İslam'da Modern Eğilimler kitabı üzerine bir eleştiri

 İslam'da Modern Eğilimler kitabı üzerine bir eleştiri  



 
Hamilton A. R. Gibb'in Modern Tends in Islam adlı eserinin M. Kürşat Atalar tarafından tercümesi olan İslâm'da Modern Eğilimler kitabı, yeni okuduğum fakat çeşitli konularda beni oldukça etkileyen bir çalışma. Hamilton Gibb, oldukça tanınmış bir oryantalist. İslâm üzerine kaleme aldığı pek çok eseri mevcut. Bu yazımda amacım sadece Gibb'in bu kitabını tanıtmak değil elbette. Bunun yanında İslâm'da toplumlarında Gibb'in belirlemiş olduğu modern eğilimleri de tanıtmayı amaçlamaktayım. Ayrıca, onun tespitlerini ve bu tespitlerinden ne kadar haklı yada haksız olduğunu, bu tespitleri yaparken ne kadar objektif olabildiğini de sorgulamaya çalışacağım.
Gibb, Modern Tends in Islam  adlı bu kitabının önsözünde çalışmasının konusunun Müslümanların ne düşündükleri ve düşüncelerinin nasıl eyleme dönüştüğünü sorgulamak olduğunu söyler. Yine o, önsözde Müslüman yazarlarca İngilizce ve Fransızca olarak yazılmış eserlerin çoğunluğunun, saldırılara karşı İslâm'ı savunmak ve İslâm'ın o günün dünyasında (ki eser 1947'de kaleme alınmıştır), hakim olan kanaatlerle uyumlu olduğunu göstermek adına özür dileyici çalışmalar olduğu tespitinde bulunur.
Gibb'in bu tespiti üzerinde biraz durmak gerekirse, kitabın kaleme alındığı 1947 yılı şartları çerçevesinde, o günün hakim düşünceleri ile İslâm'ın uyumlu olduğuna dair Müslüman yazarlar tarafından yazılmış olan eserlerin özür dileyici nitelikte olmasının birkaç yönden açıklanmaya muhtaç olduğu düşünülebilirse de, temelde Batı medeniyetini merkeze alan ve ilerleme ve gelişmenin ancak Batılı değerlerle gerçekleşebileceğini savunan düşüncenin ürünü eserlerin bu tür bir mahiyet taşıması olasılığı yadsınamaz. Hatta günümüzde bile çoğu Müslüman araştırmacının, geçerli Batılı popüler kavramlarla İslâm'ı tahlil etmeye çalıştığı görülmektedir. Çoğu zaman hepimiz, İslâm'ın demokrasiyle çelişmediği, laikliğin İslâm'da var olduğu, İslâm'ın kadınlara haklar verdiği, insan haklarını kabul ettiği gibi savlar içeren yazılar görmüşüzdür. Bu tür Batılı kavram ve kurumlarla İslâm'ı anlama ve açıklama çabası niteliğindeki gayretlerin, aslen Batılı olan ve bu kavramları bütün benliğinde duyarak yaşayan Batı Medeniyeti mensubu sıradan insan için ne ifade ettiği belirsiz olsa da, İslâm'ı ve ona inanan Müslüman'ı anlamak ve biçimlendirmek isteyen Batılı bilim adamları için sadece özür dileyici nitelikte yazılar olmaktan öteye geçemediğini Gibb'in bu tespitinde görmekteyiz. Burada meselenin özü dünyayı nesnel olarak gören ve değerlendiren Batılı bilim adamının, İslâm'a yaklaşımının aynı derecede nesnelleştirici olmaktan kaçınamayacağı görüngüsüdür. Elbette İslâm üzerine araştırma yapan Batılı bilim adamı, onu doğrulamak ve doğruluğunu ispatlamak gibi bir gayret içerisinde olmayacaktır. Bunu beklemek safdillik olur. Öte yandan Batılı bilim adamının İslâm ve Müslümanlar için, hatta İslâm'ın ve Müslümanların geleceği için endişe taşıyor olmasını beklemek te büyük bir yanılsama olur. O halde Batılı İslâm araştırmacısından beklenecek olan, kendi doğrularını Müslüman'a kabul ettirmek ve onu da kendisi gibi düşünüp yaşayan bir birey haline getirmektir. Bu noktada Gibb'in tespiti, Batılı İslâm araştırmacısını tanımamız açısından bize büyük bir açılım sağlamaktadır.
Kitabının birinci bölümüne "İslam Düşüncesinin Temelleri" adını veren Gibb, bu bölümde çeşitli İslâmî düşünce fraksiyonlarını tanımlamaya çalışır. Ortodoks İslâm dediği Ehl-i Sünnet ile Sufi düşünce arasında çeşitli anlaşmazlıklar olduğu tespitin yaparak, İslâm'ın modernleştirilmesi çabası içerisine girecekler için bir yol haritası hazırlar. Modernist İslâmcı diye tanımladığı kesimin başarısı için yol göstericilik vazifesi üstlenir. İslâm'ın kuru kuruya bir iman-amel ilişkisi olmayıp, yaşayan bir inanç sistemi olduğuna vurgu yapan Gibb, modernistin, İslâm'ın kati emirleri ve dini kurumlarının temelini oluşturan kavramlar hakkında derinlemesine tanımlama ve tahlil etme çabası gerektiğini söyler. Bu cümleden olarak İslâm'ın ve İslâm hukukunun temel kaynağı Kur'an-ı Kerim'i ve sünneti tanımlama gayreti içerisine girer.
Ona göre Kur'an: "esas itibariyle dini ve ahlaki öğretilerden oluşan kısa pasajlar, muhaliflerine karşı yöneltilen iddialar, güncel olaylar üzerine ypaılan yorumlar ve toplumsal ve yasal meselelere dair bazı hükümler içeren, (Hz.) Muhammed'in son yirmi küsur yıl zarfında vaz ettiği söylevleri içeren bir mushaftır" ve "Müslümanların kutsal metni okur ve araştırırken, akıl ve kalplerinde sürekli kendini yenileyen ve tasdik ettiren diri bir inancın kaynağıdır".
Yine bu bölümde Gibb, modern Batı kökenli bazı kavramların, özellikle de demokrasinin, Müslüman düşünürlerce Kur'an'a eklemlenmeye çalışıldığı tespitini yaparak, her ne kadar Kur'an'ın bazı surelerinde bütün Müslümanların eşit olduğu düşüncesi bulunsa bile, bunun siyasal anlamda bir demokrasi olmaktan çok uzak olduğunu belirler.
İcma'ı da bir otorite ilkesi olarak tanımlayan Gibb, Kur'an, Hadis ve İcma'dan müteşekkil üç ilkenin İslâm'ın inanç köklerini temsil ettiğini ve bunların birbirleriyle iletişimi sonucunda, itikadi yapının, toplumsal ve dini kurumlar ile dini düşüncenin yapısının da inşa edildiğini söyler.
Görüş açıklama hürriyeti olarak değerlendirilmesi mümkün olan içtihat ilkesinin, ulema tarafından sadece Kur'an ve Hadis metinlerinde gerçek anlamı yakalayabilmek için gayret sarf etmek şeklinde dönüştürüldüğü kanaatinde olan Gibb, içtihat ilkesinin Ehl-i Sünnet alimlerinde mümkün olduğu kadar daraltılmaya çalışıldığını ve neticede içtihat kapısının kapatıldığını vurgular.
Hamilton Gibb'in kitabının birinci bölümünü değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda, fıkhın temel öğeleri ve aynı zamanda kaynakları olan dört ilkeyi tahlil etmeye çalıştığını görmekteyiz. İlahi vahyin ürünü ve İslâm Dini'nin temel kaynağı olan Kur'an'ın ve buna bağlı olarak hadis ve sünnet'in yorumlanmasında modernist İslâm savunucularının karşılaştıkları veya karşılaşacakları problemleri ön görüye tabi tutmaya çalışan Gibb, icma kavramına ayrı bir değer vermektedir. Ona göre, toplumun mutabakatıdır ve toplumsal değişimin gerçekleştirilebilmesinde kesin olarak kendisinden yararlanılabilecek bir kavramdır. Zira, ona göre, eğer bir konuda toplumun mutabakatı sağlanabilirse, ulemanın bu mutabakata karşı durması imkanı yoktur. Toplumun değişime karşı muhalefeti olabileceğini de göz ardı etmeyen Gibb, değişimin süreç işi olduğuna vurgu yapmakta ve modernistleri sabırlı olmaya davet etmektedir.
Bu düşünceleriyle Gibb'in modernist İslâm savunucularının yanında yer aldığında şüphe yoktur. Ancak bunu neden yaptığı konusu merak çeken bir husustur. Kanaatimce Gibb, yaşadığı dönemden, İslâm'ın ve İslâm toplumlarının geleceğiyle ilgili bir takım projelere sahiptir ve bu projelerin gerçekleştirilmesinde, Batı eğitimi almış, kültürlü, liberal ve modern Müslümanların yardımına ihtiyaç duymaktadır. Bu projeler Gibb'e ait olabileceği gibi, ikinci bölümde de görüleceği üzere, Batılı dünya görüşünün, İslâm toplumlarını şekillendirmeye yönelik bir takım siyasal hedeflerini gerçekleştirilmek adına planlanmış ve arkasında çeşitli Hıristiyan devletlerinin yer aldığı projeler de olabilir.
Gibb'in kitabının ikinci bölümün "İslam'da Dini Gerilim" başlığını taşımaktadır. Bölümün başlarında İslâm tarihinin ilk yüzyıllarında ulema ile sufiler arasındaki Tanrı'nın müteal (aşkın) bir varlık olması ve içsel bir varlık olması tartışmasına temas eden Gibb, ulemanın sufi anlayışla sulh ilan ederek, bu çatışmayı yatıştırmaya çalıştığını ancak bunu yaparken, Yunan Felsefesinin ve mantığının İslâm düşüncesine tesirine yol açtıklarını söyler. Sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan İslâm'ı modernleştirme çabalarına, Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh gibi reformist teorisyenlere temas eden Gibb, onlardan önce ortaya çıkmış Vahhabi hareketine övgüler düzer.
Bu bölümde Gibb'in temel amacı, son dönem İslâm modernistlerine, tarihten başarı sağlamış örnekler göstermektir.
"Modernizmin İlkeleri" adını verdiği üçüncü bölümde Gibb, Muhammed Abduh'un ortaçağ düşüncesinin tesirinden kurtulma önerisi olarak sunduğu Müslüman yüksek öğretiminin yenilenmesi (reformasyon) ve İslâmî doktrinin formüle edilmesi tezlerini tartışır. Abduh, bu tezleriyle, Müslümanların sadece dogmatik ilahiyat konusundaki klasik Arapça eserleri değil, aynı zamanda Batı'nın ilerlemesinin nedenlerini öğrenebilmek için de modern bilimleri de öğrenmeleri gerektiğini ileri sürmektedir. Abduh'un bu tezleriyle, Mısır özelinde eğitimin dini ve seküler olarak bölündüğünü belirleyen Gibb, eğitimdeki bu bölünmenin hayatın her aşamasına da yansıdığını söylemektedir.
Ancak Müslüman ortodoksi tarafından modernleşme, değişme ve gelişmeye karşı geliştirilen muhalefetin göz ardı edilemeyeceğini de belirleyen Gibb, tarih bilincinin önemine de işaret etmekte ve İslâmî öğretinin zaten bu bilince zemin hazırladığını söylemektedir. Ona göre, her biri öncekine eklenerek gelen ve öncekinden daha mükemmel olan vahiy tarihi boyunca birbiri ardında inzal olduğuna dair İslâmî öğreti, insanlığın olgunluğu ve aklın giderek arttığı öğretisiyle uyumlu bir biçimde, tarihsel gelişme kavramına zemin hazırlamıştır.
Gibb'e göre sekülarizmin İslâm toplumlarına dışarıdan sokulduğu şeklindeki bir düşünce yanlıştır. Zira bizzat ilam alimleri sekülarizmi destekleyen pek çok uygulama ortaya koymuşlardır. Ancak son dönem sekülarizminde  Batı'nın katkısı da göz ardı edilmemelidir.
Bu bölümde Gibb, "modernist" kavramıyla ne kastettiğini de izah etmektedir. Ona göre modernist: "dinlerine önem veren ve bazen bu konudaki hassasiyeti epeyce derinleştiği halde, değişen derecelerde olmak üzere, geleneksel dogmatiklerin hücumuna maruz kalan ve muhafazakarların İslâm dünyasındaki geleneksel toplumsal kurumların kutsiyeti konusundaki ısrarından bizar olanlar"dır.
Gibb, İslâmcı modernizmin genel ilkesini "kaynakları serbestçe tetkik etme hakkı ve modern düşüncenin ilk müfessirler ve alimlerin tefsirleriyle bağlı olmaksızın bu kaynakların yorumunda kullanılması" olarak belirler. Dolayısıyla ona göre modernist hareketlerin genellikle şahsi ve bireysel olduğu ve geleneğe dayalı hareketlere nazaran örgütlenmelerinin daha az sıkıntılarla karşılaştığı görülür.
Modern İslâm düşüncesinin önemli temsilcilerinden biri olarak gördüğü Muhammed İkbal ve İslam'da Dini Düşüncenin Teşekkülü adlı eseri üzerinde yoğunlaşır. Nitekim İkbal'in önem verdiği temel öğreti: "Müslümanların, kişiliklerini geliştirmek ve güçlendirmek ve insan-ı kamil'in ortaya çıkışına hazırlanmak için üzerlerindeki uyuşukluğu atmaları ve geçmişin yasaklamalarından kurtulmaları gerekir" düşüncesidir.
Bu bölümde Kadıyaniler gibi bir takım aşırı modernist gruplara da temas eden Gibb'in, üçüncü bölümde İslâmî modernizm ve modernistleri ortaya koymaya çalışmakta ve onların düşüncelerinin ana hatlarıyla belirlemeye çalışmaktadır.
Gibb'in çalışmasının dördüncü bölümü "Modernist Din" başlığın taşımaktadır. Burada İslâm bilgi teorisini ele alan Gibb, klasik İslâmî bilgi anlayışının bilinmeyene doğru sürekli ulaşma çabasının gösterildiği değil, "bilinen"in biriktirildiği mekanik bir süreç olduğunu söyler. Eğitimli sınıflar tarafından modernize edilerek geliştirilen bilgi teorisinin ise bir kimsenin şu an bildiği şeyi bilgi olarak kabul ettiği bir anlayışa sahip olduğunu bildirir. Müslüman modernistin henüz analitik yönteme ulaşamaması eksikliğini belirleyen Gibb, bu hususta Müslüman modernistlere zaman tanınması gerektiği kanaatindedir. Bu eksikliğin doğal olarak Müslüman moderinisti partizanca davranmaya sevk eden bir unsur olduğunu söyleyen Gibb, Müslüman modernistin daima savunucu mahiyette gözüktüğünü belirler.
Gibb'e göre modernizm Batı liberalizminin bir fonksiyonudur. Bu sebeple de Müslüman modernistlerin genel bir eğilim olarak, İslâm'ı insaniyetperver fikir ve değerlere göre yorumlaması doğaldır. Modernist savununun Kur'an'ın mükemmelliği ve Hz. Muhammed'in şahsiyeti olmak üzere iki temel savunu noktasını merkeze aldıklarını belirleyen Gibb'e göre, Müslüman modernistlerin bu iki savunu noktasıyla hedeflerinin, bunların yeniden ve çağdaş biçimde yorumlanması gerekliliğine düşüncesini yaymak olduğunu söylemektedir. Bu bağlamda Kur'an'da yer alan kimi müşkil ayetlerin yeniden yorumlama gayretleri içerisinde, Kur'an'ın hiç de ifade ve kast etmediği anlamlarda yorumlanabildiğine işaret eden Gibb, kimi modernistlerin cinleri mikroplar şeklinde yorumlamasını buna örnek gösterir.
Bo bölümde Gibb, Müslüman modernistlerin din anlayışlarını modernize etmek adına atmış oldukları kimi hiç de düzgün ve sağlıklı olmayan adımları gözden geçirmekte ve bu türden yanlışların Hıristiyanlığın yeniden inşası sürecinde de yaşandığına dikkat çekerek, modernistlerin bu konuda ki acemice tutumlarına hoş görüyle yaklaşılması gerektiğini savunmaktadır. Kanaatimce Gibb'in asıl hedefi, İslâmcı modernistleri doğru yolar iletmek ve onlara doğru yolu göstermek değildir, zaten böyle bir şeyi düşünmek, bir Hıristiyan oryantalistten beklenemeyecek kadar saf bir tutum olur. Gibb, Müslüman modernistlerin, tıpkı Hıristiyan reformistlerinde olduğu dinlerini çağa uygun şekilde yorumlamaları fikrinden,, genel olarak, İslâm'ın Hıristiyanlığa yaklaştırılması ve Batılı değerlerle örülü bir İslâm dünyasının yaratılmasına katkı sağlamasını anlamaktadır. Bu, bir nevi ılımlı İslâm'ın yaratılmasında, bizzat İslâm'ın içerisinden bireylerin kullanılmasından başka bir şey değildir. Halbuki İslâm'ın modernize edilmesi yada reforme edilmesi düşüncesi, genel anlamda Müslümanların hayatlarına öyle veya böyle bir şekilde girmiş olan İslâm dışı unsurların ayıklanarak, dinin ilk günkü orijinalliğine dönüştürülmesi şeklinde anlaşılmalıdır. Bu ise reforme etmek değil, yeniden inşa etmek değil, binayı temelleri üzerine oturtmaktır.
Beşince bölüme "Hukuk ve Toplum" adını veren Gibb, insan zihninin tasavvuri görünüm ve mahiyetini biçimlendiren ve insan eylemlerini belirleyen tüm dini faktörlerin totaliter olmak zorunda olduğunu söyleyerek, İslâm'ı da totaliter bir din olarak nitelemektedir. Her ne kadar İslâm, insanın hürriyetleri konusunda müsamahakar olsa da, tehlikeli kabul edilebilecek bir takım düşünceler gündeme geldiğinde totaliter yönünü ortaya koyar düşüncesinde olan Gibb, ister muhafazakar ister modernist olsun, tüm İslâm araştırmacılarının bu gerçeğin farkında olduğunu söyler. Bu çerçevede İslâm'da hukuku, "insanın, bu hayta doğru davranışlarda bulunmasını ve kendisini ahrete hayatına hazırlamasını sağlayan haklar ve ödevlerin bilgisi" şeklinde tanımlayarak Gibb, İslâm hukukunun hem Tanrı'ya hem de insanlığa yönelik yerel, medeni, ekonomik ve siyasal kurumlarda olduğu gibi, namaz kılmak ve zekat vermek gibi konular da dahil olmak üzere, her türden hükmi ilişkilerin, İslâm'a özgü olduğunu, bu sebeple de doğası ve amacı itibariyle hukukun dini etiğe sıkı sıkıya bağlı olduğu tespitini yapar. İslâm hukukunun işlevini de, amelleri iyi ve kötü ölçütlerine göre sınıflandırmak olarak belirler.
Ancak dikkat çekici bir biçimde Eş'ari düşünceye benzer olarak, neyin iyi neyin kötü olduğunu sadece Tanrı'nın bilebileceğini ve iyiyi ve kötüyü belirleme otoritesinin sadece Tanrı olduğunu söyleyerek, İslâm hukukunun siyasi ve idari kurumları, ceza hukukunun büyük kısmını ve ticari faaliyetlerin büyük çoğunluğunu düzenleme alanı dışında tuttuğunu iddia eder. Bunun yanında İslâm hukukunun evlenme ve miras gibi bir takım medeni hukuka ilişkin alanlarda kesin ve değişmez ilkeler getirdiğini söyleyen Gibb, modernistlerin de özellikle medeni hukuka ilişkin alanlarda büyük problemlerle karşılaştıklarını ve bunları düzeltmek (!) ve düzenlemek adına büyük çabalar sarf etmek zorunda olduklarını söyler. mesela çok eşlilik kurumunun, İslâm'ın medeni hukuk öğretisinde önemli bir yeri olmasına karşın, modernistlerin, Batı'da yaygın olan tek-eşli evlilik ilkesine uymak adına, bu yapıyı eleştirdiklerini ve özür dileyici bir tutumla, İslâm'da yer alan bu hakikati örtbas etmeye yada dönemin şartlarıyla izah etmeye kalkıştıklarını belirtir. Bu sebeple modernistlerin, Kur'an'daki hükümlerin ve fakihlerin fetvalarının nihai ve değiştirilemez ilke ve yorumlar olmadığı üzerine ısrarla durduklarını ve bunları evrimci bir gözle bakma gayreti içerisinde olduklarını belirler.
Gibb şöyle yazmaktadır: Gerçek modernist, böylesi küçük bir budakla karşılaştı diye, sorunlarından kaçamaz. Evet Kur'an onun için de hakikat ve nihai merci olmalıdır. Fakat o, hoşuna gitmese de, bugünkü Müslüman toplumsal etikte yanlış giden bir şey olduğunun da farkındadır. Aynı zamanda, sıradan bir Batılının İslâm hakkında bildiği tek şeyin, bir Müslüman'ın dört kadınla evlenebileceği olduğunu görmek, bir Müslüman olarak hislerini deriden incitir, bir insan olarak da izzet-i nefsine çok ağır gelir; misyonerlerin, bu müşkülatlarını daha kaba bir şekilde istismar etmesi de yaralarına tuz basar. Bu durumda, kendisi için tek, evet sadece tek bir çıkış yolu olduğunu görür. İlahi kaynaklı İslâm etiğinin, en yüksek standartlara erişememesi asla söz konusu olamaz. O halde, ortaçağ fakihleri, bazı hususlarda Kur'an'ın ve İslâm'ın gerçek ruhundan sapmış olmalıdır. Bu sapmaların izi, kaynağa dek takip edilmeli ve bunlara itibar edilmemelidir. İş bitip, temizlik tamamlandığında, Kur'an'ın ve Peygamberin orijinal öğretileri, bütün safiyeti, yüceliği ve kadın-erkek ayrımı yapmadan herkese yönelik adaleti, yeniden ortaya çıkacaktır" (s.92).
Bu düşünceler içerisinde olan modernistin, dinin mükemmelliğini göstermek suretiyle, şüphe içindeki Müslümanların İslâm'a olan inançlarını tamir etmek ve Müslümanları modası geçmiş düşünce ve fikirlerden, hukukun muhafazakar lafızlarından kurtarmak şeklinde iki işlevi vardır.
Modernist İslâm savunucularının sekülaristlere karşı da savunma görevini yerine getirmeye çalıştıklarını söyleyen Gibb, modernistlerin, toplumsal davranışlar ile dini inançlar arasındaki bağı vurgulamalarını sekülaristlere karşı önemli bir artılarını olduğu kanaatindedir. Çünkü Gibb'e göre, eğer toplum reforma tabi tutulacaksa, bu dini kanallar yoluyla gerçekleştirilebilir. Gibb, modernistlerin içerden gelen baskılara karşı kendi çözümlerini üretebilecekleri konusunda kendinden emindir.
Bu bölümde modernistlerin modern dünya ile uyumlu hukuku üretecekleri konusundaki eminliğiyle, İslâm modernistlerine güvenini ortaya koymaktadır.
Kitabının son bölümüne "Dünyada İslâm" adını veren Gibb, bu bölümde modernistin, evren yorumunda modern kavramları kullanma göreviyle yükümlü olduğunu söyleyerek, modernistlerin Kur'an ve ona dayalı temel öğretilerden uzaklaşmadan, onları yeniden yorumlayacak programlar üretmeleri gerekliliğine işaret etmektedir. Nitekim günümüz dünyasında (kitap 1947 yılında yazılmıştır), modernist İslâmcıların ve hatta çağdaş İslâm düşüncesini temsil eden tüm akımların bizzat İslâm'ın içinde çıkması ve modernistlerin kendilerini Batılı düşünceyle özdeşleştirmeye çalışması, Gibb'in, modernistler konusunda kendini güven içerisinde hissetmesinin sebebidir.
Sonuç olarak Hamilton Gibb tarafından kaleme alınan ve dilimize İslam'da Modern Eğilimler adıyla tercüme edilen, 1947 yılında yazılmış Moderns Trends in Islam adlı kitap, döneminde yaşayan modernist İslam yorumlarını incelemekte ve dünyanın ve İslam'ın geleceğinde bu akımların oynadığı ve oynayacağı rolü öngörerek, bu akımlara yol gösterici olmak gibi bir amaca hizmet etmektedir. gerçektende Gibb'in kitabındaki kimi tespitleri ve geleceğe ilişkin öngörüleri doğru ve tutarlıdır. Ancak, özellikle İslam'ın reforme edilmesi düşüncesini, modernist İslamcılara pompalama gibi bir takım yan hedefleri de amaçladığı kitaptan anlaşılmaktadır. Bu zaviyeden modernist İslamcılara Gibb'in önerileri içerisinde yer alan ve çağımızda öze dönüş, İslam'ın yegane kaynağının Kur'an olduğu gibi öğretiler, İslam toplumlarında yer bulmuştur denilebilir. Hz. Muhammed'in şahsiyetine doğrudan eleştirel bir yaklaşım sergilemese de Gibb, bu kitabıyla, adeta Peygamberi devre dışı bırakma ve onun yerine bütün toplumun onayı şeklinde algıladığı icma anlayışını yerleştirme eğilimindedir. Bu anlayışın neticesi olarak, İslam toplumlarına doğru kabul ettirilebilecek olan bir takım Batılı ve harici değerlerin İslamlaşması ve Müslümanların giderek Hıristiyanlığa daha fazla benzeyen bir İslam'a inanıyor olmaları sonuçları ortaya çıkabilecektir.
Günümüzde ülkemizde özellikle son on yılda gelişen ılımlı İslam projeleri dikkate alındığında, Gibb'in ılımlı İslam vari bir öneride bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

 

 

22.10.2008

Yrd. Doc. Dr. Ali DUMAN
İnönü Üniv. İlahiyat Fak.
İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı

 

     CENGİZ DUMAN

        ARAŞTIRMACI -
                  YAZAR


B
İRİNCİ BASKISI, 2011, İKİNCİ BASKISI
 
2015 YILINDA EKİN YAYINLARI TARAFINDAN
YAYINLANAN, KUR’ÂNKISSALARININ TARİHSELLİĞİ;
2013 YILINDA PINAR 
YAYINLARI TARAFINDAN YAYINLANAN,
KUR’ÂN 
PERSPEKTİFİNDEN ÜÇ KRAL İKİ PEYGAMBER;
2015 YILINDA SÜLEYMANİYE VAKFI YAYINLARI
TARAFINDAN YAYINLANAN,   KUR’ÂN PERSPEKTİFİNDEN
 ZÜLKARNEYN VE YE’CÛC ME’CÛC, İSİMLİ ÜÇ KİTABIN
YANISIRA; İNTERNET ORTAMI ÜZERİNDEN YAYINLANAN
 “DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL” VE
 “MECUSİLİK/ZERDÜŞTLÜK DİNİ” İSİMLİ İKİ E-KİTAB’LARIN
YAZARIDIR. KUR’ÂN-I KERÎM KONULARI, KUR’ÂN KISSALARI
 VE TEVRÂT - İNCÎL KISSALARI BAĞLAMI ÜZERİNDEKİ ÇOK
 YÖNLÜ ARAŞTIRMALARI, TÜRKİYE’DEKİ ÖNDE GELEN
İSLÂMİ DERGİLER VE İNTERNET ÜZERİNDEKİ ÇEŞİTLİ
İSLÂMİ WEB SİTELERİNDE HALEN YAYINLANMAKTADIR.
AYNI ZAMANDA “WWW.KURANKİSSALARİ.COM“ VE
 “WWW.KURANKİSSALARİ.TR.GG” WEB SİTELERİ
MODERATÖRLÜĞÜNÜ SÜRDÜRMEKTEDİR.
 
* KİTAP *  




*E-KİTAP*


 
 
 
DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL

Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol