Petrolün vazgeçilemez bir enerji hammaddesi ve stratejik değer olarak emperyalizmin gündeminde girmesiyle beraber tüm dünyanın şekli değişmeye başlamıştır.
Petrolün stratejik değerini en iyi anlayan ve ona sahip olma yolunda planlar yapan geçen yüzyılın müstekbirleri, 21.yüzyılın “Küresel küfür” güçleri İngiltere, Fransa, Amerika; bu enerji hammaddesinin bulunduğu topraklar üzerindeki Osmanlı imparatorluğunu parçalamışlardır.
Ortadoğu ve Arabistan yarımadasındaki parçalanan topraklarda üç ana devlet’in kurulmasına müsaade eden müstekbirler; kalan topraklarda ise küçük devletçikler ya da az nüfuslu çok yüz ölçümlü çöl devletleri kurdurmuşlardır.
Bu jeo strateji’de yatan amaç, enerji hammaddesinin yoğun olarak bulunduğu toprakları, binlerce kilometre uzaklardan gelip askerleri, silahları ve paraları ile egemen olamayacaklarını, olsalar bile bunun uzun süreli olamayacakları gerçeğinden hareketle, oluşturdukları dağınık coğrafya ve nüfus yapısındaki zayıf devletleri istedikleri gibi idare edip, petrolü rahatlıkla toprak altından çıkarmak ve ülkelerine aktarmaktı.
Tabi petrolü çıkardıktan sonra ortaya, işlenecek ve tüketilecek bölgelere sevk edildiği enerji koridorlarının ve bu koridorlar üzerindeki kritik noktaları da ayrıca kontrol altında tutmak gerekiyordu. Bu enerji koridorları üzerinde üç kritik nokta vardı. Bunlardan birincisi Süveyş kanalı, ikincisi Hürmüz boğazı üçüncüsü ise İstanbul ve Çanakkale boğazlarıydı.
Bu yüzden enerji iletim hattı üzerindeki kritik noktalardaki ülkelerde hâkim iktidarların siyasal, ekonomik yönlerden baskılanarak, sömürüye açık ve bu sömürü güçlerine destek verecek şekilde oluşturulduklarını gözlemlenmekteyiz. Ortadoğu’daki kritik noktalarda bulunan bu ülkeler Mısır, İran ve Türkiye’dir.
Emperyalistler, enerji havzaları ve bu havzalardan akan petrolün akışındaki güvenliği sağlamak için bir başka metot daha geliştirdiler. O da petrol havzası ve iletim hatları üzerindeki tüm ülkelerle sorunlar çıktığında kendileri adına onlarla mücadele edecek bir başka deyişle bölge ülkelerinin başına sorun olabilecek bir oluşumun Ortadoğu da yapılanması fikriydi.
Bu amaçla İngiltere, elinde tuttuğu Osmanlı topraklarından olan Filistin’de, İsrail adında bir devlet oluşumuna müsaade etti. Bu devlet, tüm dünyadan Yahudi asıllı olanların göçünü sağlayarak oluşturulan suni bir devletti. Bu devletin kurdurulmasında tek amaç vardı o da Enerji havzalarındaki petrolün çıkarılması ve iletilmesinde emperyalist çıkarların emniyetinin sağlanmasıydı.
İsrail ”Arz-ı Mev’ud” denilen binlerce yıllık bir idealin insanlarının oluşturduğu bir devletti ve bu devlet Petrol havzalarında daha evvel kurdurulan hemen hemen her devlet ile kavgalı ve onlara sorun çıkarabilecek bir konumdaydı. Çünkü ”Arz-ı Mev’ud” bütün bu bölge ile alakalıydı. Eğer Ortadoğu topraklarına Yahudiler değil de mesela İngiliz sömürgelerindeki Anzak’ları getirselerdi, üç yıl veya beş yıl belki savaşırlar sonrası başkaları için eziyet çekmek ve ölmek istemeyecekleri için geldikleri topraklara geri dönerlerdi.
Yine emperyalist devletler kendi askeri güçlerini getirmiş olsalardı onlarda aynı şekilde çok uzun yıllar sürecek çabalar gösteremeden vazgeçip çekilmek zorunda kalacaklardı. Tıpkı Irak’taki ABD ve koalisyon güçlerinin akıbeti gibi. Tabi bunun kendi ülkeleri bazında oluşacak ekonomik ve sosyal zararları ayrıca hesap edilmek zorundaydı.
Oysa Filistin’e getirilen Yahudilerin, Ortadoğu’nun bu bölgesindeki topraklarla binlerce yıllık dini ve aynı zamanda tarihsel bağları mevcuttu. Yani Yahudiler dini ve tarihi bağlar yüzünden gerekirse bölgedeki tüm uluslarla savaşma azminde olan/olabilecek bir devlet statüsünde ve emperyalist güçlerin tam aradığı bekçi/Badi gard modeliydi.
Bölgenin üç kritik noktasından Mısır’daki iktidara gelen Nasır rejiminin; Emperyalizmin İngiltere, Fransa ve o dönemler geri plandaki Amerika’ya kafa tutarak Süveyş enerji iletim koridorundaki egemenliğe sahip çıkmak veya petrolden pay istekleri 20. yüzyıl müstekbirlerini hayli korkutmuştu. Mısır ve Nasır’ın bölgesel güç olarak enerji havzasındaki ülkelere Pan-Arapçılık kalkanı ile diğer emperyalist devlet Sovyetlere yanaşarak başkaldırması, bölgede kurdurulan İsrail devletinin yararlarını! Hemen gösterdi.
Sebep enerji olsa da İngiliz, Fransız ve ABD’ye yönelikte olsa Mısır’a karşı konulma aracı, vasıtası İsrail ve ona sebep “Arzı-Mev’ud”du. Emperyalistler güdümündeki İsrail’in saldırıları ile Mısır’ın hem ekonomik hem siyasal sistemi bir anda çökertildi ve İsrail’e sınır tüm Arap ülkeleri emperyalizmin güdümündeki Siyonist İsrail’den tokadı yediler.
İsrail bu badi gard’lıktan! Zaferle çıktı ve işgal ettiği toprakları daha da büyüterek bu savaşlardan hem patronları hem kendi adına karlı çıkan bir ülke oldu. Tabi Enerji havzası ve koridorundaki çıkan kriz böylece müstekbirler lehine bertaraf edilmiş oldu.
Araplarla hasmane ilişkiler içinde olan İsrail’in, kuruluşundan beri arası iyi olan tek bölge ve halkı Müslüman ülkesi Türkiye cumhuriyetidir.
Bölgedeki uysal ülke Türkiye ile sorunu olmayan İsrail; Hatay sorunu yüzünden Suriye’den ve Kerkük, Musul sorunu yüzünden Irak’tan gelebilecek askeri ve jeo stratejik tehditlere karşı Türkiye’nin stratejik müttefiki konumunda olmuştur.
Bunu bilen Türkiye hem yanaştığı ve boyun eğdiği emperyalistlerin gönlünü hoş tutmak hem de ilerde komşu ülkeler olan Suriye ve Irak ile anlaşmazlıklarda stratejik olarak yarar sağlamak için İsrail’i ilk tanıyan ve ikili ilişkileri yüksek tuttuğu bir devlettir.
1980 yıllarda İran’daki gelişmeler İran İslam devletini doğurunca; Emperyalizmin, Ortadoğu ve Arap yarımadasındaki enerji havzası ve Hürmüz boğazı enerji hattı koridorunda tehlike sinyalleri ortaya çıkmıştır.
Bunu gören Amerika, İngiltere, Fransa ve diğer “Küresel küfür” güçleri sahaya yeniden İsrail’i sürmüşlerdir. İran ve İsrail meydandaki iki aktördür artık. İsrail için tehlike İran olmuştur. Neden? Çünkü onu Ortadoğu’da besleyenlerin çıkarları tehlikeye düşmüştür.
İran ile İsrail’i savaştırmanın sebepleri bulunmuş ve hazırdır!.. İran’ın anti-Siyonist politikalar geliştirmesi, İsrail’in güvenliğini tehlikeye sokması, dünyaya devrim ihraç etmesi, Terör odaklarını desteklemesi, v.s, v.s…
İran tehlikesi belirdiğinde İsrail ve Mısır dost! Haline getirilmiştir. O onu, o da öbürünü tanıyıp, canciğer kuzu sarması olmuşlardır. Bu yakınlaşmanın sebebi bölgede beliren İran tehlikesidir. İran her iki ülke için askeri manada olmasa da ideolojik anlamda bir tehlike olmuştur. İsrail ile Mısır arasında yapılan bu anlaşmalarda Enver Sedat’tan sonra Mısır’ın başında bulunan Hüsnü mübarek’in konumu çok önemlidir. Mübarek bir taraftan İsrail’i savaş gerginliğinden rahatlatmış diğer taraftan, Filistin’deki El-Fetih lideri Arafat’ı da ikna ederek onların da Siyonist İsrail’i tanımalarını temin ederek dışarıdan İsrail’e Yahudi göçünün hızlanmasına zemin hazırlamıştır. Bu arada İsrail’den, İran’a yapılacak taktiksel bir atakta İsrail’in saha emniyetini sağlamıştır.
İşte İsrail, Mısır ve Filistin üçgeninde gerçekleşen sözde barış aşamasından sonra Siyonist İsrail’e yeni bir hedef gösterilmiştir. İsrail ile İran birbirlerine rakip gösterilip savaştırılarak onlar üzerinden petrol ganimeti kavgası yapan Amerika, İngiltere, Fransa ve diğer yandaş güçler ganimetlerini! Emniyet altına almak istiyorlardı. Bu amaçla öncelikle İran’ın hayat damarlarını kesmek ve zayıflatmak isteyen “Küresel küfür” güçleri İran’a ambargo uygulayarak onu dize getirmeye çalışmışlardır. Yıllardır uyguladıkları ambargo ile İran’ı dize getirmek isteyen “Küresel küfür” güçlerinin bu çabalarının istenilen sonucu vermediği görülmüştür.
Bu sefer, askeri tehdit aşamasına gelen “küresel küfür” güçleri ve Ortadoğu’daki piyonları İsrail aynı zamanda jeo stratejik olarak İran ve Türkiye’ye sınır olan Irak’ı bölüp aradan çıkarılacak Kürdistan ve Şiistan modelleri ile İran’a tampon devletçikler oluşturulma çabasına girdiler.
Böylece İran’dan gelecek Şii tehlikesine karşı, Irak topraklarında tampon anti-Şii bir Şiistan, Türkiye ve İran’dan gelebilecek bölgesel tehditlere karşı ve onları gelecekte stratejik olarak sıkıştırabilecekleri bir satranç piyonu olarak kullanmak için “küçük İsrail” olacak tampon bir yapılanma “Kürdistan”ı tasarladılar.
Ancak Şiistan modelinin çok elverişli gözükmediğini ve İran lehine de dönebilecek bir tasarım olduğunu fark eden bu güçler; Irak’ın kuzeyinde kurulacak “küçük İsrail” modeli Kürdistan devletçiğinin stratejik anlamda kendilerine daha faydalı olacağına kara verdiler.
Irak’ın kuzeyinde kurulacak “küçük İsrail” modeli “Kürdistan” sayesinde hem İran, hem Türkiye sınırları içersindeki Kürt unsurlarının da takviyesi ile sınırları İsrail gibi her an değişebilecek ve gelecekte daha da büyüme eğiliminde olacak bir Kürdistan’ın, Ortadoğu’da “ikinci İsrail” vakıası olarak kendilerine olumlu getirilerde bulunacağını gördüler.
“Küresel küfrün” bu ataklarına karşı İran, Lübnan’daki Hizbullah ve Filistin’de geçmişte el-Fetih’e yaptığı siyasal ve askeri yardımları, yakın dönemde Hamas’a kaydırarak İsrail’i çembere İsrail’i çembere almıştır.
Türkiye cumhuriyeti de bölgedeki Kürt oluşumunu destekleyen ve yapılandıran bölgesel aktör İsrail’e karşı Hamas yanında yer alınca İran Türkiye ve Suriye bölgesel karşı güç olarak İsrail’in karşısında yer almaktadır.
Bölgedeki hemen hemen tüm ülkeler İsrail aleyhine cephe alınca bölgenin en kritik aktörü olarak Mısır’ın tutumu önem kazanmış oldu.
Mısır, İran ve Türkiye ile birlikte Hizbullah ve Hamas’ın yanında yer aldığı takdirde İslamcı bir yapılanma olan bu unsurların, Mısır içindeki Müslüman kardeşler oluşumuyla birlikte Mısır rejimini dönüştürme ihtimali ortaya çıkmaktadır. Bu durum “küresel küfrün” bölgedeki uşağı İsrail’i hem de “küresel küfür” güçlerinin Süveyş enerji iletim hattının güvenliğini tehlikeye sokacak ve gelecekte Petrol havzasını saracak bir tehlike! olarak ortaya yeni bir Pan İslam veya Pan-Arapçılık tehlikesi ortaya çıkabilecekti.
Mısır’daki Hüsnü Mübarek bu tehlikeleri görerek, kendisi ve “küresel küfür” güçleri efendilerini koruyacak olanı seçti ve İsrail’in yanında yer aldı. Bu yüzden İsrail ile birlikte Hamas’ı, Gazze’ye hapsederek İsrail’e tehlike olmasını engellemek için çaba sarf etmektedir. Bu arada İsrail ile Abbas/El-Fetih arasında arabuluculuk ile Hamas sonrası yeniden El-Fetih’in, yani Siyonist ve “Küresel küfür” güçleri işbirlikçilerinin, Filistin’e egemen olmasını temin etmeye çalışmaktadır.
Hüsnü mübarek’in Hamas ve Filistin üzerindeki taktikleri aynı zamanda İran’ı bölgede etkin olmaktan çıkarma gayesiyle yapmaktadır. Bu noktada İsrail’in ekmeğine de yağ sürmekte, İsrail etrafındaki çemberin kırılmasını temin etmektedir.
Bundan dolayı “küresel küfür” güçlerinin dışişleri, savunma bakanları başbakan ve cumhurbaşkanlarının yolu Kahire’den ve Hüsnü mübarek’in sarayından sıklıkla geçmektedir. Mısır ve Hüsnü mübarek Ortadoğu’da özellikle Filistin ve İran sorununda kilit rol oynamaktadır. Tabi bu kilit rol Amerika, İngiltere, Fransa ve diğer yandaş güçler adınadır. Bu yüzden Hüsnü Mübarek, İsrail ve Türkiye arasındaki Hamas sorunu yüzünden Türkiye’ye gelmektedir.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Davos çıkışının, Mısır’da iktidar aleyhinde yarattığı olumsuz yansımalarını gidermek için, Türkiye’nin Hamas yanlısı tutumunu değiştirmeye çalışacak olan Mübarek; böylelikle Mısır içindeki Müslüman kardeşler muhalefetinin kendi iktidarına olan baskılarını önleme gayretinde olacaktır.
Hüsnü Mübarek’in derdi, Türkiye’yi ikna ederek, Hamas’a olan desteğini kesmektir. Türkiye’nin, Hamas’a desteğinin sebebi olan güneydoğu sınırındaki Kürdistan oluşumuna vize verebileceği müşterekleri Amerika, İsrail ve diğer güçler adına aramak ve sağlamak onun başlıca görevleri arasındadır. Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir “küçük İsrail” olacak “Kürdistan” yapılanması, gelecekteki İran tehlikesini önleyebilecek ve İran’ın Lübnan, Filistin ve Mısır’daki İslamcı örgütlerle ilişkilerini kesintiye uğratacaktır
Hüsnü Mübarek’in, Türkiye ile İsrail arasında sağlayacağı konsensüs ile Filistin’deki Hamas tehlikesini bertaraf ederek bunun Mısır içindeki yansıması olan Müslüman kardeşler yapılanmasının, Mısır rejimine olan tehdidini de önlemiş olacaktır. Yani kendi diktatörlüğünü sağlama alacaktır.
Bunun için görev süresi dolan Abbas ve El-Fetih’e destek isteyecek olan Mübarek; Filistin’deki siyasi temsil boşluğunu doldurmak ve Hamas’ı bir şekilde iktidardan indirerek Abbas/El-Fetih yönetimini iktidara taşımak amaçlı seçimler için Türkiye’nin nabzını yoklayacaktır.
Görüldüğü gibi Mısır‘ın çağdaş Firavun’u Hüsnü Mübarek, Ortadoğu’da Siyonist İsrail ve onun efendileri “küresel küfür” güçleri için hayati öneme haiz stratejik müttefik konumuna yükselmiştir. Onu bu konuma yükselten ise İran ve onun desteklediği bölgedeki Hizbullah ve Hamas’ın İsrail’e karşı direnişidir. Bu direnişten büyük yaralar alan Siyonist İsrail, Mısır’ı yanına alarak bölgede yaşanan katliamları rahatlıkla sergilemektedir. Gazze’nin Mısır ile sınır kapısı olan Rafah kapısı açık olmuş olsa Siyonist İsrail, Hamas ve Gazze üzerine bu kadar gidemeyecekti.
Mısır ve Hüsnü mübarek’in korkusu Ortadoğu bölgesindeki kıyam eden İslam ve İslami siyasal yapılanmalardır. Hüsnü Mübarek’in bu korkusu aynı zamanda Siyonist İsrail, A.B.D-AB ve diğer küresel küfür güçleri ile halklarını sömüren Arap devletlerinin korkusu ve endişesidir.
Bu aşamada Türkiye ve onun Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın alacağı tavır gelecekteki İslami gelişmeleri olumlu ve olumsuz yönde etkileyecek gözükmektedir. Ve Hüsnü Mübarek Türkiye’nin gelecekteki gelişmelere yön verebilecek kararını etkilemek için İstanbul’dadır.
Türkiye’ye gelen Hüsnü Mübarek; ABD-AB, Siyonist İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün’ün ortak isteklerini dile getirmek üzere İstanbul’a gelmektedir. Mübarek’in malum ziyareti Ankara olarak açıklandığı halde sonradan İstanbul olarak revize edildiği görülmektedir.
Gazze’de İsrail’le beraber yaptığı katliamların üstünü örtmek için Ayasofya ve Eyüp sultan’da günah çıkarma! Gösterisi ile Türkiye ve İslam dünyasına tövbe gösterisi yapacağı anlaşılan Mübarek’i, bu şovlar kurtarmaz. Tek çaresi Refah kapısını ardına kadar açmaktır.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar