DENİZ GEÇİŞİ MUCİZESİNİN YAHUDİLİK VE İSLAMA YANSIMALARI: PESAH VE AŞURA ORUCU
Giriş:
Binlerce yıl önce gerçekleşen ve İsrail oğulları tarihinin en önemli dönemlerinden biri olan deniz geçişi mucizesinin önemi, daha sonraki İsrail oğulları ve Yahudilik sürecinde, o günün kutsal hale getirilerek öneminin devam ettirilmesine sebep olmuştur. Bu yazımızda İsrail oğullarının deniz geçişi mucizesi sonrası bu günün önemi ve anısına dindeki yapılanmasını ve bu önemli günün İslam'a yansımasını ele alacağız.
İsrail oğullarının Mısır'da her türlü zulüm, eziyet ve işkenceye uğradıkları kölelik dönemi ile Hz. Musa önderliğinde tevhidi ve beşeri hürriyetlerine kavuşmaları arasındaki en önemli olay nedir diye sorsak cevabı ne olabilir?... Hemen yazalım!.. Mısır'dan Çıkış eylemi, yani İslami terminolojiyle göre söylersek, HİCRET… Bu çıkış/hicret eyleminin ise en önemli, kritik noktası neresidir denecek olursa, verilecek cevap denizden geçiş mucizesinin yaşandığı andır deriz.
Neden deniz geçişi mucizesi?.. Çünkü Cenabı Hakk, eğer İsrail oğullarını Mısır'daki Firavun zulmünden kurtarmak istemeseydi, Firavun ve ordusu onları hem cezalandıracak ve hem de tekrar Mısır'a götürüp tekrar köle konumuna irca edecekti.
Oysa Allah, deniz geçişi mucizesi ile hem İsrail oğullarını, Firavun'un elinden kurtarmakta, hem Firavun ve ordusunu cezalandırarak helak etmektedir. Yani "bir taşla iki kuş birden vurulmaktadır." Neticede İsrail oğulları kölelikten, esaretten kurtulmuş; onları yıllarca zulüm ve eziyete maruz bırakan Firavun ve ordusu helak edilerek cezalandırılmıştır. Deniz geçişinin üçüncü bir faydası daha vardır. Bu olay Cenabı Hakk tarafından kıssa edilerek, tüm insanlığın öğüt ve ibret alması için örneklik haline getirilmiştir. Dolayısıyla bir başka açıdan bakıldığında, kıssadan öğüt ve ibret alındığında, insanlığı da tevhidi hürriyetine kavuşturmaktadır.
İşte İsrail oğulları tarihinin bu önemli anı, yani deniz geçişi mucizesi, daha sonra binlerce yıllık İsrail oğulları tarihine damga vuracak şekilde anılaştırılarak, bu günde yaşananların daha sonraki süreçte ibadi olarak mükerreren hatırlanması sağlanmıştır. Öncelikle Tevrat sayfalarında öğüt ve ibret olarak insanlığa sunulan bu olay, Kur'an-ı Kerim ile kıyamete kadar baki bir örneklik olarak tüm insanlığa kıssa edilmiştir.
Bu örnek olayın kıssa olarak aktarımında Tevrat ve Kur'an arasındaki en önemli fark Tevrat, olaydan kazananları ve ders çıkarmayı İsrail oğulları ile sınırlarken; Kur'an bu olayı yaşayanların etnik niteliğine değil, Müslümanlığına dikkat çekerken aynı zamanda tüm dünya insanlığının örnekliğine sunmaktadır.
Bunun yanı sıra Cenabı Hakk, günün önemine binaen "Pesah" "Hamursuz" bayramı ilan ederek, bu günü bayram olarak idrak edilmesini istemiş ve böylece ibadî yönden anılaştırmıştır.
Deniz geçişi mucizesinin Yahudilik'e yansımaları:
Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’ta yer alan ifadelerde; Allah’ın, Musa ve Harun’un, İsrail oğullarını, Mısır’daki, Firavun zulmünden kurtarmak için bir mucize olarak denizi yarıp[1], Mısır’dan çıkardığı günü, kutsal bir gün, bayram ilan ettiğini görmekteyiz. İbranice "Pesah"[2] adı verilen, "Hamursuz bayramı", Mısır'daki kölelikten kurtuluşun anısına her yıl sekiz gün olarak kutlanmaktadır. Mısır'dan çıkış çok acele, ansızın ve apar topar olduğundan, Yahudiler kendileri için hazırladıkları ekmeklerin hamurlarının mayalanmasını beklemeden pişirirler. Bu yüzden Yahudiler, bu bayramda mayalı hiçbir ürün yemez. "Pesah", "Hamursuz" bayramı boyunca, mayasız hamurdan yapılmış "matsa" adındaki ekmeği yerler.
Tevrat’ın Levililer kitabında Âşûrâ/Pesah günü ile ilgili olarak şunlar ifade edilmektedir. “RAB Musa'ya şöyle dedi: Yedinci ayın onuncu günü günahların bağışlanma günüdür. Kutsal bir toplantı düzenleyeceksiniz. Benliğinizi yenecek, RAB için yakılan sunu sunacaksınız. Hiç iş yapmayacaksınız. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca sürekli yasa olacak bu. O gün sizin için Şabat, dinlenme günü olacak. Benliğinizi yeneceksiniz. Ayın dokuzuncu günü, akşamdan ertesi akşama kadar Şabat'ı kutlayacaksınız.”[3]
Yahudilikteki Pesah/ Âşûrâ orucu şöyledir; "İster babanın ister annenin ilk çocuğu olsun, Bar-Mitsva olmuş her Behor, Pesah’tan önceki gün oruç tutmakla yükümlüdür. Bayanlar oruç tutmayı adet edinmemişlerdir…Küçük bir çocuk için (kendisi behor değilse bile) babası oruç tutmalıdır. Baba behor ise çocuğun yerine orucu annesi tutabilir fakat mecbur değildir. Oruç, akşam üç tane yıldız çıkana kadar tutulur ve akşam Pesah kiduşu ile bozulur."[4]
“…Âşûrâ gününde oruç tutmak Yahudilere farz kılınmıştı. Onlar, yedinci ayları olan Tişrin’in onuncu gününe rastlayan Âşûrâyı bayram telakki ederek bir takım merasimler icra eder ve bir yıllık günahlardan temizlenmek üzere oruç tutarlardı.”[5] Mısır’daki, Firavun zulmünden kurtulan İsrail oğullarına, kurtuldukları bu gün anısına[6] saygı gösterip bu günü, her yıl anmaları için bayram ilan eden Allah; İsrail oğullarına, bunda sürekli olmaları uyarısında bulunmuştur.
Deniz geçişinin mucizesinin İslam'a yansımaları:
“Aşr Arapça’da “on” demektir.”[7] “Âşûrayı on sayısı ile ilgili olan aşr ve âşir veya develerin güdülmesiyle ilgili ışr kökünden türemiş Arapça bir kelime kabul edenler olduğu gibi, bu dilde “faula” vezninin bulunmadığını ileri sürerek İbraniceden geldiğini söyleyenlerde vardır.”[8] “el-Aşur” Aşure günü, Arabî aylardan muharrem’in onuncu günü, dokuzuncu gününe de denir.”[9]
Kur'an-ı Kerim'dekideniz geçişi kıssalarında; "Yüce Allah İsrail oğullarının Firavun zulmünden kurtuluşunu, Firavun hanedanının suda boğuluşunu söz konusu ettiği halde, bunun hangi gün gerçekleştiğini zikretmemektedir."[10]
Kur'an-ı Kerim'de yer almayan "Âşûrâ günü" ve orucu ile ilgili dini ve kültürel bilgi birikimimizin, hadis külliyatında yer alan rivayetlerden kaynaklandığı malumdur.
İslam dinin kitabı Kur'an'ın, Hz. Muhammed'e(s.a.v) vahyedilmeye başlanması ile birlikte gelişen olaylar sonucu Yahudilerin yoğun olarak yaşadıkları Medine’ye gelen Hz. Peygamber; daha önce Mekke'de devam ettiği bu gündeki geleneksel orucunun Yahudi ahkâmında da uygulandığını duyar.
“İbn Abbas radiyallahu anh’dan: Allah resulü sallallahu aleyhi vesellem, Medine’ye geldiğinde Yahudilerin Âşûrâ günü oruç tuttuklarını gördü ve sordu: “Bu nedir?” Cevap verdiler: “Bu Salih bir gündür; çünkü o günde Allah, Musa ile İsrailoğullarını düşmanlarından kurtarmıştır da (Musa) o günde oruç tutmuştur. “ Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ben Musa’ya sizden daha yakınım.” Sonra kendisi o günü oruç tutmuştur; (ashabına da) o günde oruç tutmalarını emretmiştir. (Buhari, Müslim ve Ebu Davud)”[11]
Hz. peygamber Medine’ye hicretinden sonra Yahudiler ve onların yoğun dini ve kültürel adetleri ile karşılaştı. İşte Hz. Peygamber, Yahudilerin Âşûrâ günü oruç tutma ibadetini böylece öğrendi.
Ancak bu rivayetten Hz. Peygamberin, Mekke’den ve Bi’set öncesinden beri uyguladığı bu orucun, Yahudilerde de olmasının sebebini araştırdığını anlamaktayız. Yahudilerden, Âşûra gününde tuttukları orucun, Hz. Musa döneminden gelen bir ibadet olduğunu anlayan Hz. peygamberin; Yahudilerin de Kureyş’liler gibi Âşûrâ gününde oruç tutmalarını hoş karşıladığı ve derhal onlara uyduğunu anlamaktayız.
Dolayısıyla Mekke'de, Kâbe'nin örtüsünün değiştirilmesine istinaden Mekke Araplarına yada Kureyş kabilesine has geleneksel bir oruç olarak tuttuğu Aşura orucunu; Hz. Musa sünneti olduğunu öğrendiği "Pesah" orucu ile pekiştirmek için vakit geçirmeden hem kendi tuttuğu hem de Ensar ve Muhacirine emrettiğini görmekteyiz. “Seleme bin el-Ekva radiyallahu anh’dan: Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, Eslem’den bir adama emretti: “Haydi halka ilan et! Kim yemişse günün kalan kısmını oruçla geçirsin. Kim yememişse orucuna da devam etsin. Çünkü bu gün, Âşûrâ günüdür.” (Buhari, Müslim ve Nesai)”[12]
Hz. peygamberden rivayet olunan bu hadiste, resulullahın vakit geçirmeden Âşûrâ/Pesah orucunu uygulamaya geçirdiğini anlamaktayız. Bu hadisten anlaşılacağı üzere; Muhacirinden, Âşûrâ orucu tutanların oruçlarına devam etmelerini emrederken; Mekke’de tutulan Âşûrâ orucundan bîhaber olan Ensar’ın da, resulullah’tan haber aldıkları andan itibaren bu orucu tutmaya başlamalarını emretmiştir.
Sonuç:
Geçmişte İslam noktai nazarından bakıldığında, tek bir din olan bu iki dinin, -Yahudilik ve İslam- aynı olayı gündem eden bir günü anması önemli bir vakıadır. Medine'ye geldiğinde Yahudilerin "Pesah" orucu tuttuğunu ve bunun sebebini öğrenen Hz. Muhammed(s.a.v) tereddütsüz olarak silsilesinde son resul olduğu bir dinin, peygamberinin -Hz. Musa- uygulamasına hemen tabi olmuş ve bunu kendi uygulaması haline getirmiştir.
Bu önemli günü, deniz geçişi mucizesini dile getiren Kur'an kıssasının amacı da budur. Kur'an kıssaların temel gayelerinden birisi de geçmişteki Yahudilik, Hıristiyanlık, Sabiilik gibi dinlerin temelinin İslam, bunları insanlara ileten tüm resullerin aynı Allah'ın elçileri ve mesajlarının tevhid olduğunun altı çizmektedir. Kur'an'ın üçte biri veya bir başka algılamaya göre dörtte üçünü kapsayan kıssalar; dünya, dinler ve insanlık tarihini gündem etmesi ve ortak noktalarda buluşturması açısından önemlidir.
Görüldüğü gibi İsrail oğullarının deniz mucizesi ile Tevhidi ve beşeri hürriyete kavuştukları gün; hem Yahudilik ve hem de İslamiyet'e yansımalar yapmış, her iki dinde, bu günün, öğüt ve ibret olarak ibadî anlamda hatırlanması amacıyla gerçekleştirilen ritüeller oluşmasını sağlamıştır.
Bu günün bin yıllardır, Yahudilik ve İslam tarafından halen fiili olarak – Pesah bayramı ve orucu, Aşura orucu- hatırlanması; Kur'an'da yer alan deniz geçişi kıssasının tarihsel gerçekliğini de vurgulaması ve kıssanın algılanışının bu bazda olmasını göstermesi bakımından önemlidir kanaatindeyiz. Esasen bu yazıyı da evvelki deniz geçişi kıssası ile ilgili yazılarımızı tamamlayıcı olması açısından, bu gaye ile dercettiğimizi belirtelim.
Dipnotlar:
[1]http://www.haksozhaber.net/author_article_detail.php?id=13408
[2] http://www.pressyado.com/2009/04/08/hamursuz-bayrami-pesah-passover/
[3] Kitabı Mukaddes/Levililer Bab23/26.
[4] http://www.sevivon.com/bayramlar/pesah/alahalar.asp
[5] T.D.V İslam ansiklopedisi; , Âşûrâ maddesi; İstanbul, 1996; c.4; s.25.T.D.V, A.g.e; İstanbul, 1996; c.4; s.25.
[6] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları, Ankara-1990, c.IV, s321.
[7] T.D.V, A.g.e; İstanbul, 1996; c.4; s.24.
[8] T.D.V, A.g.e; İstanbul, 1996; c.4; s.24.
[9] Arapça-Türkçe Büyük Lûgat; Bayrak matbaası; Ankara, 1981; c.3; s.379; İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları, İstanbul–1996, c.II, s. 87.
[10] İmam Kurtubi, A.g.e, Buruç Yayınları, İstanbul–1996, c.II, s. 85.
[11] Rûdanî; A.g.e; c.2; s.53; Kütüb-i Sitte; Akçağ yayınları; Ankara, 1990; c.9; s.463–464; Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih tercemesi ve şerhi, D.İ.B.yayınları; Ankara, 8. baskı; C.6; s.308–309; D.İ.B, A.g.e, Ankara–2006, c.I, S.276.
[12] Rûdanî; A.g.e; c.2; s.53.
|