NÜKLEER SANTRAL YATIRIMI ÜZERİNE
Dünya nüfusunun bir yandan giderek artması bir yandan köylerden şehirlere göç olgusu ve bunun ardından gelen modern hayatın getirdiği çağdaş yaşam; insanların elektrik enerjisine olağan üstü bağımlılığını getirmiştir.
Modern ev yaşamı, evin her köşesini elektrikli ev eşyaları, alet ve makineleri ile donatmış bunun neticesi elektrik enerjisi olmazsa olmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir. Dolayısı ile evin girişinde zile basma ile başlayan ev alet ve makinelerinin kullanımı; aydınlanma, ısınma, iletişim, temizlik gibi hususlarda insanların mutlak ihtiyaçları haline gelmiştir.
Sanayileşme ile beraber gelen üretimdeki mekanizasyon, olağan üstü bir elektrik ihtiyacı doğurmuş; bu enerjinin bırakınız yokluğunu aksaması bile ekonomik, sosyal ve siyasal felaketlere sebep olacak ölçüde sonuçlar doğuracak hale gelmiştir.
Bütün bunların sonucu tüm dünyada elektrik üretim yatırımları ön sırayı almıştır. Türkiye’de de yapılan araştırmalar neticesi elektrik tüketiminin üç misli arttığı tespit edilmiştir. Hal böyle olunca elektrik üretim yatırımlarının da en az o kadar artması beklenirken; devletin enerji yatırım sahalarından çekilip bu yatırımları özel sektöre havale etmesi kararı ile birlikte duran enerji yatırımları sonucu, elektrik enerjisi üretiminde durağan bir döneme girilmiştir. Öte yandan enerji hatlarının özelleştirme işlemleri de enerji üretimi hususunda özel sektör yatırımlarını engellemiş vaziyettedir.
Halen sıvı yakıt, doğalgaz, jeotermal, linyit ve taş kömürü ve hidro tipinde çeşitlendirilmiş elektrik santralleri bulunuyor ancak bunların eskiyen teknolojileri ile yapılan üretimin, artan elektrik tüketimini karşılaması mümkün görülmemektedir.
Her ne kadar geçmiş yıllarda başlayan ve ağırlıklı olarak Artvin yöresinde ve tüm Türkiye sathında tek tük devam eden hidro elektrik ve diğer elektrik üretim santralleri yatırımları devam etmektedir. Buna rağmen artan ve gelecekte daha da çoğalacak enerji açığını karşılaması mümkün gözükmemektedir.
Artan tüketim ve durağan üretim sonucu her giden yıl yükselen elektrik enerji açığı ve gelişen dünya konjoktürü, Türkiye’de Nükleer güç santralleri yapımının ön sıraya alınmasını doğurmuştur.
Bu amaçla geçtiğimiz haftalarda meclisten, “Nükleer güç santralleri kurulması ve işletilmesi ile enerji satışı”na ilişkin kanun çıkarılarak; Nükleer santral yapımı ihalelerinin önü açılmıştır. Geçmişte yaşanan Mersin Akkuyu nükleer santralı yatırım teşebbüsünün bir türlü hayata geçirilememesi, Türkiye’yi Nükleer teknoloji hususunda yatırımlarında geç bırakmıştır. En son Ecevit hükümeti döneminde rantabl olmadığı için yatırımından vazgeçilen Akkuyu Nükleer santralı yatırımı, günümüzde Sinop ili İnce burun mevkiinde yapılması tasarlanan yeni santral yatırımına sırayı bırakmıştır.
Çıkan bu kanunda özel sektör yatırımının öne alınarak teşvik edildiği belirtilmiş olsa da, şimdiye kadar yüksek yapım, işletme maliyetine katlanacak özel sektörün dünyanın hiçbir ülkesinde çıkmadığı belirtilmektedir. Devlet eli ile yapılacağı tahmin edilen Nükleer santral yatırımının yakın bir dönemde başlayacağı aynı zamanda Türkiye’deki ve dünya’daki siyasi konjonktürden anlaşılmaktadır.
Türkiye’nin artan elektrik enerji açığının yanı sıra gelecekte Kuzey Irak’ta kurulacak olan Amerika ve AB destekli, olası “Kürdistan” devleti ve parçalanan Irak’ta kurulacak diğer “sünnistan” “Şiistan” gibi devletçiklerinin, elektrik enerji ihtiyaçlarının küreselleşen dünyada, BOP–GOP eş başkanlığı payesi! Verilen “Ilımlı İslamcı” ya da “Muhafazakâr demokrat”ların hükümet ettiği Türkiye sınırları içersinde yapılacak Nükleer santrallerin arttırdığı enerjilerin, Türkiye üzerinden enterkonnekte sisteme bağlanarak ve zararları da ne yazık ki Türk insanına pas edilecek olan Nükleer santral yatırımları ile gerçekleşeceği bir kehanet olmasa gerektir.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de enerji yatırımları konusunda kısa yoldan sonuç verecek Nükleer santraller, hükümetlerin can simidi olarak görülmektedir. Yapım, güvenlik, nükleer atık deşarj ve söküm maliyetlerinin toplamı göz önüne alındığında hiç de mevcut fosil yakıtlı ve hidro tip santrallere göre ucuz olmadığı ileri sürülen hatta daha da pahalıya mal olan nükleer santrallerin, kısa vade yatırımı olarak çabuk sonuç verecek enerji yatırımları arasında ön sırada yer alması, hükümetlerin acil enerji ihtiyaçlarına cevap vermesi açısından en elverişli yatırımlar olarak gözükmektedir.
1956 yılında İngiltere’de kurulan ilk nükleer santral ile birlikte; bugün 32 ülkede 443 adet kurulu nükleer santralin olduğu ve bunlara 36 adet daha ilave edilmek üzere yapım aşamasında oldukları bildirilmektedir. Bu nükleer santrallerin, dünya elektrik üretiminin % 17’sini karşıladığı, devreden çıkartılanların üretimden düşmesi sonucu bu rakamın halen % 15’ler civarında olduğu açıklanmaktadır. Üretim süreleri itibari ile ömürleri 30 – 40 yıl olarak belirtilen nükleer santrallerin; bu günkü teknolojilerle yenileştirilmelerinin mümkün olmadığını açıklayan bilim adamlarına göre; tesislerin söküm aşamasının da bir hayli sorun ve maliyetli olduğu açıklanmaktadır. Hatta söküm maliyetleri yapım maliyetlerinin üç misline vardığı belirtilmektedir. Bu yüzden toplam tesis maliyetinin hesabı bile yapılamadığı öne sürülmektedir.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Nükleer tesisler gündeme geldiği bu günlerde vatandaşlarda özel bir hassasiyet doğmaya başlamıştır. Acaba Nükleer yatırımlar güvenli mi?
Üzerinde hassasiyetle durulan bu konuda, uzmanlarca yapılan açıklamaların, hükümetlerce veya siyasiler tarafından yönlendirmelere maruz kaldığı düşünüldüğünden, Nükleer santrallerin güvenlik sorunları yaratacağı endişesi, halka mal olmuştur. Bu haklı endişe tüm dünyada Nükleer santrallerin bulunduğu yarlarda halen aşılamamış bir düşüncedir.
Nükleer santralleri savunanların başlıca tezleri tüm dünyada bu teknolojinin uygulandığını, birkaç kötü emsal dışında, güvenli bir yatırım olduğu iddiasıdır. Ülkemizde de Nükleer yatırım taraftarı olanlar, çevremizde olan ülkelerdeki Nükleer tesisleri göstererek Nükleer yatırımları savunmaktadırlar.
Nitekim Ermenistan’da bir, Bulgaristan’da altı, Romanya’da bir, Macaristan’da dört, Rusya’da yirmi dokuz adet çalışan Nükleer santraller mevcuttur. Bunlarla birlikte Romanya’da bir, Rusya’da dört, İran’da iki adet Nükleer tesis, yapım aşamasında, inşaatları halen devam etmektedir.
Artan elektrik ihtiyacının mevcut santrallerle karşılanmasının mümkün olmadığını savunan bazı uzmanlara göre mevcut santraller çevreye daha zararlı tesislerdir. Onlara göre Nükleer santraller daha temiz ve ucuz elektrik üretmektedirler.
Nitekim Kyoto protokolünde mevcut eski sistem katı ve sıvı fosil yakıtlı santrallerin baca emisyonlarının çevreyi kirlettiklerinden dolayı, bunların oluşturduğu sera gazı etkisine karşı hükümetlerce önlemler alınması istenmektedir. Bu santraller için ayrıca çevre kirliliğini önleme amaçlı yatırımlar yapılması gerekmektedir.
Nükleer tesis taraftarları Sinop İnce burun mevkiinin, yatırım yeri açısından çok isabetli bir yer olduğunu, deprem güvenliği açısından daha az risk taşıyan bu bölgenin, yapılacak Nükleer tesisin güvenliği açısından hiçbir sakınca doğurmayacağını iddia etmektedirler.
Nükleer karşıtları ise Sinop ilinin, Kuzey Anadolu fay hattına yakın bölgede olduğunu; depremler ülkesi Japonya’da bile bazı santrallerin, depremlerde meydana gelen radyoaktif sızıntılara karşı önlem olarak kapatıldığını belirtmektedirler. Bu yüzden İnce burun’da yapılacak Nükleer santralin deprem açısından güvenli olmayacağında ısrar etmektedirler. Ülkemizde yapılacak Nükleer santrallerin deprem açısından güvenli olamayacağını her an risk taşıyabileceğini söylerlerken; Nükleer santral baca emisyonlarının ve sıvı atıklarının hava ve yere karışmasının da bölgede çevre sağlığı açısından yüzyıllara mal olabilecek tehditler içerdiğini belirtmektedirler.
Nükleer santrallerin ayrıca Nükleer atık sorunları bulunduğu, bu atıkların yok edilmesinin çok uzun zamanlara mal olduğu da aşikârdır. Bacalardan çevreye salınan baca emisyonlarının her ne kadar radyoaktivite barındırmadığı söylense bile bu savunmalar dikkate alınmamalıdır. Ayrıca suyla çalışan bu santrallerde kullanıldıktan sonra doğaya şarj edilen sıvı atıklar toprağa karışarak diğer bir radyoaktif tehlikeyi çevreye pompalamaktadır. Bütün bu riskler yakın coğrafyalara tesisler çalışırken faal halde hemen verebileceği zararlara aittir.
Bu tesislerde yetmiş derecede basınçlı su ile ısıtılmış halde çıkan katı atıkların tesis içersindeki havuzlarda beş yıl, daha sonra tesis yakınında toprak üzerinde otuz yıl bekletildikten sonra kalan bakiye atığın, geri kalmış ülkelere deşarj edilerek yok edilmesi, İnsanlık için başlı başına bir sorun olarak gözükmektedir.
Bizden gitsin, nereye giderse, kime ne zarar verirse versin, kime ne olursa olsun zihniyeti yanlış bir düşüncedir. Dünya üzerindeki bu atıklar eninde sonunda insanlığa zarar verecektir. Bir nükleer atığın zararsız hale gelmesi için üç yüz yıl gibi süre gerekli olduğunu belirten uzmanlara göre Nükleer atık sorunu, Nükleer santrallerin en baş ve engellenemez sorunudur.
Ömürleri otuz ila kırk yıl arasında değişen Nükleer santrallerin bu süreler sonun da sökülüp yok edilmesi gerekmektedir. Nükleer santrallerin can alıcı noktalarından biri de bu yönüdür. Yapım maliyetinden çok söküm maliyeti tuttuğu için halen Amerika’da bile sökülmeyi bekleyen nükleer santrallerin olduğunu belirten uzmanlara göre; daha kötüsü bir durumun bu ömrü bitmiş tesisleri üçüncü dünya ülkelerinde; bilhassa Türkiye’de yeniden kurulmalarıdır demektedirler. Yenileştirilmiş teknoloji adı altında hurdalık ve risk dolu bu atıl tesislerin gelişmekte olan ülkelere pazarlanmasının daha da felakete yol açacağı öne sürülmektedir.
Nükleer santrallerde meydana gelebilecek en ufak risklerde bile büyük çevre felaketlerine yol açacak zararlı etkiler saklı olduğu Çernobil faciasından sonra daha iyi görülmüştür. Dolayısı ile zararları hemen görülemeyecek bu tesisler modern yaşamı kolaylaştıracak gözükse bile insanların acı ve ızdırap içersinde ahirete yolculuklarını sağlayabilecek zararlarını da göz ardı etmemek lazımdır.
Nükleer enerjinin verdiği zarar; bulunduğu yerde durmayan, durdurulamayan ve zararları kısa vadede yok olmayan ve edilemeyen ve de en önemlisi elle dokunulup gözle görülmeyen olarak tarif edilmektedir. Bu yüzden bu zararlar Nükleer tesislerin yapılacağı coğrafyalarda nesiller sonra ortaya çıkabilecektir.
İsveç, İtalya, Avusturya gibi ülkelerde halka Nükleer santrallerin işletilip işletilmemelerini isteyip istemedikleri referandumlarla sorulmuştur. Gelişmiş bu ülke vatandaşları Nükleer santrallere karşı çıkmışlardır. Bu ülkelerdeki gibi Nükleer tesislerin, yapıldıktan ve zararlarına maruz kaldıktan veya zararları görüldükten sonra referandum yapılması yerine, şimdiden bizde de geç kalmadan referanduma gidilerek halkın onayı alınmalıdır. Bu sayede Nükleer tesisler hakkında halkın bilgilenmesi de sağlanmış olacaktır.
Vatandaşların, bilhassa Nükleer santralin yapımı tasarlanan bölge ve çevresindeki coğrafyalarda yaşayan insanlarımızın bu konuya duyarsız kalmamaları bilhassa siyasileri; Nükleer enerji yatırımlarından vazgeçirmek, yenilenebilir, fosil yakıt kaynaklı ve hidro elektrik üretim santralleri yapımına zorlamalıdırlar. Önümüzdeki Mahalli seçimler bunun en iyi yolu ve fırsatı olacaktır.
Cengiz DUMAN
|