SABR-I CEMİL ÖRNEĞİ BİR RESUL; HZ. EYUB
Giriş:
Kur’an’ı Kerim’de yer alan resuller içerisinde, hakkında en az bilgi bulunan peygamberlerden birisi de Eyyub peygamberdir. “Eyyub(a.s)’un ismi Kur’an’ı Kerim’de dört yerde geçer. Bu dört yerden ikisinde sadece ismi anılır ve peygamber olduğu bildirilir. Diğer iki yerde ise Eyyub(a.s)’a altı ayet tahsis edilmiştir. Eyyub(a.s) ile ilgili, Kur’an’ı Kerim’de bundan başka bilgi yoktur. Güvenilir hadis kitaplarında ise tek bir hadis vardır.”[1]
Hz. Eyyub hakkında Kütübü Sitte'de geçen tek hadis ise şöyledir: "Resulullah (sav) buyurdu: "Eyyub" çıplak vaziyette yıkanırken üzerine altından bir sürü çekirge düştü. Eyyub hemen onları toplayıp elbisesinin cebine avuç avuç koymaya başladı. Bunun üzerine Rabbi ona seslendi: "Ey Eyyub, ben seni bu dünyalıklardan müstağni kılmadım mı?" Eyyub: "Evet! Ey Rabbim! Benim bu hareketimde senin bereketine karşı müstağni tavrım yok." Dedi."[2]
Seyyid Kutup, Eyyub kıssası hakkında şu ilginç tespiti yapmaktadır. “Hz. Eyyub’un imtihan kıssası, bu tür kıssaların en dehşetlisidir. Ancak genel olarak Kur’an ayetleri ayrıntılara girmeden bu kıssayı özet halinde vermektedir.”[3]
Kur'an kıssalarının tümüne has genel özelliğinden ve spesifik olarak incelediğimiz Eyyub kıssasının diğer kıssalara nazaran daha da mücmel olmasından dolayı, kıssasının mufassallaştırılması gayesiyle “..Tarih, Kasas ve tefsir kitaplarında Eyyub (a.s)’la ilgili oldukça bol bilgiler dercedilmiştir. Eyyub konusunda diğer din mensuplarından ne duyulmuşsa doğru mu, yanlış mı olduğu araştırılmadan kitaplara geçirilmiş”[4] tir.
Kur’an ve onun açılımı hadislerde, Eyyub peygamber hakkında mufassal malûmat bulamayanlar, Kur’an nokta-i nazarından incelemeden, İslam harici dini kaynaklardan gelişi güzel alıntılarda bulunarak, çeşitli olağanüstü rivayetlerle, kıssa boşluklarını doldurmuşlardır. İsrailiyat nevi bu nakillerle, Kur'an'daki, Eyyub peygamber kıssası haricinde, efsanevi “Mitolojik” bir kişilik haline getirdikleri farklı bir Eyyub peygamber şahsiyeti ortaya çıkarmışlardır. Fakat ne yazık ki, onu, Kur’an’ın asıl mesajı olan “beşer” ve “resul” Eyyub “örnek kişi”liğinden uzaklaştırmışlardır.
Kur’an’da yer alan bir resul veya resullerin kıssalarının daha etraflı anlaşılması “mufassallaştırılması” için Kur’an’i bir metot veya kriterler ittihaz edemeyen İslam âlimlerinin, bu yetersizliklerinin açtığı gedik, İslami literatürde, efsanevî rivayetlerle süslenmiş, “kültürel" bir Eyyub kıssası doğurmuştur.
Yapılması gereken, Kur’an ayetlerinin ışığında ve onun vizyonunda bir usul izlemeye çalışarak Eyyub kıssasını, mufassal hale getirip, kıssadaki tevhidi unsurların, sislenip örtülmediği, “beşer-resul” Eyyub peygamber örnekliğini devam ettirmektir.
Bu amaçla, yazımızda, Kur’an’dan hareketle, onun bakış açısıyla gerçekleştirmeye çalışacağımız bir usul ile mufassal hale gelmiş Eyyub peygamber kişiliği ve kıssası örnekliği oluşturmaya gayret edeceğiz.
1 - EYYUB PEYGAMBERİN PROFİLİ:
a-Eyyub’un(a.s) kimliği:
İslam kaynaklarında yer alançoğu rivayetlerde Eyyub'un(a.s), Hz. İbrahim soyundan olduğu öne sürülmektedir. Buna en güçlü dayanak, Kur'an'ın onu, İsrail oğulları resulleri silsilesi içerisinde sıralaması ve buna mümasil yaşadığı varsayılan Edom bölgesinin, Hz. İbrahim oğlu, İshak oğlu, Evs[5] (Is/Iys/Ays) neslinden gelenlerin yaşayıp çoğaldığı bir yer olması hasebiyledir.
Fahruddin er-Razî (v.1209/606), Hz. Eyyub'un, Hz. İshak'ın neslinden olduğu kanaatindedir. Bu amaçla Vehb ibn Münebbih'ten şu rivayeti aktarır; "Eyyûb (as), Diyâr-ı Rûm'dan bir adam olup, bu Eyyûb İbn Enûs'dur. İs(Evs/Ays) ibn İshâk (a.s)'ın zürriyetindendi. Annesi de, Lût (a.s)'un sülalesindendi. Allah onu seçmiş ve peygamber yapmıştı."[6] Bu tanıma göre Hz.Eyyub'un, baba tarafından, İshak(a.s)oğlu Evs(Is); ana tarafından Hz. Lut neslinden olduğunu belirtmektedir.
Hz. Eyyub'un nesli hakkında elimizde yeterli açıklıkta sahih veriler olmadığı için, bu konuda kâmil manada bilgilenmek mümkün olamamaktadır. Eyyub peygamberin nesebi hakkındaki dağınık malumat Mevdudi'nin de dikkatini çekmiş ve bu konuda şu tespiti yapmaktadır: “Bazı müfessirler onun İsrailoğulları’ndan olduğunu, bazıları Mısırlı olduğunu, bazıları Hz. Musa’dan önce yaşayan veya Hz. Davud ve Süleyman (a.s) zamanında yaşayan bir Arap olduğunu söylerler ... “İşaya kitabına (M.Ö. 8.yy) ve Hezekiel kitabına (M.Ö. 6.yy) göre Eyyub M.Ö. 9.yy veya daha önce yaşamıştır. Milliyetine gelince adının geçtiği Nisa: 163 ve En’am: 84’teki konunun akışından onun bir İsrailî olduğu tahmin edilebilir."[7]
Muhammed Esed ise tefsirinde alıntı yaptığı, Philip K. Hitti ile aynı görüşü paylaşmaktadır ki, Hz. Eyyub'un, Nabatî kökenli bir Arap olduğu kanaatini belirtmektedir. “Hz. Eyyub[8], isminden ve kitabında sözü geçen muhitten (Kuzey Arabistan) anlaşılacağı üzere, Yahudi değil Arap’tır.”[9]
Philip K. Hitti’nin bu yorumundaki “Yahudi değil Araptır” ifadesi kanaatimizce, Hz. Eyyub'un inanç yönünden değil, ırk/etnik olarak tanımını yapmak içindir. Yani Philip K. Hitti, Eyyub(a.s) Yahudi, İbranî etnik kökenli değil, Arap etnik kökenlidir demektedir. Çünkü “Nabatlılar Araptırlar. Bunlar ırkan Suriye çölündeki ve kuzey Arabistan’daki Araplarla aynı menşedendirler; yalnız dil ve yazı olarak onlardan ayrılırlar; hiç değilse yazı dilinde bu ayrılık belirlidir.”[10]
Hz. Eyyub, Arap etnik kökenli olduğu varsayılsa bile inanç/din olarak Yahudi'dir. Tıpkı Hz. İbrahim ve Şuayb peygamberlerde olduğu gibi. Bu hususun üzerinde, "Hz. Eyyub'un etnik aidiyeti" başlığı ile ayrıntılarıyla duracağız.
b- Yaşadığı yer:
Kur’an’da kimliği, yaşadığı yer v.s gibi nitelikleri üzerinde açıklama bulunmayan Eyyub peygamber, İslam kaynaklarında “yaşadığı zaman ve mensup olduğu aile hususunda ittifak edilemeyen”[11] bir kişi olarak yer almaktadır. “Eyyub’un (a.s) kim olduğu, yaşadığı dönem ve mensup olduğu millet konusunda birçok farklı görüş vardır.”[12] İslam kaynakları, Eyyub peygamberin yaşadığı bölgelerden birisi olarak;“Horan bölgesinin geniş Besîne toprakları”[13] coğrafi tarifi yaparlar. İslam kaynaklarında yer alan bilgilerden Besîne'nin, Filistin'deki, Celile gölünün kuzeydoğusundaki Hauran'la, Şam arasında olduğunu anlamaktayız. Dolayısıyla bu bölge diğer bir tanımlama ile Lut gölünün kuzeydoğusunda yer alan bir bölgedir.
Hz. Eyyub'un yaşadığı varsayılan bir başka bölge ise Lut gölünün güneydoğusunda kalan ve Tevrat'ta ismi geçen Uts'tur.[14] Yeramyanın mersiyeleri kitabında; "Uts ülkesinde yaşayan Edom kızı.."[15] Olarak, Edom bölgesi tanımı yapılmaktadır. Yine Tevrat'ın Eyyub kitabında; “Uts diyarında Eyyub adında Salih, kâmil, Allah’tan korkan, kötülükten çekinen… Bir adam vardı.”[16] Diyerek Uts coğrafyasının ismi verilmektedir.
Bazı kaynaklarda, Tevrat'ta yer alan bu coğrafi tariflerden yola çıkılarak; “Kitab-ı Mukaddes’e göre Eyyub Filistin’de Ölüdeniz’in güney doğusunda yer alan Uts diyarında yaşamıştır.”[17] Denilmiştir.
Süleyman Ateş, Hz. Eyyub'un yaşadığı yer olarak, Tevrat'ta tarif edilen, Edom denilen bölgeyi kaydetmektedir: “Bilim adamlarının kanısına göre Eyyub, Hz. İbrahim’den sonra Edom ülkesiyle Arap çölü arasında kalan Saîr[18] dağının güney doğusunda verimli bölgede yaşamıştır."[19] V. Zuhayli ise aynı bölgeye ait iki ayrı mevki sıralamaktadır: "Vatanı Suayr dağına yakın Ivas diyarı yahut Edûm beldesi idi."[20]
Eyyub peygamberin özellikle, bu bölgede kurulmuş olan Nabatî’lerden olması ve onların yaşadığı yer olan Petra şehri ve etrafında ikamet ettiği tezi, tarihsel ve dini muhtevalı maddi deliller açısından bakıldığında, diğer teze –Lut gölünün Kuzeyi, Besine/Besseniye- göre daha önde gözükmektedir. Bu tezin maddi delilleri Philip K. Hitti tarafından Tevrat’taki Eyyub kıssasının etimolojik yapısı incelenerek verilmektedir. Aslında Philip K. Hitti’nin bu görüşü yeni değildir. Yahudi Talmud yorumcuları olan “rabbinik” kaynaklarda[21] da bu tezler yer almaktadır.
Philip K. Hitti, şöyle demektedir, “Kitab-ı Mukaddes’teki yüksek felsefi çizgiler taşıyan bu destansı hikâye, büyük ihtimalle eski Nebatî (Kuzey Arabistan’da yaşayan bir Arap boyu) bir şiirin -boyun bu gün kullandığı dilden de anlaşılacağı üzere - İbrani’ce bir tercümesi ya da şerhidir; çünkü” eski Samî dünyasının ürettiği en güzel şiirsel metin durumundaki bu parçanın sahibi olan Hz. Eyyub, isminden anlaşılacağı gibi Yahudi değil Araptır. (Philip K. Hitti, History of the Arabs, London 1937, s. 42-43)”[22]
İslam âlimlerinin ekseriyeti, Eyyub peygamberin yaşadığı yerin, bu günkü Ürdün ile İsrail sınırları içerisinde kalan; Edom adı verilen ve güneyde Akabe körfezi ile Gazze arasındaki yerleşim bölgesi içinde olduğu kanaatindedirler.
Dikkat çekmek istediğimiz bir nokta şudur; Hz. Eyyub'un, Hz. İshak soyu, Esav kolundan geldiğini varsaydığımız takdirde; bu görüşe izafeten, Tevrat'a göre Esav soyunun yaşamış olduğu Edom bölgesinin yani; Filistin'in Güney doğu'sunun Hz. Eyyub'un yaşadığı yer olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.
c-Hz. Eyyub'un etnik aidiyeti:
Hz. Eyüb’ün etnik kökenini tespit edebilmek için Yakub peygambere kadar geri gitmek gerekir. Yakup peygamber, Hz. İshak’ın oğlu olup, Esav adında bir ikiz kardeşi de bulunmaktadır. Hz. Yakup ile onun ikiz kardeşi Esav'ın, Tevrat'ta anlatılan, ta anne karnından başlayan mücadeleleri sonucunda Esav; tüm ailesini yanına alarak Kenan diyarının güneyi olan Negev çölüne yerleşir. Bu yüzden oranın adı daha sonra, Esav'ın lakabına binaen Edom (kızıl) olarak anılmaya başlar. Esav’ın lakabı kızıl anlamına gelen Edom[23]olduğu için bölgenin adı da Edom olarak anılmaya başlandı
Yine Tevrat'ta; Edom'a yerleşen Esav'ın İbranî kökenli olmayan hanımları ve aidiyetleri ise şöyle anlatılmaktadır: "Esav şu Kenanlı kızlarla evlendi: Hititli Elon'un kızı Adâ; Hivli Sivon'un torunu, Anâ'nın kızı Oholivama; Nevayot'un kız kardeşi, İsmail'in kızı Basemat."[24]
İshak peygamberin oğluEsav'ın, Kenan bölgesinden ve İsmail peygamber soyundan kadınlarla evlenmiştir. Bu durum annesi Rebeka ve babası Hz. İshak tarafından hoş görülmemiştir. Tevrat kıssası bunu şöyle ifade eder: ""Esav şu Kenanlı kızlarla evlendi: Hititli Elon'un kızı Adâ; Hivli Sivon'un torunu, Anâ'nın kızı Oholivama; Nevayot'un kız kardeşi, İsmail'in kızı Basemat." [25] "Bu kadınlar İshak'la Rebeka'nın başına dert oldular."[26]
Tevrat'taki Yakup kıssasında, Esav ile Hz. Yakup arasındaki, anne karnından başlayan[27] müthiş bir çekişme anlatılmaktadır. Esav, ilk oğulluk ve peygamberlik hakkı küçük kardeşi Yakup tarafından elinden alındığı için[28] hırçın tabiatlı olarak resmedilmektedir.
Ayrıca Esav'ın, anne ve babasıyla da arası, İbranî olmayan kadınlarla evlilikleri yüzünden gergindir. Bundan dolayı Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'in(a.s) hanımı Sara tarafından dışlanarak Beer Şeba'ya sürgün edilip yaşamış olduğu gibi; Esav'da, anne, baba ve kardeşi Yakup tarafından dışlanan biri olarak, onlardan ayrılıp Edom bölgesinde yeni bir koloni kurarak hayatını sürdürmeye başlar. "Esav karılarını, oğullarını, kızlarını, evindeki bütün adamlarını, hayvanlarının hepsini, Kenan ülkesinde kazandığı mallarının tümünü alıp kardeşi Yakup'tan ayrıldı, başka bir ülkeye gitti. Birlikte yaşayamayacak kadar çok malları vardı. Yabancı olarak yaşadıkları bu topraklar davarlarına yetmiyordu. Esav, yani Edom, Seir dağlık bölgesine yerleşti."[29]
Edom'da, Esav'ın zürriyeti öyle çoğalır ki, artık krallıklar kurmaya başlarlar. Tevrat bu olguyu şu şekilde kıssa eder: "İsrailliler'i yöneten bir kralın olmadığı dönemde, Edom'u şu krallar yönetti… Sahip oldukları ülkede yaşadıkları yerlere adlarını veren Edom beyleri bunlardı. Edomlular'ın atası Esav'dı."[30]
Hz. İshak'ın oğlu Esav'ın soyunun yerleşerek çoğaldığı Edom ve çevresindeki topraklar, süreç içerisinde Araplaşarak, Esav'ın, İsrail oğulları-İbrani karakterinden arınır ve o bölge yakınında yerleşik Nabatî toplumu ile karışır. Tıpkı Hz. İbrahim'in, Hacer'den olma oğlu, Hz. İsmail'de ve Kenan'lı Ketura/Keturah'tan[31] olma oğlu Midyan/Medyan'da[32] olduğu gibi. Bilindiği gibi İbranî olan Hz. İbrahim'in oğullarının nesli, Kenan topraklarından ve İshak soyundan tecrit olundukça Araplaşmışlardır.
Bunda İshak-Yakup soyu, İsrail oğulları kavramını oluşturan dinci-ırkçı Yahudiliğin etkisi de büyüktür. Çünkü bu akım hem Hz. İsmail'i hem Hz. Şuayb'ı dışlayarak onların; İbrahim-İbranî-İsrailoğulları-Yahudi soyundan olduklarını inkâr etmişlerdir. İbrahim-İshak-Yakup sıralı soy harici nesilleri, Arap olarak "öteki"leştirmişlerdir.
Pek tabii ki süreç içerisinde tahrifata uğrayan Tevrat metinleri, etnik dinci-ırkçı, Yahudi Rabbi'lerce, bu mantaliteye göre tanzim edilmiştir. Rabbilerin bu tahrifatları yüzden, Kur'an ile Tevrat'ın, kıssasını anlattığı İsmail, Şuayb, Eyyub peygamberler; Tevrat metinlerinde, etnik kökenleri İbrani, yaşamdaki statüleri resul olarak geçmezler. Bu resuller İsrail oğulları ya da İbranîlikten dışlandıkları için onlara ait rasullük vasıfları da en alt kademeye "aziz" "abid" "dürüst dindar" kişiliklere indirgenmiştir.
Bu olgu tamamen Tevrat'ın muharrefliğinin bir yansımasıdır. Eğer İsrail oğulları/Yahudi ırkçı bakış açısı, bu resulleri dışlamamış olsa belki de onların oluşturdukları bu Araplaşma olgusunu reddederek, aksine onları ve ait oldukları toplumların İbranî kökenli olduğunu iddia edecekti. Dolayısıyla Hz.İsmail, Medyan, Şuayb ve Eyyub'un; İsrailoğulları/Yahudi etnik kökenli olarak değerlendirilecekti. Doğrusu da bu olması gerekirken İsrailoğulları/Yahuda ırkçılığı, olayı tersine çevirerek, yanlış algılanmasına sebep olmuştur.
Hz. Eyyub'un kimliğini anlamaya çalışırken de ister istemez, yeterince kritik edilmeyen, Tevrat'ın etnik-dinci bu muharreflik olgusu, İslam kültürünü ve muhataplarını da olumsuz anlamda yönlendirmektedir. Bundan dolayı kaynaklardaki Hz. Eyyub'un etnik aidiyeti tam ve kâmil anlamda tanımlanamamaktadır.
d-Hz. Eyyub'un dini:
Kur'an, İsrail oğulları silsilesi içerisinde Hz. Eyyub'u da sıralamaktadır: "Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, esbâta (torunlara), İsa'ya, Eyyûb'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebûr'u verdik."[33]
Şu halde elimizdeki maddi verilere göre Hz. Eyyub'un; etnik olarak sonradan Araplaşan İbranî kökenden geldiğini ifade etmek yanlış olmaz ve onun hakkında her hangi bir şeyi de değiştirmez. O bir İbrani/İsrailoğulları ya da Arap aidiyetinde olsa da inanç/din olarak İslam dini üzere bir Müslüman'dır. Hz. İbrahim, Hz. Lut, Hz. Şuayb ve Hz. İsmail gibi.. Kur'an açısından önemli olan da budur.
Eyyub’un(a.s) yaşadığı bölgeye ve çevresine bakıldığında, Hz. İbrahim ve sonrası peygamberlerin elçi olarak görev yaptığı bu topraklarda İbrahim'in dininin, Hz. Eyyub'a kadar hatta Hz. Muhammed'e kadar devam ettiği, kabul edilmesi gereken bir vakıadır. İster Hz. Eyyub, İshak sonrası yaşayan nesil ve resullerden, isterse bu silsile içersindeki herhangi bir evrede yaşamış Arap veya başka etnik kökenli olsun, Kur'an perspektifinden bakıldığında o, bir Müslüman ve bir İslam peygamberidir.
Hz. Eyyub’un Tevrat akidesinde bir resul olmasının maddi delillerini Tevrat’ın Ketuvim bölümünden olan müstakil “Eyyub” kitabından ve onda yer alan ibadet kısımlarında anlatılanlardan da görmek mümkündür. “Bu şölen dönemi bitince Eyyub onları çağırtıp kutsardı. Sabah erkenden kalkar, "Çocuklarım günah işlemiş, içlerinden Tanrı'ya sövmüş olabilirler" diyerek her biri için “yakmalık sunu” sunardı. Eyyub hep böyle yapardı.”[34] ”Şimdi yedi boğa, yedi koç alıp kulum Eyyub’un yanına gidin, kendiniz için “yakmalık sunu” sunun. Kulum Eyyub sizin için dua etsin.”[35]
Eyyub peygamberin bizzat uyguladığı ve bir diğer Tevrat anlatımında da en yakın üç arkadaşının yapmaları gereken bir ibadet şekli[36] olarak emredilen “yakmalık sunu” ibadeti; İbrâni kökenli İbrahim dininin, onun soyu resullerinin uyguladığı bir ibadet ritüelidir. Günümüzde bile Filistin'in Nablus şehrinde yaşayan Samirî "Yahudi"leri tarafından bu bölgedeki Gerizîm dağında hala uygulanan bir ibadet şeklidir.
Tevrat'ta bu ritüel şöyle anlatılmaktadır: "RAB Musa'ya şöyle dedi: İsrailliler'e buyur ve de ki: 'Bana olan sunuyu, beni hoşnut eden koku olarak yakılan sunu için yiyeceği belirlenen zamanda bana sunmaya dikkat edeceksiniz.' Onlara de ki, 'RAB'be sunacağınız yakılan sunu şudur: Günlük yakmalık sunu olarak her gün bir yaşında kusursuz iki erkek kuzu sunacaksınız. Kuzunun birini sabah, öbürünü akşamüstü sunun."[37]
Bir Tevrat ritüeli/geleneği olan “yakmalık sunu” için aynı zamanda Hz. İbrahim’den beri sunak “Sunak/Mezbah”lar inşa edildiği Tevrat anlatımlarında mevcuttur. “Oradan Beyt-El'in doğusundaki dağlık bölgeye doğru gitti. Çadırını batıya düşen Beyt-El'le doğuya düşen Ay Kenti'nin arasına kurdu. Orada Rab'be bir mezbah (Sunak) yaptı ve Rab'be yakardı.”[38]
O halde tüm bu anlattıklarımızdan Hz. Eyyub'un; İbranî Hz. İbrahim oğlu, İshak oğlu, Evs oğulları neslinden ve sonradan Araplaşmış bir şahsiyet olduğunu; dininin ise İslam olduğu sonucunu çıkarmaktayız.
Hz. Eyyub'un etnik ve dini konumu, tıpkı atası İsmail'in konumu gibidir. Bu yüzden Kur'an'da; Hz. Eyyub da, İsmail(a.s) de İsrail oğulları peygamberleri silsilesi içerisinde sayılmışlardır. "İnnâ evhaynâ ileyke kemâ evhaynâ ilâ nûhin ven nebiyyîne min ba’dihî, ve evhaynâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâti ve îsâ ve eyyûbe ve yûnuse ve hârûne ve suleymâne, ve âteynâ dâvûde zebûrâ"[39] Kur'an, bu ayet örnekliğiyle, Yahudi rabbilerinin, dinci-ırkçı etnik bakışı ile muharref hale gelen Tevrat'taki Hz. Eyyub hakkındaki tahrifi düzeltmekte ve böylece Allah'ın nezdinde asıl olanın ırk değil, akide olduğu vurgulamaktadır.
e-Hz. Eyyub'un ailesi ve serveti:
Kur'an-ı Kerim Hz. Eyyub'un ailesi ve malvarlığı hakkında herhangi bir açıklama yapmamaktadır. Onun hakkında mufassal malumatı Tevrat'ın Eyyub kitabındaki açıklamalardan edinebilmekteyiz.
Tevrat'ın verilerine göre Hz. Eyyub'un ailesi ve mal varlığı şöyledir: "Yedi oğlu, üç kızı vardı.Yedi bin koyuna, üç bin deveye, beş yüz çift öküze, beş yüz çift eşeğe ve pek çok köleye sahipti. Doğudaki insanların en zengini oydu.Oğulları sırayla evlerinde şölen verir, birlikte yiyip içmek için üç kız kardeşlerini de çağırırlardı."[40]
Tevrat'taki bu bilgilerden anlaşılıyor ki, Hz. Eyyub hayvancılıkla uğraşan bir kişidir ve edindiği servet sıradan bir mal varlığı değildir. Ve ailesi de kalabalıktır. Hz. Eyyub'un variyetini, Tevrat kıssasındaki Şeytan'ın, Eyyub'a(a.s) dair, Allah ile mukalemesinde, sarf ettiği şu sözlerinde de görmek mümkündür. "Onu, ev halkını, sahip olduğu her şeyi sen çitle çevirip korumadın mı? Elleriyle yaptığı her şeyi bereketli kıldın. Sürüleri bütün ülkeye yayıldı."[41]
2 - HZ. EYYUB'UN RESULLÜĞÜ
a-Kur'anâ göre Eyyub'un(a.s) resullüğü
Kur'an-ı Kerim, Hz. Eyyub'u peygamber olarak tanımlamakta ve Kur'an'da yer yer kıssaları anlatılan diğer resuller silsilesi içerisinde sıralamaktadır. "Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûb(ya’kûbe), kullen hedeynâ ve nûhâ(nûhan) hedeynâ min kablu ve min zurriyyetihî dâvude ve suleymâne ve eyyûbe ve yûsufe ve mûsâ ve hârûn(hârûne) ve kezâlike neczîl muhsinîn. Ve zekeriyyâ ve yahyâ ve îsâ ve ilyâse, kullun mines sâlihîn. Ve ismâîle velyesea ve yûnuse ve lûtan, ve kullen faddalnâ alel âlemîn" "Biz, (İbrahim) O'na İshak ve Yakub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve O'nun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik; Biz iyi davrananları işte böyle mükâfatlandırırız. Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da (doğru yola iletmiştik). Hepsi de iyilerden idi. İsmail, Elyesa', Yunus ve Lût'u da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık."[42]
Kur'an, Hz. Eyyub'u peygamber olarak beyan etmesine mukabil; Eyyub'un(a.s) peygamberliğinin detayları hakkında bilgi sunmamaktadır. Mesela, Eyyub(a.s) ne zaman resul olmuş, Hangi kitapla amel etmiş? Allah'ın mesajını kimlere ulaştırmış? Kavminin itikadî durumu nedir? Toplumuna neleri tebliğ etmiştir? Bu gibi soruların cevabı yoktur.
Kur'an, Hz. Eyyub'un peygamber kimliğinin yanında karakterini de şöyle tarif etmektedir. "Gerçekten biz Eyyub'u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah'a yönelirdi."[43]
Bunun yanı sıra Tevrat'ta anlatılan Eyyub kıssasının anlatımlarını, Kur'ani bakış açısıyla yorumladığımızda; Hz. Eyyub'un, Tevrat ahkâmını uygulayan ve buna göre resullüğünü ikmal eden, doğruluk, Allah'a tam teslimiyet, sabır gibi güzel hasletler sahibi ve örneği bir şahsiyet olduğu çıkarımında bulunabilmekteyiz.
b- Tevrat ve İncil'e göre Hz. Eyyub'un peygamberliği
Kur'an'daki bu tanımlamaya mukabil Yahudi ve Hıristiyan kaynakları onu peygamber olarak kabul etmezler. Hz. Eyyub, Yahudilerce bir peygamber değil, "aziz" olarak tanınan biridir. Yahudi kaynakları Eyyub’u; “…zengin, çok dindar ve dik başlı biriydi….”[44] Diye tanımlamaktadır.
Tevrat'ın Hezekiel kitabında Hz. Eyyub'un doğru ve dürüstlüğüne şöyle değinilmektedir: "şu üç adam - Nuh, Daniel, Eyüp - orada olsalar bile, doğruluklarıyla ancak kendi canlarını kurtarabilirler. Rab Yahve böyle diyor."[45] Tevrat'ın, Apokrif kitaplardan Sirak'ta ise; "O Eyüp'ü de anımsadı, Çünkü doğruluk yollarında yürüdü."[46] Denilerek Hz. Eyyub'un dürüstlüğü vurgulanmaktadır.
Talimi İncillerden olan Yakup kitabında; Hz. Eyyub'un hastalıklara sabrı ve Allah'ın ona rahmeti hatırlatılmaktadır: "Sıkıntıya dayanmış olanları mutlu sayarız. Eyüp'ün nasıl dayandığını duydunuz. Rab'bin en sonunda onun için neler yaptığını bilirsiniz. Rab çok şefkatli ve merhametlidir."[47]
Yahudi ve Hıristiyan teolojisinde yer alan Hz. Eyyub'un kişiliğine dair bütün bu olumlu anlatımlara rağmen ne Tevrat ve ne de İncil'ler, onun peygamber olduğuna dair bir ifadede bulunmazlar. Buna mukabil Tevrat'ı teşkil eden 39 kitap arasında müstakil bir “Eyyub” kitabı bulunmaktadır.
Yahudi ve Hıristiyan teolojisine göre; Hz. Eyyub, hem bir peygamber hem İsrail oğullarından kabul edilmemesine rağmen kıssasının, Tevrat'ta, hem de bir kitap olarak yer alması, Yahudi mantığınca şu şekilde yorumlanmıştır: “Eyüp kitabı da bize aynı zamanda Azizlerin Yahudi olmayan milletlerin hâkim ve adil olanları arasında bulunabileceğini bildirir.”[48] Bu satırlar hem Hz. Eyyub kıssasını kabul ederken hem de resullüğü ve İsrail oğulları etnik kökeninden olmadığını ancak onun dini bir mertebe sayılabilecek "Aziz" statüsünde; doğru, dürüst, dindar, abid bir kişi olduğunu belirtmektedir. Kur'an ile tezat olan bu durum, Tevrat ve İncil'lerdeki muharreflik olgusunun bir yansıması olduğunun altını bir kez daha çizelim.
Şimdi Eyyub kitabının, Tevrat kitapları arasında yer alması gerçeği üzerinde duralım. Tanah(Tevrat); Torah, Nebim, Ketuvim olarak üç bölüme ayrılmaktadır. Ana kitap yani Tevrat, Yahudilerce Torah(Tora) adı verilen bölümdür. Beş kitaptan oluşmaktadır. Tora'dan sonra gelen Nebim ve Ketuvim’den ”Meydana gelen koleksiyona “Kutsal yazıt” denmekle beraber Tevrat’tan sonra gelenlerin kutsallığı ikinci derecedir.”[49]
İkinci derecede kutsal bölümlerden olan Nebiim’de “Önce ilk peygamberler (Yeşu, Hâkimler, Samuel ve krallar), sonra üç kitap (İşaya, Yeremya, Ezekyel)ve sonra da oniki küçük peygamber gelir. (Hoşea, Amos, Yoel, Obadya, Yonat, Mika, Nahum, Habakkuk, Zefaniye, Haggay, Zekeriya ve Malaki)” [50] isimli peygamberlerin kitapları yer alır.
Eyyub kitabı ise Ketuvim (yazılar) adı verilen üçüncü ve son bölümde yer almaktadır. Bundan da anlaşılacağı üzere; Kur’an’ın resul olarak belirttiği Hz. Eyyub; Tevrat ve onun tâbileri Yahudiler tarafından, İsmail, Harun, Lut, Şuayb peygamberlerde olduğu gibi bir resul olarak değil, özellikli, dindar ve örnek abid, aziz bir kişilik olarak vasıflandırılmaktadır.
c-Eyyub peygamberin mesajları:
Bu alt başlık altında sizlere, Tevrat'ın, Eyyub kitabında yer alan, İslami kaideleri örnekleyerek, bu kaidelerin geçmiş kitaplar ve son kitap Kur'an'ın mesajı arasındaki uyumu ve İslam peygamberlerinin ortak mesajını gündemleştireceğiz.
Hz. Eyyub'un ağzından verilen Allah inancına dair anlatımlar:
"Tanrı'nın derin sırlarını anlayabilir misin? Her Şeye Gücü Yeten'in sınırlarına ulaşabilir misin?Onlar gökler kadar yüksektir, ne yapabilirsin? Ölüler diyarından derindir, nasıl anlayabilirsin? Ölçüleri yeryüzünden uzun, Denizden geniştir."[51] "Beni ana karnında yaratan onu da yaratmadı mı? Rahimde bize biçim veren O değil mi?"[52] "Tanrı'nın önünde ben de tıpkı senin gibiyim, Ben de balçıktan yaratıldım."[53] "Her yaratığın canı, Bütün insanlığın soluğu O'nun elindedir."[54] "Ama sana şunu söyleyeyim, Bu konuda haksızsın. Çünkü Tanrı insandan büyüktür.İnsanın hiçbir sözüne yanıt vermiyor diye Niçin Onunla çekişiyorsun?"[55] "Oysa ben Tanrı'ya yönelir, Davamı O'na bırakırdım.Anlayamadığımız büyük işler, Sayısız şaşılası işler yapan O'dur.Yeryüzüne yağmur yağdırır, Tarlalara sular gönderir.Düşkünleri yükseltir, Yaslıları esenliğe çıkarır. Kurnazların oyununu bozar, Düzenlerini gerçekleştiremesinler diye. Bilgeleri kurnazlık yaparken yakalar, Düzenbazların oyunu son bulur.Gündüz karanlığa toslar, Öğlen, geceymiş gibi el yordamıyla ararlar.Yoksulu onların kılıç gibi ağzından Ve güçlünün elinden O kurtarır. Yoksul umutlanır, Haksızlık ağzını kapar. "İşte, ne mutlu Tanrı'nın eğittiği insana! Bu yüzden Her Şeye Gücü Yeten'in yola getirişini küçümseme. Çünkü O hem yaralar hem sarar, O incitir, ama elleri sağaltır."[56]
Yeniden dirilmeye dair ifadeler:
[57]
Hz. Eyyub kendi ağzından resullüğünü ve kavmine mesajlarını ve bu mesajların kendi hayatındaki pratiğini şöyle anlatmaktadır:
"Her Şeye Gücü Yetenin henüz benimle olduğu, çocuklarımın çevremde bulunduğu, yollarımın sütle yıkandığı, yanımdaki kayanın zeytinyağı akıttığı günler! "Kent kapısına gidip Kürsümü meydana koyduğumda, gençler beni görüp gizlenir, yaşlılar kalkıp ayakta dururlardı; önderler konuşmaktan çekinir, elleriyle ağızlarını kaparlardı; soyluların sesi kesilir, dilleri damaklarına yapışırdı. Beni duyan kutlar, beni gören överdi;çünkü yardım isteyen yoksulu, Desteği olmayan öksüzü kurtarırdım. Ölmekte olanın hayır duasını alır, dul kadının yüreğini sevinçten coştururdum. Doğruluğu giysi gibi giyindim. Adalet kaftanım ve sarığımdı sanki. Körlere göz, topallara ayaktım. Yoksullara babalık eder, garibin davasını üstlenirdim. Haksızın çenesini kırar, avını dişlerinin arasından kapardım."İnsanlar beni saygıyla dinler, öğüdümü sessizce beklerlerdi. Ben konuştuktan sonra onlar konuşmazdı, Sözlerim üzerlerine damlardı. Yağmuru beklercesine beni bekler, son yağmurları içercesine sözlerimi içerlerdi.Kendilerine gülümsediğimde gözlerine inanmazlardı, güler yüzlülüğüm onlara cesaret verirdi. Onların yolunu ben seçer, başlarında dururdum, askerlerinin ortasında kral gibi otururdum. Yaslıları avutan biri gibiydim."[58]
Yine Hz. Eyyub'un ağzından Allah'a hesap verme konumunda olan tüm insanlar ve kendisi için nasıl bir tövbe dökülmektedir, görelim:
"Tanrı yargıladığında ne yaparım? Hesap sorduğunda ne yanıt veririm? Beni ana karnında yaratan onu da yaratmadı mı? Rahimde bize biçim veren O değil mi?"Eğer yoksulların dileğini geri çevirdimse, dul kadının umudunu kırdımsa,ekmeğimi yalnız yedim, öksüzle paylaşmadımsa,gençliğimden beri öksüzü baba gibi büyütmedimse, doğduğumdan beri dul kadına yol göstermedimse,giysisi olmadığı için can çekişen birini Ya da örtüsü olmayan bir yoksulu gördüm de,koyunlarımın yünüyle ısıtmadıysam, o da içinden beni kutsamadıysa, mahkemede sözümün geçtiğini bilerek öksüze el kaldırdımsa,kolum omzumdan düşsün, kol kemiğim kırılsın.Çünkü Tanrı'dan gelecek beladan korkarım, O'nun görkeminden ötürü böyle bir şey yapamam. "Eğer umudumu altına bağladımsa, saf altına, 'Güvencim sensin' dedimse,servetim çok, varlığımı bileğimle kazandım diye sevindimse,ışıldayan güneşe, parıldayarak hareket eden aya bakıp da,içimden ayartıldımsa, elim onlara taptığımı gösteren bir öpücük yolladıysa,bu da yargılanacak bir suç olurdu, çünkü yücelerdeki Tanrı'yı yadsımış olurdum."Eğer düşmanımın yıkımına sevindim, başına kötülük geldi diye keyiflendimse, kimsenin canına lanet ederek, ağzımın günah işlemesine izin vermedim. Evimdeki insanlar, 'Eyüp'ün verdiği etle Karnını doyurmayan var mı?' diye sormadıysa,hiçbir yabancı geceyi sokakta geçirmezdi, çünkü kapım her zaman yolculara açıktı. Kalabalıktan çok korktuğum, boyların aşağılamasından yıldığım, susup dışarı çıkmadığım için suçumu bağrımda gizleyip Âdem gibi isyanımı örttümse, hasmımın yazdığı tomar elimde olsa, kuşkusuz, onu omzumda taşır, taç gibi başıma koyardım. Attığım her adımı ona bildirir, kendisine bir önder gibi yaklaşırdım."Toprağım bana feryat ediyorsa, sapanın açtığı yarıklar bir ağızdan ağlıyorsa,ürününü para ödemeden yedimse. Ya da üzerinde oturanların kalbini kırdımsa,orada buğday yerine diken, Arpa yerine delice bitsin."[59]
3 - EYYUB PEYGAMBERE GELEN MUSİBET
Kur'an-ı Kerim'in Sad ve Enbiya surelerinde bulunan altı ayette, Hz. Eyyub'un başına gelen musibetten mücmel olarak bahsedilmektedir. Sad suresinde; "Bizden bir rahmet ve olgun akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık."[60] Denilerek ailesine gelen musibetle onların ölmeleri ve mallarının tarumar olması üzerine; tekrar evlat ve yeniden mal ve mülk sahibi olduğu beyan edilmektedir.
Enbiya suresinde ise "Festecebnâ lehu fe keşefnâ mâ bihî min durrin ve âteynâhu ehlehu ve mislehum meahum rahmeten min ındinâ ve zikrâ lil âbidîn" "Biz de onun duasını kabul buyurup katımızdan bir lütuf ve ibadet edenlere bir ders olmak üzere, hastalığını iyileştirmiş, kendisine aile ve dostlarını bir misliyle beraber vermiştik."[61] Diye beyan edilerek; onun, başına gelen musibetlerden sonra, Allah'a olan duası ve Allah'ın bu duaya icabeti vurgulanmaktadır.
Kur'an-ı Kerim, hemen tüm kıssalarında bulunan genel özelliği sebebiyle, ayrıntılar üzerinde durmamaktadır. Bu yüzden diğer kıssalarda olduğu gibi Eyyub kıssasında da ayrıntılar üzerinde durmamıştır. Bunun en bariz sebebi tasdik etmiş olduğu Tevrat'ta yer alan Eyyub kıssasının detaylarını vermeyerek, ondaki mesaj sapmalarına dair hususlarda doğruları mücmel olarak beyan etmektedir. Böylelikle aynı zamanda Tevrat'ta yer alan detayları tekrar etmeyerek, belagat, icazat ve fesahat dolu mükemmel bir mücmellikle, Tevrat kıssasının tevhid ve hidayete yönelik taraflarını tashih etmektedir.
Nitekim Kur'an ile Tevrat'ın Eyyub kıssaları karşılaştırıldığında Kur'an'ın bu hâkim konumu bariz olarak görülmektedir. Yeri geldiğinde bu hususular üzerinde duracağız. Şimdi Kur'an'da detayları yer almayan ancak Tevrat'taki Eyyub kıssasında anlatılan Hz. Eyyub'un başına gelen musibeti, Tevrat ifadeleri ile mufassallaştırmaya çalışalım.
a-Eyyub'un(a.s) ailesi ve servetine gelen bela:
Tevrat'ın Eyyub kitabında, Hz. Eyyub'un ailesi ve serveti üzerine gelen musibet iki kısma ayrılarak anlatılmaktadır. Birinci musibetin çocukları ve servetine isabet ettiği bundan sonra ikinci bir musibet olarak, Eyyub'un(a.s) bedenine uğradığı şeklindedir. "Bir gün Eyüp'ün oğullarıyla kızları ağabeylerinin evinde yemek yiyip şarap içerken bir ulak gelip Eyüp'e şöyle dedi: "Öküzler çift sürüyor, eşekler onların yanında otluyordu. Sabalılar baskın yaptı, hepsini alıp götürdü. Uşakları kılıçtan geçirdiler. Yalnız ben kaçıp kurtuldum sana durumu bildirmek için." O daha sözünü bitirmeden başka bir ulak gelip, "Tanrı ateş yağdırdı" dedi, "Koyunlarla uşakları yakıp küle çevirdi. Yalnızca ben kaçıp kurtuldum durumu sana bildirmek için." O daha sözünü bitirmeden başka bir ulak gelip, "Kildaniler üç bölük halinde develere saldırdı" dedi, "Hepsini alıp götürdüler, uşakları kılıçtan geçirdiler. Yalnızca ben kurtuldum durumu sana bildirmek için." daha sözünü bitirmeden başka bir ulak gelip, "Oğullarınla kızların ağabeylerinin evinde yemek yiyip şarap içerken ansızın çölden şiddetli bir rüzgâr esti" dedi, "Evin dört köşesine çarptı; ev gençlerin üzerine yıkıldı, hepsi öldü. Yalnız ben kurtuldum durumu sana bildirmek için." Bunun üzerine Eyüp kalktı, kaftanını yırtıp saçını sakalını kesti, yere kapanıp tapındı. Dedi ki: "Bu dünyaya çıplak geldim, çıplak gideceğim. RAB verdi, RAB aldı, RAB'bin adına övgüler olsun!" Bütün bu olaylara karşın Eyüp günah işlemedi ve Tanrı'yı suçlamadı."[62]
Kur'an'da herhangi bir açıklama bulunmamasına karşın, tefsirlerde "Abdullah b. Mes'ud dedi ki: Eyyûb'un hanımı dışında aile halkı vefat etmişti."[63] Rivayeti ile Hz. Eyyub'un hanımına bela isabet etmediği belirtilmektedir.
Tevrat'ta anlatılan musibet sahnesine göre; Hz. Eyyub'un ailesi ve servetine gelen bu beladan, hanımının istisna tutulduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bu ailesine gelen musibetten sonra hanımının Hz. Eyub ile diyaloglarına yer verilmektedir. " Karısı, "Hâlâ doğruluğunu sürdürüyor musun?" dedi, "Tanrı'ya söv de öl bari!" Eyüp, "Aptal kadınlar gibi konuşuyorsun" diye karşılık verdi… "[64]
Tevrat kıssasının ilerleyen safhalarında, Hz. Eyyub'un hanımının, Eyyub'a(a.s) karşı olumsuz tavırlarının anlatıldığı görülmektedir. Bu nedenle olsa gerektir ki, İslam müfessirleri, Kur'an'da anlatılan; Hz. Eyyub'un yeminini bozmaması için bir demet sapı vurması ile ilgili ayetinin yorumunda; Hz. Eyyub'un elindeki sap demetini, karısına vurduğu kanaatini serdetmişlerdir. Bu konu üzerinde yeri geldiğinde ayrıca duracağız.
Hz. Eyyub'un uğradığı belalara rağmen Allah'a isyan etmemesi Cenabı Hakk tarafından Tevrat'ta şu şekilde ifade edilmektedir: "RAB, "Kulum Eyüp'e bakıp da düşündün mü?" dedi, "Çünkü dünyada onun gibisi yoktur. Kusursuz, doğru bir adamdır. Tanrı'dan korkar, kötülükten kaçınır…."[65]
Tevrat'taki Hz. Eyyub'un sabrına dair bu anlatıma rağmen çoğunlukla onun Allah'a isyankâr konuşmalarına yer verilmektedir. Bu iki tezat durumu; "Eyyub peygamberin musibetlere karşı sabrı ve Allaha teslimiyeti" başlığı altında ayrıca inceleyeceğiz.
b-Hz. Eyyub'un bedenine gelen musibet:
Kur'an, Hz. Eyyub'un bedenine gelen musibet ile ilgili olarak şu ayetlerde işarette bulunur. "Festecebnâ lehu fe keşefnâ mâ bihî min durrin...." "Biz de onun duasına icabet ettik ve ona değen zararı kaldırdık…"[66] Sad suresinde biraz daha açık olarak şöyle belirtilmektedir: "Vezkur abdenâ eyyûbe, iz nâdâ rabbehû ennî messeniyeş şeytânu bi nusbin ve azâb" "Kulumuz Eyyûb’u da an. Hani o, Rabbine, “Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu” diye seslenmişti."[67] "Urkud biriclik(biriclike), hâzâ mugteselun bâridun ve şerâb" "Biz de ona, “Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su” dedik."[68]
Hz. Eyyub'un ailesi ve serveti yok olduğuna göre ona, Cenabı Hakk'ın "...'Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su'...." diye gösterdiği şifa kaynağı, kendisinin hastalığına işaret etmektedir.
Hz. Eyyub'un bedenindeki hastalığına dair Kur'an'daki mücmel anlatıma mukabil, Tevrat'ın Eyyub kitabında oldukça mufassal ifadeler yer almaktadır. "Eyüp'ün bedeninde tepeden tırnağa kadar kötü çıbanlar çıkardı. Eyüp çıbanlarını kaşımak için bir çömlek parçası aldı. Kül içinde oturuyordu."[69] "Bedenimi kurt, kabuk kaplamış, Çatlayan derimden irin akıyor."[70] "Benden tiksiniyor, uzak duruyorlar. Yüzüme tükürmekten çekinmiyorlar."[71] "Soluğum karımı tiksindiriyor, Kardeşlerim benden iğreniyor. Çocuklar bile beni küçümsüyor, Ayağa kalksam benimle eğleniyorlar. Bütün yakın dostlarım benden iğreniyor, Sevdiklerim yüz çeviriyor. Bir deri bir kemiğe döndüm, Ölümün eşiğine geldim."[72]
Tevrat'taki bu mufassal anlatımlar; İslam müfessirleri tarafından Hz. Eyyub'un konumunu daha âlâ yerlere getirme saikıyla olsa gerek, daha da arttırılarak, olağan üstü abartılarla yüklü İsrailiyatla doldurulduğu gözlemlenmektedir. "Bir kurt, onun uyluğundan düştü. Bunun üzerine Eyyûb(a.s), o kurdu yerden alıp olduğu yere koyarak: "Muhakkak ki Cenâb-ı Hakk beni, senin için besin yapmıştır..." dedi. Bunun üzerine o kurt da ona: "Çok şiddetli bir biçimde ısırdı. İşte o esnada, Hz. Eyyûb (a.s) "Ya Rabbî, bana dert gelip çattı.,. " dedi."[73]
Bu olumsuz durum Hz. Eyyub'u ve hastalığını mitolojik bir konuma sokarak, Kur'an'ın vermek istediği beşer ve resul insan kişiliği ve örnekliğinden uzaklaştırmaktadır.
4 - EYYUB'UN (A.S) MUSİBETLERE KARŞI SABRI VE ALLAHA TESLİMİYETİ
Kur'an-ı Kerim'de anlatılan Eyyub kıssasında, onun musibetlere duçar olmasından fazla bu musibetlere sabrı, tahammülü ve Allah'a olan duası ön plandadır. "Eyyub'u da (an). Hani Rabbine: "Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin" diye niyaz etmişti. Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik"[74] "Kulumuz Eyyub'u da an. O, Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti."[75]
Kur'an'daki, Eyyub peygamber tavrına dair bu anlatımlar bizim için çok önemlidir. Çünkü Eyyub'dan(a.s) sonra kıyamete kadar yaşayan/yaşamış/yaşayacak tüm insanlara çeşitli derecelerde musibetler uğrayacaktır ancak bu musibetlere uğrayanların yapacakları kulluğa dair aktivite ise tektir. O da Allah'a yönelmek ve ona dua etmek. Bu vesile ile Allah'ın vereceği şifa unsurlarından yararlanmaktır. Dikkat edildiğinde Eyyub, Allah'a duaları sonunda birden, olağanüstü bir şekilde iyileşme göstermemektedir. Allah'ın ona sunduğu dünyevi bir vasıtayla yani kaynak suyuyla şifa bulmaktadır.
Dolayısıyla Eyyub sonrası bu kıssadan ders alacak Müslümanlar, hastalıklar veya belalara karşı önce Allah'a tazarru ve niyazda bulunacaklar ve beraberinde şifa vesilesi arayacaklardır. Allah müsaade etmeden istediğiniz kadar uğraşsanız, şifa gelmeyecektir. "Ve izâ maridtu fe huve yeşfîn" "Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur."[76] Şifa veren Allah'tır, bunu da çeşitli dünyevî vesilelerle sunacaktır.
Tevrat, Hz. Eyyub'un başına gelen musibetleri detaylandırarak ön plana çıkarırken, Kur'an onun bu musibetler karşısındaki Allah'a yönelen tavrını gündem etmektedir. "… Daima Allah'a yönelirdi."[77] Ki, Eyyub isminin de onun, Allah'a sürekli yönelen bu tavrından geldiği yorumlanmıştır. "İbn Abbas dedi ki: Ona "Eyyûb" adının veriliş sebebi, her durumda yüce Allah'a dönüşünden dolayıdır."[78]
Şimdi de Hz. Eyyub'un, Tevrat metinlerinde yer alan sabır ve dua tasvirlerine de göz atalım. ""Bunun üzerine Eyüp kalktı, kaftanını yırtıp saçını sakalını kesti, yere kapanıp tapındı. Dedi ki: Bu dünyaya çıplak geldim, çıplak gideceğim. RAB verdi, RAB aldı, RAB'bin adına övgüler olsun!" Bütün bu olaylara karşın Eyüp günah işlemedi ve Tanrı'yı suçlamadı."[79] " 'Nasıl olur? Tanrı'dan gelen iyiliği kabul edelim de kötülüğü kabul etmeyelim mi?' Bütün bu olaylara karşın Eyüp'ün ağzından günah sayılabilecek bir söz çıkmadı."[80] " Bu yüzden kendimi hor görüyor, Toz ve kül içinde tövbe ediyorum."[81] " Eyüp gibisi var mı?"[82] "O'na yüreğini adar, Ellerini açarsan, İşlediğin günahı kendinden uzaklaştırır"[83]
Talimi İncillerden Yakup kitabında, Hz. Eyyub'un örnek sabrı şöyle anlatılır: "Sıkıntıya dayanmış olanları mutlu sayarız. Eyüp'ün nasıl dayandığını duydunuz.."[84]
Tevrat metinlerinde; Hz. Eyyub'un başına gelen musibetlere, Kur'an'da tasvir edildiği şekilde sabır ve tam teslimiyet gösterdiği şeklindeki bu gibi anlatımlara mukabil; çoğunlukla Allah'a sitayişkâr, başına gelenlerden bizar ve Allah'a isyankârane konuşmalarına şahit olmaktayız. Bunları örneklendirelim: "Sonunda Eyüp ağzını açtı ve doğduğu güne lanet edip şöyle dedi: "Doğduğum gün yok olsun. 'Bir oğlan doğdu' denen gece yok olsun!"[85]
[86] "Tanrı'ya: Beni suçlama diyeceğim, Ama söyle, niçin benimle çekişiyorsun. Hoşuna mı gidiyor gaddarlık etmek, Kendi ellerinin emeğini reddedip Kötülerin oyununu onaylamak? Sende insan gözü mü var? İnsanın gördüğü gibi mi görüyorsun?"[87]
Bu durum Tevrat'ın tahrifat görmesinden kaynaklanan bilinen bir zaafı olarak kabul edilmelidir. Eyyub'un sabrına dair tezat anlatımlar Kıssanın Eyyub aracılığıyla vermek istediği mesajı boğmaktadır. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim, Eyyub'un sabır, Allah'a teslimiyet ve bunların yansıması dua ve tazarrularını ön plana çıkararak; Hz. Eyyub'un ve kıssasının vermek istediği ana mesajı berraklaştırmaktadır. Tevrat'taki Eyyub'a(a.s) dair anlatılan; Allah'a sitayişkâr, başına gelenlerden bizar ve Allah'a isyankârane konuşmalarını hiç kale almayarak Tevrat'taki bu tezadı tashih etmektedir.
Dikkat edildiğinde Tevrat kıssasındaki Eyyub'un(a.s) arkadaşları[88] ile aralarındaki muhavere, tartışma, Hz. Eyyub'un Allah'a isyankâr tutumunun sorgulanması üzerinedir. Kur'an, Hz. Eyyub'un böyle bir olumsuz tavrını dile getirmediğine göre Eyyub ile arkadaşları arasındaki diyalogların hayali, kıssaya sonradan sokuşturulmuş ya da Hz. Eyyub'un Allah'a isyan minvalinde muharref olduğunu öne sürmemiz makul bir önermedir kanaatindeyiz.
a-Hz. Eyyub'un hastalığının müddeti ve iyileşmesi:
Hz. Eyyub kıssasının anlaşılmasında en problemli alanlardan bir tanesi de onun hastalığının mahiyeti ve hastalığının suresidir. Çünkü İslam kaynakları Hz. Eyyub'un hastalığını onun resul örnekliğinin önüne geçirerek yorumlamaktadırlar. Bilindiği gibi Hz. Eyyub aynı zamanda bir peygamberdir ve diğer peygamberlerde olduğu gibi toplumuna Allah'ın mesajlarını iletmekle mükelleftir. Eğer onun hastalığı Allah'ın mesajlarını iletmede engel olur, toplumu bundan nasiplenemezse görevini kâmil manada yerine getirememiş demektir. "Her anlamıyla tiksindirici bu halleri Eyyub(a.s)'a nispet eden yazarlar onun bir peygamber, şeref ve mertebesi yüce bir Allah elçisi olduğunu adeta unutmuş gibidirler. Eyyub'un(a.s)'un ne kadar sabırlı ve takdire değer biri olduğunu ispat etmek için kitaplara aldıkları türlü merviyyatın onu küçülttüğünü, halkın gözünden düşürdüğünü ve bunların asılsız şeyler olduğunu fark edememişe benziyorlar."[89]
Kur'an ve hadislerde Eyyub'un(a.s) hastalığı ve müddeti ile ilgili herhangi bir sahih bilgi yoktur.[90] Tevrat'tan istifade ile hastalığı hakkında mufassallaşma sağlanmış olsa bile onda da hastalığının süresi hakkında malumat bulunmamaktadır. Tamamen gaybi olan Hz. Eyyub'un hastalığının müddeti, aynı zamanda onun peygamberliğini yerine getirmesinin doğru anlaşılması açısından da önem arz etmektedir. Bu konulara dikkat çektikten sonra tefsirlerde yer alan bazı İsrailiyat'tan örnekler vererek bu konuya Kur'an'i bir bakış açısı getirmeye çalışalım.
Razî, Hz. Eyyub'un hastalığının müddeti konusunda şunları kaydetmektedir: "Âlimler Hz. Eyyûb(a.s)'ın hangi sebepten dolayı, "Doğrusu bana dert gelip çattı. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin" dediği ve duçar olduğu belânın süresi hususunda ihtilâf etmişlerdir. Birinci Rivayet: İbn, Şihab, Enes (r.a.)'den Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: " Hz. Eyyûb (s.a.), on sekiz yıl belâya duçar kaldı…Hasan el-Basrî(r.h.), şöyle der: Hz. Eyyûb(a.s.}, çöplüğün üzerine atıldıktan sonra, hanımı Rahme hariç, malı, çocuğu ve hiçbir dostu kalmadığı halde, yedi küsur sene, o halde bekledi."[91]
İslam kaynakları, bırakınız hastalığının gaybi ve peygamberlik vazifesiyle çelişen uzun müddetini tahmin etmeyi, İsrailiyat'a öyle dalmışlardır ki, Hz. Eyyub'u "çöplüğe" atmışlar hem de yedi yıl orada kaldığı rivayetlerine yer vermişlerdir.[92] Bu olumsuz anlatımı, peygamberlik misyonu açısından layıkı veçhile değerlendirmek oldukça zor görünmektedir.
Bütün bu Kehf suresinde geçen; "Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir" diyecekler; yine: "Beş kişidir; altıncıları köpekleridir" diyecekler. (Bunlar) bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (Kimileri de:) "Onlar yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir" derler. De ki: Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. Öyle ise Ashâb-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması haricinde bir münakaşaya girişme ve onlar hakkında (ileri geri konuşan) kimselerin hiçbirinden malumat isteme."[93] Ayeti benzeri "gaybi taşlama"ları ve İsrailiyat ürünü rivayetleri hiç kale almamak gerekmektedir. Çünkü Hz. Eyyub bir peygamberdir ve onun insanlara karşı vazifeleri vardır. Bunu engelleyecek, iddia edildiği gibi yedi ila on sekiz yıllık süreler, hem peygamberliğin işlevi hem de hastalık ve sabrın diğer insanlara örnekliği açısından sıhhatli aktarımlar değildir.
Dolayısıyla Hz. Eyyub kıssası, her yönüyle Kur'an'i bakış açısıyla yeniden ele alınıp, değerlendirilerek, İsrailiyat'tan arındırılmalıdır.
b-Hz. Eyyub'un şifa bulması ve eski varlığına kavuşması:
Ayet Eyyub'un(a.s) bedeninin şifaya kavuşmasından sonra yeniden evlat ve servete kavuştuğunu bildirmektedir. "Kulumuz Eyyub'u da an. O, Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti. Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su. Bizden bir rahmet ve olgun akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık."[94]
Kur'an'ı Kerim, Hz. Eyyub'un, Allah'ın ona bahşettiği su kaynağı[95] vesilesiyle sağlığına kavuştuğu belirtilmektedir. Razî bu durumu şu şekilde yorumlamaktadır: ".. Allah da onun bu isteğine, "Ayağınla vur" demek suretiyle icabet etmiştir, rekd ayakla, kuvvetli bir biçimde itmek, tepmek demektir. Nitekim "At, seni tepti" denilmesi de bu manadadır. Buna göre kelâmın takdiri, "Biz ona, "ayağınla vur.." dedik" şeklinde olur. Denildiğine göre o, ayağıyla o yere vurunca, oradan bir göze fışkırdı."[96]
Hz. Eyyub'un şifasına sebep olan kaynak suyu hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır. Suyun efsaneleştirilmemesi açısından ayetteki anlamını tam tespit etmek kastıyla üzerinde duracağız. "Allah Teâlâ oradan bir kaynak fışkırttı. Hz. Eyyub'a o kaynaktan yıkanmasını emretti. Böylece bedenindeki hastalıkların tamamı iyileşti. Sonra bir başka yerde ayağını tekrar yere vurmasını emretti. Oradan da başka bir kaynak fışkırttı. Ve o kaynaktan içmesini emretti. Böylece içindeki kötülüklerde giderildi, zahiren ve bâtınen tam bir afiyete kavuştu."[97]
Hz. Eyyub'un hastalığının mahiyeti hakkında Kur'an'da ve Hadislerde herhangi bir beyan bulunmadığı halde ona iç ve dışında hastalık izafe etmek nasıl gerçekleşmektedir? Hangi gaybi yardımlarla bu bilgiye ulaşılabilmektedir, anlamakta zorluk çekmekteyiz. Diyelim ki Tevrat'tan derisindeki hastalığı mufassallaştırıldı; peki, Eyyub'un(a.s) içinde hastalık olduğu nereden bilinmektedir ki, buna mümasil şifası için ikinci bir kaynak suyu daha peydah! Edilmektedir. Bu tip yorumlar tamamen ındî yorumlardır, dayandıkları kaynaklar olsa olsa İsrailiyattır!..
Bu konuyu fark eden Konyalı M. Vehbi şunları kaydetmektedir: "Bazı müfessirîn «Pınar iki zuhur etti. Biri sıcak su, onunla yıkandı. Biri de soğuk suydu ki onu da içti» demişlerse de âyetin zahiri pınarın iki olmasına müsait değildir. Zira yıkanacak suyun soğuk olduğu sarahaten beyan olunduğu gibi lâfz-ı âyet de müfred olarak varid olmuştur."[98]
Tevrat metinlerinde ise onun bedeninin şifa bulduğu bildirilmesine rağmen neyle, nasıl şifaya kavuştuğu bildirilmemektedir. "Eyüp dostları için dua ettikten sonra, RAB onu eski durumuna kavuşturup ona önceki varlığının iki katını verdi."[99]
Buna mukabil Tevrat, Hz. Eyyub'un sağlığına kavuştuktan sonraki edindiği mal varlığını ve doğan çocuklarını ayrıntılı olarak anlatmaktadır. "RAB Eyüp'ün sonunu başından bereketli kıldı. On dört bin koyuna, altı bin deveye, bin çift öküze, bin eşeğe sahip oldu. Yedi oğlu, üç kızı oldu. İlk kızının adını Yemima, ikincisinin Kesia, üçüncüsünün Keren-Happuk koydu. Ülkenin hiçbir yerinde Eyüp'ün kızları kadar güzel kızlar yoktu. Babaları, kardeşlerinin yanı sıra onlara da miras verdi. Bundan sonra Eyüp yüz kırk yıl daha yaşadı, oğullarını, dört göbek torunlarını gördü. Kocayıp yaşama doyarak öldü."[100]
Kur'an-ı Kerim ile Tevrat arasında önemli bir ortak anlatım gözlemlenmektedir. Kur'an, Hz. Eyyub hakkında, sağlığına kavuştuktan sonra edindiği servet için; "Ve vehebnâ lehû ehlehu ve mislehum meahum rahmeten minnâ ve zikrâ li ûlîl elbâb" "Biz ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını bahşettik."[101] Tanımlaması yaparken; Tevrat da tam bir ahenk ile Eyyub'un(a.s) kaybettiği servetinin bir misli daha fazla servet edindiğini beyan etmektedir.
Bu olguyu, Kur'an kıssalarının, Tevrat kıssaları ile mufassallaştırılmasındaki metodik doğruluğu göstermesi açısından önemli bir örnek olarak görmekteyiz. Oysa Tevrat veya İncil'lerin muhtevası olmadan yapılan bir takım gaybi değerlendirme ve Kur'an perspektifi dışındaki İsrailiyat rivayetleri ile yapılan mufassallaştırmalarda; Kur'an kıssalarının mesajlarındaki, tevhidi ve hidayete yönelik muhtevasının sislendiği ya da örtüldüğünü gözlemlemekteyiz. Kıssaların muhtevası mitolojik/efsanevî bir yapıya döndürülmekte hayat ile bağı koparılmaktadır ki, bu olgu Kur'an'i bakış açısından, tamamen yanlış bir metodolojidir. Eyyub kıssası da aynı akibete uğramış ve Eyyub(a.s) mitolojik/efsanevî bir kişiliğe büründürülmüştür.
Yine bu aşamada tefsirlerde yer alan şu olguların altını örnek olması açısından çizelim. Müfessirler, Hz. Eyyub'un sağlığına kavuştuktan sonra Allah'ın ona bahşettiği nimetleri, değişik açıdan yorumlamışlardır. Bu yorumlardan en uç! Olanı Hz. Eyyub'un musibet esnasında ölen çocuklarının yeniden diriltilmesine dair yorumdur. "Hak Teâlâ'nın 'Ve onlarla beraber olan bir mislini (verdik)" ifadesinin manası, "Allah Teâlâ, Eyyûb (a.s)'u, yeniden sıhhat ve mal vermek suretiyle dünya nimetlerinden faydalandırdı. Ona güç-kuvvet verdi. Böylece nesli çoğaldı. Derken, ehl-ü Iyâli, evvelki halinden kat kat fazla sayıda oldu" şeklindedir. Hasan el-Basri (r.h), ayette bahsedilen "ona ehlinin bağışlanması..." ile kastedilen mananın, onların Allah Teâlâ'nın, ölmelerinden sonra yeniden diriltmesi olduğunu söylemiştir."[102]
Diğer bir uç! Yorum ise hem ölen çocuklarının diriltildiği ve hem de onlar kadar daha bahşedildiğidir. İbn Kesir bu olayı şöyle nakletmektedir: "..Hasan ve Katâde'nin söylediğine göre, Allah Teâlâ bizzat onları diriltmiş ve onların bir mislini de onlarla birlikte arttırmıştır."[103]
Kurtubî ise şu nakillerde bulunmaktadır: " el-Mehdevî de bunu İbn Abbas'tan nakletmektedir. ed-Dahhak dedi ki; Abdullah b. Mes'ud dedi ki: Eyyûb'un hanımı dışında aile halkı vefat etmişti. Yüce Allah onları göz açıp kırpacak kadar bir süreden daha kısa bir süre zarfında diriltti ve ona onlarla birlikte bir o kadarını daha verdi. Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Çocukları vefat etmişti. Diriltildiler ve onlarla birlikte bir o kadar daha çocukları oldu. Katade, Ka'b el-Ahbar, el-Kelbî ve başkaları da böyle demiştir. İbn Mes'ud dedi ki: Onun yedisi erkek, yedisi kız olmak üzere bütün çocukları vefat etmişti. Ona şifa verildikten sonra hepsi de diriltildiler. Hanımı yedi erkek, yedi kız çocuk daha doğurdu, es-Sa'lebî dedi ki: Ayetin zahirine daha yakın görülen bu görüştür."[104]
Görüldüğü gibi Hz. Eyyub kıssası hakkında başvurulabilecek tek dini ve tarihi kaynak Tevrat'ta yer alan; Eyyub'un şifa bulması akabinde ulaştığı nimetlere dair bilgiler görmezden gelinerek, Eyyub'un(a.s) ölmüş çocuklarını yeniden diriltmek gibi Kur'an'daki ölüm ve dirilme ile ilgili ayetlere muhalif Kur'an dışı yorumlara gidilmektedir.
Sırf Hz. Eyyub'un değerini! Arttırmak ona daha kutsiyet izafe etmek adına yapılan bu yorumlar İsrailiyat'tan da öte ındî ve keyfi yakıştırmalardır. Metotsuzluktur. Kıssaların anlaşılması olgusuna gayri ciddi yaklaşımlardır. Bunlar yapılırken hem Kur'an dışı kabullere gidilmekte ve hem de Kur'an kıssaları, mitolojik bir vasfa büründürülmektedir.
5 - EYYUB PEYGAMBERİN YEMİNİ VE YEMİNİNİN KEFARETİ
Kur'an-ı Kerim'deki, Eyyub kıssasının anlaşılmasında problem oluşmuş bölümlerinden bir diğeri de onun yemini ve gerçekleştirmesi ile ilgili olanıdır. Kur'an bu durumu şöyle kıssa etmektedir: "Eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini böyle yerine getir…"[105]
Kur'an'daki bu mücmel ifade, Hz. Eyyub'un yemininin mahiyeti hakkında bilgi vermemektedir. Bu hususta Tevrat'ta da bir anlatım yoktur. Kadim kaynaklarda ise "Allah tealanın, Eyyub (a.s.)a eline bir demet alıp hanımına vurmasını emretmesinin sebebi hakkında bazı rivayetler vardır. Bunlarda özetle şöyle denilmektedir. "Eyyub (a.s.) hasta iken hanımı bir meseleden dolayı onu kızdırmış bunun üzerine o da hanımına yüz değnek vuracağına dair yemin etmiştir. Eyyub (a.s.) hastalığından iyileşince, Allah Teâlâ, Eyyub´a hizmet eden ve ona karşı şefkatli ve merhametli davranan hanımının bu şekilde cezalandırılmasını hafifletmiş ve Eyyub´a, eline yüz sopa alarak ona bir defa vurmasını ve böylece yeminini yerine getirmiş olacağını emretmiştir."[106]
"Ayetteki, "Elinle bir demet sap al" ifadesi, "Ayağınla vur" ifadesine atfedilmiştir. "Dığs"[107] kelimesi, ot, fesleğen ve benzeri şeylerden küçük bir demet manasınadır. Bil ki bu söz, daha evvel, Hz. Eyyûb(a.s)'dan bir yeminin sâdır olduğuna delâlet etmektedir. Bir hadiste, onun hanımına karşı yemin ettiği bildirilmiştir. Âlimler, onun, hangi sebepten ötürü hanımına karşı yemin ettiği hususunda ihtilaf etmişlerdir:
Kadim İslam kaynaklarında, Tevrat'tın Eyyub kıssasındaki yaşamından alınan detaylardan hareketle, olmadık ındî yorumlara gidilerek, Hz. Eyyub'un yemini ve gerçekleştirmesi ile ilgili İsrailiyat ürünü bir sürü malumata yer verilmiştir. Şimdi söz konusu İsrailiyat'a göz atarak bu konuda düşüncelerimizi ifade edelim.
Hz. Eyyub'tan sadır olan "bu yeminin, o kadının, Hz. Eyyûb (a.s)'u şeytana taata meylettirmeye gayretinden dolayı olduğunu söylemek uzak bir ihtimal olduğu gibi, yine saç örüğünü kesip vermesinden ötürü olduğunu söylemek de akıldan uzaktır. Çünkü yiyecek almaya mecbur olan birisinin böylesi bir harekette bulunması mubahtır. Doğruya en yakın olan, o hanımının, Hz. Eyyûb (a.s)'a, bazı işlerinde muhalefet etmesinden ötürü bu yeminin olmasıdır. Çünkü o kadın, bazı işlerini görmeye gidiyor, bu yüzden gecikiyordu. Hz. Eyyûb (a.s), iyileştiğinde ona yüz sopa vuracağına dair hasta iken yemin etti. O kadın, ona çok güzel hizmet ettiği gibi, Cenâb-ı Hak, Hz. Eyyûb (a.s)'un yeminini, hem kendine hem hanımına kolay olan en basit yolla çözdü."[108]
Razî'nin yaptığı benzeri yorumlar, günümüzün internet ortamında görülen "kopyala-yapıştır" aktivitesi gibi hemen her tefsirde aynı formlarda yer almaktadır. Bu rivayetlerde yer alan ve öncelikle üzerinde duracağımız önemli bir husus vardır. Hz. Eyyub'un yemini sadece Kur'an'da yer almaktadır. Yani gaybi bir olay olan Eyyub'un(a.s) yeminin, mahiyetini çözmek için elimizde başka vasıta yoktur. Müfessirler, yeminle alakalı olarak, Tevrat'taki Eyub kıssasında karısı ile ilgili anlatımlara, kendileri ve İsrailiyat ürünü bir takım hikâyeler! Ekleyip kurgulayarak bir neticeye ulaşmaya çalışmışlarsa da yaptıkları tüm yorumlar, Kur'an noktai nazarından olumsuz addedilecek değerlendirmelerdir. Nitekim Razî bu olumsuzluklara değinmektedir.
Şu halde Eyyub'un yemininin mahiyetini anlamaya çalışmaktansa, onun yeminini tutması gerçeğinin üzerinde yoğunlaşmak gerekir kanısındayız. "..ve lâ tahnes…" "…yeminini bozma…" ifadesi, onun yemininin mahiyetinden önemlidir.
Bu ayetle her ne şekilde yemin etmiş olursa olsun Cenabı Hakk, onun yeminini yerine getirmesini istemiş ve bunun için de bir yol göstermiştir. Bu yüzden tefsirlerde, Hz. Eyyub'un yerine getirdiği yemin şekli hakkında; "bu ayetin hükmünün yalnız Eyyub'a özgü bir şey mi yoksa genel mi olduğu kanısında ihtilaf"[109] edilmiş dolayısıyla bu hususta çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu özel durum dolayısıyla bazı müfessirler, Hz. Eyyub'un yemini gerçekleştirme şeklinin ona mahsus[110] olduğu yorumunu yapmışlardır. Kanımızca bu görüş makul ve isabetlidir.
Konuyu daha iyi anlayabilmek için Kur'an-ı Kerim'de yer alan yemin ayetlerine bir göz atalım: "Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. " Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size ayetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz!"[111] "Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lâkin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah gafûrdur, halîmdir."[112] "Yeminlerinizi aranızda fesada araç edinmeyin, aksi halde (İslâm'da) sebat etmişken ayağınız kayar da (insanları) Allah yolundan alıkoymanız sebebiyle (dünyada) kötülüğü tadarsınız. Sizin için (ahirette de) büyük bir azap vardır."[113]
Kur'an'da yer alan, yeminlerle ilgili bu ayetlerde; Eyyub kıssasında geçmeyen tanımlamalar bulunmaktadır. Bunlardan biri; "Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakatbilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar" ifadesidir. Yeminler kasıtlı ve kasıtsız yapılan olarak ikiye ayrılmakta ve kasıtsız yapılan yeminler istisna tutulmaktadır.
Dolayısıyla kasıtlı yapılan yeminlerin yerine getirilmesi gerekliliği üzerinde durulurken; her halu ve karda mesela zaruret gibi bir şart öne sürülmeksizin; yerine getirilemeyen veya getirilmeyen yeminler hakkında "Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur." Şeklindeayrı bir hüküm beyan edilmiştir.
Bu ayeti kerimeye istinaden; yapılan kasıtlı yeminler yerine getirilmediği veya getirilemediği takdirde bunun kefareti ikame edilmiştir. Binaenaleyh mezkur ayette "..Bunun da keffâreti.." denilerek, yerine getirilemeyen yeminler için, Hz. Eyyub döneminden daha fazla bir açılım, kefaret hükmü tahsis edilmiştir. Her ne şekilde olursa olsun yeminleri yerine getirmeyen veya getiremeyenler için; sadece Eyyub'a(a.s) mahsus olduğu anlaşılması gereken; onun bir demet sapla vurarak yeminini yerine getirmesi gibi –hile-i şer'iyye- bir yola gitmeye gerek kalmamıştır.
Bu aşamada şu önemli hususa değineceğiz. Kur'an ve Tevrat kıssaları arasındaki mücmel/mufassal olgusu haricinde çok önemli bir fark vardır. O da Hz. Eyyub'un yemini ve gerçekleştirmesidir. Bunu şöyle yorumlamak mümkündür. Tevrat'ta yer alan kıssanın muharref hale gelmesi ile yok olan yemin ile ilgili ayrıntı Kur'an tarafından beyan edilerek Tevrat'taki Eyyub kıssasının uğradığı tahrifat düzeltilmektedir. Bunun yanı sıra Hz. Peygamberin kıssaları Tevrat ve İncil'den aşırdığı iddialarına çok kuvvetli bir cevap, delil gelmektedir. Kur'an kıssaları tamamen gaybi beyanlardır ve peygamberin bu kısalarla ilgili bir müdahalesi yoktur.
Hz. Peygamberin bu kıssa nazil olmazdan önce Eyyub kıssası ile ilgili Ehl-i kitap yoluyla diğer Araplar gibi tevatüren bazı bilgi sahibi olmuş olsa bile Kur'an'da beyan edilen Eyyub kıssasının, Tevrat'taki Eyyub kıssasına göre; gerek mücmel beyanı gerekse Eyyub'un yemini ile ilgili fazladan ayrıntısı; Hz. Peygamberin, Kur'an'ın nazil olan Eyyub kıssası ayetlerinden daha önceden bi haber olduğunu bu konuda inisiyatifin tamamen Allah'ın elinde olduğunu ihsas etmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de kıssalar ile ilgili açıklamalar yapan şu ayetler bu konuyu vuzuha kavuşturmaktadır. "(Ey Muhammed!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye kur'a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar çekişirken de yanlarında değildin."[114] "(Ey Muhammed!) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip) sakınanlarındır."[115] "İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin)."[116]
6 - HZ. EYYUB'UN ŞEYTAN'IN VESVESESİNDEN ALLAH'A SIĞINMASI
Eyyub(a.s) kıssasının anlaşılmasında problem oluşmuş yerlerden bir tanesi de Hz. Eyyub'un şeytan'ın eziyetinden Allah'a sığındığı bölümdür. "Vezkur abdenâ eyyûbe, iz nâdâ rabbehû ennî messeniyeş şeytânu bi nusbin ve azâb" "Kulumuz Eyyub'u da an. O, Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti."[117]
Müfessirler, mezkûr ayetteki, Eyyub'un, Şeytan'dan, Allah'a sığınırken yaptığı münacâtında geçen sözlerinin tefsirinde ihtilaf etmişlerdir. "Âlimlerin bu mevzuda şu iki görüşleri bulunmaktadır: a) Eyyûb (a.s)'un bedenini saran, o acılar ve hastalıklar, şeytanın fiilinden dolayı meydana gelmiştir. b) Bunlar, Allah'ın fiilinden ötürü meydana gelmişlerdir. Bu ayette şeytana mal edilen bu azâb, onun, vesvese ve kötü düşünceleri Hz. Eyyûb (a.s)'un kalbine atmasından doğan azâbtır."[118]
Birinci görüşte olan müfessirleri bu görüşe yönlendiren husus, Tevrat'ta yer alan Eyyub kıssasındaki; Eyyub'un(a.s) başına gelen belalarda Şeytanın, Allah ile diyalogu ve bunun akabinde yine Allah'ın izniyle Şeytan'ın, Eyyub'u(a.s) belalara duçar kılması anlatımından kaynaklanmaktadır. Tevrat'taki kıssada Şeytan, Allah'ın izniyle ve istediği şekilde Hz. Eyyub'u musibete uğratmaktadır. "RAB Şeytan'a, "Peki" dedi, "Sahip olduğu her şeyi senin eline bırakıyorum, yalnız kendisine dokunma." Böylece Şeytan RAB'bin huzurundan ayrıldı."[119]
Kur'an noktai nazarından bakıldığında böyle bir olgu mümkün değildir. Şeytan'ın insanlar üzerindeki etkisini Kur'an-ı Kerim şöyle beyan ediyor: "İş bitirilince, Şeytan diyecek ki: "Şüphesiz Allah size gerçek olanı vaat etti, ben de size vaat ettim ama size yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben, sadece sizi (inkâra) çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde beni yermeyin, kendinizi yerin. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah'a) ortak koşmanızı reddettim." Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır."[120]
Hal böyleyken müfessirlerin birçoğu Tevrat'ta anlatılan kıssadaki, Şeytan'ın Eyyub'a(a.s) gelen belalardaki aktif konumunu kabul ettikleri gibi bu durumu daha da abartan, Vehb İbni Münebbih kaynaklı İsrailiyat anlatımlarını nakletmektedirler.[121]
Bu aşamada Tevrat'ta yer alan Şeytan'ın, Eyyub peygamber'in uğradığı musibetlerle ilgili müessiriyeti görüşleri üzerinde durmak istiyoruz. Tevrat'ta yer alan Şeytan'ın, Hz. Eyyub'un uğradığı belalar üzerindeki hâkimiyeti anlatımının kaynağının; Yahudilerin, Babil sürgününde uğramış oldukları dini etkileşimler nedeniyle Tevrat'a daha doğru bir deyimle Tevrat'ın Eyyub kitabına sokulan, Zerdüşt/Mecusilik dini yansımaları olduğu kanaatindeyiz.
Çünkü Zerdüştlükte, Tanrı Ahura Mazda vardır ancak onun karşısında yine Ahura Mazda'nın yarattığı kötülüklerin yaratıcısı olan "Şeytan" konumundaki Angra-Mainyu vardır. "Tanrı Ahura-Mazda ve emrindeki melekler bütün canlıları iyiliğe ve güzele sevk ederken, Angra-Mainyu ve emrindeki şeytanlar da kötülüğe ve yanlış yola sevk etmektedirler. Dünyada bu iki kuvvet, mutlak hâkimiyeti sağlamak için birbirleriyle mücadele halindedirler. Bu kuvvetler, yalnız ahlâkî değil, metafizik olarak da anlaşılırlar. Pozitif bir kuvvetle, negatif bir kuvvet, yaratıcı bir kuvvetle, yıkıcı bir kuvvet ezelden beri karşı karşıya bulunmaktadırlar. Bunlar, çok vakit ezelde Zaman Tanrısından (Zervan'dan, Dehr'den) çıkan “İkizler”; Ahura Mazda, Angra Mainyu olarak da gösterilirler. Bazen, aydınlık ve karanlık olarak yan yana getirilirler. Aydınlığın efendisi Tanrı Ahura-Mazda, karanlığın efendisi Şeytan Angra-Mainyu sayılır. Bu zıt kuvvetlerin mücadelesinde, nihai zafer Ahura-Mazda'nın olacaktır."[122]
Dolayısıyla Tevrat'ta yer alan Eyyub kıssasındaki Şeytan'ın, Eyyub aleyhindeki –ona bela verme, tanrı ile bu konuda diyalog ve anlaşma- etkisine dair anlatımlar, Zerdüşt/Mecusiliğin, Yahudiliğe uyarlaması olan ve Tevrat'a sonradan sokulmuş ya da sonradan derlenen Hz. Eyyub'un kıssasının, Zerdüşt/Mecusî[123] tavrında yazıya geçirilmesinden kaynaklanmaktadır kanaatindeyiz. Dolayısıyla Tevrat'ta yer alan Eyyub(a.s) üzerindeki Şeytan'ın hegomanyası tasviri, Tevrat'ın Eyyub kitabına monte edilen muharref ifadeler olmaktan başka bir anlam ifade etmemektedir.
Bu konuda Mevdudi şunları kaydetmektedir: "Bu kitabın ilk iki babında Eyyub Peygamber'in Allah'dan korkan doğru ve mükemmel bir insan olarak gösterilmesi daha sonraki bölümlerde ise sanki şeytanın onun hakkındaki tahminleri doğru ve Allah'ın ondan beklediği iyi kulluk yanlış çıkmış gibi bir şikâyet ve isyan timsali olarak sunulması çok ilginçtir. Bu nedenle, bu kitap, kendisinin ne Allah'ın ne de Eyyub'un (a.s) sözü olmadığının, bilakis sonraları başka birisi tarafından yazılıp Kitab-ı Mukaddes'e dâhil edildiğinin apaçık bir delilidir."[124]
Biz, Razî'nin kategorize ettiği ikinci görüşün müdafiiyiz. Bu nedenle Raz'i'nin bu konuda kaydettiklerini aktaralım: "İkinci görüş: Şeytanın, insanları hastalık ve acılara düşürme hususunda asla bir kudreti yoktur. Bunun delilleri şunlardır: a) Şayet biz, ölümün, hayatın, sıhhat ve hastalığın şeytan tarafından meydana getirildiğini kabul edecek olursak, bu durumda, meselâ bizden biri hayatını, ancak, şeytanın yapması sebebiyle elde etmiş olur ve yine meselâ, belki de elde ettiğimiz hayır ve mutlulukların tamamı şeytanın fiiliyle meydana gelmiş olur. Böyle olması halinde, hayatı-ölümü, sıhhat ve hastalığı verenin, Allah Teâlâ olduğunu bilme imkânını elde edemezdik. b)Şeytan, şayet böylesi şeye kadir ise, daha niçin, peygamberleri ve velileri öldürmek için çaba sarf etmiyor, onların evlerini barklarını harap etmiyor ve çocuklarını öldürmüyor?" c)Allah Teâlâ, şeytanın, "Zaten benim, sizin üzerinizde hiçbir hükmüm, nüfuzum da yoktur. Yalnız ben sizi çağırdım, siz de bana hemen icabet ettiniz"(14/22) dediğini nakletmiştir. Böylece şeytan, kendisinin, vesvese ve bozuk fikirler verme ve telkin etme dışında, beşer üzerinde bir güç ve kuvvetinin bulunmadığını açıkça ifade etmiştir. İşte bu da, Hz. Eyyûb (a.s)'u o hastalığa ve afetlere müptela kılanın Şeytan olduğunu söyleyenlerin görüşlerinin aksine delildir. İmdi eğer, birisi, "Bu halleri yapan Allah'dır, fakat Allah, bütün bunları, şeytanın talebine uygun olarak yapmıştır" demek niçin caiz olmasın?" derse, biz deriz ki: "Bu elem, acı ve hastalıkların yaratıcısının Allah olduğu mutlaka itiraf edildiğine göre, şeytanı bu hususta vasıta kılmanın faydası ve manası nedir? Tam aksine, doğru olan Eyyûb (a.s)'un, "Gerçekten şeytan beni, yorgunluğa ve azaba uğrattı" ifadesinden kastedilen, şeytanın, bozuk vesveseler ve bâtını bazı hatıralar atması sebebiyle, onu o çeşitli azâb ve sıkıntılara düşürmüş olmasıdır. [125]
Şeytanın insanlara verdiği vesvese ile ilgili Kur'an'daki beyanlara bakalım. "(Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini (lafız ve mana bakımından) sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."[126] "Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler." [127] "Ve de ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım!"[128]
Sonuç:
Kur'an-ı Kerim'deki Eyyub kıssasını teşkil eden "ayetler, bir sabır abidesi olan Eyyub peygamberi anmamız ve hatırlatmamız gereği üzerinde durmaktadır. Zaten peygamberler, her konuda örnek alınacak model şahsiyetlerdir. Bu yüzden onları iyi tanımalı, hatırlamalı ve birbirimize anlatmalıyız."[129]
Kur'an-ı Kerim'de vazedilen Eyyub kıssasının yer aldığı surelerdeki ayetlerin siyak'ı incelendiğinde bu ayetlerden önce gelen ayetlerde Davud(a.s) ve Süleyman(a.s) kral-resullerin kıssaları anlatılmaktadır. Yine Kur'an'da anlatılan resul kıssaları içerisinde bolluk, refah ve Allah'ın türlü nimetleri içerisinde tam bir hâkimiyetle hem krallık hem de resullük yapan bu şahsiyetlerden sonra kıssası anlatılan Eyyub peygamber ise sahip olduğu zengin imkânlar ve nesiller elinden alınarak ayrıca beden sağlığını da kaybeden bir resul olarak beyan edilmektedir.
Cenabı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de yer alan çeşitli ayetlerde, mal ve evlat sevgisi üzerinde durur. "El mâlu vel benûne zînetul hayâtid dunyâ, vel bâkıyâtus sâlihâtu hayrun inde rabbike sevâben ve hayrun emelen" "Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır."[130] " Nefsanî arzulara, kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır."[131] Kur'an aynı zamanda insanların sevdiği bu şeyler üzerinden deneneceklerini bildirilir. Çocukları, servetleri ve canlarının imtihan vesilesi olacağını açıklar. "Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz"[132] "Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz…"[133] "Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır: Büyük mükâfat ise Allah'ın yanındadır."[134] " Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır."[135]
Cenabı Hakk'ın bütün bu denenmelere karşılık, kullarının yapması gerekenler hakkında Kur'an-ı Kerim'de şunlar beyan edilmektedir. "(Lokman)Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, BAŞINA GELENLERE SABRET. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir."[136] "…Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!"[137] Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim "takriben yetmiş kere, "sabır" kavramından bahsetmiştir. Kur'an'ı Kerim bir başka fazileti bu kadar zikretmemiştir."[138] Hz. Eyyub da bu faziletin yani sabrın en güzelini gösteren örneklerinden bir tanesi olmuştur.
O halde tüm bu Kur'an ayetleri çerçevesinde okunacak Eyyub kıssası ile Cenabı Hakk şunu beyan etmektedir. Allah, yeryüzündeki tüm nimetleri insanlara sunmuştur. Bu nimetleri tevzi ederken dilediğine çok, dilediğine az vererek, dilediğine de verdiklerini geri alarak, canlardan eksilterek insanları denemektedir. "Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi."[139] Davud ve Süleyman kıssalarında her türlü nimetleri bahşederek bu kullarını varlıkla imtihan eden Cenabı Hakk; Eyyub kıssasında ise Hz. Eyyub'u vermiş olduğu bol dünya nimetlerinden yoksun bırakarak denemiştir. Cenabı Hakk, imtihanları sırasındaki insanların tavırlarını şöyle beyan eder: "İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde "Rabbim bana ikram etti" der. Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise "Rabbim beni önemsemedi" der."[140] "Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur."[141]
Hz. Eyyub ise Allah'ın verdiği nimetleri yine Allah'ın geri alması imtihanına "sabrı cemil" güzel sabır ile rıza göstermiştir. Dolayısıyla anlatılan kıssa ile Eyyub'un bu olumlu tavrı gündeme getirilerek, kıyamete kadar tüm Müslümanların onun bu olumlu tavırlarından öğüt ve ibret alması istenmektedir.
Kur'an'daki, Eyyub peygamber tavrına dair bu anlatımlar bizim için çok önemlidir. Çünkü Eyyub'dan(a.s) sonra kıyamete kadar yaşayan/yaşamış/yaşayacak tüm insanlara çeşitli derecelerde musibetler uğrayacaktır ancak bu musibetlere uğrayanların yapacakları kulluğa dair aktivite ise tektir. O da Allah'a yönelmek ve ona dua etmek. Bu vesile ile Allah'ın vereceği şifa unsurlarından yararlanmaktır. Dikkat edildiğinde Eyyub, Allah'a duaları sonunda birden, olağanüstü bir şekilde iyileşme göstermemektedir. Allah'ın ona sunduğu dünyevi bir vasıtayla yani kaynak suyuyla şifa bulmaktadır.
Binaenaleyh Allah'tan gelen şeye rıza ve bunlara sabır ve beraberinde Cenabı Hakk'a tazarru ve niyaz… Allah, bu faziletli amellerin karşılığını ahirete de bırakmaz bu dünyada da verir. "Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik…"[142] "….olgun akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık."[143]
O halde Eyyub kıssasının mesajını sloganlaştıralım. Allah'tan gelene, RIZA-SABIR-DUA, sonuç ebedi mutluluğa!…
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Dipnotlar:
[1] Abdullah Aydemir; İslami kaynaklara göre peygamberler, s.97.
[2] Buhari ve Nesâi; Rûdâni, Cem'ul Fevâid, c.V, s.15.
[3] Seyyid Kutub; Fi Zılâli’l Kur’an, c.VIII; s.59.
[4] Abdullah Aydemir; A.g.e, s.97.
[5] Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab25 / 25-34.
[6] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. XIV, s.198–199;
Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’an Tefsiri, c.IX-X, s. 3467.
Mevdudi; Tefhim’ül Kur’an tercümesi, c.III, s.325;
Abdullah Aydemir; A.g.e, s.97.
[7] Mevdudi; A.g.e, c.III, s.325.
[8] (İbranice)Iyyob/Eyyub(Arapça)” Eyyub'un adının etimolojisine dair bakınız: T.D.V. İslam
Ansiklopedisi, Eyyûb maddesi, c.XII, s.16.
[9] Muhammed Esed; A.g.e, c.II; s.661.
[10] Neşet Çağatay; İslam öncesi Arap tarihi ve cahiliye çağı, s.46.
[11] Abdullah Aydemir; A.g.e, s.97.
[12] Mevdudi; A.g.e, c.III, s.325.
[13] Afif Abdulfettah Tabarra; Kur’an’da Peygamberler ve Peygamberimiz, s.248;
Abdullah Aydemir; A.g.e, s.98.
[14] Tevrat'ta geçen Uts adı için bakınız: Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab10 / 23; Tekvin
Kitabı; Bab22 / 21; Yeremyanın Mersiyeleri; Bab4 / 21
[15] Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab22 / 21;
[16] Kitabı Mukaddes; Eyub kitabı; Bab1/1.
Süleyman Ateş; Yüce Kur’an’ın çağdaş tefsiri, c.VII; s.475;
D.İ.B; Kur’an yolu Türkçe meâl ve tefsir, c.3, s.695;
T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Eyyûb maddesi, c.XII, s.16.
[17] D.İ.B; Kur’an yolu Türkçe meâl ve tefsir, c.III, s.695;
T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Eyyûb maddesi, c.XII, s.16.
[18] "Yunanlıların Edoma dedikleri Cibal bölgesi, yani Edom yöresine Yahudiler de Saîr adını veriyorlardı." M. Şemsettin Günaltay, İslam öncesi Arap tarihi, s.62.
[19] Süleyman Ateş; A.g.e, c.V; s.517.
[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, c.IX. s. 99.
[21] Jewish Encylopedia; s. 193; Jewish Encylopedia.com; Job maddesi.
[22] Muhammed Esed; A.g.e, c.II, s.661.
[23] "İlk doğan oğlu kıpkırmızı ve tüylüydü; kırmızı bir cüppeyi andırıyordu. Adını Esav koydular….. Yakup'a, "Lütfen şu kızıl çorbadan biraz ver de içeyim. Aç ve bitkinim" dedi. Bu nedenle ona Edom(kızıl) adı da verildi." Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab25 / 25-30.
[24] Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab 36 / 1-3.
[25] Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab 36 / 1-3.
[26] Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab26 / 34-35.
[27] Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab25 / 22.
[28] Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab27 / 1-40.
[29] Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab36 / 6-8.
[30] Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab 36 / 31, 43.
[31] Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab25 / 1-4.
[32] Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab25 / 2-4.
[34] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 1 / 5.
[35] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 42 / 8.
[36] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 42 / 7-8.
[37] Kitab-ı mukaddes; Sayılar; Bab 28 / 1-4.
[38] Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab 12 / 8. Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı; Bab 13 / 4;
Kitab-ı mukaddes; Yeşu; Bab 8/ 30. Kitab-ı mukaddes; Tekvin kitabı;Bab 26/ 25; Kitab-ı
mukaddes; Tekvin kitabı; Bab;33/ 20.
[40] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 1/ 2-4.
[41] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 1/ 10.
[42] 6Enam/84–86; Kur'an/4Nisa/163.
[44] Jewish Encylopedia; s. 193; Jewish Encylopedia.com; Job maddesi
[45] Kitab-ı mukaddes; Hezekiel kitabı; Bab14 / 14.
[46] Kitab-ı mukaddes; Sirak kitabı; Bab49 / 9.
[47] İncil; Yakup kitabı; Bab5 / 11.
[48] Maurice Borrmans, Kur’an’ı Kerim ve kitab-ı mukaddes’de dini çoğulculuk ve sınırları,
Marife Dergisi’nin yıl:4 sayı:2 güz 2004 (267–278) sayısında yayınlanmıştır.
[49] Yaşar Kutluay; İslam ve Yahudi mezhepleri; İstanbul, 2001; s.168.
[50] Yaşar Kutluay; A.g.e; İstanbul, 2001; s.168.
[51] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 11/ 7-9.
[52] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 31/ 14.
[53] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 33/ 6.
[54] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 12/ 10.
[55] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 33/ 12-13.
[56] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 5/ 8-18.
[57] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 19/ 25-27.
[58] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 29/ 5-25.
[59] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 31/ 14-40.
[62] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 1/ 13-22.
[63] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c.XI, s. 548.
[64] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 2/9-10.
[65] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 2/ 3.
[69] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 2/7-8.
[70] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 7/5.
[71] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab30/10.
[72] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab19/17-20.
[73] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XVI, s.206;
[78] İmam Kurtubi, A.g.e, c.XI, s. 542.
[79] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 1/20.
[80] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 2/10.
[81] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 42/6.
[82] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab34/7.
[83] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab11/13-14.
[84] İncil; Yakup kitabı; Bab5 / 11.
[85] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 3/1-3.
[86] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 7/20-21.
[87] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 10/2-4.
[88] Tevrat'tın, Eyyub kitabında yer alan Hz. Eyyub'un arkadaşları Temanlı Elifaz, Şuahlı
Bildad ve Naamalı Tsofar'dır. Bknz: Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 4; Bab/8;
Bab/11.
[89] Abdullah Aydemir; A.g.e; Ankara, 1992; s.98.
Abdülfettah Tabbâra, Kur'an'da peygamberler ve peygamberimiz, s.250.
[90] İmam Kurtubi, A.g.e, c.XI, s. 545–548.
[91] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XVI, s.202;
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, c.VII, s.136;
[92] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XVI, s.202;
İbn Kesir, Muhtasar Kur'an-ı Kerim tefsiri, c.IV, s.2141.
İbnü’l Esir, El Kâmil Fi’t-Tarih, c.I, 129.
[95] Buhari ve Nesâi; Rûdâni, Cem'ul Fevâid, c.V, s.15.
[96] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XIX, s.91.
İbn Kesir, Muhtasar Kur'an-ı Kerim tefsiri, c.IV, s.2141.
[97] İbn Kesir, Muhtasar Kur'an-ı Kerim tefsiri, c.IV, s.2141.
[98] Konyalı Mehmed Vehbi, A.g.e, c. XII, s. 4804. Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, A.g.e, c.VII, s.136;
[99] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 42/10.
[100] Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab 42/12-17.
[102] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XIX, s.91-92.
[103] İbn Kesir, A.g.e, c.IV, s.2141.
[104] İmam Kurtubi, A.g.e, c.XI, s. 547.
[105] Kur'an/38Sad/41-44.
[106] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, A.g.e, c.VII, s.138;
Konyalı Mehmed Vehbi, A.g.e, c. XII, s. 4806.
[107] İmam Kurtubi, A.g.e, c.XV, s. 105.
[108] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XIX, s. 92;
İbn Kesir, A.g.e, c.IV, s.2142.
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, A.g.e, c.VII, s. 138;
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, c.V,s.299.
[109] Süleyman Ateş, Yüce Kur'an Ve Çağdaş Tefsiri, c.VII, s.477.
[110] İmam Kurtubi, A.g.e, c.XV, s. 106. (İlim adamları bu hüküm umumi midir? Yoksa sadece
Eyyub'a has bir hüküm müdür, hususunda farklı görüşlere sahiptir. Mücahid'den bunun
bütün insanlar hakkında umumi olduğu rivayeti gelmiştir. Bunu İbnu'l-Arabî zikretmiştir.
el-Kuşeyrî'den de bunun Eyyub'a has olduğunu belirttiği nakledilmiştir.)
[112] Kur'an/2Bakara/225.
[114] Kur'an/3Ali-İmran/44
[118] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XIX, s. 88.
[119]Kitab-ı mukaddes; Eyub kitabı; Bab1/12.
[120] Kur'an/14İbrahim/22.
[121] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XVI, s. 199-200.
[122] Ekrem Sarıkçıoğlu, A.ge, Mecusilik maddesi. S.119-126, Isparta-2008
[123] Cengiz Duman, Zerdüştlük / Mecusilik Kitabı,
http://www.islamhukukusayfasi.com/?s=zerd%C3%BC%C5%9Ftl%C3%BCk
[124] Mevdudi; A.g.e; İstanbul, 1996; c.III, s.326.
[125] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XIX, s. 89; Mevdudi, A.g.e, c.V, s. 79;
Abdülfettah Tabbâra, A.g.e, s.251.
[127] Kur'an/7Araf/200-201.
[128] Kur'an/23Muminun/97.
[129] Ali Akpınar, Kur’ân’ın Sıhhat ve Hastalık Konusunu Ele Alışı,
http://www.somuncubaba.net/pdf/0075/www.somuncubaba.net-2007-001-0075
ilimve_hayat. pdf
[131] Kur'an/3Ali İmran/14.
[132] Kur'an/3Ali İmran/186.
[134] Kur'an/64Tegabun/15.
[136] Kur'an/31Lokman/17.
[138] Abdülfettah Tabbâra, A.g.e, s.253.
[140]Kur'an/89Fecr/15-16.
[143] Kur'an/38Sad/41-43.
|