm putçuluklarda; putların felsefesi içersine “elçilerin izinden” yani onların Allah’tan getirdikleri “Tevhid”i unsurlardan bir şeyler katacaklarını ya da onların Allah’tan getirdikleri öğretilerinden eksilterek, şirkler inşa edecekleri bildirmektedir. Müşrik ileri gelenler bu katkı ve eksiltmeler sayesinde icat ettikleri putları ve felsefelerini, Allah ile ilişkilendirilerek, insanların küfre ve şirke rağbet etmelerini daha rahat sağlayacakları ve şirkin sürekliliğinin bu yollarla temin edebilecekleri beyan edilerek, Kur’an muhatapları uyarılmaktadır.
Bu ifadeyi Müfessirlerin bir kısmının görüşüne göre şöyle de ifade edebiliriz. Yeryüzü üzerindeki müşriklerin geçmişte de gerçekleştirdiği ve kıyamete kadarki süreçte de gerçekleştirecekleri tüm putlarda; Allah’ın dini içersinden “elçinin izinden” yani “Tevhid”i unsurlardan bir şeyler eksiltecekleri ve bu eksiltme sayesinde Allah’ın dininin Tevhid’in başkalaşma uğratılmasıyla insanların küfre, şirke rağbet etmesinin daha rahat ve sürekliliği sağlanacağı Kur’an muhataplarına beyan edilmektedir.
Kur’an’da bölümler, fragmanlar halinde sunulan Musa ve Harun kıssasındaki, Musa ve Sâmirî’ arasındaki kısa diyalog bize; geçmişte ve kıyamete kadar, şirk inançlarının oluşumu ve bu inançların insanları iğva edişindeki sırları açıklamış, ders ve ibret alınmasını temin etmiş oluyordu.
İnsanların ve toplumların her an denenecekleri ve bu sınanmaların neticesinin ancak Allah tarafından önceden bilinebileceği, peygamber de olsa kullarından hiç kimsenin bu konularda bilgi ve müdahalesinin olamayacağı gerçeğinin öğüt ve ibret sahnesinin anlatımı, kıssanın Allah ile Musa diyalogu içersinde icazî olarak muhataplara sunulmuştur.
Bu olaylar nezdinde; Müslüman toplumlarda “Emr-i bi’l Maruf ve Nehy-i ani’l Münker” düsturunun hiç bir zaman göz ardı edilmemesi; iyiliğin emir ve kötülüğün men edilmesi olarak formüle edilen, Tevhide çağrı ve hatırlatma faaliyetinin her an devam etmesi gerekliliği hatırlatılmaktadır.
Yunus peygamber kıssasındaki, Yunus’@un düştüğü hataya, Musa@ da düşmüştür. Yunus, kavminin bundan sonra iman etmeyeceğine, Allah’tan bir işaret ve emir olmadan karar vererek toplumundan kendi düşüncesi ile ayrılma hatasına düşmüştü. Yunus peygamber gibi Musa’@nın da resulü olduğu İsrail oğullarının “Tevhid”den ayrılmayacağı içtihadıyla erkenden, Allah ile buluşmaya giderek; Allah’a ait olan karar ve bilgiyi takdir edememe hatasına düşmüş olduğunun ihsası, kıssanın önemli derslerinden biridir.
Harun’@un verdiği cevaplarla düştüğü şokun etkisinden sıyrılan Hz. Musa sakinleşmiş ve olgun bir tavırla, meydana gelen olayların Allah’ın takdiriyle gerçekleştiğini fevk etmeye başlamıştır. Hatanın aslında kendinden kaynaklandığını, çünkü kavminin imanında sağlam olduğu inancıyla Allah ile buluşmaya erkenden gitmesi yüzünden olduğunu idrak etmiştir. Denenen kavminin imtihanı kaybetmesi üzerine Harun’un büyük çaba harcadığı halde kavmini yanlıştan döndüremediğini anlamıştır.
Her hatalı kulun yapması gerektiği gibi Allah’a tövbe etmeye yönelmiş hem kendi hem Harun ve hem kavminin iyileri için niyazda bulunmuştur. Yani meydana gelen ve gelecek olayları, işlerin sahibi Allah’a havale etmiştir..
“(Musa da) Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! Dedi.”[lvii] Ayeti Kur’an muhataplarına büyük bir öğüt ve ibret sahnesidir. Musa’nın örnekliğinde tüm insanlar ve Müslümanlar için cari bir kulluk bir ibadet; hatayı görmek ve hatalardan dönmek için Allah’a yönelerek tövbe etmek.
Firavun, kendisinin Tanrı olduğunu iddia ederek, buzağı putu da Tanrılığa nesne olmaktan, denizde helak akıbetine uğramış oluyorlardı. İsrail oğullarına, onlardan sonra gelenlere ve kıyamete kadar Kur’an’a muhatap herkese ibretlik bir kötü son…Allah bâki kalır, Tanrılık iddia edenler ise hiç..
[vii] Tevrat; 1.Krallar, Bab 16/24
[ix] Tevrat; Çıkış Bab 2/44
[x] Tevrat; Çıkış, Bab 32/1–4
[xviii] Nisa suresi/118,119
[xxii] Tevrat; Çıkış, Bab 12/40
[xxiii] Araf Suresi/138–139
[xxvii] Zariyat Suresi/26–27
[xxxviii] Araf suresi/197,198
[xli] Tevrat; Çıkış, Bab 32/2–4
[xlii] Tevrat; Çıkış, Bab 12/35–36
[xliii] Tevrat; Çıkış, Bab 32/6
[xliv] Tevrat; Çıkış, Bab 32/19
[xlvii] Taha suresi/92–94
[liii] Tevrat; Çıkış, Bab 32/1–4
[lvii] Araf suresi/151
Cengiz DUMAN
Araştırmacı-Yazar
|