Hilal televizyon kanalındaki “inancın renkleri” programı dolayısıyla İsmail peygamber kıssası hakkında yazdığımız makalenin hayli ilgi çektiğini müşahede ettik. Bu makaleye gelen yorumlarda okuyucuların konuya hayli gösterdiğini gördük. Kanaatimizce burada oluşan ilgi, İsmail kıssası ile alakalı olarak toplumumuzca yeni duyulan veya topluma yeni mal olmaya başlayan klasik görüşlere aykırı veya alternatif fikir ve değerlendirmelerden dolayıdır.
Bu ilginin ana nedeni mezkûr makalemizde de belirttiğimiz gibi genel olarak Kur’an kıssalarının, özelde ise İsmail kıssasının yeterince incelenmediği veya yapılan incelemelerin yüzeysel ve usulsüz olarak yapılmasından kaynaklanmaktadır.
Hal böyle olunca klasik biçimde İsmail kıssası hakkında bilgi sahibi olanların, edindikleri bu bilgilerindeki çelişkilere değinen yazıları gördüklerinde şaşırmaktadırlar. Öyle ki akide bozulmasından bile söz edenler olmaktadır. “….bir zat çıkıyor bu karıştırmayı, pardon araştırmayı yapıyor maalesef.. Kurban edilen İsmail mi? yoksa İshak mı? Buyrun.. Kafalar allak pullak, avam zaten cahil. Akaid bozuluyor….”
Özellikle İsmail kıssası, son vahyin nazil olduğu coğrafyanın ve o vahyin mübelliği Hz. Muhammed’in ve soyunun ve yine onun tebliğ ettiği dinin bazı ibadetlerinin kökenlerine dair kaynaklık eden önemli bir kıssadır. Manen ders verici yönü kadar fiziksel olarak da dersler veren bir kıssa konumundadır. “…Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver …..” Fiziksel olarak Beyt/Kâbe hala ve kıyamete kadar ayaktadır. Mekke halen ziraat yapılamayan bir coğrafyadır. Bu bölgede yaşayanlara meyveler/rızık ticaret yoluyla gelmeye devam etmektedir.
Meşhur İslam tarihçisi İbn-i Hişam, Siretü’n – Nebeviyye Li-İbn-i Hişam adlı eserine şöyle başlamaktadır. “Ben bu kitaba İsmail bin İbrahim’in ve zürriyetinden Resulullah (s.a.v)’e baba olan kimselerin ve onların sulblerinden olan evlatlarını Hz. İsmail’den, Resulullah (s.a.m)’a kadar sıra ile başlıyorum. İsmail (a.s)’in zürriyetinden olan Ecdadı Resul (s.a.m)’den başkalarını terk ediyorum.”
İbn-i Hişam, Hz. Muhammed’in hayatını, İsmail’@den itibaren kaleme almaya ve anlatmaya başlayacağını belirterek şunu kastetmektedir; İsmail kıssasını iyi anlamak, idrak etmeye çalışmak aynı zamanda Hz. Muhammed’in ve ona inen son vahiy’in ve onun tebliğ ettiği bazı ibadetlerin köklerinin daha iyi anlaşılması, özümsenmesi için geçerli bir vasıta olacaktır.
Hal böyle iken İsmail kıssası, İslam kaynaklarında yeterince değerlendirilememiş veya üzerinde yapılan yanlış değerlendirmelerle Kur’an’daki asıl mecrasından inhirafa uğratılmış bir kıssa olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun başlıca nedeni, Kur’an’ın diğer kıssalarında olduğu gibi spesifik olarak İsmail kıssasında da genel ve kapsamlı olarak anlaşılması hususunda İslam alimlerince yapılan mufassallaştırmada uygun bir metodoloji oluşturulamamasıdır.
Bu yazımızda İsmail kıssasının anlaşılmasında olması gereken metodoloji üstünde duracağız. İsmail kıssası metodolojisini oluştururken öncelikle elimizde İsmail kıssasına dair var olan bilgileri ortaya koymamız gerekmektedir.
Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim’de yer alan İsmail kıssası, Hz. İbrahim’in zürriyetinden bir kısmını; yani burada “zürriyeti” derken kıssanın Kur’an’ın ilerleyen ayetlerinde İsmail ile beraber Kâbe inşasına dair anlatımları baz alarak öncelikle oğlu İsmail’i sonrasında Tevrat’ta anlatılan İsmail kıssasından hareketle İbrahim’in ilk hanımı ve ondan olma ilk oğlu İsmail’in annesini anlamaktayız. Bu anlayışa bile; yarısını Kur’an, yarısını da Tevrat’tan edindiğimiz bilgiler ile ulaşabilmekte olduğumuzun altını çizmeliyiz. Çünkü Kur’an ayetlerinde bu hususta açıklık yoktur. Hz. İbrahim’in zürriyeti ile ilgili ayet şöyledir: “Rabbenâ innî eskentu min zurriyyetî bi vâdin gayri zî zer’ın inde beytilkel muharremi rabbenâ li yukîmus salâte fec’al ef’ideten minen nâsi tehvî ileyhim verzukhum mines semerâti leallehum yeşkurûn” “Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler.”(14 İbrahim 37)
Kur’an’da olmayan ve çoğunluğu yalnızca Tevrat’ta yer alan Hacer ile ilgili İslam kültürüne baktığımızda oluşmuş bilgi birikimine şaşırmamak elde değildir. Hacer’in adının nereden geldiği, memleketi, etnik yapısı Arap/Kıptî, statüsü hür/cariye ve Kabe’nin bitişiğindeki Hatim/Hicr’e defnedildiği gibi nice malûmat.. Bu olgu Kur’an’daki İsmail kıssasının mufassallaştırılmasının bir sonucu olarak karşımızdadır.
Kur’an, beyan ettiği diğer kıssalarında olduğu gibi –nispeten Yusuf@ kıssası hariç- İsmail kıssasında da mücmel anlatımda bulunmaktadır. Kur’an’daki İsmail kıssası, Hz. İsmail’in doğumundan, Mekke’ye hicretine kadar olan yaşamına dair aradaki bilgileri arz etmeden doğrudan Mekke’ye hicret ile başlamaktadır. Kâbe’nin inşası, Hacc ibadeti ve İsmail’in@ resullüğü ile ilgili mücmel açıklamaların yanı sıra çok cüz’i olarak İsmail’in kişisel özellikleri üzerinde durmaktadır.
O halde İsmail kıssasının anlaşılması bazında Kur’an’ın, mücmel İsmail kıssası anlatımlarının mufassallaştırılması gerekmektedir. Bu tavrın genel geçer bir cevabı vardır. İsmail kıssası sadece Kur’an’da yer almaz aynı zamanda Kur’an öncesi inen Tevrat’ta da hem de daha detaylı olarak yer almaktadır. Bundan dolayı Tevrat ve Kur’an’da yer alan bu kıssaların Kur’an metni perspektifinde mufassallaştırılarak daha genel anlaşılması yönünde bir yöntem kullanılmalıdır. Nitekim bin dört yüzyıllık İslam kültürü bu yolla oluşmuştur.
Kur’an’ın beyan ettiği kıssalar hakkında Mekke ve Medine toplumunu oluşturan, Yahudiler, okudukları Tevrat metinleri vasıtasıyla; Hıristiyanlar ise İncil’in yanında Eski Ahit olarak niteledikleri ve okudukları Tevrat'tan malumat sahibiydiler. Bunun yanı sıra Kur’an kendinden önce inen bu kitapları reddetmez, onların muharref hale geldiğinin altını çizer. Kur’an bu hususta şunları zikretmektedir: "Sana kendinden öncekileri doğrulayan Kitap’ı hak ile indirdi. İnsanlara yol göstermek üzere daha önce de Tevrat’ı ve İncil’i indirmişti." (3 Al-i İmran 3-4) "Bu daha öncekilerin kitaplarında da vardır. İsrailoğlu bilginlerinin bunu bilmesi onlar için bir belge değil miydi ?" (26 Şuara 196-197) "Ey Ehl-i Kitap: Resulümüz size Kitaptan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi.." (5/Maide/15) “Resullerin kıssalarında aklı olanlar için bir ibret vardır. Kur’an uydurulacak bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekilerin doğrulanması, her şeyin açıklanması ve inanan bir toplum için bir rehber ve rahmettir. " (12/Yusuf/111)
Esasen Kur'an kendinden önce inmiş bulunan Tevrat, İncil gibi daha sonra muharref hale gelen kitapların; tahrif edilmeden önceki konumunu tanıyan destekleyen ve onlardaki tahrif edilmiş hususların tahrif edilmeden evvelki doğrularını tekrar açıklayarak, meydana gelen mesaj sapmalarını böylece düzelterek, kesintiye uğramış olan insanlara hidayet kaynaklığını devam ettirme iddiasında olan bir kitap olmuştur.
Dolayısı ile Kur'an'ı Kerim’in, Tevrat ve İncil’de geçen bazı hususlardan özellikle kıssalardan bahsetmesi kadar doğal bir durum olamazdı. Çünkü Allah, Kur'an inmeden evvel yolladığı bu mukaddes kitaplarda da, Kur'an'da olduğu gibi, kıssalara yer vererek o kitaplara muhatap toplumların da bu gibi örneklerden öğüt ve ibret almasını istemiştir.
Ne var ki Kur'an öncesi mukaddes kitaplarda yer alan, Tevhid, şirk, peygamberlik, haram, helal ve buna mümasil diğer konularda olduğu gibi, kıssalar üzerinde insanların yaptıkları tahrifat sonucu; kıssalar gibi dilin edebi anlatım vasıtalarının da hidayet ve Tevhid gayesinden saptırıldıkları müşahede olunmuştur. Kur’an bu muharref yapıyı düzelterek asıl konumuna Tevhidi çizgiye irca etmiştir.
O halde Kur’an’da beyan edilen İsmail kıssasının, Tevrat’ın İsmail kıssasındaki anlatımlar ile mufassallaştırılmasında -Kur’an perspektifi korunarak- mahzur yoktur. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın gayesi Kur’an ve diğer muharref kitaplarda da -tahrif olmayan yönleri ile- bu kıssalar yoluyla muhatapları uyarmaktır. O halde Tevrat ve İncil nüshalarındaki muharref olmayan, Kur’an ve onun bakış açısıyla çelişmeyen anlatımların üzerine hidayete yönelik mesajı en iyi ve geniş kapsamda gerçekleştirecek şekilde mücmel Kur’an kıssalarının bina edilmesi metodunun uygulanması Kur’an’a aykırı bir tavır değildir.
Ayetlerde belirtildiği gibi Kur’an, diğer kutsal kitaplardaki içeriği tümüyle reddetmemektedir. Allah-u âlem, belki de Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’ı Kerim’de beyan ettiği kıssalardaki mücmel anlatımlar da bu metodolijiye kapıyı açık bırakmak içindir. Esasen yukarıda değindiğimiz gibi İslam dünyasındaki bin dört yüz yıllık bilgi birikimi de bu yönde olmuştur. Ancak Tevrat alıntılarındaki yöntem yanlışlıkları, çelişkiler doğurmuş, ortaya çıkan bu çelişkiler ve boşluklar ise müfessir ve siyer âlimlerince “bir şekilde” doldurulmuştur. Şimdi bunun bir örneğini vereceğiz.
Kur’an’daki mücmel İsmail kıssasının, Tevrat’taki İsmail kıssası verileri ile mufassallaştırılmasında ortaya çıkan en büyük çelişki Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Hacer’in Mekke’ye hicreti ve burada ikameti meselesidir.
Tevrat İsmail kıssasını, Kenan diyarındaki Hebron’da(El-Halil) yaşayan Hz. İsmail ve Hacer’in, diğer bir Kenan toprağı Beer Şheva’ya zorunlu hicretine kadar anlatmaktadır. Tevrat’a göre Hz. İsmail bu esnada on dört yaşlarındadır. Onları aile içi nefrete ve çekişmeye engel olmak için Beer Şheva’ya yollayan, Hz. İbrahim ise diğer ailesi ile birlikte ikamet ettikleri Hebron (El-Halil) şehrinde kalmıştır.
Tevrat’ın İsmail ile ilgili doğum öncesi, doğumu, sünneti ve büyümesi ile ilgili anlattığı detayları aynen nakleden İslam müfessir ve siyer âlimleri her nedense Kur’an’da anlatılmaya başlanan İsmail kıssasındaki Mekke’ye hicret ve ikamet ayetinin tefsirlerinde, İsmail peygamberi kundakta bir bebek olarak anlatmaya başlamaktadırlar. Bu olgu büyük bir çelişki oluşturmaktadır. Niye Tevrat’tan alıntı yaptınız, neden birden yaptığınız alıntıda değişiklik yaparak mesnedi olmayan çelişkili yorum ve rivayetlere döndünüz?
Yine müfessirler, Tevrat metinlerinde Hz. İbrahim’in yaşadığı yer olarak beyan edilen Kenan bölgesindeki Hebron şehrini, Şam diyarı olarak kaydetmektedirler; işin ilginç yanı bu coğrafik bilgilerin mesnedi yokken; dini ve tarihi bir metin olan Tevrat’ta yer alan Hz. İsmail ile Hz. Hacer’in, Beer Şheva’ya hicretini hazfederek, Sara ile oluşan çekişme sonrası direk Mekke’ye hicret ettirmektedirler. Çekişmeye kadar Tevrat’tan alıntı, ondan sonrası Kur’an’ın Mekke’de ikamet anlatımına mesnetsiz olarak geçiş yapılmaktadır. Bununla birlikte bir başka mesnetsiz vakıa olarak Hz. İbrahim ve ehlinin Mekke’ye hicretini “Burak” cinsi olağanüstü bir varlıkla yapıldığı rivayetine yer vermektedirler.
İslam kaynaklarında yer alan bütün bu anlatımlar, İsmail kıssasının mufassallaştırılmasında çeşitli çelişkiler ortaya çıkarmıştır. Çıkan bu çelişkiler giderilmeye çalışılırken İslamî literatürde “İsrailiyat” denen fakat aslında tamamen “İslam âlimlerince” boşluk doldurmada kullanılan; nereden alıntılandığı ve kaynakları belli olmayan müphem ve tutarsız nakillerle olay daha da karmaşık ve kopuk bir hale getirilmiştir.
Kur’an’dan binlerce yıl önce nazil olan Tevrat metinlerinde yer alan, Hacer’in oğlu İsmail ile birlikte Hebron’dan hicreti ve Beer Şheva çölündeki ölmek üzere olan oğluna su arayış çabası, Cebrail’in bir su kuyusu göstererek onları yaşama kavuşturma ve İsmail’in okçu olması gibi anlatımlar, İslam kaynaklarında, Tevrat’a atıf yapılmadan Mekke’de geçen olaylar olarak benzer bir versiyonla İbn-i Abbas rivayeti olarak nakledilmektedir.
Eğer meydana gelen hicret Tevrat’ta beyan edildiği gibi Beer Şheva’ya değil Mekke’ye ise bu durum İslam âlimlerince; Tevrat’ın bu anlatımlarındaki Beer Şheva’nın aslında Mekke olduğu bu detayın Yahudi bilginlerince tahrif edildiği tezleri ile savunulabilir ve böylece Mekke’ye hicret ve buradaki ikamet ile ilgili İbn-i Abbas rivayetinin sahihliği üzerinde durulabilirdi. Oysa İslam kaynaklarında böyle bir tez yoktur.
İslam âlimleri, Tevrat’tan aldıkları İsmail kıssasına dair malumat üzerinde oluşan boşluklara çeşitli mesnetsiz veya kopya nakiller yamayarak, İsmail kıssasının mufassallaştırılması hususunda Kur’an ve Tevrat arasındaki tarihi, kronolojik ve coğrafik kopukluğu gidermeye çalışmışlardır.
Kur’an’ı Kerim’de, Hz. İbrahim ve ehlinin Mekke’de ikamet safhası ile İsmail kıssası anlatılmaya başlanır. Tevrat ile Kur’an anlatımları arasındaki tarihi, coğrafik ve kronolojik kopukluk; İslam kaynaklarında anlatılan çeşitli rivayetler ve yorumlarla giderilmeye çalışıldığı gözlemlenmektedir. Bunlardan günümüz müfessirlerinden Muhammed Esed ve Süleyman Ateş’in bu husustaki gayretini örnek vererek üzerinde düşünmenizi istiyoruz. “Birşebe kırları” (yani Filistin’in en güney ucu) olduğu şeklindeki ifade, ilk bakışta Kur’an’daki bilgi ile çelişmektedir. Ancak, eski kentli Yahudiler için “Birşebe kırları” teriminin Filistin’in güneyindeki Hicaz’da dâhil bütün çöl alanlarını kapsadığını göz önüne alırsak bu zahirî çelişki ortadan kalkar.“ “Deve sırtındaki bir bedevî için (ki Hz. İbrahim de onlardan biri idi) yirmi veya hatta otuz günlük bir yolculuğun hiç bir zaman olağan dışı bir şey olmadığı göz önüne alınırsa bu imkânsız değildir.” (Muhammed Esed, Kur’an mesajı) “Tevrat’ın ifadesinden, Faran’ın Şeba kuyusu çölünde olduğu anlaşılmaktadır. Mu’cemu’l Buldan’da bazı âlimler, Faran’ı Mekke civarında sıra dağlar olarak gösterirken...” (Yüce Kur’an’ın çağdaş tefsiri; Süleyman Ateş)
Oysa coğrafik olarak Birşebe (Beer Şheva) ve Faran (Paran) Kenan topraklarıdır ve asla Mekke’nin kıyısı ile ilgili bir coğrafya olarak tarifi mümkün değildir. Buna rağmen çağdaş müfessirler, geçmiş İslam âlimlerine göre daha engin coğrafya bilgisine sahip oldukları halde; Kur’an ve Tevrat arasındaki Hz. İsmail ve annesinin hicretine dair coğrafi kopukluğu, asıl bilgiyi yanlış istikamette yorumlayarak gidermeye çalışmaktadırlar.
İslam kaynaklarındaki Mekke’de ikamet anlatımları özellikle İbn-i Abbas rivayetinin, Kur’an’da yer alan Mekke’de ikamet ayetiyle çeliştiği aşikârdır. Bu çelişkilerden İslam kaynaklarında yer alan bir örnek verelim: Kâbe ve Mekke tarihi ile ilgili numune bir kitap sahibi olan Eb’ul Velîd Muhammed El-Ezrakî bu hususta şöyle demektedir; “Mücahid’den rivayet olunduğuna göre; “İbrahim aleyhisselam’a Beytullah’ın yeri hazırlandığı vakit, Şam’dan oraya gelmek için yola çıktı; oğlu İsmail ve İsmail’in annesi Hz. Hacer de beraberinde bulunuyorlardı. İsmail (A.S) o zaman memede bir çocuktu.” Ezrakî’nin verdiği bu rivayete göre Hz. İsmail, Şam diyarından, Mekke’ye hicreti esnasında henüz bir bebektir.
Müfessir ve siyer âlimi Taberî ise “Tarih el-ümem ve’l mülûk” Milletler ve hükümdarlar tarihi adlı eserinde bu görüşün aksine Hz. İsmail’in Kâbe yapımında çalışacak kadar büyük bir çağda Mekke’ye geldiğine dair bir rivayet nakletmektedir. “İbrahim’e, Kâbe’yi bina etmesi emredildikten sonra, o, yanında oğlu İsmail’le eşi Hacer olduğu halde, yola çıktı. Mekke’ye geldiğinde...”
Nitekim “Hilal tv’de inancın renkleri” başlıklı mezkûr yazımızda Profesör Şinasi Gündüz’ün bu hususu gündeme getirdiğini ancak bu vakıanın detaylarına inmeyi tercih etmediğinin üzerinde durmuştuk. Şinasi hoca bu hususta şöyle demektedir: “Burada, Hz. İbrahim ve İsmail öncesi dönemde Hicaz bölgesinin bomboş olduğu ve sonraki Hicaz bölgesi halkının tamamen İsmail soyundan türediği tarzındaki bazı geleneksel görüşleri şüpheyle karşılamak gerektiğini belirtmeliyim.”
Hz. İbrahim, Hz. İsmail ile Hz. Hacer’in, İshak’ın@ annesi Sara’nın kıskançlığı vesilesi ile Tevrat’ta anlatılanların gerçekleştiği bir ortamı yaşamış olsalar bile; Kur’an’da İbrahim suresindeki otuz yedinci ayette anlatılan Mekke’ye hicret ve ikamet eylemi ile Tevrat’ta anlatılan Sara’nın kıskançlık ortamı olan Kenan’dan diyarından, Beer Şheva’ya ya da Mekke’ye hicret etmelerinin sebepleri aynı kabul edilemez. Tevrat’ta anlatılan Beer-Şheva’ya hicret, bir uzaklaştırma olarak tavsif edilirken; Kur’an’daki Mekke’ye hicret ve ikamet tavsifleri, Allah’ın emri ile gerçekleştirilen bilinçli bir eylem anlatımıdır. Bu hicret’ten sonra, Mekke’de bir medeniyet doğmuş, yeni bir resul İsmail ve onun tebliğ ettiği din ile uygarlığa, karanlıklardan aydınlığa bir kapı açılmıştır. Mufassallaştırılan İsmail kıssasında bu önemli olgunun altının ayrıca çizilmesi gerekmektedir. Böyle olduğunda Kur’an-i perspektiften hareket edilmiş veya o bakış açısı yakalanmış olur kanaatindeyiz. Aksi halde Kur’an kıssalarının mufassallaştırılmasının anlamı olmaz.
Kenan ile Mekke arasındaki hicret ve ikamet kopukluğunu başka bir şekilde açıklamak ya da gidermek mümkündür. Öncelikle aile içinde çıkan geçimsizliği önlemek amacıyla oğlu İsmail ve annesi Hacer’i, Beer Şheva’ya gönderen Hz. İbrahim’in daha sonra Allah’tan aldığı emirle Kenan diyarındaki Beer Şheva’dan Mekke’ye hicret etiğinin kabulü, Kur’anî bakış açısından ve Kur’an ile Tevrat arasındaki kopukluğu açıklama veya gidermede alternatif bir tez olacaktır kanaatindeyiz.
Muhtemelen İsrailoğulları rabbi’leri, Tevrat’ın derlenişi sırasında İsmail kıssasının bu bölümünü tahrif etmişler ve bu amaçla Hz. İsmail’in kişiliğini tezyif ederek, Hz. İshak’ı, dolayısıyla kendi soyları İshak nesli İsrailoğullarını ön plana çıkarmışlardır. Bilindiği gibi İsrailoğullarının kıskançlığı Hz. Yusuf kıssasında kardeşleri olan Yusuf’un kuyuya atılması ile sonuçlanmıştır. İsrailoğullarının ırkçı kıskanç yapıları benzer bir tavrı göstererek rabbileri vasıtasıyla Hz. İsmail ve soyunu, Hz. Yusuf gibi cezalandırma! Yoluna giderek Tevrat metinlerinden sildikleri anlaşılmaktadır.
Hebron şehrinden sürülen Hz. İsmail ve Hacer, İsrailoğullarının bu menfi tavrı yüzünden Tevrat’tan yok! olmuşlardır. Bu noktada altını çizeceğimiz bir durum ortaya çıkmaktadır. Tevrat’taki Hz. İsmail ve Hacer’e karşı oluşmuş bu menfi ve çelişik durum aynı zamanda Tevrat’ın muharref yönünü gündem etmemizde delil olarak öne süreceğimiz tezler arasındadır.
Şimdi Tevrat’taki İsmail ve Hacer’i öven ifadelere bakalım: “RAB'bin meleği Hacer'i çölde bir pınarın, Şur yolundaki pınarın başında buldu. Ona, "Saray'ın cariyesi Hacer, nereden gelip nereye gidiyorsun?" diye sordu. Hacer, "Hanımım Saray'dan kaçıyorum" diye yanıt verdi. RAB'bin meleği, "Hanımına dön ve ona boyun eğ" dedi, "Senin soyunu öyle çoğaltacağım ki, kimse sayamayacak. "İşte hamilesin, bir oğlun olacak, Adını İsmail koyacaksın.”(Tevrat/Tekvin/16. Bab7-11) "Cariyenin(Hacer) oğlundan da bir ulus yaratacağım. Çünkü o da senin soyundur." (Tevrat/Tekvin/21Bab13)“İsmail'e gelince, seni işittim. Onu kutsayacağım; onu verimli kılacak, soyunu alabildiğine çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir ulus yapacağım.” (Tevrat/Tekvin/16. Bab20) Tevrat’ın bu ifadelerinden anlaşılmaktadır ki Yehova Hz. İbrahim’in oğlu İshak kadar İsmail’e de değer vermiştir. Ancak ırkçı İsrailoğulları rabbilerinin Tevrat metinlerindeki tahrifatı, İsmail’in kişiliğini, soyunu ve resullüğünü tezyif ettirmiştir.
Mekke’de ikamet konusunda Kâbe’nin o esnada kurulu olup olmaması, Kâbe etrafında insan yerleşimi bulunması, bu nüfusun akidevî yapısı gibi özellikler ön plana çıkmaktadır. Eğer bu hususlar Kur’an-i bakış açısıyla incelenerek sahih bakış açısıyla yeni bir yapılandırma gerçekleştirilebilirse İslam dünyasındaki ve Yahudi/Hıristiyan teolojisindeki, İsmail kıssasına ait hurafe inanç birikiminden kurtulmak mümkün olacaktır.
Profesör İbrahim Canan’ın, Kütüb-i Sitte Muhtasarı tercüme ve şerhi’nde, Mekke’de insan yerleşimi konusunda şunlar yer almaktadır: “Umdetül-Kari’de Ata İbn-i Sâib’den: Hz. İbrahim Hacer’le İsmail’i getirdiğinde Cürhümilerin Mekke’ye yakın bir vadide bulundukları rivayeti naklediliyor ki, bu rivayet Hz. İbrahim’in kadınını ve çocuğunu bütün bütün insandan arî bir çölde bırakmadığını ifade etmekle daha makuldür.”
Yine bu hususta Mekke’nin, Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Hacer’in geldiği zaman bom boş olmadığı kanaatini, Prof. Dr. Şinasi Gündüz’de dile getirmektedir. “Burada, Hz. İbrahim ve İsmail öncesi dönemde Hicaz bölgesinin bomboş olduğu ve sonraki Hicaz bölgesi halkının tamamen İsmail soyundan türediği tarzındaki bazı geleneksel görüşleri şüpheyle karşılamak gerektiğini belirtmeliyim.”
Kâbe Kurulu ve etrafında insan yerleşimi var ise o takdirde İslam kaynaklarındaki ve bugünde bize kadar ulaşmış olan Hacer'in, oğlu İsmail'e su bulmak için koşuşturması, dolayısıyla bunun anısına dayalı olarak yapıldığı anlatılan Hac menasikindeki Safa ve Merve arası yürüyüş ritüeli; bu koşu arkası Kâbe içerisindeki Cebrail aracılığıyla Zemzem'in bulunuşu inancı anlatımları boşlukta kalmaktadır.
Kur’an’da yer alan Hz. İsmail ile ilgili onun niteliklerine dair anlatımların Tevrat’ın İsmail kıssasında serdedilen muharref İsmail vasıfları anlatımlarını nakzetmek için olduğunun da altını çizmek gerekmektedir. Tevrat metinlerindeki İsmail tiplemesi, itici tanımlamalar içermektedir. Buna göre İsmail@ kavgacı, geçimsiz, insanlarla sosyal münasebet kuramayacak bir kişiliktir. Yani, tam bir bedevi tarifi…! Üstelik Hz. İsmail peygamber olarak da görülmez. Tevrat metinlerindeki bu anlatımlar sırf cariye ve Mısır kökenli anadan doğma İsmail’i etnik ve statü olarak aşağılama amacıyla yapılmış tahrifatlardır. Tevrat’taki, Hz. İsmail ile ilgili bu aşağılayıcı vasıflandırmalara bakalım: “Ve (sara) İbrahim’e dedi: Bu cariyeyi ve oğlunu dışarı at; çünkü bu cariyenin oğlu benim oğlumla, İshak’la beraber mirasçı olmayacaktır.”(Tevrat/Tekvin 21.Bab / 9–10) “Oğlun (İsmail) yaban eşeğine benzer bir adam olacak, O herkese, herkes de ona karşı çıkacak” “Kardeşlerinin hepsiyle çekişme içinde yaşayacak."(Tevrat/Tekvin 16.Bab / 12)
Kur’an, İsmail’in kişiliğine dair verdiği bu bilgilerde, Tevrat’taki İsmail kişiliğinin tahrife uğramasından dolayı, sanki onun, Tevrat’ta tahrif edilen kişilik bilgilerini düzeltmektedir. “İsmail'i, Elyesa'yı, Zülkifl'i de an. Hepsi de (El ahyar) iyilerdendir.” (38/Sad /48) “İsmail'i, İdris'i ve Zülkifi de (yâdet). Hepsi de (Es sabirin) sabreden kimselerdendi.” (21/Enbiya suresi/85) “O : "Rabbim! Bana Salihlerden olacak bir evlat ver", dedi.” (37/Saffat suresi/ 100) “Onları rahmetimize kabul ettik. Onlar hakikaten (19/Meryem suresi/54) “Halkına namazı ve zekâtı emrederdi; Rabbi nezdinde de hoşnutluk kazanmış bir kimse idi.” (19/Meryem suresi/55)(Salih) iyi kimselerdendi.”(21/Enbiya suresi/86) “(Resulüm!) Kitap'ta İsmail'i de an. Gerçekten o, sözüne sadıktı, resul ve nebi idi.”
Kur’an’a göre Hz. İsmail; “iyilerdendir.” “sabreden kimselerdendi.” “iyi kimselerdendi.” “sözüne sadıktı.” “Rabbi nezdinde de hoşnutluk kazanmış bir kimse idi.” Kur’an’ın Hz. İsmail hakkında bildirdiği bu nitelikler Tevrat’ın İsmail kıssasındaki muharref İsmail tiplemesini düzeltir ve muharref Tevrat bilgilerini aslına döndürür. Kur’an’ın İsmail hakkındaki mücmel açıklamaları Tevrat bilgileri ile mufassallaştırılırken Tevrat’ta yer alan muharref bilgiler de Kur’an ayetleri ile böylece düzeltilmektedir. Bu tavır aynı zamanda Ehl-i kitap ile Müslümanlar bazında diyaloğun ve doğrularda konuşma ve anlaşmanın göstergesi olacaktır.
Hz. İsmail kıssasında Kur’an ile Tevrat arasındaki farklılıklardan biri de Hz. İsmail’in kurban “zebh” meselesidir. Aslında İsmail’in kurban edilmek istenmesi olayı Kur’an’dan kaynaklı bir olgu değildir. Çünkü Kur’an bu hususta açıkça bir isim zikretmemektedir. Ancak etnik ve dinî Arapçılık yapmak isteyenler, ya da hüsn-i niyetli bir bakışla Hz. Muhammed’i, Ulu’l Azm bir peygamber Hz. İbrahim soyundan gösterme gayreti ile binlerce yıl önce Tevrat metinlerinde kayıtlara geçmiş olan Hz. İbrahim’in ikinci oğlu İshak’ı kurban etmek istemesi anlatımlarındaki İshak gerçeğini zorlama yorumlarla, Kur’an’daki “zebh” anlatımı ayetlere İsmail olarak adapte ederek; Hz. İsmail’i ve ondan sonra gelen son resul Hz. Muhammed’i üstün soydan göstermeye gayret etmişlerdir.
Bu yüzden bize kadar ulaşan İsmail@ kültürü üzerinden hareket edersek, Arap asabiyet yaklaşımları yüzünden, İsmail kıssasında bir başka boyutun göz ardı edildiğine tanık olmaktayız. İsmail kıssası hakkındaki meşhur İbn-i Abbas rivayetindeki ince ayrıntıyı bile yakalayamamışlardır.
Kur’an-ı Kerim’deki, Saffat suresinde anlatılan kurban edilen çocuk “Zebihullah”ı zorlama yorumlarla Hz. İsmail olarak kabul edip, onun soyu olarak, Arap soyunu ve o soydan olan Hz. Muhammed’i yüceltmek isteyenler aslında bu kavmiyetçilik hastalığının, daha alası bir delile! Ya da alternatif bir yoruma bakmayı akıl edememişlerdir.
İbn-i Abbas rivayetinde yer alan ve kültürel olarak İslam kaynakları içersinde yerleşen Hz. İsmail ve Hz. Hacer’in Mekke’ye yerleşme inanca göre; İbrahim peygamber, Hz. İsmail ile Hz. Hacer’i; yani bir yandan oğlu İsmail’i, diğeri yandan ona bu değerli tek oğlu veren hanımı Hacer’i; susuz, azıksız ve ıssız topraklara bırakarak; hem seksen altı yaşında sahip olduğu ilk oğlunu ve hem de onu kendisine doğuran annesini, Allah’a bir nevi kurban ederken “Zebih” olayından daha aşağı bir itaat mi sergilemiştir? Hayır! Issız, susuz bir diyara; küçücük bir bebekle yapayalnız bir kadını bırakan İbrahim’@in Allah’a itaati ve bırakılan kadının teslimiyeti ve bebeğin durumları; “Zebih” olayının bir benzeri gibidir.
İbrahim@in bu itaatine karşılık Allah, daha sonra onun oğlu İsmail’i peygamber seçerek, birlikte Kâbe’yi inşa etme, Hac ibadetini ilan etme şerefi vererek mükâfatlandırmıştır. Hz. Hacer Allah’ın evinde defnedilen bir insan olarak taltif edilmiştir. Bu mükâfatlar “Zebih” sonrası Hz. İbrahim ve İshak’a verilen mükâfatların bir benzeri değil midir?
Bu aşamada ilginç gördüğümüz bir olguyu da gündem etmede yarar görmekteyiz. Sara ile oluşan anlaşmazlık sonucu Beer Şheva’ya oradan da Allah’ın emri ile Mekke’ye yerleşen İsmail kabulü; Hebron’da kalan İshak’ın yine Allah’ın dilemesiyle kurban edilmek istenmesi kabulü hem Tevrat hem de Kur’anî bakış açısından normal ve çelişki olmayacak bir tez olduğu halde Hz. İsmail’in ısrarla zebih olduğunun iddiası ile İsmail kıssasının gidişatında müfessirler arasında ihtilaf doğmasına neden olmuştur.
Zebih’in İshak olması Müslümanlarca bir şeyi değiştirmeyeceği halde yani peygamberler arasında ayrım yapmaya itmeyeceği bilindiği halde iki peygamber arasında tercih kullanılma gibi bir pozisyon oluşturulmuştur.
Zebih’in İshak@ veya İsmail@ olması Müslümanlar, yani Kur’an muhatabı toplumun; ne İsmail’@in veya İshak’@ın resullükleri arasında ayrım yapmasına ne de bu resullerin etnik kimliklerine dayalı olarak, hiçte İslami olmayan -İbrani/Arap- kavmiyetçilik veya asabiyet hastalığına izin verir. Kur’an’daki kıssanın amacı bu olay nezdinde muhatapların ders alarak, sevdiği şeylerden fedakârlık etmedikçe Allah’a tam teslim olamayacakları; Allah’ın emirlerinde, İbrahim@ ve kurban edilmek istenen Zebih/kurban –İsmail / İshak- gibi tereddütsüz itaatkâr olmaları mesajını vermektir.
Görüldüğü gibi bin dört yüz yıllık İslami birikimdeki, İsmail kıssasının mufassallaştırılması ile ilgili gayretlerden nasıl çelişkiler doğmuştur. Geçmişteki İsmail kıssasının mufassallaştırılması, Hz. İsmail’in hayatının daha etraflı anlaşılmasından ziyade Kur’an muhatabı insanların, Kur’an’i bakışa ait olmayan düşüncelerinin bu kıssa nezdinde somutlaştırmasını sağlamış gözükmektedir.
Hülasa tefsir biliminden bağımsız kurulacak “Kıssa ana bilim dalının” tarih, coğrafya, arkeoloji, dinler tarihi, v.s gibi yan ilim veya disiplinler aracılığıyla yapacağı araştırmalarla; Kur’an-ı Kerim’de mücmel olarak anlatılan İsmail kıssası baz alınarak yeni bakış açılarıyla yukarıda öngördüğümüz metodoloji uygulanarak, Tevrat ve diğer İslam kaynaklarında yer alan verilerle yapılandırılıp sahih ve mufassal bir İsmail peygamber hayatı ortaya çıkarılması böylece tevatür yoluyla bize ulaşan hurafe ve mesnetsiz inançlardan oluşan Kur’an perspektifinden uzak ve yapay “kültürel İsmail kıssası”ndan soyutlanmamız gerekmektedir kanaatindeyiz.
30 Nisan 2009 Perşembe
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar