TRT’de yayınlanan “Özü Türk” adlı belgesel programının, Türk ve Müslüman dünyasındaki gelişmeleri “Türkçe” perspektifinden bir bakışla sunmaktadır. Benzer bir bakış açısıyla halen yayınlanan, “Kudüs’te taş ve insan” belgeselinde olduğu gibi..
Kudüs’teki, geçmiş Osmanlı izleri ile Kudüs’ü ve tarihini anlatan “Kudüs’te taş ve insan” belgeseli; “Türkçe” bir bakışla “dinsel” bir mevki olan Kudüs’te, Osmanlı imparatorluğu mirasını anlatmaktadır. Kanımızca bu belgeselin tek olumsuz yönü de bu bakışı açısındaki karmaşa ya da yöntem sorunudur.
“Özü Türk” belgeseli de Avrupa Hıristiyanları içerisindeki Müslümanların ve din değiştiren diğer Türk etnik azınlıklarının yaşamını gözler önüne seren nadir belgesel yayınlarından bir tanesidir.
Ortaasya etnik boylarından Tatar, Kıpçak, Kuman’ların bakiyeleri olan azınlık toplulukların, Müslüman olmayan Avrupa milletleri içersinde nasıl bir kültürel ve sosyal dönüşüme uğradıklarının anlatıldığı bu belgesel, şahsımız açısından ibret verici olmuştur.
Bir Müslüman olarak, “İslam kültürlü” bir toplum içersinde doğmanın verdiği rehavete rağmen, ecnebi topraklarda ve başka dinlerin hâkim olduğu toplumlar içersinde doğmak ve yaşamak zorunda olsaydım/olsaydık ne yapardık, nasıl yaşardık sorusunun cevabını, “Özü Türk” belgesinde kavramaya çalıştığımı söyleyebilirim.
“Özü Türk” belgeseli, Ortaasya kökenli kavimlerinden bakiye toplulukların, Hıristiyan dünya içersinde yaşadıkları süreçteki değişimleri göz önüne getirerek; onların günümüz dünyasındaki durumlarını ekranlara taşımaktadır.
Genel olarak Kırım, Litvanya, Polonya’da yerleşik olan ve şu andaki tüm dünyadaki bilinen nüfusları iki bin, iki bin beş yüz civarlarındaki Karay Türklerinin verdikleri, soylarını devam ettirme mücadelesi, ilgi çekicidir.
Yahudiliğin bir mezhebi haline gelen Hazar imparatorluğu kökenli Türk boylarından “Karaim” mensuplarının yanı sıra, Macaristan da yerleşik Türk boyu olduğu iddia edilen Kuman’ların, Hıristiyanlığı seçtiğine şahit olduk. Dinlerini muhafaza edemeyen bu Türk boylarının, aynı zamanda yaşadıkları Hıristiyan milletler içersinde giderek etnik olarak azalmalarına ve asimile olmalarına sebep olmuştur.
Günümüz Türk topluluklarıyla, sadece birbirine uyan bazı Türkçe kelime, birkaç yemek çeşidi ve bazı ufak kültürel benzeşmeler haricinde ortak noktaları bulunmayan bu azınlıkların, yaşadıkları toplumlar içersinde giderek asimile oldukları ve yakın gelecekte tarihten silineceklerine kesin gözüyle bakılmaktadır.
“Özü Türk” belgeseli bölümlerinde gösterilen; 600 yıl önce çeşitli zorunluluklar dolayısı ile Kuzey Avrupa'ya göç eden, Kıpçakların, Polonya ve Litvanya Tatarları'nın kültürleri, gelenek ve görenekleri, adetleri ve ibadetleri ile günümüz diğer Türk kökenli ve Müslüman topluluklar arasında daha çok benzerlikler bulunmaktadırlar.
Savaşçı ruhları sayesinde, Polonya, Litvanya ve Finlandiya ülkelerinde, katıldıkları birinci ve ikinci dünya savaşlarında Polonyalılara nazaran gösterdikleri üstün mücadelelerden dolayı generallik rütbelerine kadar yükselen Tatarlar, yaşadıkları ülkelerde büyük saygınlık kazanmışlardır. Tatarların, geçmişte kazandıkları bu saygınlıklarını bugün bile devam ettirdiklerini öğrendik.
Polonya, Litvanya ve Finlandiya Tatarları, dinlerini korumuşlardır. Her ne kadar belgeselde gösterilen ve anlatılanlardan tam manasıyla İslamiyet’in şartlarına uyduklarını göremesek bile; Müslümanlığın bazı ibadetlerinde ısrarcı olduklarını anlamaktayız.
Belgeselde yapılan röportajlarda; beş vakit namaza riayet etmediklerini belirten bu insanlar; inşa ettikleri kilise mimarisindeki, hafif minare çıkıntılı yöresel ahşap camilerde, Cuma ve Bayram namazlarını kıldıklarını ifade etmektedirler. Dış ezanın yasak olduğu Avrupa ülkelerde, iç ezan ile aralarında görevlendirdikleri imam vasıtası ile ibadetlerini yerine getirmeye çalışan bu insanlar İslami kimliklerini geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de korumaya çalışmaktadırlar.
Toplu halde camiler önünde kurbanlarını kesen, Tatarların, dini ve kültürel yaşamlarını devam ettirmek için, İslam ve Türk dünyasından ilgi bekledikleri anlaşılmaktadır.
Ufak topluluklar halinde zaman zaman çeşitli vesilelerle bir araya gelen bu etnik Türk kökenli ve Müslüman din kimlikli toplulukların, dış görünüşleri; Avrupalı insanlar imajı uyandırmasına rağmen, kültürel ve dini yaşamlarında, tabi oldukları İslam kimliklerine uygun dini ve kültürel formda yaşamaya gayret gösterdiklerini anlamaktayız.
Aralarında dernekler, federasyonlar kurarak örgütlenen bu insanlar, etnik ve Müslüman kimliklerini korumak için; çocuklar ve gençler üzerinde dil, din ve kültürel alanlarda çeşitli çalışmalarda bulunduklarını belirtmektedirler.
Kuzey yarım kürede, Finlandiya’nın Jarvenpaa şehrinde, en Kuzey uçtaki camiyi inşa etmekle övünen, Türk ve İslam dünyasının bir parçası olan Finlandiya’daki Tatar boyundan Müslümanların sayısı dokuz yüz elli kişi kadar olması, onları Müslüman’ca girişimler yapmaktan alıkoymamaktadır.
Dini ve kültürel olarak en çok hassasiyet gösterdikleri konunun, ölüm ve mezarlıklar üzerine olduğunu gördüğümüz Polonya Tatar’larının; nerede ölürlerse ölsün, ölülerini mutlaka Müslüman mezarlığına gömdüklerini öğrendik. Bu insanlar, mezarlıklarına ve ölmüşlerine ayrı bir hassasiyet ve bağlılıkla sahip çıkmaktadırlar. Düzenli mezarlıklarındaki, mezar baş taşları üzerinde yazan Türk ve Müslüman isimleri ve Arapça ibareler, bizleri ayrı bir duygulandırdı.
Bu durum bize, aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’deki, Tekasür süresinin “Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki, Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz.” Ayetlerini çağrıştırdı. Avrupa’da Hıristiyan topluluklar içerisinde azınlık olarak yaşayan bu insanların, ölüleri, mezarlıkları nezdinde kimliklerini korumaya çalışmaları bu surede anlatılan ve zemmedilen kabir ziyaretini kastetmese gerektir diye düşündüm.
Atalarına olan vefayı, din ve kültürlerinin sürdürülmesini, mezarlıklarına gösterdikleri itina ve rağbetle orantılı gören, bu Müslüman azınlıklar; kimliklerini devam ettirecek saiki din olarak idrak etmiş ve bu saiki geliştirme gayretinde olan toplumlar olarak gözükmektedirler.
Dinlerini korumaya çalışan bu insanlar aynı zamanda etnik kimliklerini de korumuşlardır. Bugün ve gelecekte de kimlik ve kültürlerini koruma azminde olan Polonya, Litvanya ve Finlandiya Tatar’larının gelecekte Kuzey Avrupa’daki, Müslüman dünyasının birer elçisi oldukları/olacakları aşikârdır.
Bizlerin, Avrupa’nın çeşitli yörelerinde azınlık olarak kalmış olan ve Hıristiyanlığın asimilasyonuna karşı bütün gücüyle direnen bu kardeşlerimizle sıkı dini ve kültürel bağlar kurmamız, onlara bu yönlerde yardımlar yapmamız gelecekte İslam’ı onlar üzerinden Avrupalılara iletmede çok büyük görevler ifa edeceği aşikârdır.
27.06.2009
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar