Dünyanın üçte ikisinin deniz ve okyanuslarla kaplı olduğunu bilmeyen yok gibidir. Ancak var olan bu su bolluğu insanoğlunun ihtiyaçlarını tam manasıyla karşılamamaktadır. Çünkü dünya üzerindeki suyun yüzde doksan yedisi, deniz ve okyanuslardaki tuzlu sulardan oluşmaktadır. Bu tuzlu sulardan avlanma yoluyla elde edilen besin haricinde içme suyu için çok cüzi bir istifade olsa da kullanma suyu olarak yani tarım ve endüstriyel alanlarda yararlanmak imkânı yoktur.
Yüzde iki civarındaki bir su kütlesi de kutuplarda donmuş vaziyette atıl durumdadır. Bunların içme suyu veya diğer ihtiyaçlar için kullanılması hem ekonomik hem dünya eko-sistem dengesi açısından mümkün gözükmemektedir. Geriye yüzde bir oranındaki su kalmaktadır ki, ancak bu orandaki bir su insanoğlunun içme ve diğer yaşamsal ihtiyaçları için kullanılabilmektedir.
Kâinatın yaratılışından itibaren başlayan su döngüsü denen Sünnetullah nedeniyle dünya üzerindeki bu su oranlarında değişiklik olsa da yeryüzü üzerindeki mevcut toplam su hacmi değişmemektedir. Cenab-ı Hakk bu konuda şunları belirtmektedir: ” Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.” (Hicr/21)
Ancak çağımızda dünya nüfusunun artması ve buna paralel olarak teknolojik gelişmeler ve israfçı liberal kapitalist tüketim sebebiyle içilebilecek nitelikteki sular hızla kirlenmektedir. Yani nitelikleri itibariyle kullanılamayan okyanus, deniz ve kutup suları yanı sıra kirlenen akarsu, göl ve yer altı suları nedeniyle doğal bir su kıtlığına ilerlediğimiz görülmektedir.
Yeryüzündeki içme ve kullanılma niteliğine sahip suların yüzde yetmişi tarımsal amaçlı sulamalarda kullanılmaktadır. Bu önemli bir durumdur. Çünkü insanoğlu yiyeceğini bu sulamalar sonucu oluşan hasatlardan elde etmektedir. Yani tarımda kullanılan sular besin maddesi olarak tekrar insanların tüketimine geri gelmektedir. Yüzde yirmisinin sanayi ve endüstriyel amaçlarla kullanılmaktadır ki, bu suların geri dönüşümü bulunmamaktadır. Geriye kalan yüzde onluk cüzi bir oran ise içme suyu olarak tüketilmekte yapılan arıtma sistemleri ile nispeten yeniden geri dönüşü sağlanabilmektedir.
İçilen suların sağlandığı su döngüsün gerçekleştiği yağmur sularının tutulma havzaları olan ormanlar, nehirler ve göller çevresinin yerleşime açılması, tarımsal uygulamalardaki aşırı gübre ve ilaç kullanımları, ısınma ve trafik nedenleriyle oluşan hava kirlilikleri ve ormanların yok edilmesine paralel hızla kirlenmektedir. Su havzaları yaklaşık yirmi günde kendini yenileyebilirken aynı kirletilmenin devam etmesi bu yenilemeyi imkânsız kılmaktadır.
Dünya su ihtiyacının yüzde otuzunu karşılayan yer altı sularının tarımsal sulamalardaki eski yöntemler veya tasarruf özellikli olmayan kullanımlar sebebiyle azalmakta ve yatak değiştirmektedir. Sanayi ve teknolojiyi üzerine alarak buna dayalı her türlü üretim ve tüketimi planlayan küresel emperyalizm tarım ve tarımla ilgili uygulamaları yoksul ve gelişmekte olan ülkeler üzerinden karşılamayı planlamıştır. Türkiye’ye bir zamanlar önerilen Avrupa’nın manavı olun sözleri bu mantalitenin bir ürünü olarak ortaya atılmıştır.
Üçüncü dünya olarak adlandırılan yoksul ve gelişmemiş ülkeleri manavları olarak görenler buradaki tarım topraklarını istedikleri gibi ekip biçtirmeye ve istediklerini ürettirmeye başladıklarında her şey güllük gülistanlıktı. Ancak Liberal kapitalist anlayışın bitmez tükenmez üretim ve tüketim iştihası sonucu bu tarım topraklarında sulama sistemlerinin zorlanmaları sonucu sulamada kullanılan suların tüketimi olağan üstü artmıştır. Küresel emperyalizmin, tohumunu, gübresini, toprağı işleme araçlarını ve sulamada kullandığı motopompları pazarlayarak toprağın ürünlerini bedava devşirdiği bu israfçı sistem sulama suyu alanında iflas işareti vermiştir.
Yerüstü sularını kullanarak sulama yapan üreticiler bu yetmeyince başvurdukları yer altı sularını motopomplarla yüzeye çıkararak sulama usulü sonunda, işlenmeden içme niteliği yüksek olan bu suların azalmasına neden olmuşlardır. Küresel emperyalizmin sattığı motopomplarla zahmetsiz ve sınırsızca yüzeye çıkarılan sular, vahşi sulama denilen eski sistemlerle tarım toprakları sulamalarında kullanılınca; bunun yanı sıra küresel ısınmaya bağlı su kıtlığı, israfçı liberal kapitalist küresel sistem için alarm vermeye başlamıştır.
Sınır tanımadan yüzeye çıkarılan yer altı sularının çıkartılma derinlikleri sürekli olarak artmakta ve yer altındaki var olan su kapasitesi düşmektedir. Bu yüzden Türkiye’de Konya ilinde görünen ve dünyanın çeşitli alanlarında da sıkça oluşan çökükler “obruk” meydana gelmektedir. Yer altı su havzalarının yeniden eski haline gelmesinin yüzyılları alacağı hesap edildiğine göre bu durum su arzında önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
Tüm dünyaya paralel olarak Amerika’nın su ihtiyacının yarısını karşılayan yer altı sularındaki azalma Amerika’yı panikletmiş vaziyettedir. Bu yüzden tarımsal sulamalarda su tüketimini azaltma ve tasarruf nitellikli proje olan ve 1960’lı yıllardan beri icat edilmiş damla sulama sistemlerine geçiş teşvik edilmekle beraber pahalı sistemler olmaları nedeniyle yoksul ve gelişmekte olan ülkelerde vahşi sulama olarak adlandırılan aşırı su vermeye dayanan sistemler halen devam ettirilmektedir. Bu sebeple hem yer altı suları boşa harcanmakta hem de tarımsal topraklarda tuzluluğa sebep olarak ikinci bir felakete yol açılmaktadır. GAP sulamasındaki bu yanlışlıklar yüzünden Türkiye’nin güneydoğudaki tarım topraklarındaki tuzluluğun hızla artması buna örnektir.
İnsanoğlu küresel emperyalizmin önderliğinde israfçı üretim ve tüketim modeliyle kendi eliyle kendi musibet veya felaketini hazırlamaktadır. Daha çok tüketmek için daha çok üretenler, bunun için sınırsızca gübre, ilaç, tohum, tarım aracı ve su kullanımını teşvik edenler, suların azalmasının, kirlenmesinin dolayısıyla küresel ısınmanın ve gelecekteki su kıtlığının müsebbibidirler.
Tarih tekerrürden ibaret derler. Nitekim dünya tarihinde gerçekleşmiş olan suyun azlığı kıtlık-kuraklık veya çokluğu Tufan-sel’lere dayanan felaketler kâinat yaşı kadar eski olduğu görülmektedir. Bu felaket veya musibetlerin en başında Nuh tufanı gelmektedir. Allah’ın takdiriyle inanmayanlara bir musibet olarak gerçekleşen Tufan olayından başka yer yer ve zaman zaman meydana gelen su kıtlığı ve suyun çokluğu ile ilgili felaketler, insanoğlunu her zaman korkutmuştur.
İnsanoğlunun Allah’a yaptığı dualarda, kendinin esirgenmesini istediği felaket veya musibetler arasında sel ve kuraklık afatı vardır. Çünkü bu felaketlere karşı insanlar tamamen korumasızdır. Tam anlamıyla önlem almak veya önlemek mümkün değildir.
İnsanlık tarihi veya dinler tarihinde insan topluluklarının başlıca hicret sebebi veya felaket anlatımlarında kuraklık ve buna dayanan yer değişimi dinamizmleri yer almaktadır. Irkçı-Türkçü tarih, orta Asya’da baş gösteren kuraklıklar sonucu, Aral gölü ve Hazar denizinin kurumaları ve kuraklıklar sonrası oluşan kıtlığı aşmak için Anadolu’ya doğru yapılan göçleri anlatmaktadır.
Tevrat Hz. İbrahim’den başlayarak İshak ve Yakup peygamberler dönemindeki kuraklıklar sonucu yaptıkları hicretleri kıssa etmektedir. Buna göre Haran’dan Kenan’a hicret eden Hz. İbrahim, Kenan’da baş gösteren kuraklık ve kıtlık sonucu Mısıra hicret etmek zorunda kalır. Hz. Yakup Kenan’da ortaya çıkan kıtlığa çözüm olarak Mısır’da yiyecek arayışında bulunur ve oraya hicret eder. Hz. Yusuf Mısır’da baş gösterecek kıtlığı önceden haber verdiği için yönetici seçilir.
Su insanın vazgeçilmez ihtiyacı olduğuna göre buna dayanan felaket görünümlü sınanmalar ve buna giden sebepler tekerrür etmeye devam edecek dolayısı ile kuraklık ve onun tabii neticesi kıtlık geçmişte olduğu gibi günümüzde ve gelecekte de insanoğlunun uğraşacağı sorunlar arasında olacaktır. Su veya deprem gibi gelecek olan felaketler doğanın bilinçsiz olan sisteminin insanoğlu tarafından yanlış kullanımıyla ilgili olduğu Darvinist veya Seküler yaklaşımlarla ihsas edilmiş olsa bile aslında doğayı ona emanet eden Allah’ın istediği biçimde kullanmayanların azgınlığı ya da insanların davranışlarının imtihan edilmesi yüzünden olduğu inananlar açısından bir gerçekliktir. “Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, (onları) çok iyi görür.” (Isra/31)
Küresel kapitalizm ve onun tüm dünyaya dayattığı israfçı üretim ve tüketim modeli liberal kapitalizm, Allah’a rağmen dünya nimetlerinin, beşeri isteklerle sınır kullanılmadan müsrif bir şekilde kullanılmasını emretmektedir. Bunun sonucu insanoğlu felakete doğru gitmektedir.
20. yüzyıl sonunda başlayan ve 21. yüzyıl ilk on yılında da üzerinde en çok durulan konu su üzerinedir. Yani suyun çokluğu veya azlığı… Küresel ısınma sebep gösterilerek meydana gelebilecek susuzluğun neticesi oluşacak kuraklık ve buna dayalı olumsuz gelişmeler, 21. yüzyılın ilk felaket senaryosudur.
Yine küresel ısınmaya bağlı olarak kutuplardaki buzulların erimesi ile oluşacak ikinci felaket senaryosu, eriyen sular altında kalan kara parçaları yani “yarı Tufan” dır.
Her iki senaryonun da su üzerine kurulu olduğu gözlemlenmektedir. Suyun hem azlığı hem fazlalığı insanoğlunun felaketine yol açmaktadır. Yani Allah’ın yeryüzünde yarattığı denge bozulmamalıdır. “Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer/49)
Ancak bu felaket insanlığın hangi gurubunu etkilemektedir ya da etkileyecektir bu muğlâktır. Suyun kıtlığının olacağı yerler olarak hep yoksul ve gelişmekte olan ülke coğrafyaları gösterilmektedir. Dolayısıyla en çok zarar görmesi hesaplanan ülke ve halklar üçüncü dünya ülkeleri olarak lanse edilmektedir. Pek tabiidir ki en çok tedbir alması gerekenler olarak yine bu ülkeler işaret edilmektedir.
Bu kurguya istinaden oluşan ve oluşmakta olan su arzının gittikçe azalan trendi sonucu yoksul ve gelişmekte olan coğrafyalarda suyun kıtlığına dayalı salgın hastalıklardan dolayı ölümlerin artacağı öne sürülmektedir. Azalan tarımsal üretim sonucu ortaya çıkan ve çıkacak açlık sorunu nedeniyle milyonlarca insanın öleceği öne sürülmektedir.
Su kıtlığına dayanan bütün bu kötü senaryolar yoksul ve gelişmekte olan coğrafyalar üzerinedir. Oysa küresel emperyalizmin hâkim coğrafyalarında ne gibi etkiler görülecek bunlar üzerinde durulmamaktadır. Yoksullaşan ve açlık ve kıtlık ile boğuşacak bir dünyaya ürettiklerini pazarlayamayan liberal kapitalist ekonomiler azalan gelirleri sonucu ne yapacaktır. Yoksul halkları sömürüye dayanan küresel emperyalist sistem kendisini nasıl idame ettirecektir.
Bu ve buna benzer sorular sorulmamakta ve cevaplar aranmamaktadır. Aslında küresel ısınma ve bunun neticesi oluşacak olumsuzlukların en çok zarar vereceği ülke Amerika’dır. Tüm dünyada kuraklığa ve yanlış tarımsal sulama uygulamalarına bağlı olarak azalan yer altı suları, öncelikle kullandığı içme sularının yarısını yer altı sularından karşılayan Amerika’yı vuracaktır. Küresel ısınmaya paralel oluşacak kutup buzullarının erimesi ile yükselen deniz sularının kaplayacağı alanlar küresel emperyalizmin amiralleri Amerika ve Avrupa kıyıları olacaktır. Yani bir felaket gelecekse o felaket öncelikle bu felakete sebep olan küresel kapitalistleri yutacaktır.
Açlık ve kıtlık ile boğuşan ülke halklarını sömürmekte zorlanacak olan emperyalist ülkeler bu halkların isyan ve kalkışmalarına engel olamayacaktır. Dolayısıyla hâkim oldukları küresel emperyalist sistem çökecektir. Nitekim Hollywood’un ürettiği bilim-kurgu filmlerinde önce felaket sonrası yönetim kaosu yani isyanlar ve onların içinden çıkan yönetim yanlısı veya isyancılardan kahramanların önderliğinde yeni bir dünya ve yeni bir düzen teması sıklıkla işlenmektedir.
Tamamen küresel kapitalizmin ürünü olan israfçı üretim ve israfçı tüketim modelinin getirdiği bir sonuç olacak olan su kıtlığı ve beraberinde gelecek olumsuzluklar aynı zamanda küresel kapitalizmin de felaketi olacağı fehmedilmelidir. Bu yüzden 21. yüzyılın, küresel kapitalizmi açısından “su fobisi” yüzyılı olacağı anlaşılmaktadır. Tüm dünyada su yüzünden kopan fırtınalar bu yüzdendir biline…
Bundan dolayı küresel emperyalizm sürekli olarak su sorununu gündeme getirerek, gelecekte yaşanabilecek felakete dikkat çekmekte, senaryolar üretmektedirler ve yoksul halkları tedbir almaya çağırmaktadırlar. Alınacak tedbirlerde bile yoksul ve gelişmekte olan ülkelerin birbirine kırdırılması yatmaktadır. “Sınırı aşan sular” sorunu geçmişte cetvellerle çizilen ve bırakılan ihtilaf alanları ile komşu halkları birbirine düşüren mantıkla aynıdır. Yaklaşan su felaketi sebep gösterilerek tedbir alma bahanesiyle zayıf düşürülen halkları su için karşı karşıya getirmek ve savaştırmak.
Allah’ın suyu Allah’ın arzında kullanılamamaktadır. Ya da ihtilaf için sebep gösterilmektedir. Suyun ilk çıktığı ülke mi yoksa içinden yatağı akan ülkemi, yoksa son olarak denize dökülen yerdeki ülke mi daha çok kullanım hakkına sahiptir? Bu sorunun cevabını nasıl verebilirsiniz, hele de su kıtlığı yaşayan veya gelecekte yaşayacak olan ülke insanı veya yöneticisi olarak? “Tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuk’tan?” Bu sorunu halledene kadar su yüzünden savaşlar, katliamlar… Savaşanlar yoksullar, sebep olanlar zenginler, emperyalistler…
Su ve nüfusun en orantısız bulunduğu coğrafyalardan biri de Türkiye’nin de içinde yer aldığı Ortadoğu coğrafyasıdır. Küresel kapitalizmin can damarı enerji de bu bölgede bulunmaktadır. O halde sömürünün devamı için bölge halkları arasında yeni bir kin ve kavga odağı gerekmektedir. Su…Kıtlık…Suların paylaşımı….O halde alın size bir sorun “Uluslar arası sular” ya da “Sınır aşan sular” .
Emperyalizmin bölgesel aktörü Siyonist İsrail’in susuz kalmasını düşünün; Lübnan nehirleri; Uluslararası sular / Sınır aşan sular kavramları vasıtasıyla Litani, Hasbani, Şeria, nehirleri, Taberiye suları İsrail’in emrine amade kılınabilecektir. Araplara kızan Türkiye’nin GAP, Manavgat, Munzur suyu İsrail’e bir şekilde “pas”lanabilecektir.
Liberal kapitalizm’in amiral gemisi uluslararası medyada yer alan başlıca tema şudur: 21. Yüzyıl su savaşlarına sahne olacak! Mesaj; suyuna sahip çık!.. Sebep belli, su azlığı, sonuç yine belli, susuzluktan ölme yerine su yüzünden savaşarak ölüm!..
Bu sebepten suların üstünde oturan Türkiye bile su kıtlığı yaşayan/yaşayacak ülkeler içerisinde gösterilmektedir. Türkiye ve sınır ülkelerinin paylaşması gereken oldukça fazla akarsu bulunmaktadır. Fırat, Nizip Çayı, Habur Çayı, Kuveyik Suyu, Belh Suyu, Zerka Çayı ve Çağçağ suyu Suriye’ye; Fırat, Dicle, Hezil Çayı, Zap Suyu ve Şemdinli suları Irak'a, Aras Azerbaycan'a Kura ve Çoruh Gürcistan'a, Kotur Çayı ve Sarı Su İran’a akmaktadır.
Dolayısıyla gelecekte baş gösterecek su kıtlığına çare olarak Türkiye’nin; Fırat, Dicle, Çoruh, Aras v.d nehirlere ve sularına sahip çıkması istenmektedir. Aynı anda Suriye, Irak ve Şattül-Arap’a dökülen Fırat ve Dicle’nin tatlı sularını arıtarak kullanan Basra körfezi ülkelerinde de benzer uyarılar yapılarak, Fırat ve Dicle sularına sahip çıkılması için gayret gösterilmesinin gelecekleri için önemli olduğu bildirilmektedir. Öte yandan da Arapçılık hortlatılarak Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturulmaya çalışılmaktadır. Türkiye’nin bu sarmaldan kurtulmasına bir çare olarak “Sınırı aşan sular”ın idaresini AB yönetimine devretmesi istenmektedir.
Oyun içinde oyun!... Böylece küresel kapitalizmin yer altı kaynaklarını sömürdüğü bu bölgede halklarının hem suyuna el koyabilecek hem de paylaşılması gereken sular yüzünden birbirleri ile kapıştırarak sömürülerini devam ettirebileceklerdir.
Yoksul ülkeleri gelecek felaketle uyaran ülkeler kendileri tedbir almaları, israfçı üretim ve tüketim modellerinden vazgeçmeleri gerekirken onlar diledikleri gibi israfçı yaşamlarını sürdürmektedirler. Küresel emperyalizm ve güdümündeki, israfçı üretim ve israfçı tüketimi hedefleyen liberal kapitalist ekonomiler, sınırsızca doğaya zarar vermeye devam etmektedirler. “…yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez. “ (Araf/31)
Liberal kapitalizmin üretim ve tüketim hobisi yüzünden dünya üzerinde tüketilen petrol, doğalgaz, kömür v.s gibi fosil yakıtlardan dolayı artan karbon salınımının oluşturduğu sera etkisi nedeniyle baş gösteren küresel ısınmanın önüne yıllardan beri geçilememektedir. Çünkü bunu önlemek kapitalizmin üretim ve tüketim ahlakını değiştirmekle mümkün olacağı için küresel emperyalistler buna yanaşmamaktadırlar. Küresel emperyalistler bozdukları ya da bozdurdukları doğal dengeyi yeniden tesis etmeye yanaşmamaktadırlar. Oysa Kur’an şöyle ihtar etmektedir: “Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (Rahman/7-9)
Ürettikleri felaket senaryoları yoluyla fedakârlığı yoksul veya gelişmekte olan ülkelerden beklemekte ya da onlar üzerinden gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Ürettikleri felaket senaryolarını engellemek için önlem alması gerekenler hep yoksul ve gelişmekte olan dünya ülkeleri olmaktadır. Keyif! Küresel emperyalizmin liberal kapitalist çocuklarına, eziyetin faturası ise ezilenlere çıkmaktadır.
Sınırsız sayıda cep telefonu veya benzer batarya sistemleri ile çalışan ürünler üreten küresel emperyalizm, bunları pazarlayıp parasını cebe atmakta bunun yanı sıra bu cihazların şarj edilmesi sırasında ısınma etkisinin Karbon salınımını artırdığını öne sürmektedir. Ürettikleri küresel felaket senaryoları ile de pazarladıkları bataryalı cihazlara ait şarj ünitelerinin gerekmedikçe elektrikte takılı olmamasını öğütleyerek, sözüm ona küresel felakete önlem almaya çağırmaktadırlar.
Sürekli olarak elektrikli ve suya dayanan ev eşyası icat eden ve üreten liberal kapitalist ekonomi, hem elektrik tüketimi hem su tüketimine teşvik etmektedir. Bunun için nehirler üzerine barajlar, fosil yakıtlarla çalışan santraller, yetmedi nükleer santraller kurmaya teşvik eden küresel emperyalizm, doğanın dengesinin bozulduğunu görünce önlemler paketi olarak adresi doğayı kirleten malzemeleri pazarladıkları ülkeleri ve halklarını göstermektedir.
Durmadan araba üretip satanlar, pazarladıkları bu araçlara ait fosil yakıtların karbon salınımına tedbir olarak toplu taşımın yaygınlaştırılmasını önermektedirler. O halde neden bireysel araç üretim ve tüketimini teşvik etmekte ve bu araçları sınırsızca üretip pazarlamaktadırlar?
Aslında küresel emperyalizmin bu israfçı üretim ve tüketim anlayışının nedenlerini anlamak mümkündür. Çünkü küresel emperyalistler, felaket senaryosu ürettikleri kadar felaketi önlemeye yönelik gerçek tedbirler almaya kalksalar, liberal-kapitalist ekonomik sistemleri çökecektir ki, bundan dolayı siyasi sistemleri de tehlikeye girecektir. Bundan dolayı gerçek önlemler almamakta sadece felaket çığırtkanlığı yapmaktadırlar, felaket senaryolarıyla…
Susuzluğun bir felakete yol açacağı açıklanmakta ancak tedbir almayı suyu bulamayan ülkelere dikte etmektedirler. Yeryüzü üzerinde bir buçuk milyar nüfusun içme suyu bulamadığını açıklarken, gelişmiş ülkelerde bir kişinin kullandığı sifon yüzünden gelişmekte veya yoksul ülkelerde otuz kişinin susuz kalmasına seyirci olmaktadırlar.
Ürettikleri banyo, lavabo, tuvalet aksesuarları ile sınırsızca su tüketimini teşvik edenler iş gerçeğe geldiğinde yoksul veya gelişmekte olan ülke insanlarından tasarruf önlemleri talep etmektedirler. Hem de nasıl, yaklaşan küresel felaket tellallığı ile…
Üretilecek tuvalet kâğıtları için yüzlerce, binlerce ağaç ve orman alanlarının tahribine göz yumulurken, alınacak tedbirlere gelindiğinde bu tuvalet kâğıtlarını bile görmemiş olan yoksul veya gelişmekte olan ülkelerdeki orman arazisi talanı veya kontrolsüz ağaç kesimleri sebep gösterilmektedir.
Daha çok tarımsal üretim için kullanılan gübreler, tarımsal ilaçlar, ortaya çıkan endüstriyel atıklar sebebiyle yeryüzü üzerindeki içme suları ve havzaları kirlenmekte buna karşılık tedbir almaya gelindiğinde iş! Yoksul veya gelişmekte olan ülkelere “pas”lanmaktadır. Bu gübre ve ilaçları üreten ve pazarlayan küresel kapitalizme ise tedbir almak düşmemektedir.
Sanayileşme ve dolayısıyla israfçı tüketimi arttıracak köylerden kentlere göçü teşvik eden küresel kapitalizm buralardaki üretim ve tüketimin getirdiği kirlenmenin önüne geçmek için yine bu ülkelerden fedakârlık beklemektedir. Yapılacak bu fedakârlığın sebebi olarak yaklaşan küresel felaket gösterilmektedir.
İstanbul’daki “5. Dünya su forumu” da küresel emperyalizmin desinler! Amaçlı küresel felaket önleme görüntülü girişimlerinden bir tanesi olarak gözükmektedir. “Körler sağırlar birbirini ağırlar!” misalinden…
Bu forumun amacı kendilerince şu şekilde açıklanmaktadır: “Dünya su Konseyi, uluslararası ve çok taraflı bir platformdur… Uluslararası topluluğun su meseleleri konusunda artan kaygılarına yanıt vermek üzere kurulmuştur. Dünya Su Konseyi'nin misyonu "Dünya üzerindeki bütün canlıların yararına çevresel bir sürdürülebilirlik temeli üzerinde suyun bütün boyutlarıyla etkili bir şekilde korunması, geliştirilmesi, planlanması, yönetimi ve kullanımını kolaylaştırmak için en üst düzey karar mercileri dâhil, bütün düzeylerde farkındalık yaratmak, siyasi sorumluluk oluşturmak ve kritik su meselelerinde eylem başlatmaktır" diyerek;yeryüzü üzerindeki suların nitelikleri ve kullanımları ile ilgili olumlu önerilerin tartışıldığı bir platform olarak gösterilse de “Dünya su forum”u aslında gelecek yıllardaki su yüzünden kapıştırılacak halklara sularının önemini! Anlatmak dolayısıyla sularına sahip çıkmak adına aralarında kin ve husumeti arttırmaya vesile oluşturmak için gerçekleştirilen bir girişim olarak görünmektedir.”
Dünya su forumunun amaçlarının kutsallığına bakıp aldanmayın; bu forumda dile getirilen öneri ve tedbirlerin çoğunun küresel emperyalistler tarafından uygulanması gerekmektedir. Küresel emperyalizm; gelecekte dünya üzerinde ortaya çıkacak su kıtlığını sebep göstererek; kendi ülkeleri üzerinde ve küresel liberal kapitalist ekonomide gerçekleşecek olumsuzlukları önlemek için yoksul ve gelişmekte olan halklardan fedakârlıklar istemektir.
Ancak alacakları tedbirler ve öneriler israfçı üretim ve tüketimi değiştirmeyecek gözükmektedir. Oysa Allah Kur’an’da; “…yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (Araf/31) “…saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” (Isra/27) demektedir. “Ele verir talkını kendi yer salkımı” misali felaket haberi verenler önlemlere gelince “ötekiler”i göstermektedirler.
Dünyada açlık ve kıtlık yüzünden milyarlar ölse Küresel emperyalizm için ne gam!... Böylece şikâyet ettikleri nüfus artışını engellemiş olacaklardır. Onların tedbir-medbir gibi amaçları yoktur. Cambaza bak derken soymaya devam edeceklerdir. Emperyalistler sömürdükleri halklarla hangi sömürdüklerini paylaşmaktadırlar ki, suyu paylaşacak veya paylaştıracaklardır. Bir yoksula yüz emperyaliste!… İlahî adalete tâbi olmayanların adalet tesis etmeleri mümkün müdür? İsraf üzerine kurulu üretim ve tüketim anlayışlarını değiştirmeyenler neyin israfını önleyebileceklerdir. Onların derdi felaket senaryoları ile gelecekte kendilerine dokunabilecek zararları şimdiden önlemeye ya da ilerisine yönelik altyapı için çalışmaktadırlar. Hem de yoksulların kesesi ve onların üzerinden…
Bu yüzden kutupların erimesi ile sular basacak küresel emperyalistlerin yeni topraklar için kutsal Ortadoğu ya da beğenecekleri diğer toprakları ele geçirerek yerleşme planları yaptıkları öne sürülmektedir. Su kıtlığı bahanesiyle savaştıracakları halkları birbirleri ile katlettirerek buraları ele geçirme planları bir diğer iddiadır. Dolayısıyla Allah’a rağmen yeryüzünde egemen olmaya çalışanların yeryüzünde hakça bir paylaşıma gitmeyecekleri aşikârdır. Onlar felaket senaryoları ile geleceği kendi istedikleri yönde şekillendirmeye, alt yapısını hazırlamaya çalışmaktadırlar. “Kötülük tuzakları kuranlar, Allah'ın, kendilerini yere geçirmeyeceğinden veya kendilerine bilemeyecekleri bir yerden azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular? Yahut onlar dönüp dolaşırlarken Allah'ın kendilerini yakalamayacağından emin mi oldular? Onlar (Allah'ı) aciz bırakacak değillerdir. (Nahl/45-46)
Hz. Yusuf, Mısır’da kıtlık oluşmadan ve oluştuktan sonra kriz yönetimini Allah’ın istediği şekilde onun emirlerine uygun olarak yönetmiş ve böylece Mısır ve çevresi yıllar süren kıtlık felaketini atlatılabilmiştir. Oysa çağımızda Hz. Yusuf ve Hz. Yusuf’lar mesabesinde ne yöneticiler ne yönetecek ülkeler vardır. Küresel emperyalistlerin ellerindeki küfür nizamı, ilan ettikleri su kıtlığında krizi yönetmelerini mümkün kılmamaktadır.
Hem küresel ısınmayı önlemek hem buna bağlı suların azalması ve kirlenmesini engellemek, ortak su alanlarını hakça paylaşmak dolayısıyla suyu insanlığın ortak amaçları için kullanmak küresel emperyalizmin önerdiği israfçı ve gösterişçi liberal-kapitalist üretim ve tüketim anlayışları ve bölüşümleri ile olamayacaktır. O halde İstanbul’da yapılan “5. Dünya su forumu” yoksul ve gelişmekte olan ülke halkları ve tüm dünya için sadra şifa değil olsa olsa havanda su dövmek anlamına gelmektedir.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
22 Mart 2009 Pazar