ÇAĞDAŞ TEFSİRLERDEKİ "İSRAİLOĞULLARININ DENİZ GEÇİŞİ KISSASI" YORUMLARI ÜZERİNE
Giriş
İsrail oğullarının, Mısır'dan çıkışları sonrası denizin yarılması kıssası, çağdaş bazı müfessirler tarafından, deniz'de meydana gelen tabii/doğal bir Med-Cezir hadisesi sonucu gerçekleşen bir olay şeklinde tefsir edilmektedir.
Bu teze göre; deniz suyunun, tabii/doğal Med-Cezir kanunu gereği, önce çekilmesi ve bu esnada ortaya çıkan toprak yoldan İsrail oğullarının geçmesi; daha sonra da suyun tekrar eski seviyesine dönmesi ile birlikte Firavun ve ordusunun yükselen deniz sularında boğularak helaki gerçekleşmiştir.
Bir evvelki "Deniz Yarıldı mı Yoksa Med-Cezir'e mi Uğradı?" yazımızda bu kıssanın bilhassa tarihsel ve mucize tarafı hakkında detaylı yorumlarda bulunmuş ve klasik tefsir kaynaklarındaki yorumları aktarmıştık. Bu yazımızda ise bilhassa son dönem ki; biz bunu "çağdaş" olarak verdik, meal ve tefsir kaynaklarındaki aykırı görüşler üzerine ayrıntılı olarak duracağız.
Muhammed Esed'in Kur'an Mesajı kitabındaki yorumları
Muhammed Esed, Kur'an'ın mesajı adlı tefsirinin Şuara suresi 66. ayeti dipnotunda, bu konuda şöyle yorum yapmaktadır. "Tevrat'taki muhtelif atıflara bakılacak olursa (özellikle Çıkış xiv, 2 ve 9), Kızıl Deniz'i geçme mucizesi, bu denizin bugün Süveyş Kanalı olarak bilinen kuzeybatı ucunda vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Kıssanın geçtiği çağlarda burası şimdiki kadar derin değildi ve bazı bakımlardan Kuzey Denizi'nin ana kıtayla Frisian adaları arasında kalan sığ bölümü gibiydi; yüksek cezir (geri çekilme) hallerinde bu gibi yerlerde sığ bölgeler çıplak kalmakta ve geçici olarak geçilebilir hale gelmekte; ama bu durumdayken, anî ve şiddetli bir med dalgasıyla bütünüyle sulara gömülmektedir."[1]
M.Esed, "Kur'an Mesajı" adlı meal-tefsir'inde; "…Kızıl Deniz'i geçme mucizesi.." diyerek, İsrail oğullarının geçişi esnasında denizin yarılması olayını "mucize" olarak nitelerken aynı zamanda olayın tabii/doğal bir Med-Cezir olayı olduğunu da vurgulamaktır.
Esed'in kitabındaki bu yorumlarından, öncelikle onun bu olayı tarihsel bir nazarla değerlendirdiğini anlamaktayız. Bunun akabinde aynı zamanda İsrail oğullarının, deniz geçişi ve sonrasında Firavun'un boğulma vakıasının gerçekleşmesini mucize olarak nitelediğini anlamaktayız.
Bizce anlaşılmayan husus ise "mucize" diye nitelediği bu olaya aynı zamanda rasyonal bir yorum getirme çabası içerisinde olmasıdır. Esed, mucize olarak nitelediği bu olayın geçtiği yerin kesin tarifini de yapmaktadır. " Kızıl Deniz'i geçme mucizesi, bu denizin bugün Süveyş Kanalı olarak bilinen kuzeybatı ucunda vuku bulduğu anlaşılmaktadır." İsrail oğullarının geçiş yaptığı yere ait delili ise belli değildir. Çünkü ne Kur'an ne de Tevrat deniz geçişi ile ilgili kesin bir mevki beyan etmemişlerdir.
Üstelik bunun yanı sıra, mezkur yerin topografyası üzerinde de gaybi bir takım kabuller öne sürmektedir. "…Kıssanın geçtiği çağlarda burası şimdiki kadar derin değildi ve bazı bakımlardan Kuzey Denizi'nin ana kıtayla Frisian adaları arasında kalan sığ bölümü gibiydi…" Bu tezinin de ne coğrafik ne tarihi ne de dini delilleri yoktur.Bu görüşler tamamen indîdir.
Bütün bu delaleti belli veya kesin olmayan gaybi öngörülerden sonra geriye sadece Med-Cezir hareketini bu bölgeye adapte etmek kalıyor ki, Esed'de bunu yaparak Mucize olarak nitelediği deniz geçişi vakıasını aynı zamanda rasyonalize etmektedir.
Esed'in bu yorumlarından bizim bakışımız açısından çok çok iyimser bir sonuç olarak şunu anlamak ve yazmak veya kurgulamak mümkündür. Bu olay tabii/doğal bir olay olsa da Med-Cezir'in; hem Cezir hem Med zamanlamasının olağanüstü bir vakıa yani, "mucize"ye delalet ettiği sonucuna varılabilir. Süleyman Ateş'te buna benzer bir yaklaşımda bulunmaktadır. Şöyle demektedir Ateş; "…Allah, Musa'ya yardım için denizin çekilmesini, Musa'nın kavmini sahile getirdiği zamana rastlatmıştır. Yahut tam denizin çekildiği sırada Musa, kavmiyle birlikte gelmiş…"[2]
Yani tabii/doğal bir olay olan Med-Cezir'in, hem İsrail oğullarının geçişinde ve hem de Firavun'la askerlerinin boğulması esnasındaki Med ve Cezir zamanlaması, Allah'ın takdiriyle, mucize/olağanüstü olarak, her iki özel durum oluşacak şekilde gerçekleşmiştir.
Yahudilikten ihtida ederek Müslüman olan Esed'in; Yahudi-Hıristiyan kaynaklarının bu konunun "mucize" yönündeki değerlendirmelerini de en iyi bilenlerden biri olacağı varsayımı ile kıssayı; Med-Cezir tabii/doğal olayının mucize niteliğinde zamanlaması -deniz sularının çekilmesi esnasında geçiş, uzaması esnasında Firavun'un boğulması- ile gerçekleştiği inancı ile bu yorumlarda bulunmuş olabilir.
Ancak yine de altını çizmek istediğimiz hususlar bulunmaktadır. Her ne kadar böyle iyimser, iki zıt fikri tevhid eden bir anlayış geliştirilse bile, Kur'an-ı Kerim'de ve aynı zamanda Tevrat metinlerinde de benzer tasvirler olarak belirtilen; deniz sularının dağ/duvar olarak ikiye ayrılması ve arada ortaya çıkan tünel yolun kupkuru hale gelmesi gibi anlatımları nazarı dikkate aldığımızda, bu olayı rasyonel tarzda izah etmemiz mümkün değildir kanaatindeyiz.
Süleyman Ateş'in Yüce Kur'an'ın çağdaş tefsiri kitabındaki yorumları
M.Esed'in'nkine benzer bir yorum, "Yüce Kur'an'ın çağdaş tefsiri" adlı tefsirinde,Süleyman Ateş tarafından yapılmaktadır. Ateş'e göre denizin yarılma vakıası bir mucizedir. "52-66 ncı ayetlerde Fir'avn'ın askerleriyle birlikte, Musa önderliğinde geceleyin Mısır'dan çıkan İsrail oğullarını takibetmesi, bir mucize olarak kendilerine yarılıp yol olan denizden geçen İsrail oğullarının ardından, açılmış bulunan denize giren Fir'avn ve adamlarının boğulması olayları anlatılıyor."[3]
Şuara suresi tefsirinde, kıssayı tarihsel ve mucize bir olay olarak değerlendiren Ateş hoca; aynı kıssanın Taha suresindeki tefsirinde ise bu olayın tabii/doğal, yani rutin/olağan bir olay olabileceğini yorumlamaktadır. S.Ateş hoca yaptığı acayip tespitlerle; "…eğer bu çekilme olayı ise normal bir olaydır…" ya da bir başka yerde yaptığı yorum gibi "..Hâsılı ayetlerin anlattığı denizin yarılması olayını med cezr olayı olarak yorumlamak da mümkündür…"[4] Diyerek, aynı zamanda mucize görüşünden çark! Etmektedir "
M. Esed ile S. Ateş arasındaki ince ayrıntı ise Süleyman Ateş'in; önce mucize olarak nitelediği bu olaya daha sonra bunun, Med-Cezir olabileceği teziyle, rasyonal yaklaşım tarzını benimsemesidir. Oysa Esed olayı hem mucize hem de bunun rasyonal açılımı olarak Med-Cezir'i birlikte benimsemektedir.
Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın çağdaş tefsir'inde;"Tevrat'ın ifadesinden denizin, rüzgârların tesiriyle çekildiği anlaşılmaktadır ki eğer bu çekilme olayı ise normal bir olaydır. Ancak Allah, Musa'ya yardım için denizin çekilmesini, Musa'nın kavmini sahile getirdiği zamana rastlatmıştır. Yahut tam denizin çekildiği sırada Musa, kavmiyle birlikte gelmiş, Kızıldeniz'in kuzeyinden, denizin çekildiği noktadan girip karşıya geçmiş, ardından onları izleyen Fir'avn denize girmiş, fakat çekilmiş olan deniz birden tekrar uzayınca Fir'avn ve adamlarını örtüp boğmuştur."[5] Diyerek kıssayı, Esed'in, Med-Cezir'e dayanak yaptığı, coğrafik ve topografik öngörülerinden farklı bir şekilde, Tevrat bazlı olarak, rüzgârların etkisini dayanak yaptığı, Med-Cezir hareketi rasyonalitesi bağlamında yorumlamaktadır.
"Elma ile armut'un" ya da "sap ile saman'ın" birbirlerine karıştırıldığı bu yorumda, biraz Tevrat'tan biraz kafadan sallayarak! "rasyonal" bir yoruma gidilmektedir. Niçin bunları söylüyoruz!.. Nerede görülmüş rüzgârla, Med-Cezir hareketi? Bunun tecrübî ve ilmi bir mantığı olabilir mi? Bakınız, Med-Cezir (gel-git) olayının bilimsel açıklamasına; "Gelgit, bir gök cismi üzerinde başka gök cisimlerinin uyguladığı kütle çekimi kuvvetleri nedeniyle oluşan çevrimsel biçim bozulmaları demektir. En çok bilineni, Ay ve Güneşin göreli konumlarındaki değişmelerin etkisiyle Yer yüzeyinde deniz düzeyinde ortaya çıkan dönemli değişmelerdir."[6] Yani, tabii/doğal bir Med-Cezir, tamamen astronomik değişimlere paralel olarak yeryüzünde gerçekleşen rutin jeolojik bir olgu olarak nitelenmektedir. Rüzgârla filan alakası yoktur.
Yeryüzünde gerçekleşen Med-Cezir'in gelişimi ise şöyle açıklanmaktadır: "Ay, Dünya üzerine bir çekim kuvveti uygular. Bu çekim kuvveti ile denizlerde ve göllerde gelgit (med-cezir) olayı görülür. Gelgit olayı, suların kabarıp karalara ilerlemesine gel, geri çekilmesine git olayları okyanus kıyılarında çok, bizim ülkemizdeki gibi küçük denizlerde az olur. Gelgit olayları 12 saat 25 dakikada bir olur. Gel olayı 6 saat 12 dakikada git olayı 6 saat 12 dakika sürer. Aynı yerde günde, her gün 50 dakika gecikmeyle iki defa gel, iki defa git olayı meydana gelir."[7] "Akdeniz, Karadeniz ve Baltık Denizi gibi, nerdeyse tamamen kapalı denizlerde, doğrudan yerel gelgit kuvvetlerinin etkisiyle bir duran dalga oluşur. Bu denizlerde gelgit genliği küçüktür, santimetre ölçeğindedir. Açık okyanuslarda genellikle bir metreden azdır. Körfezlerde ve bunlara bitişik denizlerde genlik çok daha büyük olabilir.."[8] "Herhangi bir yerde gelgit olayı her gün aynı saatte olmaz. Bir önceki günden 50 dakika daha geç oluşur."[9]
Bu bilgilere göre eğer, İsrail oğulları tarafından geçilen ve firavun'un da askerleri ile boğulduğu deniz, "Kızıldeniz" ise hem Kur'an ve hem de Tevrat metinlerinde anlatılan; deniz sularının dağ/duvar şeklinde olacağı tabii/doğal bir "Med-Cezir" asla olamaz. Çünkü Kızıldeniz gibi "Akdeniz, Karadeniz ve Baltık Denizi gibi, nerdeyse tamamen kapalı denizlerde, doğrudan yerel gelgit kuvvetlerinin etkisiyle bir duran dalga oluşur. Bu denizlerde gelgit genliği küçüktür, santimetre ölçeğinde…"ölçülebilen bir Med-Cezir hareketi gözlemlenebilmektedir.
, İslam tefsir ve tarih kaynakları ile Yahudi ve Hıristiyan ilahiyatı kaynaklarında adları geçen; Nil nehri, Timsah gölü, Acıgöller mevkileri gibi nehir ve göller ise Kur'an ve Tevrat'ta belirtilen ölçekte büyük bir tabii/doğal Med-Cezir hareketine rastlanması hiçte kabili mümkün değildir.
Eğer İsrail oğullarının deniz geçişi bir evvelki yazımızda[10]
Ateş hoca'nın, Tevrat'taki, İsrail oğullarının deniz geçişi kıssasındaki bir ayrıntıyı iktibas ederek, deniz geçişini, Med-Cezir hareketi olarak rasyonalizesinde düştüğü çelişkiyi vurgulayalım. Tevrat'ın, Çıkış kitabındaki denizin yarılması ile ilgili ifadeler şöyledir:"Musa elini denizin üzerine uzattı. Rab bütün gece güçlü doğu rüzgârıyla suları geri itti, denizi karaya çevirdi. Sular ikiye bölündü, İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçtiler. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturdu."[11]
Dolayısıyla Tevrat'ta, Musa'nın(a.s) asa'sını değmesiyle birlikte rüzgarın, denizi; "..güçlü doğu rüzgârıyla suları geri itti…"denilmektedir. Bu esnadaikiye ayrılan denizin, her iki yanında "..Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluştu…"diye deniz sularının konumu, yarılması özellikli ve ayrıntılı ölçeklerle tasvir edilmektedir.
Oysa Süleyman Ateş, Tevrat'ın "rüzgar itmesi" ifadesini bağlamından kopararak, rüzgâra "Cezir hareketi" yaptırmakta fakat, cümlenin devamındaki ikiye ayrılan denizin; iki ayrı "duvar" gibi olup, arada açılan yoldan İsraillilere geçit verdiği ".. Sular ikiye bölündü…Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturdu." ifadesini ise es! Geçmektedir. Neden? Çünkü normal/olağan bir olay olan "Med-Cezir" hareketinde sular, iki ayrı su duvarı olacak şekilde bir yapı oluşturamaz. Dolayısıyla bu olay, Kur'an ve Tevrat'ta anlatılan ayrıntılarla; –Dağ/duvar gibi ayrık su kütleleri oluşması ve aradaki yolun kupkuru hale gelmesi- olağan/doğal bir Med-Cezir hareketi olarak izah edilemez. Buna rağmen görülüyor ki, istenilen duruma zemin hazırlamak için, Tevrat'taki tarihsel ifadeler, ait oldukları bağlamdan kopartılarak, istenilen amaca doğru yorumlar geliştirilebilmektedir.
Yine Sayın Ateş, aynı zamanda; denizin uzaması Med hareketini ise rasyonaliteye aykırı olarak kendi isteğine göre yorumlamaktadır. "…ardından onları izleyen Fir'avn denize girmiş, fakat çekilmiş olan deniz birden tekrar uzayınca Fir'avn ve adamlarını örtüp boğmuştur." İlmî ve tecrübî olarak bilinen,yavaş yavaş gelişen Med-Cezir hareketini, kendi muhayyilesindeki duruma göre istediği kıvamda! aslına aykırı kullanmaktadır.Bilimsel ve tecrübî verilere göre; "..Gel olayı 6 saat 12 dakikada git olayı 6 saat 12 dakika sürer.."
Oysa Tevrat'ta, iki ayrı duvar şeklinde ayakta duran deniz sularının birden ve ani hareketlenmesi şöyle tasvir edilmektedir. "Rab Musa'ya, "Elini denizin üzerine uzat" dedi, "Sular Mısırlılar'ın, savaş arabalarının, atlılarının üzerine dönsün."
Eğer denizin yarılması hem mucize hem olağan bir tabiat vakıası olarak yorumlanırsa burada bir tenakuz var demektir. Olay sadece Med-Cezir bağlamında rasyonalize edilse bile sayın Süleyman Ateş'in, Med-Cezir rasyonalitesi üzerinden yaptığı yorumlar; rasyonalite açısından da, Tevrat'ın aktarımı açısında da Kur'an tefsir usulü açısından da çelişkili yorumlardır demek zorundayız.
Süleyman Ateş'in tefsirinde, denizin yarılma kıssasının; suların çekilme ve uzaması ile ilgili olarak iddia ettiği doğal Med-Cezir hareketinin etkisine dair yaşadığı bir olay örnek olarak verilmektedir. Şimdi bunun üzerinde duracağız. "Bu olaya Hamburg'da şahit olmuştum. Sabahleyin on sularında deniz çekilmişti, biz beş kilometre kadar denizin içine girdik. Halk da çekilmiş olan denizin içinde geziniyordu. Fakat saat iki buçuk olunca sular tekrar gelmeye başladı. Bilmeyen vaktini geçirir, zamanında çıkamazsa deniz birden bire gelir ve insanı içine alıp boğabilir. Hâsılı ayetlerin anlattığı denizin yarılması olayını med cezr olayı olarak yorumlamak da mümkündür. Ama gerçeği Allah bilir."[12]
Şimdi burada durup Sayın ateş hocamızın anlatımını, Kur'an ve Tevrat'ın İsrail oğullarının denizden geçişi kıssaları metinlerindeki mucize anlatımlarıyla test edelim. "…Sabahleyin on sularında deniz çekilmişti, biz beş kilometre kadar denizin içine girdik. Halk da çekilmiş olan denizin içinde geziniyordu…."
Soralım, Ateş ve Hamburg halkının gezindiği denizin iki tarafında; Kur'an'da anlatıldığı gibi;"Fe evhaynâ ilâ mûsâ enıdrib bi asâkel bahra, fenfeleka fe kâne kullu firkın ket tavdil azîm""Bunun üzerine Musa'ya: Asân ile denize vur! Diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı, her bölük koca bir dağ gibi oldu."[13] Ayetinde anlatıldığı gibi sular;"…fenfeleka fe kâne kullu firkın ket tavdil azîm." "….derhal yarıldı, her bölük koca bir dağ gibi oldu…" mu?
Kur'an ve Tevrat'ta yer alan bu konudaki anlatımlardaki kelimeleri ve etimolojisini nasıl yorumlamak gerekmektedir. Dolayısıyla Hamburg tecrübesi ile Kur'an'ın beyan ettiği deniz sularının "…tavdil azîm.." şeklindetasvirini; Med-Cezir olarak tefsir etmek, tefsir usulü açısından nasıl izah edilebilir?
Tevrat'ta tasvir edildiği gibi; "Musa elini denizin üzerine uzattı. …Sular ikiye bölündü. İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçtiler. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturdu."[14]"Burnunun soluğu(öfken) karşısında, sular yığıldı bir araya. Kabaran sular duvarlara dönüştü, denizin göbeğindeki derin sular dondu."[15]mu?
Yani "Duvar" gibi yüksek olan dalgalar, Firavun ve ordusunu üst, alt, yan, her taraflarından birden kuşattı denmektedir. Tevrat'ta yer alan denizin sularının duvar olarak yapılan tasvirleri ve o su duvarlarının Firavun ve askerleri üzerine yaptığı dairesel ani hareket ile onları sular içinde boğma tasvirlerini, Hamburg'ta gerçekleşen olağan "..Gel olayı 6 saat 12 dakikada git olayı 6 saat 12 dakika sürer.." diye izah edilen Med-Cezir hareketi ile nasıl açıklayabilirsiniz?
Sayın Ateş'in bu izahlarına karşı şu yorumu yapmak durumundayız. "Elma ile armut'un" ya da "sap ile saman"ın karıştırıldıktan, tefsir usulü çiğnendiktensonraNasreddin hoca hikâyesindeki gibi; Sayın Ateş'e ait her iki yorumu okuyanın da hem "mucize" hem de "rasyonal izah" seçeneklerine, "haklısınız" deyip bu usulsüzlüğe onay vermesi gibi bir durum oluşmaktadır. Ya da kendisinin tefsirinin sonunda yaptığı gibi hangisi olduğuna karar veremeyip "..Ama gerçeği Allah bilir." Demekten başka yol gözükmemektedir. Gerçeği muhakkak Allah bilir, lakin bu kıssadaki gerçek, kimin için anlatılmıştır da muhataplar olarak bu olayın mahiyetini anlamak dururken, olmadık alternatiflere bulandırıp, darda kalınca "Allah bilir"e sığınılmaktadır.
Şimdi Ateş'in ve diğer çağdaş yorumcuların göremediği veya kale almadığı bir başka detaydan bahsedelim. Hz. Musa önderliğindeki İsrail oğullarının denizi, Doğu-Batı yönünde batı sahilinden doğu sahiline doğru geçişinde, Tevrat'ta anlatılan bir diğer olağanüstü vakıa eşlik etmektedir. "İsrail ordusunun önünde yürüyen Tanrı'nın meleği yerini değiştirip arkaya geçti. Önlerindeki bulut sütunu da yerini değiştirip arkalarına, Mısır ve İsrail ordularının arasına geldi. Gece boyunca bulut bir yanı karartıyor, öbür yanı aydınlatıyordu. Bu yüzden, bütün gece iki taraf birbirine yaklaşamadı."[16] Kur'an-ı Kerim'de zikredilmeyen bu vakıa sadece Tevrat nokta-i nazarından bakılmış olsa bile bu geçişin mucize olarak beyan edildiği algısını oluşturmaktadır.
Buna gerçeğe rağmen Tevrat'tan alıntı yapan müellifler, sadece rasyonal yorumlarına dayanak yapabilecekleri unsurları, Tevrat'ın tüm bağlamından da kopararak almakta ve Tevrat'ın görüşüne muhalif bambaşka bir tez ortaya getirmektedirler.
İhsan Eliaçık'ın Yaşayan Kur'an kitabındaki yorumları
"Yaşayan Kur'an" Meal/tefsirinde İhsan Eliaçık ise; Ta-Ha suresinin 77-78. Ayetlerinin dipnotunda, Kızıldeniz'de meydana gelen bu olayı şöyle yorumlamaktadır:"Kızıldeniz’i geçme olayının, bu denizin bugün Süveyş kanalı olarak bilinen kuzeybatı ucunda gerçekleştiği anlaşılıyor. Olayın yaşandığı çağlarda burası şimdiki kadar derin değildi ve bazı bakımlardan Kuzey Denizi’nin ana kıtayla Frisian adaları arasında kalan sığ bölümü gibiydi. Denizin geri çekilmesi (cezir) hallerinde bu gibi yerlerde sığ bölgeler çıplak kalmakta ve geçici olarak geçilebilir hale gelmekte, bu durumdayken ani ve şiddetli bir deniz kapanması (med) ile bütünüyle sulara gömülmekteydi. Olayın böylesi bir anda yaşandığı anlaşılıyor. Nitekim olaylar yazılı metinlerde anlatıldığı gibi bir anda olup bitmiyor, günlerce sürebiliyordu. Keza Tevrat’ta olay “ Ve Rab bütün gece kuvvetli şark yeli ile denizi geri çevirdi ve denizi karaya çevirdi ve sular yarıldı”(Çıkış; 14/1–31) şeklinde anlatılır. Şu halde olayda Allah’ın ayeti (mucizesi) Musa’nın asası ile denizi yarıp karşıya geçmesi değil, med-cezir olayı ile yarılıp açılmış olan denizin ortasında görünen toprak yoldan Musa’nın asası ile orayı işaret ederek karşıya geçmeleridir. Yani Musa ve taraftarları zaman zaman meydana gelen ve bilinen bir tabiat olayının (med-cezir) yardımıyla kurtulmuştur. Diğerleri de aynı olayda boğulmuşlardır. Çünkü tabiat (doğa) olayı dediğimiz şey Kuran’ın “varlığın diliyle konuşan” lisanında Allah’ın davranışıdır."[17]
, Güney Kore'deki Jindo adasında meydana gelen Med-Cezir olayı sonrası bölge halkı festival yaparak, oluşan üç kilometre uzunluğundaki ve kırk metre genişliğindeki bu yoldan kıyı ile ada arasında topluca gidip geldikleri fotoğraflarla anlatılmaktadır.
Ayrıca İnternet ortamındaki bazı web sitelerinde[18] Eliaçık'ta "Yaşayan Kur'an" kitabındaki iddiasından sonra öğrendiğini sandığımız; Güney Kore'deki Jindo adasındaki olguyu; S.Ateş'in Hamburg örneği gibi delil göstererek, İsrail oğullarına denizin yarılmasındaki Med-Cezir etkisine dair tezini daha da rasyonalize etmeye çabalamaktadır.
Sayın Eliaçık'ın iddiasına göre; Kızıldeniz'de meydana gelen tabii/doğal bir Med-Cezir olayı sonucu, deniz'in suyunun, önce çekilmesi daha sonra da eski seviyesine dönmesi hareketi esnasında İsrail oğullarının Kızıldeniz'den geçişi ve Firavun ordusunun denizde boğularak helaki gerçekleşmiştir.
Öncelikle bir tespitimizi vurgulayalım. Sayın Eliaçık'ın "Yaşayan Kur'an" Meal-Tefsir'indeki ; "Kızıldeniz’i geçme olayının, bu denizin bugün Süveyş kanalı olarak bilinen kuzeybatı ucunda gerçekleştiği anlaşılıyor. Olayın yaşandığı çağlarda burası şimdiki kadar derin değildi ve bazı bakımlardan Kuzey Denizi’nin ana kıtayla Frisian adaları arasında kalan sığ bölümü gibiydi. Denizin geri çekilmesi (cezir) hallerinde bu gibi yerlerde sığ bölgeler çıplak kalmakta ve geçici olarak geçilebilir hale gelmekte, bu durumdayken ani ve şiddetli bir deniz kapanması (med) ile bütünüyle sulara gömülmekteydi. Olayın böylesi bir anda yaşandığı anlaşılıyor." Şeklindeki anlatımlarının kaynağı M.Esed'in, "Kur'an Mesajı" adlı Meal-Tefsirinden aynen aktarma bir görüştür.
Muhammed Esed'in, "Kur'an Mesajı" adlı Meal-Tefsirinde ise ".. bu denizin bugün Süveyş Kanalı olarak bilinen kuzeybatı ucunda vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Kıssanın geçtiği çağlarda burası şimdiki kadar derin değildi ve bazı bakımlardan Kuzey Denizi'nin ana kıtayla Frisian adaları arasında kalan sığ bölümü gibiydi; yüksek cezir (geri çekilme) hallerinde bu gibi yerlerde sığ bölgeler çıplak kalmakta ve geçici olarak geçilebilir hale gelmekte; ama bu durumdayken, anî ve şiddetli bir med dalgasıyla bütünüyle sulara gömülmektedir."[19] Denmektedir.Görüldüğü gibi Sayın Eliaçık'ın yorumu birkaç değişiklikle aynen Esed'den aktarılmıştır. Ancak Esed'den yapılan bu alıntının kaynağı gösterilmemiştir. (bakınız:"Yaşayan Kur'an" Meal-Tefsir, c.II,S. 225-226.)
Sayın Eliaçık, Esed'den alıntı yapması sebebiyle İsrail oğullarının denizden geçiş yaptığı mevkii, merhum Esed gibi kabul ettiği gözlemlenmektedir. ".. bu denizin bugün Süveyş Kanalı olarak bilinen kuzeybatı ucunda vuku bulduğu anlaşılmaktadır. …"
Burada yeniden bu konudaki mevkilere yer vermeyeceğiz. Ancak Sayın Ateş'in yukarıdaki tefsirleri ile ilgili yorumlarımızda da değindiğimiz gibi eğer İsrail oğullarının geçtiği yer Kızıldeniz ise bilimsel olarak tabii/doğal bir Med-Cezir hareketinin, Kur'an ve Tevrat'ta yer alan dağ/duvar tasvirlerindeki gibi denizi iki ayrı parçaya ayıramayacağı açıktır. Kaldı ki bu Med-Cezir hareketi, Timsah, Acıgöller veya Nil nehrinde oluşması bilimsel olarak mümkün değildir.
Oysa İsrail oğullarının denizden geçiş yaptığı yerin; "Kızıldeniz" olduğuna dair Kur'an ve Tevrat'ta kesin bir tanımlama yoktur. Bir evvelki yazımızda bu hususun üzerinde harita eşliğinde detaylarıyla durmuştuk.[20]
Kaldı ki Merhum Esed ve sayın Eliaçık'ın iddia ettikleri gibi "..Kıssanın geçtiği çağlarda burası şimdiki kadar derin değildi ve bazı bakımlardan Kuzey Denizi'nin ana kıtayla Frisian adaları arasında kalan sığ bölümü gibiydi; yüksek cezir (geri çekilme) hallerinde bu gibi yerlerde sığ bölgeler çıplak kalmakta ve geçici olarak geçilebilir hale gelmekte…" olduğu tezi, gaybi topografya'ya- Kuzey Denizi'nin ana kıtayla Frisian adaları arasında kalan sığ bölümü gibiydi - rasyonal yorum getirme amaçlı indî bir çaba olduğu gün gibi aşikardır. Çünkü ne Kur'an ne de Tevrat bu mevki hakkında kesin bir açıklama yapmamıştır ki, o mevkide meydana gelen bir Med-Cezir hareketi ve bu tabii/doğal olay sonucuyla, açığa çıkan ve tekrar kapanan bir yüzeysel/sığ bir yoldan bahsedilebilsin.
Yeri gelmişken burada coğrafik ve ya topografik bir tespit yapmak istiyoruz. İsrail oğullarının geçişine sahne olan Kızıldeniz'in sularından bu gün bile Hint okyanusu ve Akdeniz arasında işleyen devasa şilepler, vapurlar, tekneler rahatlıkla geçerken; "Med-Cezir" ile ortaya, hemen geçilebilecek ve üstelik denizin doğu-batı yönünde iki yakasını birleştirecek kadar uzunlukta yol açılan sığ bir Kızıldeniz tabanı coğrafyası nasıl bulunmuş veya icat edilmektedir, izahını merak ediyoruz?
Sayın Eliaçık, Kızıldeniz'in "Med-Cezir" sebebiyle yarılması tezinin altını doldururken Tevrat'tan şu alıntıyı yapmaktadır;" Tevrat’ta olay “ Ve Rab bütün gece kuvvetli şark yeli ile denizi geri çevirdi ve denizi karaya çevirdi ve sular yarıldı”(Çıkış; 14/1–31) şeklinde anlatılır. Şu halde olayda Allah’ın ayeti (mucizesi) Musa’nın asası ile denizi yarıp karşıya geçmesi değil, med-cezir olayı ile yarılıp açılmış olan denizin ortasında görünen toprak yoldan Musa’nın asası ile orayı işaret ederek karşıya geçmeleridir."
HâlbukiEliaçık, alıntı yaptığı bu Tevrat ifadesinden sonra gelen diğer ifadeyi görmezden gelmektedir. "…Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturdu." "..Öyle ki açılan yolun her iki yanında sular koca dağlar gibi yükselmişti."[21] Sayın Eliaçık'ta, Süleyman Ateş gibi aynı tavrı göstererek, istediği ifadeleri bağlamından kopararak arzu ettiği amaca yani mucizeyi tevil ya da reddetmeye kullanmaktadır.
Oysa Eliaçık, Şuara suresi tefsirinin 63. ayetinde; yarılan denizin suları hakkında şöyle meal vermektedir: "..deniz yarılmıştı, öyle ki açılan yolun her iki yanında sular koca dağlar gibi olmuştu."[22] Ayrıca gözlemlediğimiz kadarı ile Eliaçık, burada geçen "…tavdil azîm.." kelimesinin etimolojisine veya ayrıntısına girmemektedir.
Yine dikkatimizi çeken bir husus ise Sayın Eliaçık, Yunus kıssasında kelime ve kavramların etimolojilerine parende attırarak! Yunus peygamberi balığın karnı yerine zorla Asur hapishanesine tıkarken, İsrail oğullarının deniz geçişi kıssasındaki kelimelerin etimolojisi ile hiç hatta hiç ilgilenmemektedir. Üstüne üstlük "Yahudi düzmecesi" olarak nitelediği; "..Yahudi bezirgânların düzdükleri Tevrat…"[23]tan alıntı yaparak onun üzerinden istediği yönde yorumlara gitmektedir.
Bunun yanı sıra kendi sitesinde yayınladığı; "Deniz nasıl yarıldı" başlıklı yazısında; İsrail oğullarının deniz geçişi kıssasında, Tevrat'ta yer alan hususlara dair Tevrat ve Yahudiler hakkında çok olumsuz ithamlarına rağmen, bu konuda Tevrat'tan alıntı yapmış olması hayli ilginçtir.[24]
Kur'an'da geçen kıssadaki kelime ve kavramlara ait etimolojiyi, kadim tefsir kaynaklardaki yorumları, araştırmaya girmeyen Eliaçık; olumsuzluklarını serdettiği Tevrat'tan ve alıntı kaynağını vermediği Esed'den aktardığı görüşler üzerinden tez geliştirmekte, bununla da yetinmeyerek; “Benzerinin bugün de olması lazım” tefsir ilkemiz gereği nasıl olduğunu göstereceğim, hem de fotoğraflarıyla.." "İşte size fotoğraflarıyla başka bir kanıt daha…Güney Kore’nin Jindo adasına gidiyoruz…"[25] Diyerek, Jindo adası örnekliği ile tezini daha da rasyonalize etmeye gayret etmektedir.
Verdiğimiz bu misaller, Eliaçık'ın,Kur'an tefsirindeki usulî yanlışlarını göstermesi bakımından hayli önemli bir olgu olarak gözlemlenmektedir.
Sonuç
Kur'an ve Tevrat'ta anlatılan İsrail oğullarının deniz geçişi kıssası üzerinde önemle durulan iki husus vardır. Bunlardan birincisi, yarılan denizin; iki ayrı parça, (Kur'an'a göre) dağ/(Tevrat'a göre) Duvar gibi duran sular haline geldiği; ikincisi ise bunların arasında kalan yolun, ilave bir olgu olarak kuru olması keyfiyetidir. Yani yarılan denizden oluşan koridora ait yolun; balçık, batak veya geçişe engel olacak fiili durumun ayrıca kuru hale getirilerek düzeltildiği anlatılmaktadır. Klasik tefsirlerde, bu hususlar mucize olarak görülmekle beraber İsrailiyata dalınmasıyla! Birlikte olay saf halden karışık anlatımlara boğulmaktadır. Çağdaş tefsirlerde ise bu iki husus ya kaale alınmamakta ya da bunların rasyonel açıklamalarına yer verilmektedir. Nitekim bu iki husus kaçırıldığında ya Güney Kore'nin Jindo adası veya Almanya'nın, Hamburg şehri civarında meydana gelen Med-Cezir hareketi sonucu ortaya çıkan vakıalar örnek olarak verilmektedir ki, bu örnekler asla İsrail oğullarının denizi geçmesi mucizesi ile kıyaslanamaz.
Kadîm İslam kaynaklarındaki tefsirlerde ve Yahudi- Hıristiyan literatüre dayanan çizim, resim veya filmlerde mutlak vurgulanan husus, denizin iki parçaya ayrılması ve her iki tarafta dev su sütunları tasviridir. Oysa çağdaş İslam tefsir müelliflerinde ise bu olay ısrarla göz ardı edilerek ve hatta İ.Eliaçık gibi İsrailoğullarına has bu özel durum, onların "dinci/ırkçı" "düzmelerinden" oluşan abartılan bir konu olarak gösterilmektedir.
Dikkatimizi çeken bir konu; Kadîm tefsir kaynaklarındaki yorumlarda kıssada geçen kelimelerin etimolojisine önemle ve uzunca yer verilirken Çağdaş müellifler, özellikle de İ.Eliaçık diğer kıssa tefsirlerinde bolca bu metottan yararlanırken, bu kıssanın tefsirinde etimolojiye hiç ama hiç önem vermemektedir. Bu olgu bizce ilginç ve aynı zamanda çok önemli bir ayrıntıdır. Çağdaş müellifler eğer etimolojiye önem verselerdi, kısayı rasyonalite bağlamında değerlendirmeleri asla mümkün olmayacaktı. Bu olgu aynı zamanda kıssaları tefsirde usulî yanlışı veya usulsüzlüğü gündeme getirmektedir.
İsrailoğullarının denizden geçişi kıssası hakkında, en eski dini ve tarihi belge olan Tevrat'tan alıntılarla, Kur'an kıssasını mufassallaştırmak hem tabii hem geleneksel bir metod olarak Kur'an'ın bakış açısına uygun bir algılama ve tefsir etme usul/metodolojisi olarak gözükmektedir. Tabi burada geçmişte yapılan, İsrailiyat ile ve günümüzdeki rasyonaliteye dayanarak, kıssaları yorumlamada, ifrat ve tefrit anlayışına düşmemek gerekmektedir.
Bu konudaki görüşümüz daha evvelki yazılarımızda sıklıkla belirttiğimiz gibi kıssaların klasik tefsir dalı içerisinde değil, onun dışında ayrı bir ilim dalı olarak dizayn edilmesi gereğidir. Bu sayede bağımsız bir Kıssa ana bilim dalı kurularak; yan ilim ve disiplinlerin eşliğinde –Coğrafya, Tarih, arkeoloji, etimoloji, v.s- Kur'an kıssalarının araştırılarak, Kur'an perspektifinde anlaşılmasına, İsrailiyat ve rasyonalite unsurlarından arındırılmasına çalışılmalıdır. Aksi halde Kur'an kıssalarındaki "tarihselliğe" dair tarih, coğrafya, biyografi, kronoloji, arkeoloji gibi ayrıntılara ait anlaşılması gereken olgular, tek ve her şeyi bilen! vasıtasıyla idrak edilmeye çalışılmaktadır ki, bu da kıssaların anlaşılmasını daraltarak; geçmişte İsrailiyat, günümüzde ise rasyonaliteye teslim etmek anlamına gelmektedir.
Dipnotlar
[1] Muhammed Esed, Kur'an Mesajı, c.II, s. 747.
[2] Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın çağdaş tefsiri, c.V, s. 441
[3] Süleyman Ateş, A.g.e, c.VI, s. 304.
[4] Süleyman Ateş, A.g.e, c.V, s. 441.
[5] Süleyman Ateş, A.g.e, c.V, s. 441.
[6] http://tr.wikipedia.org/wiki/Gelgit
[7] http://www.fenveteknoloji.gen.tr/v2/Konu.asp?mdakid=153
[8] http://www.turkcebilgi.com/gelgit/ansiklopedi
[9] http://ogrenci.hacettepe.edu.tr/~b0246115/gelgitolayi.htm
[10] http://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=13408
[11] Tevrat/Çıkış14/21-22.
[12] Süleyman Ateş, A.g.e, c.V, s. 441.
[14] Tevrat/Çıkış14/21-22; Tevrat/Çıkış14/29.
[16] Tevrat/Çıkış14/19-20.
[17] İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur'an, c.II, S. 276.
[18] http://impressario.azbuz.com/readArticle.jsp?objectID=5000000007949988;
http://ihsaneliacik.wordpress.com/2009/03/16/deniz-nasil-yarildi/
[19] Muhammed Esed, A.g.e c.II, s. 747.
[20] http://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=13408
[21] İhsan Eliaçık, A.g.e, c.II, S. 276.
[22] İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur'an, c.II, S. 225-226
[23] İhsan Eliaçık, A.g.e, C.II, s.445.
[24] http://ihsaneliacik.wordpress.com/2009/03/16/deniz-nasil-yarildi/
[25]http://ihsaneliacik.wordpress.com/2009/03/16/deniz-nasil -yarildi/
|