HZ SÜLEYMAN ZÜLKARNEYN MİDİR?
HZ SÜLEYMAN ZÜLKARNEYN MİDİR?


Giriş: 

Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Süleyman kıssasının, en önemli özelliği, bir bütün halinde yani tarihsel bir perspektifte arz edilmemiş olmasıdır. Dolayısıyla Hz. Süleyman’a ait olaylar kronolojik bir sıra halinde tek bir kıssa olarak beyan edilmemiş aksine dağınık bir şekilde varyantlar halinde bölüm bölüm aktarılmıştır. Buna örnek olarak; Süleyman-Sebe Melikesi kıssası bir sure içerisinde otuz ayet ile anlatılırken; Süleyman’ın ölümü kıssası, Sebe suresi içerisinde ve sadece bir ayetle aktarılmıştır.

Süleyman kıssasının bu şekilde dağınık ve parçalar halinde bölüm bölüm üstelik mücmel/kısa olarak beyan edilmesi aynı zamanda Kur’an’ın nüzul şeklini yansıtmaktadır. Çünkü Kur’an, hitap ettiği ilk toplum olan Cahiliyye Arap toplumuna, tek parça halinde inmemiştir. “Biz Kur’an’ı parça parça indirdik ve onu insanlara ağır ağır okuman için bölümlere ayırdık.”[1]

Yirmi üç yıllık bir süreçte aşama aşama inen Kur’an; nazil olduğu sıradaki olaylara, hitap ettiği toplumun, resule yönelttiği sorularına ve de Allah’ın onlara ulaştırmak istediği mesajlara göre tedricen nazil olmuştur. Dolayısıyla Kur’an’ın bir parçası olan Süleyman kıssası da bu şekilde peyderpey ve parçalar, bölümler halinde nazil olmuştur.

Süleyman kıssası Arap arka planı:

Süleyman kıssasının bölüm bölüm ve ayrı ayrı içeriklerle nazil olmasının bir başka sebebi ise Kur’an’da anlatılan bu kıssanın, Kur’an’dan önce nazil olan Tevrat metinlerinde de anlatılması yüzündendir.

Çünkü Kur’an, yepyeni bir kıssa beyan etmemiştir. Yani Mekke-Medine Arap toplumunun tamamen yabancı olduğu hakkında “sıfır” bilgi sahibi oldukları bir kıssadan bahsetmemektedir. Aksine onların bildikleri bir şahsiyet ve ona ait olayları konu alan bir kıssadan bahsetmektedir.

Elimizde yeterli veriler olmadığı için Kur’an’ın nüzul dönemi Mekke Arap toplumu alt yapısının, Süleyman kıssası hakkındaki bilgi çerçevesini tam manasıyla çizemesek de; Yaz’ın gerçekleştirdikleri, Kuzey’e yapılan Suriye-Şam/Mezopotamya yöresi ticaret seferleri esnasında bu yöredeki yapılar, kişiler ve bunlarla ilgili olaylardan bir şekilde haberdar olduklarını, Kur’an’ın anlatımlarından çıkarabilmekteyiz.

Tıpkı kuzeyde yaşamış olan bir toplumu anlatan Lut, kıssasına atıf yapan şu ayet de olduğu gibi: “Hani biz Lût’u ve ailesinin hepsini kurtardık. Ancak geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadın dışında, Sonra diğerlerini yok ettik. (Ey insanlar!) Siz onların yanlarından geçip gidiyorsunuz: sabahleyin Ve geceleyin. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?[2]

Mekke’deki müşrik Arap toplumunun, Kuzey’e yaptıkları ticaret seferleri[3] esnasındaki yol üzerinde gördükleri harabelere değinerek, orada yaşanan Lut kıssasına atıf yapan bu ayet’te konu edilen coğrafya; Hz. Süleyman’ın yaşadığı Kudüs’e çok yakın bir coğrafya ve onun yönetici/Kral olarak hüküm sürdüğü Arz-ı Mev’ud içerisindeki Lut gölü ve civarıdır.

Dolayısıyla kervan ticareti için gittikleri Arz-ı Mev’ud içerisindeki Hz. Süleyman’dan kalan Süleyman Mabedi gibi müşahhas yapıları ve ona ait çeşitli dini ve sosyal temelli kültürel rivayetleri duyma yoluyla Hz. Süleyman ve onun kıssası hakkında malumat sahibi olan Müşrik Arapların, bu tecrübi bilgileri üzerine Kur’an’ın, Süleyman kıssası nazil olmuştur. Buna Medine Yahudi ve Hristiyanlarıyla yaptıkları sosyal ve kültürel münasebetler sonucu öğrendikleri, Süleyman kıssası, dini ve kültürel bilgilerini de eklemek mümkündür.

Medine Arap toplumundaki Yahudi ve Hıristiyanların oluşturduğu Ehl-i Kitab ise Tevrat kitabı vasıtasıyla çok detaylı olarak Hz. Süleyman ve onunla ilgili konulardan haberdardılar. Çünkü Tevrat’ı oluşturan otuz dokuz kitaptan 1. Krallar, 2. Tarihler ve Süleyman’ın Mersiyeleri/özdeyişleri kitaplarında hususi olarak Hz. Süleyman’ın hayatı detayları ile anlatılmaktadır.

O halde bütün bu tespitlerden sonra şöyle bir hülasa yapabiliriz: Kur’an’daki Süleyman kıssası, Kur’an’ın ilk hitap ettiği Mekke ve Medine Arap toplumunun, Süleyman aleyhisselam hakkındaki Kur’an açısından olumlu veya olumsuz mevcut yazılı ve sözlü bilgileri üzerine nazil olmuştur.

Süleyman kıssasının Kur’an ve Tevrat bağlamı:

Kur’an-ı Kerim, Tevrat’ta; kronolojik, biyografik ve coğrafik olarak tarihsel nitelikte yer alan Süleyman kıssasını, ondaki bu tarihsel formu ile aynen tekrar ederek anlatmamıştır. Neden? Çünkü Kur’an, kendinden evvel aynı vahyi çizginin ilk kitabı olarak nazil olan ve Kur’an’ın mübelliği Hz. Muhammed’in son temsilcisi olduğu resuller zincirinin halkaları olan İsrailoğulları resullerine inen Tevrat’ı tümüyle reddetmemektedir.

Bilakis Kur’an, onu tasdik etmektedir. Şu ayetler buna delildir: “Tevrat’ın indirilmesinden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. De ki: Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat’ı getirip onu okuyun.“[4]    “Önceki kitaplarda da vardır! İsrailoğulları bilginlerinin bunu bilmesi delildir!”[5]   “O, sana Kitab’ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil’i ve Furkan’ı indirmişti.[6]Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) gönderdik.[7]Elinizdekini (Tevrat’ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur’an’a) iman edin. Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın!”[8]

Bununla beraber Kur’an-ı Kerim, Tevrat’ın muharreflik olgusuna ayrıca dikkat çekerek; Tevrat’ı toplumlarına anlatmak ve onu korumakla mükellef kılınan İsrailoğulları ruhban sınıfının; Tevrat’ın kaybolmasından sonraki yeniden derlenmesi esnasında ve süreç içerisinde keyfi yapılan ilave ve çıkarmalar ile birlikte; Tevrat’ın açıklaması olarak dercettikleri Talmudik şerhler vasıtasıyla onu tahrif ettiklerini açıklamaktadır. “Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler. Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat’ın) önemli bir bölümünü de unuttular.”[9]  Onların bir kısmı var ki, Allah’ın kelamını dinleyip anladıktan sonra onu bile bile tahrif ediyor.”[10]

İşte bu yüzdendir ki, Tevrat’ta bulunan Süleyman kıssasının tamamı, Cenabı Hakk tarafından reddedilmemektedir. Reddedilen, ondaki Tevhid dışı muhteva ve hidayet eksenindeki kayma ve yetersizliklerdir. Buna en iyi örnek Hz. Süleyman’ın, bir Kral ve aynı zamanda bir peygamber olmasına rağmen yukarıda değindiğimiz Tevrat’ın muharref olma sürecinde, Hz. Süleyman’ın peygamberliği hazfedilmiş, sadece Kral kimliği kalmıştır. Bu durum tevhidi açıdan bir facia değil de nedir?

Yine Tevrat’taki; Hz. Süleyman’ın hayatının sonuna doğru, İsrailoğullarından olmayan karıları yüzünden onların tanrı/putlarına taptığı anlatımlarına ne demeli? “Süleyman’ın Kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı. Karıları onu, yolundan saptırdılar. Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini Tanrısı Rab’be adayan babası Davut gibi yaşamadı. Saydalılar’ın tanrıçası Aştoret’e ve Ammonlular’ın iğrenç ilahı Molek’e taptı. Böylece Rab’bin gözünde kötü olanı yaptı, Rab’bin yolunda yürüyen babası Davut gibi tam anlamıyla Rab’bi izlemedi.”[11]  Tevhid ve hidayete yönelik mesajlar bu kıssanın neresinde?

Binaenaleyh gerek İsrailoğulları ruhbanlarının sonradan derledikleri Tevrat metinlerine sokulan muharref unsurlar ve onun Talmudik, şerhleri gerekse müşrik toplumlardaki, Süleyman-Belkıs aşkı veya Süleyman’ın zenginliğine endeksli efsanevî bilgi kirliliği yüzünden Süleyman kıssasının Tevhidi mesajları örtülmüş kıssa bambaşka bir alana hizmet eder hale getirilmiştir.

Kur’an, Cahiliyye Arap toplumu alt yapısı olarak nitelediğimiz bu yazılı ve sözlü birikimi nazarı dikkate alarak; Tevrat’ın ve diğer olumsuzluk arz eden cahiliyye rivayetlerindeki tevhid dışı unsurları, anlattığı Süleyman kıssası varyantları ile tashih etmektedir. “Ey Ehl-i Kitap: Resulümüz size Kitaptan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi. ”[12]

İşte İsrailoğulları ruhbanlarının, Hz. Süleyman’ın kimliği hakkında gizledikleri tevhidi gerçeklerden birinin, Kur’an tarafından açıklanması; “Biz Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, esbâta (torunlara), İsa’ya, Eyyûb’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyettik. Davud’a da Zebûr’u verdik.”[13]  Kur’an, Tevrat’tan eksiltilen veya üzeri örtülen Hz. Süleyman’ın; tevhid resulleri silsilesinden bir resul olduğu gerçeğini, bir ayetlik biyografik yapılı bu mücmel/kısa anlatımla tashih etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’in, tarihsel olarak Tevrat’ta anlatılan Süleyman kıssasını aynen aktarmaması bu sebepledir. Parçalı yani varyantlar halinde anlatması ise Tevrat kıssasındaki lokal yanlışları tashih etme amacındandır. Ve aynı zamanda Kur’an’ın nazil olduğu ilk toplumda bu parça halindeki kıssaların o andaki mesajına ihtiyaç duyulan bir oluşumun meydana gelmesi sebebiyledir. Örnek verecek olursak Hz. Süleyman’ın peygamberliğini beyan için onun tüm hayatını kıssa etmek gerekememektedir. Onun ait olduğu İsrailoğulları silsilesinin kabul ettiği diğer resuller içerisinde yukarıdaki Nisa 163. ayette olduğu gibi sıralanması yeterli olmuştur.  Hatta Süleyman’ı peygamberler arasında gösteren bu silsile içerisine yerleştirilen İsmail, Eyyub gibi resuller vesilesi ile peygamberlerin sadece İsrailoğullarından gelmediği tevhidi gerçeğinin altı çizilmiş ve İsrailoğulları ırkçılığına hidayete yönelik bir mesaj verilmiştir. Bununla birlikte Mekke Arap toplumunun, yeni gelen vahyin temsilcisi Hz. Muhammed’e gösterdikleri etnik ve dini ırkçılığa karşı mesajlar verilerek uyarılmışlardır.

Böylece Hz. Süleyman’ın resullüğüne vurgu yapan bu kıssa varyantı hem geçmişteki bir doğruyu beyan ederek Tevrat’ı tashih etmiş hem de nazil olduğu andaki Yahudileri ve Arapları uyararak, resule karşı onların dini ve ırkçı tepkilerini reddetmiş hem de gelecekteki Kur’an muhatabı tüm toplumlara mesaj vererek hidayete yönelik onları uyarmıştır. Yani bir taşla üç kuş!…

Mücmel olan bir ayet’lik anlatım içerisinde bile bu denli önemli tevhidi tashih ve hidayete yönelik mesajlar verilmiş olması; Kur’an’ın belagat, fesahat ve icazat yönünün gücünü göstermekte değil midir?

Kur’an’ın anlattığı Süleyman kıssası ile Tevrat kıssası arasındaki anlatımdaki farklılıklar, Kur’an’ın, Tevrat’taki tahrif edilen hususları tashih ettiğini izhar etmektedir. Tevrat’ın Süleyman kıssası ile Kur’an’ın Süleyman kıssasının benzer olması; aynı resuller silsilesini, benzer biyografileri konu etmesi Kur’an’ın, Tevrat’ı tasdikidir. Süleyman(a.s)’ın, Davud(a.s)’un oğlu olması, İsrailoğullarından biri olması, yönetici/Kral olması, Hükümler vermesi, Sebe melikesi ile diyaloğu, vb. hususlar buna örnek verilebilir.

Hz. Süleyman ile ilgili Arap toplumu arka planı olarak nitelediğimiz yazılı ve sözlü kültür üzerine nazil olan Kur’an’ın, Süleyman kıssasını, yukarıda anlattığımız tespitler çerçevesinde değerlendirildiğimizde Kur’an’ın, Araplarca bilinen bir kıssayı yani, Süleyman şahsiyetini aktardığı hükmüne ulaşmaktayız.

Zülkarneyn kıssasının Arap toplumu arka planı:

Şimdi Hz. Süleyman’ın, Zülkarneyn olduğu iddiasına binaen Kur’an’da anlatılan Zülkarneyn kıssasına bakalım. Kur’an’da Kehf suresinde anlatılan kıssaya; “Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.[14]  şeklinde başlanmaktadır.

O halde hemen akla şu soru gelmektedir. Hemen her detayına kadar bilinen Hz. Süleyman, Zülkarneyn ise Muhatap Arap toplumu onun nesini sormaktadırlar?  Hem Tevrat hem Kur’an’daki tarihsel veriler Hz. Süleyman’ın biyografik silsilesini ve ona dair olayların kıssalarını vermektedirler. Yani Süleyman’ın, Hz. Davud’un oğlu olduğu, onun babasından sonra bir Kral olarak tahta geçtiği, ölümünden sonra oğlu’nun tahta geçerek yönetimi devam ettirdiği, Sebe Melikesi ile olan diyalogu, insanlar, Cinler ve kuşlardan oluşmuş orduları, v.s. gibi çeşitli detaylar bilinmekte iken şayet Hz. Süleyman, Zülkarneyn ise nesi sorulmaktadır?

Kur’an-ı Kerim’deki Süleyman kıssalarının bulunduğu sureler baz alındığında bu surelerin çoğunluğunun; Zülkarneyn’ni ilk ve son defa anlatan Kehf suresinden önce nazil oldukları gözlemlenmektedir. Nüzul sırasına göre Neml suresi 48, Sebe suresi 58, Sad suresi 38.  sırada nazil olmuşlardır. Zülkarneyn kıssasının anlatıldığı Kehf suresi ise nüzul sırasına göre 69. sıradadır. Dolayısıyla Zülkarneyn hakkında sorulan soruya cevap olarak inen Kehf suresindeki Zülkarneyn kıssası; Hz. Süleyman ile ilgili Kur’an’ın açıklamaları sonrası nazil olmuştur.

Kur’an’daki Süleyman kıssalarının, Tevrat’taki kıssa ve müşrik Arap toplumundaki kültürel rivayetler eksenli Süleyman kıssasını; Tevhidi ve hidayet edici özelliği ile tashih etmiş ise Hz. Süleyman hakkındaki gerekli olan açıklamalar tamamlanmış demektir.

Hal böyle ise Hz. Muhammed(s.a.v)’e, Cahiliyye Arap toplumu bireylerince Zülkarneyn hakkında soru sorulmasını, yani Süleyman olan Zülkarneyn hakkında soru sorulmasını ve buna dair Kur’an’ın cevaplarını hangi mantıkla bağdaştırabiliriz?

Bu sorunun Kur’an perspektifinde makul bir cevabı yoktur. Kaldı ki, geleneksel İslam tefsir anlayışında Zülkarneyn kıssasının “Esbab-ı nüzul” rivayetine göre Hz. Süleyman’ın, Zülkarneyn olduğu iddiası tamamen yok hükmündedir!

Kehf suresi ya da Zülkarneyn kıssası esbab-ı nüzulü şöyledir: “Mekke döneminde Kureyş’li müşrikler Medine’de yaşayan Yahudilere bir heyet göndererek Allah Resul’ünün durumunu öğrenmek istemişlerdi. Yahudiler de kitab ehli idiler ve peygamberler tarihiyle ilgili bilgileri vardı. Oysa Kureyş müşriklerinin bu türden hiç bir bilgi birikimleri yoktu. Heyet, Muhammed (sav) hakkında bilgi alabilmek için Medine’ye gittiğinde Yahudi din adamlarıyla görüştü. Onlara son peygamberin özelliklerini ve söylediklerini ilete­rek şöyle dediler: Zülkarneyn Kimdir? “Sizler Tevrat ehlisiniz. Bizde ortaya çıkan bir adam hakkında bilgi vermeniz için geldik.” Yahudi din adamları da şöyle dediler: “Ona üç mesele sorun. Cevaplarını size söyleyeceğimiz bu üç meseleyi bilirse gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer bi­lemezse yalancının biridir. Uygun gördüğünüz şekilde dav­ranırsınız.” Öncelikle geçmiş zamanlarda yurtlarından ayrılıp giden gençlerin durumunu sorun. Onların durumu ne olmuştur? İl­ginç sözleri olmuş mudur? İkinci olarak yeryüzünü sürekli dolaşan, doğulara ve batı­lara giden adamın durumunu sorun. Üçüncü olarak da Ruh’u sorun, “Ruh nedir?” deyin. Eğer bu sorulara doğru cevaplar verirse, kendisi hak pey­gamberdir ve ona uymanız gerekir. Eğer veremezse yalancı­dır, dilediğiniz yapın.” [15]

Bu esbab-ı nüzule göre sorulan sorunun, Kur’an kıssasındaki şekli şöyledir: “Sana Zülkarneyn hakkında sorarlar.”

Resule bu soruyu soranlar, kendilerinin tanımlamaları ile konuşmaktadırlar. “Kur’an-ı Kerim’deki “Zülkarneyn” kullanımı, Kur’an’ın kendi tanımı olan kelime, kavram ya da lakabın kullanımı değildir. Rasul’e sorulan soru “Zülkarneyn” olarak sorulmuştur ki, Allah bu kelimeyi baz alarak muhatapları cevaplamaktadır. Yani Zülkarneyn hakkında birtakım bilgileri vardır buna istinaden ya bunu doğrulatmak, ya resulün bu konuda bilgisini sorgulamak dolayısıyla onunla münazara konusu çıkarmak için bilinen bu hususu sormaktadırlar.”[16] “Allah Rasulü’ne sorulan şahıs, ‘Zülkarneyn’ sıfatını taşıyan biriydi. Yani bu isim ya da lakap, bizzat Kur’an tarafından konulmuş değildi. Aksine soru sahipleri bu isim ya da lakabı kullanmışlardır.”[17]

Zülkarneyn kelimesi anlamı üzerinden Süleyman şahsiyeti yorumları üzerine:

O halde “Zülkarneyn/çift boynuzlu” bilinen bu şahıs Hz. Süleyman ise böyle çokça bilinen bir şahsiyet niçin ve bu şekliyle sorulmuş olsun.

Denilebilir ki, Zülkarneyn bir isim değil sıfattır. Kehf Suresi’nin üç ayetinde yer alan Zülkarneyn[18] kelimesi; “Zü” ve “Karn” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen bir tamlamadır ve bir isimden ziyade sıfat ifadesi olarak kullanılmıştır.

Dolayısıyla Zülkarneyn ismi, Rasul’e soru soranlar tarafından maruf, meşhur ve müspet bir isim/sıfat/tanım olmalı ki, hem soru soran muhataplar ve hem de Cenab-ı Hak tarafından onaylanmış ve aynıyla mukabele edilmiştir.

O halde Hz. Süleyman, Zülkarneyn’in lugavi manasına göre; çift boynuzlu bir taç mı giymektedir ki, böyle bir bilgiye istinaden ona Zülkarneyn/çift boynuzlu lakabı verilmiş olsun. Hz. Süleyman’ın Kral/yönetici olarak sahip olduğu her tarihsel ayrıntıya değinen (taht, mabed, köşk/saray, heykeller, kazanlar, tezyinatlar, Asa, v.s) Tevrat’ta onun, Zülkarneyn/çift boynuzlu vasfına temas edilmemesini nasıl izah edebiliriz? Üstelik Tevrat’taki Süleyman kıssasına ilave açıklamalar ve tashihatlar getiren Kur’an’da da bu hususta hiçbir açıklama yapılmamışken.

Yok, eğer Zülkarneyn’in, lugavi manalarından olan “çift nesil sahibi” anlamı yüklenilerek, iki devletin krallığını yaptığı iddia edilirse; tarihsel olarak bunun Tevrat ve diğer tarihsel metinler nezdinde karşılığı nerededir?  Mesela; Doğu ve Batı’lara sefer yapan “Zülkarneyn Süleyman” neden Sebe ülkesine ulaşıp bizzat orayı ele geçirmemiştir?

Zülkarneyn’e, “sebep/yol-menzil bilgisi” ilmi ile ona doğu-batı ve diğer yönlerde[19] yaptığı seferleri ihsan eden Cenabı Hakk, Hz. Süleyman için onun emrine; Kuşdili, rüzgârlar, kuşlar, Cinler, Erimiş bakır, atlar dâhil birçok unsuru musahhar kıldığını beyan etmiştir. Binaenaleyh Zülkarneyn ve Hz. Süleyman’ın yeryüzü üzerindeki tevhidi hâkimiyeti, onlara Cenabı Hakk’ın ihsan ettiği ayrı unsurlar üzerinden gerçekleşmiştir.

Hz. Süleyman, Sebe Melikesi gibi güçlü bir yöneticiye, onu sadece tehdit! ederek bile rahatlıkla egemen olmuştur. Şayet Zülkarneyn’ni Hz. Süleyman kabul edersek; Ye’cûc-Me’cûc gibi asi/kafir bir topluluğa silahla karşı koyup onları egemenliği altına almayarak, onlarla saldırdıkları mazlum toplum arasına sed yaparak sorunu halletmeye tevessül etmesini; onun, Cenabı Hakk tarafından desteklenen, Süleyman kıssasındaki “Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız![20] şeklindeki kendinden emin “ezici güç” sahibi bir yönetici olduğu anlatımına uymayan bir olgu alarak görmekteyiz.

Binaenaleyh Hz. Süleyman’ın “Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi.”[21] niyazına istinaden; Zülkarneyn’in hükümdarlığı ile Süleyman’ın hükümdarlığı arasında büyük farklılık bulunduğu dolayısıyla Hz. Süleyman ve Zülkarneyn’in iki ayrı şahsiyet olduğu kanaatindeyiz.

Zülkarneyn lakabının Kur’an-Tevrat bağlamı:

Efendim Yunus(a.s)’a, “Zünnun[22]; Hz. İsa’nın“Mesih[23] lakaplarıyla anıldığı gibi Süleyman’da Zülkarneyn lakabıyla anılıyor olamaz mı?

Bizce olamaz. Çünkü Yunus(a.s)’un, balık sahibi olma ile ilgili olayı Tevrat’ın Yonah/Yunus kitabında detaylıca anlatılmaktadır. “Sonra Yunus’u kaldırıp denize attılar, kuduran deniz sakinleşti. Bu olaydan ötürü denizciler Rab’den öyle korktular ki, O’na kurbanlar sundular, adaklar adadılar. Bu arada Rab Yunus’u yutacak büyük bir balık sağladı. Yunus üç gün üç gece bu balığın karnında kaldı.”[24]

Binaenaleyh Kur’an, Tevrat’taki bu kıssaya atıf yaparak, Hz. Yunus’un başından geçen olayı hatırlatmaktadır. Yani onun “Zünnun/balık sahibi” vasfı Mekke ve Medine toplumunca bilinmektedir ki, bilinen bu olaya istinaden Zunnun ve Sahibu’l-Hut lakap ifadeleri kullanılmaktadır. “Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Sahibu’l-Hut/Balık sahibi (Yunus) gibi olma.[25]

Hz. İsa’nın “Mesih” lakabı ile ilgili kavram İncil’lerde anlatılmaktadır. “Bu sözlerden sonra İsa, kendisinin “Mesih” olduğunu kimseye söylememeleri için öğrencilerini uyardı.”[26]  “Ne var ki, İsa susmaya devam etti, hiç yanıt vermedi. Başkâhin O’na yeniden, “Mübarek/Yüce Olan’ın Oğlu “Mesih” sen misin?” diye sordu.”[27]

İncil’lerde geçen bu olayın dini ve tarihsel alt yapısı Tevrat’ta bulunmakta ve İsrailoğullarında da önemli bir ritüel olarak bilinmekteydi. Allah’ın seçkin kullarının, yağ ile meshedilerek kutsanması ritüeli olan “mesh” olayı, Tevrat’ın, Davud ve Süleyman kıssalarında şöyle anlatılmaktadır: “İşay(Hz. Davud’un babası) birini gönderip oğlunu getirtti. Çocuk kızıl saçlı, yakışıklı, gözleri pırıl pırıl bir delikanlıydı. Rab (peygamber)Samuel’e, “Kalk, onu meshet. Seçtiğim kişi odur” dedi. Samuel yağ boynuzunu alıp kardeşlerinin önünde çocuğu meshetti. O günden başlayarak Rab’bin Ruhu Davut’un üzerine güçlü bir biçimde indi.“[28]   “Filistliler Davut’un İsrail Kralı olarak meshedildiğini duyunca… “[29]  “Orada Kâhin Sadok ve Peygamber Natan onu İsrail Kralı olarak meshetsinler. Boru çalıp, ‘Yaşasın Kral Süleyman! Diye bağırın.”[30]

Daha sonra Zerdüştilik/Mecusilik dini etkileşimleri ile gelecekte Allah’ın göndereceği “Kurtarıcı Mesih” kavramına dönüşen “Mesih” kavramı hakkında Tevrat’ta şunlar geçmektedir: “‘O günlerde, o zamanda, Davut için doğru bir ”dal/Mesih” yetiştireceğim; ülkede adil ve doğru olanı yapacak. O günlerde Yahuda kurtulacak, Yeruşalim(Kudüs) güvenlik içinde yaşayacak.”[31]

Dolayısıyla Cenabı Hakk, Tevrat ve müteselsilin İncil’lerde yer alan “Mesih” kavramına atıf yapmak için hem Yahudiler hem de Hristiyanlarca bilinen ve aynı zamanda İsa(a.s)’nın lakabı olan “Mesih” lakabını kullanmaktadır.

Bütün bu tespitlerden sonra Hz. Süleyman’ın, Zülkarneyn sıfatına dair yani, onun iki boynuzlu bir taç giydiği veya iki devlete birden krallık yaptığı gibi anlamlara havi bir Tevrat kıssası veya olayı bulunmakta mıdır somak lazımdır? Buna bizim cevabımız “hayır” olacaktır.

O halde günümüz yorumcularının Kur’an’da zikredilen Zülkarneyn’in, Hz. Süleyman’ın lakabı olduğu iddiası, dini ve tarihsel alt yapısı olmadığından boş! bir iddia olmaktan öteye gitmemektedir.

Zülkarneyn’in maddi ve manevi kimliği:

Bir başka açıdan değerlendirdiğimizde, Zülkarneyn’in kimliği ve kişiliği hakkında Kur’an’da verilen mücmel malumat ve kıssada geçen diğer konular üzerinde, geleneksel İslam tefsir anlayışında, müfessirler tarafından yapılan mufassallaştırmalarda malum şahsiyetin kim olduğuna dair kesin bulgulara ulaşılamamıştır. Bundan dolayı Zülkarneyn’in kim olduğunu belirlemek ilk dönemlerden beri tartışmalı bir konu olagelmiştir.[32] Bununla beraber geleneksel tefsir anlayışında Hz. Süleyman’ın, Zülkarneyn olduğuna dair bir husus yer almamaktadır.

Hz. Süleyman’ın, Zülkarneyn olduğu iddiasına karşılık son olarak şu önemli hususun altını çizelim. Hz. Süleyman Tevrat’a göre sadece Kral iken, Kur’an-ı Kerim’e göre hem Kral hem peygamber olan bir şahsiyettir.

Tüm İslam tefsir ve siyer kitaplarındaki Süleyman(a.s) hakkındaki anlatımlara baktığınızda bu hususta (onun peygamber olduğu) hiçbir itiraz olmadığını gözlemlersiniz. Oysa Zülkarneyn hakkında; “Âlimler, Zülkaneyn’in peygamber olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişler ve bazıları, ‘O bir peygamber idi.’(….) Diğer âlimler ise ‘O, salih (iyi) bir zat idi, ama bir peygamber değildi.’ demişlerdir.”[33]

Yine Zülkarneyn hakkında “Hâzin tefsirinde yapılan bir rivayette onun meleklerden olduğunu söyleyenler olmuştur.[34] Bu mevzuda Kurtubi’de şöyle bir nakil bulunmaktadır: “İbn İshak der ki: Bana, Sevr b. Yezîd, Halid b. Ma’dân el-Kelâî’den -ki Hâlid pek çok kimseye yetişmiş bir kişi idi- anlattığına göre, Rasulullah’a (s.a.v) Zülkarneyn’e dair soru sorulmuş. O da şu cevabı vermiş: ‘O, yeryüzünü alt tarafından izlediği yollarla tamamen dolaşmış bir hükümdardır.’ Hâlid dedi ki: Ömer b. Hattab(r.a) adamın birinin bir başkasına: ‘Ey Zülkarneyn!’ diye seslendiğini işitince şöyle demiş: ‘Allah’ım, mağfiretini dilerim. Sizler peygamberlerin isimlerini kullanmakla yetinmeyerek şimdi de meleklerin isimlerini mi kul­lanmaya başladınız?!’ İbn İshak der ki: ‘Zülkarneyn’in bunların hangisi olduğunu en iyi bilen Allah’tır. Rasulullah gerçekten bunu söyledi mi, söylemedi mi Allah bilir. Doğru olan, onun söylediğidir. Derim ki: Ali b. Ebi Tâlib’den(r.a) de Ömer’in (r.a) sözünün bir benzeri rivayet edilmiştir. O birisinin diğerine: Ey Zülkarneyn! diye seslendiğini işitince şöyle demiş: Peygamberlerin isimlerini kullanmanız size yetmedi de meleklerin isimlerini mi kullanmaya başladınız?! Yine ondan gelen bir rivayete göre Zülkarneyn salih, hükümdar bir kul idi. O, Allah’a samimiyetle bağlanmış, Allah da ona yardımcı olmuştu.’”[35]

Zülkarneyn’in bir Melek olduğu iddiası çok uç ve abartılı bir iddia olduğu için üzerinde durmaya değer bulmamaktayız. Bizim üzerinde durmaya değer bulduğumuz husus Zülkarneyn’in peygamber olup olmadığı hususudur.

Peygamberlerle, elçi olarak gönderildikleri toplumları arasında oluşan Sünnetullah’a göre, Kur’an’da kıssaları anlatılan bütün resuller şu vasıflara haizdir: 1) İçinde bulundukları ve yetiştikleri toplumlara resullükle görevlendirilmişlerdir: “Sonra onlara, aralarından: ‘Ancak Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur. Sakınmaz mısınız?’ diyen resuller gönderdik.”[36] “Nuh’u kavmine gönderdik.”[37] “Ad’a da kardeşleri Hûd’u gönderdik.”[38] “Semûd’a da kardeşleri Salih’i gönderdik.”[39] “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’i gönderdik.”[40]  2) Allah’ın emirlerini, resulleri oldukları kavimlerin dilleri ile onlara ulaştırmışlardır: “Biz, her elçiyi, kendilerine ayetlerimizi açık-seçik duyurması için, ancak halkının diliyle göndermişizdir.”[41] 3) Toplumlarına aralıksız elçilik etmişlerdir: Peygamberlerin, resullükle vazifeli oldukları toplumlara görevlerini inkıtasız olarak sürdürdüklerini müşahede etmekteyiz. Musa (a) kavminden geçici olarak ayrılırken bile kardeşi Harun (a) elçiliği ara verdirmeksizin devam ettirmiştir. Yunus (a) kavminden Allah’ın izni olmaksızın ayrılması ile beraber, Allah tarafından cezalandırılarak, bilâhare tövbesi kabul edilerek tekrar toplumuna elçi gönderilmiştir.

Binaenaleyh resuller ve gönderildikleri toplum arasında; tebligatları ve bu konuda onlarla yaşamda birliktelikleri, tebliğde süreklilik, tebliğ dilinde ayniyet gibi olmazsa olmaz birçok hassas konunun bulunması elzemdir. Oysa Zülkarneyn ve karşılaştığı toplumlar arasında peygamberlik açısından bakıldığında Sünnetullah nevi -resul ve toplum- ayniyeti yoktur.

Sonuç:

Sonuç olarak Hz. Süleyman’ın, Zülkarneyn olduğu iddiası, Kur’an perspektifinden ve tarihsellik barındıran Tevrat bağlamından bakıldığında sebep-sonuç bağlamı kurulamayan marjinal ve boş bir iddia olmaktan ileri gitmemektedir. Zülkarneyn ve Hz. Süleyman üzerinde yaptığımız çeşitli araştırmalarımız sonucu ulaştığımız önemli bir hususiyeti bu vesile ile okuyucularımızla paylaşmak isteriz. Gerek Süleyman gerekse Zülkarneyn kıssalarının; Kur’an ve Tevrat bağlamında tarihsel yapıları, yerli yerince oturtturulmadığı takdirde neticesi her biri bağımsız birer iddia olan; Hz. Süleyman’ın rüzgârlar üstünde havada gezdiği, Kur’an’da Sebe adı verilen bugünkü Amerika’ya, Cinlere yaptırdığı çanaklarla uçarak (Ufo türü) seyahat ettiği; Zülkarneyn’in ise Uzay’da yolculuklar yaptığı, onun aslında Hz. Süleyman olduğu, Türk ırkından bir peygamber olduğu, Zülkarneyn’in zamanlar üstü seyahati ile kıyamete yakın yeniden geleceği ve Sed’di yapacağı gibi türlü fantastik(!) iddialarla karşı karşıya kalacağız/kalmaya devam edeceğiz. Bu olumsuzluğu aşmak için; tefsir ilminden bağımsız olarak kurulacak, Kıssa Ana Bilim Dalı ve onun paralelinde geliştirilecek kıssa tarihi, kıssa coğrafyası, kıssa arkeolojisi, v.d oluşturulacak yan bilim ve disiplinlerle; Kur’an kıssalarının anlaşılması üzerinde her türlü sistemik araştırmalar gerekmektedir.


 


[1] Kur’an; İsra,17/106.

[2] Saffat,37/134-138; “Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi.” (Rum,30/9); “(Ey Muhammed!) İşte bu, (halkı helâk olmuş) memleketlerin haberlerindendir. Biz onu sana anlatıyoruz; onlardan (bugüne kadar izleri) kalan da vardır, biçilmiş ekin (gibi yok olan) da vardır.” (Hud,11/100).

[3]kış ve yaz seferlerini onlara kolaylaştırıldığı için” (Kureyş,106/2).

[4] Ali İmran,3/93.

[5] Şuara,26/196-197.

[6] Ali İmran,3/3.

[7] Maide,5/48.

[8] Bakara,2/41.

[9] Maide,5/13.

[10] Bakara,2 /75.

[11] Tevrat/ I.Krallar,11/3-5.

[12] Maide,5/15.

[13] Nisa,4/163.

[14] Kehf,18/83.

[15] Sîret-i İbn-i Hişâm, c. 2, s. 39; Kelam Azad, Zülkarneyn kimdir, s. 16.

[16] Cengiz Duman, Zülkarneyn kıssasının Kur’an Perspektifinden anlaşılması-II, Haksöz Dergisi, Sayı-241, Yıl-2011, s. 59.

[17] Ebu’l-Kelâm Âzâd, Age, s. 28.

[18] “Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.” (Kehf, 18/83) “Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik.” (Kehf,18/86) “Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Yecüc ve Mecüc bozgunculuk yapmaktadırlar.” (Kehf,18/94)

[19]Sonra yine bir yol tuttu. Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.” (Kehf18/92-93).

[20] Kehf27/37.

[21] Sad,38/35.

[22]Zünnûn’u da (Yunus’u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: “Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!” diye niyaz etti.” (Enbiya21/87).

[23]Ey Meryem! Allah seni, kendisinden bir kelimeyle muştuluyor. Adı, Meryem’in oğlu İsa Mesih’tir. Dünya ve ahirette yüz akıdır. Allah’a yaklaştırılanlardandır.” Ali-imran3/45; Maide5/17; Nisa4/157-171-172.

[24] Tevrat/Yonah1/15-17.

[25] Kalem,68/48.

[26] İncil/Matta,16/20; Matta,22/41; Matta,24/23.

[27] İncil/Markos,14/61.

[28] Tevrat/1.Samuel,16/12-13.

[29] Tevrat/1. Tarihler,14/8.

[30] Tevrat/1. Krallar,1/34.

[31] Tevrat/Yeremya,33/15-16.

[32] Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, c. III, s. 191.

[33] Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb c. XV, s. 248.

[34] İzzet Derveze, et-Tefsirü’l-Hadis, c. III, s. 520-528.

[35] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c. XI, s. 107-111.

[36] Mü’minun,23/32.

[37] Hud,11/25.

[38] Hud,11/50.

[39] Hud,11/61.

[40] Hud,11/84.

[41] İbrahim,14/4
Giriş: 

Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Süleyman kıssasının, en önemli özelliği, bir bütün halinde yani tarihsel bir perspektifte arz edilmemiş olmasıdır. Dolayısıyla Hz. Süleyman’a ait olaylar kronolojik bir sıra halinde tek bir kıssa olarak beyan edilmemiş aksine dağınık bir şekilde varyantlar halinde bölüm bölüm aktarılmıştır. Buna örnek olarak; Süleyman-Sebe Melikesi kıssası bir sure içerisinde otuz ayet ile anlatılırken; Süleyman’ın ölümü kıssası, Sebe suresi içerisinde ve sadece bir ayetle aktarılmıştır.

Süleyman kıssasının bu şekilde dağınık ve parçalar halinde bölüm bölüm üstelik mücmel/kısa olarak beyan edilmesi aynı zamanda Kur’an’ın nüzul şeklini yansıtmaktadır. Çünkü Kur’an, hitap ettiği ilk toplum olan Cahiliyye Arap toplumuna, tek parça halinde inmemiştir. “Biz Kur’an’ı parça parça indirdik ve onu insanlara ağır ağır okuman için bölümlere ayırdık.”[1]

Yirmi üç yıllık bir süreçte aşama aşama inen Kur’an; nazil olduğu sıradaki olaylara, hitap ettiği toplumun, resule yönelttiği sorularına ve de Allah’ın onlara ulaştırmak istediği mesajlara göre tedricen nazil olmuştur. Dolayısıyla Kur’an’ın bir parçası olan Süleyman kıssası da bu şekilde peyderpey ve parçalar, bölümler halinde nazil olmuştur.

Süleyman kıssası Arap arka planı:

Süleyman kıssasının bölüm bölüm ve ayrı ayrı içeriklerle nazil olmasının bir başka sebebi ise Kur’an’da anlatılan bu kıssanın, Kur’an’dan önce nazil olan Tevrat metinlerinde de anlatılması yüzündendir.

Çünkü Kur’an, yepyeni bir kıssa beyan etmemiştir. Yani Mekke-Medine Arap toplumunun tamamen yabancı olduğu hakkında “sıfır” bilgi sahibi oldukları bir kıssadan bahsetmemektedir. Aksine onların bildikleri bir şahsiyet ve ona ait olayları konu alan bir kıssadan bahsetmektedir.

Elimizde yeterli veriler olmadığı için Kur’an’ın nüzul dönemi Mekke Arap toplumu alt yapısının, Süleyman kıssası hakkındaki bilgi çerçevesini tam manasıyla çizemesek de; Yaz’ın gerçekleştirdikleri, Kuzey’e yapılan Suriye-Şam/Mezopotamya yöresi ticaret seferleri esnasında bu yöredeki yapılar, kişiler ve bunlarla ilgili olaylardan bir şekilde haberdar olduklarını, Kur’an’ın anlatımlarından çıkarabilmekteyiz.

Tıpkı kuzeyde yaşamış olan bir toplumu anlatan Lut, kıssasına atıf yapan şu ayet de olduğu gibi: “Hani biz Lût’u ve ailesinin hepsini kurtardık. Ancak geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadın dışında, Sonra diğerlerini yok ettik. (Ey insanlar!) Siz onların yanlarından geçip gidiyorsunuz: sabahleyin Ve geceleyin. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?[2]

Mekke’deki müşrik Arap toplumunun, Kuzey’e yaptıkları ticaret seferleri[3] esnasındaki yol üzerinde gördükleri harabelere değinerek, orada yaşanan Lut kıssasına atıf yapan bu ayet’te konu edilen coğrafya; Hz. Süleyman’ın yaşadığı Kudüs’e çok yakın bir coğrafya ve onun yönetici/Kral olarak hüküm sürdüğü Arz-ı Mev’ud içerisindeki Lut gölü ve civarıdır.

Dolayısıyla kervan ticareti için gittikleri Arz-ı Mev’ud içerisindeki Hz. Süleyman’dan kalan Süleyman Mabedi gibi müşahhas yapıları ve ona ait çeşitli dini ve sosyal temelli kültürel rivayetleri duyma yoluyla Hz. Süleyman ve onun kıssası hakkında malumat sahibi olan Müşrik Arapların, bu tecrübi bilgileri üzerine Kur’an’ın, Süleyman kıssası nazil olmuştur. Buna Medine Yahudi ve Hristiyanlarıyla yaptıkları sosyal ve kültürel münasebetler sonucu öğrendikleri, Süleyman kıssası, dini ve kültürel bilgilerini de eklemek mümkündür.

Medine Arap toplumundaki Yahudi ve Hıristiyanların oluşturduğu Ehl-i Kitab ise Tevrat kitabı vasıtasıyla çok detaylı olarak Hz. Süleyman ve onunla ilgili konulardan haberdardılar. Çünkü Tevrat’ı oluşturan otuz dokuz kitaptan 1. Krallar, 2. Tarihler ve Süleyman’ın Mersiyeleri/özdeyişleri kitaplarında hususi olarak Hz. Süleyman’ın hayatı detayları ile anlatılmaktadır.

O halde bütün bu tespitlerden sonra şöyle bir hülasa yapabiliriz: Kur’an’daki Süleyman kıssası, Kur’an’ın ilk hitap ettiği Mekke ve Medine Arap toplumunun, Süleyman aleyhisselam hakkındaki Kur’an açısından olumlu veya olumsuz mevcut yazılı ve sözlü bilgileri üzerine nazil olmuştur.

Süleyman kıssasının Kur’an ve Tevrat bağlamı:

Kur’an-ı Kerim, Tevrat’ta; kronolojik, biyografik ve coğrafik olarak tarihsel nitelikte yer alan Süleyman kıssasını, ondaki bu tarihsel formu ile aynen tekrar ederek anlatmamıştır. Neden? Çünkü Kur’an, kendinden evvel aynı vahyi çizginin ilk kitabı olarak nazil olan ve Kur’an’ın mübelliği Hz. Muhammed’in son temsilcisi olduğu resuller zincirinin halkaları olan İsrailoğulları resullerine inen Tevrat’ı tümüyle reddetmemektedir.

Bilakis Kur’an, onu tasdik etmektedir. Şu ayetler buna delildir: “Tevrat’ın indirilmesinden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. De ki: Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat’ı getirip onu okuyun.“[4]    “Önceki kitaplarda da vardır! İsrailoğulları bilginlerinin bunu bilmesi delildir!”[5]   “O, sana Kitab’ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil’i ve Furkan’ı indirmişti.[6]Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) gönderdik.[7]Elinizdekini (Tevrat’ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur’an’a) iman edin. Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın!”[8]

Bununla beraber Kur’an-ı Kerim, Tevrat’ın muharreflik olgusuna ayrıca dikkat çekerek; Tevrat’ı toplumlarına anlatmak ve onu korumakla mükellef kılınan İsrailoğulları ruhban sınıfının; Tevrat’ın kaybolmasından sonraki yeniden derlenmesi esnasında ve süreç içerisinde keyfi yapılan ilave ve çıkarmalar ile birlikte; Tevrat’ın açıklaması olarak dercettikleri Talmudik şerhler vasıtasıyla onu tahrif ettiklerini açıklamaktadır. “Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler. Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat’ın) önemli bir bölümünü de unuttular.”[9]  Onların bir kısmı var ki, Allah’ın kelamını dinleyip anladıktan sonra onu bile bile tahrif ediyor.”[10]

İşte bu yüzdendir ki, Tevrat’ta bulunan Süleyman kıssasının tamamı, Cenabı Hakk tarafından reddedilmemektedir. Reddedilen, ondaki Tevhid dışı muhteva ve hidayet eksenindeki kayma ve yetersizliklerdir. Buna en iyi örnek Hz. Süleyman’ın, bir Kral ve aynı zamanda bir peygamber olmasına rağmen yukarıda değindiğimiz Tevrat’ın muharref olma sürecinde, Hz. Süleyman’ın peygamberliği hazfedilmiş, sadece Kral kimliği kalmıştır. Bu durum tevhidi açıdan bir facia değil de nedir?

Yine Tevrat’taki; Hz. Süleyman’ın hayatının sonuna doğru, İsrailoğullarından olmayan karıları yüzünden onların tanrı/putlarına taptığı anlatımlarına ne demeli? “Süleyman’ın Kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı. Karıları onu, yolundan saptırdılar. Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini Tanrısı Rab’be adayan babası Davut gibi yaşamadı. Saydalılar’ın tanrıçası Aştoret’e ve Ammonlular’ın iğrenç ilahı Molek’e taptı. Böylece Rab’bin gözünde kötü olanı yaptı, Rab’bin yolunda yürüyen babası Davut gibi tam anlamıyla Rab’bi izlemedi.”[11]  Tevhid ve hidayete yönelik mesajlar bu kıssanın neresinde?

Binaenaleyh gerek İsrailoğulları ruhbanlarının sonradan derledikleri Tevrat metinlerine sokulan muharref unsurlar ve onun Talmudik, şerhleri gerekse müşrik toplumlardaki, Süleyman-Belkıs aşkı veya Süleyman’ın zenginliğine endeksli efsanevî bilgi kirliliği yüzünden Süleyman kıssasının Tevhidi mesajları örtülmüş kıssa bambaşka bir alana hizmet eder hale getirilmiştir.

Kur’an, Cahiliyye Arap toplumu alt yapısı olarak nitelediğimiz bu yazılı ve sözlü birikimi nazarı dikkate alarak; Tevrat’ın ve diğer olumsuzluk arz eden cahiliyye rivayetlerindeki tevhid dışı unsurları, anlattığı Süleyman kıssası varyantları ile tashih etmektedir. “Ey Ehl-i Kitap: Resulümüz size Kitaptan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi. ”[12]

İşte İsrailoğulları ruhbanlarının, Hz. Süleyman’ın kimliği hakkında gizledikleri tevhidi gerçeklerden birinin, Kur’an tarafından açıklanması; “Biz Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, esbâta (torunlara), İsa’ya, Eyyûb’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyettik. Davud’a da Zebûr’u verdik.”[13]  Kur’an, Tevrat’tan eksiltilen veya üzeri örtülen Hz. Süleyman’ın; tevhid resulleri silsilesinden bir resul olduğu gerçeğini, bir ayetlik biyografik yapılı bu mücmel/kısa anlatımla tashih etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’in, tarihsel olarak Tevrat’ta anlatılan Süleyman kıssasını aynen aktarmaması bu sebepledir. Parçalı yani varyantlar halinde anlatması ise Tevrat kıssasındaki lokal yanlışları tashih etme amacındandır. Ve aynı zamanda Kur’an’ın nazil olduğu ilk toplumda bu parça halindeki kıssaların o andaki mesajına ihtiyaç duyulan bir oluşumun meydana gelmesi sebebiyledir. Örnek verecek olursak Hz. Süleyman’ın peygamberliğini beyan için onun tüm hayatını kıssa etmek gerekememektedir. Onun ait olduğu İsrailoğulları silsilesinin kabul ettiği diğer resuller içerisinde yukarıdaki Nisa 163. ayette olduğu gibi sıralanması yeterli olmuştur.  Hatta Süleyman’ı peygamberler arasında gösteren bu silsile içerisine yerleştirilen İsmail, Eyyub gibi resuller vesilesi ile peygamberlerin sadece İsrailoğullarından gelmediği tevhidi gerçeğinin altı çizilmiş ve İsrailoğulları ırkçılığına hidayete yönelik bir mesaj verilmiştir. Bununla birlikte Mekke Arap toplumunun, yeni gelen vahyin temsilcisi Hz. Muhammed’e gösterdikleri etnik ve dini ırkçılığa karşı mesajlar verilerek uyarılmışlardır.

Böylece Hz. Süleyman’ın resullüğüne vurgu yapan bu kıssa varyantı hem geçmişteki bir doğruyu beyan ederek Tevrat’ı tashih etmiş hem de nazil olduğu andaki Yahudileri ve Arapları uyararak, resule karşı onların dini ve ırkçı tepkilerini reddetmiş hem de gelecekteki Kur’an muhatabı tüm toplumlara mesaj vererek hidayete yönelik onları uyarmıştır. Yani bir taşla üç kuş!…

Mücmel olan bir ayet’lik anlatım içerisinde bile bu denli önemli tevhidi tashih ve hidayete yönelik mesajlar verilmiş olması; Kur’an’ın belagat, fesahat ve icazat yönünün gücünü göstermekte değil midir?

Kur’an’ın anlattığı Süleyman kıssası ile Tevrat kıssası arasındaki anlatımdaki farklılıklar, Kur’an’ın, Tevrat’taki tahrif edilen hususları tashih ettiğini izhar etmektedir. Tevrat’ın Süleyman kıssası ile Kur’an’ın Süleyman kıssasının benzer olması; aynı resuller silsilesini, benzer biyografileri konu etmesi Kur’an’ın, Tevrat’ı tasdikidir. Süleyman(a.s)’ın, Davud(a.s)’un oğlu olması, İsrailoğullarından biri olması, yönetici/Kral olması, Hükümler vermesi, Sebe melikesi ile diyaloğu, vb. hususlar buna örnek verilebilir.

Hz. Süleyman ile ilgili Arap toplumu arka planı olarak nitelediğimiz yazılı ve sözlü kültür üzerine nazil olan Kur’an’ın, Süleyman kıssasını, yukarıda anlattığımız tespitler çerçevesinde değerlendirildiğimizde Kur’an’ın, Araplarca bilinen bir kıssayı yani, Süleyman şahsiyetini aktardığı hükmüne ulaşmaktayız.

Zülkarneyn kıssasının Arap toplumu arka planı:

Şimdi Hz. Süleyman’ın, Zülkarneyn olduğu iddiasına binaen Kur’an’da anlatılan Zülkarneyn kıssasına bakalım. Kur’an’da Kehf suresinde anlatılan kıssaya; “Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.[14]  şeklinde başlanmaktadır.

O halde hemen akla şu soru gelmektedir. Hemen her detayına kadar bilinen Hz. Süleyman, Zülkarneyn ise Muhatap Arap toplumu onun nesini sormaktadırlar?  Hem Tevrat hem Kur’an’daki tarihsel veriler Hz. Süleyman’ın biyografik silsilesini ve ona dair olayların kıssalarını vermektedirler. Yani Süleyman’ın, Hz. Davud’un oğlu olduğu, onun babasından sonra bir Kral olarak tahta geçtiği, ölümünden sonra oğlu’nun tahta geçerek yönetimi devam ettirdiği, Sebe Melikesi ile olan diyalogu, insanlar, Cinler ve kuşlardan oluşmuş orduları, v.s. gibi çeşitli detaylar bilinmekte iken şayet Hz. Süleyman, Zülkarneyn ise nesi sorulmaktadır?

Kur’an-ı Kerim’deki Süleyman kıssalarının bulunduğu sureler baz alındığında bu surelerin çoğunluğunun; Zülkarneyn’ni ilk ve son defa anlatan Kehf suresinden önce nazil oldukları gözlemlenmektedir. Nüzul sırasına göre Neml suresi 48, Sebe suresi 58, Sad suresi 38.  sırada nazil olmuşlardır. Zülkarneyn kıssasının anlatıldığı Kehf suresi ise nüzul sırasına göre 69. sıradadır. Dolayısıyla Zülkarneyn hakkında sorulan soruya cevap olarak inen Kehf suresindeki Zülkarneyn kıssası; Hz. Süleyman ile ilgili Kur’an’ın açıklamaları sonrası nazil olmuştur.

Kur’an’daki Süleyman kıssalarının, Tevrat’taki kıssa ve müşrik Arap toplumundaki kültürel rivayetler eksenli Süleyman kıssasını; Tevhidi ve hidayet edici özelliği ile tashih etmiş ise Hz. Süleyman hakkındaki gerekli olan açıklamalar tamamlanmış demektir.

Hal böyle ise Hz. Muhammed(s.a.v)’e, Cahiliyye Arap toplumu bireylerince Zülkarneyn hakkında soru sorulmasını, yani Süleyman olan Zülkarneyn hakkında soru sorulmasını ve buna dair Kur’an’ın cevaplarını hangi mantıkla bağdaştırabiliriz?

Bu sorunun Kur’an perspektifinde makul bir cevabı yoktur. Kaldı ki, geleneksel İslam tefsir anlayışında Zülkarneyn kıssasının “Esbab-ı nüzul” rivayetine göre Hz. Süleyman’ın, Zülkarneyn olduğu iddiası tamamen yok hükmündedir!

Kehf suresi ya da Zülkarneyn kıssası esbab-ı nüzulü şöyledir: “Mekke döneminde Kureyş’li müşrikler Medine’de yaşayan Yahudilere bir heyet göndererek Allah Resul’ünün durumunu öğrenmek istemişlerdi. Yahudiler de kitab ehli idiler ve peygamberler tarihiyle ilgili bilgileri vardı. Oysa Kureyş müşriklerinin bu türden hiç bir bilgi birikimleri yoktu. Heyet, Muhammed (sav) hakkında bilgi alabilmek için Medine’ye gittiğinde Yahudi din adamlarıyla görüştü. Onlara son peygamberin özelliklerini ve söylediklerini ilete­rek şöyle dediler: Zülkarneyn Kimdir? “Sizler Tevrat ehlisiniz. Bizde ortaya çıkan bir adam hakkında bilgi vermeniz için geldik.” Yahudi din adamları da şöyle dediler: “Ona üç mesele sorun. Cevaplarını size söyleyeceğimiz bu üç meseleyi bilirse gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer bi­lemezse yalancının biridir. Uygun gördüğünüz şekilde dav­ranırsınız.” Öncelikle geçmiş zamanlarda yurtlarından ayrılıp giden gençlerin durumunu sorun. Onların durumu ne olmuştur? İl­ginç sözleri olmuş mudur? İkinci olarak yeryüzünü sürekli dolaşan, doğulara ve batı­lara giden adamın durumunu sorun. Üçüncü olarak da Ruh’u sorun, “Ruh nedir?” deyin. Eğer bu sorulara doğru cevaplar verirse, kendisi hak pey­gamberdir ve ona uymanız gerekir. Eğer veremezse yalancı­dır, dilediğiniz yapın.” [15]

Bu esbab-ı nüzule göre sorulan sorunun, Kur’an kıssasındaki şekli şöyledir: “Sana Zülkarneyn hakkında sorarlar.”

Resule bu soruyu soranlar, kendilerinin tanımlamaları ile konuşmaktadırlar. “Kur’an-ı Kerim’deki “Zülkarneyn” kullanımı, Kur’an’ın kendi tanımı olan kelime, kavram ya da lakabın kullanımı değildir. Rasul’e sorulan soru “Zülkarneyn” olarak sorulmuştur ki, Allah bu kelimeyi baz alarak muhatapları cevaplamaktadır. Yani Zülkarneyn hakkında birtakım bilgileri vardır buna istinaden ya bunu doğrulatmak, ya resulün bu konuda bilgisini sorgulamak dolayısıyla onunla münazara konusu çıkarmak için bilinen bu hususu sormaktadırlar.”[16] “Allah Rasulü’ne sorulan şahıs, ‘Zülkarneyn’ sıfatını taşıyan biriydi. Yani bu isim ya da lakap, bizzat Kur’an tarafından konulmuş değildi. Aksine soru sahipleri bu isim ya da lakabı kullanmışlardır.”[17]

Zülkarneyn kelimesi anlamı üzerinden Süleyman şahsiyeti yorumları üzerine:

O halde “Zülkarneyn/çift boynuzlu” bilinen bu şahıs Hz. Süleyman ise böyle çokça bilinen bir şahsiyet niçin ve bu şekliyle sorulmuş olsun.

Denilebilir ki, Zülkarneyn bir isim değil sıfattır. Kehf Suresi’nin üç ayetinde yer alan Zülkarneyn[18] kelimesi; “Zü” ve “Karn” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen bir tamlamadır ve bir isimden ziyade sıfat ifadesi olarak kullanılmıştır.

Dolayısıyla Zülkarneyn ismi, Rasul’e soru soranlar tarafından maruf, meşhur ve müspet bir isim/sıfat/tanım olmalı ki, hem soru soran muhataplar ve hem de Cenab-ı Hak tarafından onaylanmış ve aynıyla mukabele edilmiştir.

O halde Hz. Süleyman, Zülkarneyn’in lugavi manasına göre; çift boynuzlu bir taç mı giymektedir ki, böyle bir bilgiye istinaden ona Zülkarneyn/çift boynuzlu lakabı verilmiş olsun. Hz. Süleyman’ın Kral/yönetici olarak sahip olduğu her tarihsel ayrıntıya değinen (taht, mabed, köşk/saray, heykeller, kazanlar, tezyinatlar, Asa, v.s) Tevrat’ta onun, Zülkarneyn/çift boynuzlu vasfına temas edilmemesini nasıl izah edebiliriz? Üstelik Tevrat’taki Süleyman kıssasına ilave açıklamalar ve tashihatlar getiren Kur’an’da da bu hususta hiçbir açıklama yapılmamışken.

Yok, eğer Zülkarneyn’in, lugavi manalarından olan “çift nesil sahibi” anlamı yüklenilerek, iki devletin krallığını yaptığı iddia edilirse; tarihsel olarak bunun Tevrat ve diğer tarihsel metinler nezdinde karşılığı nerededir?  Mesela; Doğu ve Batı’lara sefer yapan “Zülkarneyn Süleyman” neden Sebe ülkesine ulaşıp bizzat orayı ele geçirmemiştir?

Zülkarneyn’e, “sebep/yol-menzil bilgisi” ilmi ile ona doğu-batı ve diğer yönlerde[19] yaptığı seferleri ihsan eden Cenabı Hakk, Hz. Süleyman için onun emrine; Kuşdili, rüzgârlar, kuşlar, Cinler, Erimiş bakır, atlar dâhil birçok unsuru musahhar kıldığını beyan etmiştir. Binaenaleyh Zülkarneyn ve Hz. Süleyman’ın yeryüzü üzerindeki tevhidi hâkimiyeti, onlara Cenabı Hakk’ın ihsan ettiği ayrı unsurlar üzerinden gerçekleşmiştir.

Hz. Süleyman, Sebe Melikesi gibi güçlü bir yöneticiye, onu sadece tehdit! ederek bile rahatlıkla egemen olmuştur. Şayet Zülkarneyn’ni Hz. Süleyman kabul edersek; Ye’cûc-Me’cûc gibi asi/kafir bir topluluğa silahla karşı koyup onları egemenliği altına almayarak, onlarla saldırdıkları mazlum toplum arasına sed yaparak sorunu halletmeye tevessül etmesini; onun, Cenabı Hakk tarafından desteklenen, Süleyman kıssasındaki “Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız![20] şeklindeki kendinden emin “ezici güç” sahibi bir yönetici olduğu anlatımına uymayan bir olgu alarak görmekteyiz.

Binaenaleyh Hz. Süleyman’ın “Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi.”[21] niyazına istinaden; Zülkarneyn’in hükümdarlığı ile Süleyman’ın hükümdarlığı arasında büyük farklılık bulunduğu dolayısıyla Hz. Süleyman ve Zülkarneyn’in iki ayrı şahsiyet olduğu kanaatindeyiz.

Zülkarneyn lakabının Kur’an-Tevrat bağlamı:

Efendim Yunus(a.s)’a, “Zünnun[22]; Hz. İsa’nın“Mesih[23] lakaplarıyla anıldığı gibi Süleyman’da Zülkarneyn lakabıyla anılıyor olamaz mı?

Bizce olamaz. Çünkü Yunus(a.s)’un, balık sahibi olma ile ilgili olayı Tevrat’ın Yonah/Yunus kitabında detaylıca anlatılmaktadır. “Sonra Yunus’u kaldırıp denize attılar, kuduran deniz sakinleşti. Bu olaydan ötürü denizciler Rab’den öyle korktular ki, O’na kurbanlar sundular, adaklar adadılar. Bu arada Rab Yunus’u yutacak büyük bir balık sağladı. Yunus üç gün üç gece bu balığın karnında kaldı.”[24]

Binaenaleyh Kur’an, Tevrat’taki bu kıssaya atıf yaparak, Hz. Yunus’un başından geçen olayı hatırlatmaktadır. Yani onun “Zünnun/balık sahibi” vasfı Mekke ve Medine toplumunca bilinmektedir ki, bilinen bu olaya istinaden Zunnun ve Sahibu’l-Hut lakap ifadeleri kullanılmaktadır. “Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Sahibu’l-Hut/Balık sahibi (Yunus) gibi olma.[25]

Hz. İsa’nın “Mesih” lakabı ile ilgili kavram İncil’lerde anlatılmaktadır. “Bu sözlerden sonra İsa, kendisinin “Mesih” olduğunu kimseye söylememeleri için öğrencilerini uyardı.”[26]  “Ne var ki, İsa susmaya devam etti, hiç yanıt vermedi. Başkâhin O’na yeniden, “Mübarek/Yüce Olan’ın Oğlu “Mesih” sen misin?” diye sordu.”[27]

İncil’lerde geçen bu olayın dini ve tarihsel alt yapısı Tevrat’ta bulunmakta ve İsrailoğullarında da önemli bir ritüel olarak bilinmekteydi. Allah’ın seçkin kullarının, yağ ile meshedilerek kutsanması ritüeli olan “mesh” olayı, Tevrat’ın, Davud ve Süleyman kıssalarında şöyle anlatılmaktadır: “İşay(Hz. Davud’un babası) birini gönderip oğlunu getirtti. Çocuk kızıl saçlı, yakışıklı, gözleri pırıl pırıl bir delikanlıydı. Rab (peygamber)Samuel’e, “Kalk, onu meshet. Seçtiğim kişi odur” dedi. Samuel yağ boynuzunu alıp kardeşlerinin önünde çocuğu meshetti. O günden başlayarak Rab’bin Ruhu Davut’un üzerine güçlü bir biçimde indi.“[28]   “Filistliler Davut’un İsrail Kralı olarak meshedildiğini duyunca… “[29]  “Orada Kâhin Sadok ve Peygamber Natan onu İsrail Kralı olarak meshetsinler. Boru çalıp, ‘Yaşasın Kral Süleyman! Diye bağırın.”[30]

Daha sonra Zerdüştilik/Mecusilik dini etkileşimleri ile gelecekte Allah’ın göndereceği “Kurtarıcı Mesih” kavramına dönüşen “Mesih” kavramı hakkında Tevrat’ta şunlar geçmektedir: “‘O günlerde, o zamanda, Davut için doğru bir ”dal/Mesih” yetiştireceğim; ülkede adil ve doğru olanı yapacak. O günlerde Yahuda kurtulacak, Yeruşalim(Kudüs) güvenlik içinde yaşayacak.”[31]

Dolayısıyla Cenabı Hakk, Tevrat ve müteselsilin İncil’lerde yer alan “Mesih” kavramına atıf yapmak için hem Yahudiler hem de Hristiyanlarca bilinen ve aynı zamanda İsa(a.s)’nın lakabı olan “Mesih” lakabını kullanmaktadır.

Bütün bu tespitlerden sonra Hz. Süleyman’ın, Zülkarneyn sıfatına dair yani, onun iki boynuzlu bir taç giydiği veya iki devlete birden krallık yaptığı gibi anlamlara havi bir Tevrat kıssası veya olayı bulunmakta mıdır somak lazımdır? Buna bizim cevabımız “hayır” olacaktır.

O halde günümüz yorumcularının Kur’an’da zikredilen Zülkarneyn’in, Hz. Süleyman’ın lakabı olduğu iddiası, dini ve tarihsel alt yapısı olmadığından boş! bir iddia olmaktan öteye gitmemektedir.

Zülkarneyn’in maddi ve manevi kimliği:

Bir başka açıdan değerlendirdiğimizde, Zülkarneyn’in kimliği ve kişiliği hakkında Kur’an’da verilen mücmel malumat ve kıssada geçen diğer konular üzerinde, geleneksel İslam tefsir anlayışında, müfessirler tarafından yapılan mufassallaştırmalarda malum şahsiyetin kim olduğuna dair kesin bulgulara ulaşılamamıştır. Bundan dolayı Zülkarneyn’in kim olduğunu belirlemek ilk dönemlerden beri tartışmalı bir konu olagelmiştir.[32] Bununla beraber geleneksel tefsir anlayışında Hz. Süleyman’ın, Zülkarneyn olduğuna dair bir husus yer almamaktadır.

Hz. Süleyman’ın, Zülkarneyn olduğu iddiasına karşılık son olarak şu önemli hususun altını çizelim. Hz. Süleyman Tevrat’a göre sadece Kral iken, Kur’an-ı Kerim’e göre hem Kral hem peygamber olan bir şahsiyettir.

Tüm İslam tefsir ve siyer kitaplarındaki Süleyman(a.s) hakkındaki anlatımlara baktığınızda bu hususta (onun peygamber olduğu) hiçbir itiraz olmadığını gözlemlersiniz. Oysa Zülkarneyn hakkında; “Âlimler, Zülkaneyn’in peygamber olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişler ve bazıları, ‘O bir peygamber idi.’(….) Diğer âlimler ise ‘O, salih (iyi) bir zat idi, ama bir peygamber değildi.’ demişlerdir.”[33]

Yine Zülkarneyn hakkında “Hâzin tefsirinde yapılan bir rivayette onun meleklerden olduğunu söyleyenler olmuştur.[34] Bu mevzuda Kurtubi’de şöyle bir nakil bulunmaktadır: “İbn İshak der ki: Bana, Sevr b. Yezîd, Halid b. Ma’dân el-Kelâî’den -ki Hâlid pek çok kimseye yetişmiş bir kişi idi- anlattığına göre, Rasulullah’a (s.a.v) Zülkarneyn’e dair soru sorulmuş. O da şu cevabı vermiş: ‘O, yeryüzünü alt tarafından izlediği yollarla tamamen dolaşmış bir hükümdardır.’ Hâlid dedi ki: Ömer b. Hattab(r.a) adamın birinin bir başkasına: ‘Ey Zülkarneyn!’ diye seslendiğini işitince şöyle demiş: ‘Allah’ım, mağfiretini dilerim. Sizler peygamberlerin isimlerini kullanmakla yetinmeyerek şimdi de meleklerin isimlerini mi kul­lanmaya başladınız?!’ İbn İshak der ki: ‘Zülkarneyn’in bunların hangisi olduğunu en iyi bilen Allah’tır. Rasulullah gerçekten bunu söyledi mi, söylemedi mi Allah bilir. Doğru olan, onun söylediğidir. Derim ki: Ali b. Ebi Tâlib’den(r.a) de Ömer’in (r.a) sözünün bir benzeri rivayet edilmiştir. O birisinin diğerine: Ey Zülkarneyn! diye seslendiğini işitince şöyle demiş: Peygamberlerin isimlerini kullanmanız size yetmedi de meleklerin isimlerini mi kullanmaya başladınız?! Yine ondan gelen bir rivayete göre Zülkarneyn salih, hükümdar bir kul idi. O, Allah’a samimiyetle bağlanmış, Allah da ona yardımcı olmuştu.’”[35]

Zülkarneyn’in bir Melek olduğu iddiası çok uç ve abartılı bir iddia olduğu için üzerinde durmaya değer bulmamaktayız. Bizim üzerinde durmaya değer bulduğumuz husus Zülkarneyn’in peygamber olup olmadığı hususudur.

Peygamberlerle, elçi olarak gönderildikleri toplumları arasında oluşan Sünnetullah’a göre, Kur’an’da kıssaları anlatılan bütün resuller şu vasıflara haizdir: 1) İçinde bulundukları ve yetiştikleri toplumlara resullükle görevlendirilmişlerdir: “Sonra onlara, aralarından: ‘Ancak Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur. Sakınmaz mısınız?’ diyen resuller gönderdik.”[36] “Nuh’u kavmine gönderdik.”[37] “Ad’a da kardeşleri Hûd’u gönderdik.”[38] “Semûd’a da kardeşleri Salih’i gönderdik.”[39] “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’i gönderdik.”[40]  2) Allah’ın emirlerini, resulleri oldukları kavimlerin dilleri ile onlara ulaştırmışlardır: “Biz, her elçiyi, kendilerine ayetlerimizi açık-seçik duyurması için, ancak halkının diliyle göndermişizdir.”[41] 3) Toplumlarına aralıksız elçilik etmişlerdir: Peygamberlerin, resullükle vazifeli oldukları toplumlara görevlerini inkıtasız olarak sürdürdüklerini müşahede etmekteyiz. Musa (a) kavminden geçici olarak ayrılırken bile kardeşi Harun (a) elçiliği ara verdirmeksizin devam ettirmiştir. Yunus (a) kavminden Allah’ın izni olmaksızın ayrılması ile beraber, Allah tarafından cezalandırılarak, bilâhare tövbesi kabul edilerek tekrar toplumuna elçi gönderilmiştir.

Binaenaleyh resuller ve gönderildikleri toplum arasında; tebligatları ve bu konuda onlarla yaşamda birliktelikleri, tebliğde süreklilik, tebliğ dilinde ayniyet gibi olmazsa olmaz birçok hassas konunun bulunması elzemdir. Oysa Zülkarneyn ve karşılaştığı toplumlar arasında peygamberlik açısından bakıldığında Sünnetullah nevi -resul ve toplum- ayniyeti yoktur.

Sonuç:

Sonuç olarak Hz. Süleyman’ın, Zülkarneyn olduğu iddiası, Kur’an perspektifinden ve tarihsellik barındıran Tevrat bağlamından bakıldığında sebep-sonuç bağlamı kurulamayan marjinal ve boş bir iddia olmaktan ileri gitmemektedir. Zülkarneyn ve Hz. Süleyman üzerinde yaptığımız çeşitli araştırmalarımız sonucu ulaştığımız önemli bir hususiyeti bu vesile ile okuyucularımızla paylaşmak isteriz. Gerek Süleyman gerekse Zülkarneyn kıssalarının; Kur’an ve Tevrat bağlamında tarihsel yapıları, yerli yerince oturtturulmadığı takdirde neticesi her biri bağımsız birer iddia olan; Hz. Süleyman’ın rüzgârlar üstünde havada gezdiği, Kur’an’da Sebe adı verilen bugünkü Amerika’ya, Cinlere yaptırdığı çanaklarla uçarak (Ufo türü) seyahat ettiği; Zülkarneyn’in ise Uzay’da yolculuklar yaptığı, onun aslında Hz. Süleyman olduğu, Türk ırkından bir peygamber olduğu, Zülkarneyn’in zamanlar üstü seyahati ile kıyamete yakın yeniden geleceği ve Sed’di yapacağı gibi türlü fantastik(!) iddialarla karşı karşıya kalacağız/kalmaya devam edeceğiz. Bu olumsuzluğu aşmak için; tefsir ilminden bağımsız olarak kurulacak, Kıssa Ana Bilim Dalı ve onun paralelinde geliştirilecek kıssa tarihi, kıssa coğrafyası, kıssa arkeolojisi, v.d oluşturulacak yan bilim ve disiplinlerle; Kur’an kıssalarının anlaşılması üzerinde her türlü sistemik araştırmalar gerekmektedir.





Araştırmacı-Yazar

Cengiz Duman

 


[1] Kur’an; İsra,17/106.

[2] Saffat,37/134-138; “Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi.” (Rum,30/9); “(Ey Muhammed!) İşte bu, (halkı helâk olmuş) memleketlerin haberlerindendir. Biz onu sana anlatıyoruz; onlardan (bugüne kadar izleri) kalan da vardır, biçilmiş ekin (gibi yok olan) da vardır.” (Hud,11/100).

[3]kış ve yaz seferlerini onlara kolaylaştırıldığı için” (Kureyş,106/2).

[4] Ali İmran,3/93.

[5] Şuara,26/196-197.

[6] Ali İmran,3/3.

[7] Maide,5/48.

[8] Bakara,2/41.

[9] Maide,5/13.

[10] Bakara,2 /75.

[11] Tevrat/ I.Krallar,11/3-5.

[12] Maide,5/15.

[13] Nisa,4/163.

[14] Kehf,18/83.

[15] Sîret-i İbn-i Hişâm, c. 2, s. 39; Kelam Azad, Zülkarneyn kimdir, s. 16.

[16] Cengiz Duman, Zülkarneyn kıssasının Kur’an Perspektifinden anlaşılması-II, Haksöz Dergisi, Sayı-241, Yıl-2011, s. 59.

[17] Ebu’l-Kelâm Âzâd, Age, s. 28.

[18] “Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.” (Kehf, 18/83) “Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik.” (Kehf,18/86) “Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Yecüc ve Mecüc bozgunculuk yapmaktadırlar.” (Kehf,18/94)

[19]Sonra yine bir yol tuttu. Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.” (Kehf18/92-93).

[20] Kehf27/37.

[21] Sad,38/35.

[22]Zünnûn’u da (Yunus’u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: “Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!” diye niyaz etti.” (Enbiya21/87).

[23]Ey Meryem! Allah seni, kendisinden bir kelimeyle muştuluyor. Adı, Meryem’in oğlu İsa Mesih’tir. Dünya ve ahirette yüz akıdır. Allah’a yaklaştırılanlardandır.” Ali-imran3/45; Maide5/17; Nisa4/157-171-172.

[24] Tevrat/Yonah1/15-17.

[25] Kalem,68/48.

[26] İncil/Matta,16/20; Matta,22/41; Matta,24/23.

[27] İncil/Markos,14/61.

[28] Tevrat/1.Samuel,16/12-13.

[29] Tevrat/1. Tarihler,14/8.

[30] Tevrat/1. Krallar,1/34.

[31] Tevrat/Yeremya,33/15-16.

[32] Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, c. III, s. 191.

[33] Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb c. XV, s. 248.

[34] İzzet Derveze, et-Tefsirü’l-Hadis, c. III, s. 520-528.

[35] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c. XI, s. 107-111.

[36] Mü’minun,23/32.

[37] Hud,11/25.

[38] Hud,11/50.

[39] Hud,11/61.

[40] Hud,11/84.

[41] İbrahim,14/4.

 

     CENGİZ DUMAN

        ARAŞTIRMACI -
                  YAZAR


B
İRİNCİ BASKISI, 2011, İKİNCİ BASKISI
 
2015 YILINDA EKİN YAYINLARI TARAFINDAN
YAYINLANAN, KUR’ÂNKISSALARININ TARİHSELLİĞİ;
2013 YILINDA PINAR 
YAYINLARI TARAFINDAN YAYINLANAN,
KUR’ÂN 
PERSPEKTİFİNDEN ÜÇ KRAL İKİ PEYGAMBER;
2015 YILINDA SÜLEYMANİYE VAKFI YAYINLARI
TARAFINDAN YAYINLANAN,   KUR’ÂN PERSPEKTİFİNDEN
 ZÜLKARNEYN VE YE’CÛC ME’CÛC, İSİMLİ ÜÇ KİTABIN
YANISIRA; İNTERNET ORTAMI ÜZERİNDEN YAYINLANAN
 “DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL” VE
 “MECUSİLİK/ZERDÜŞTLÜK DİNİ” İSİMLİ İKİ E-KİTAB’LARIN
YAZARIDIR. KUR’ÂN-I KERÎM KONULARI, KUR’ÂN KISSALARI
 VE TEVRÂT - İNCÎL KISSALARI BAĞLAMI ÜZERİNDEKİ ÇOK
 YÖNLÜ ARAŞTIRMALARI, TÜRKİYE’DEKİ ÖNDE GELEN
İSLÂMİ DERGİLER VE İNTERNET ÜZERİNDEKİ ÇEŞİTLİ
İSLÂMİ WEB SİTELERİNDE HALEN YAYINLANMAKTADIR.
AYNI ZAMANDA “WWW.KURANKİSSALARİ.COM“ VE
 “WWW.KURANKİSSALARİ.TR.GG” WEB SİTELERİ
MODERATÖRLÜĞÜNÜ SÜRDÜRMEKTEDİR.
 
* KİTAP *  




*E-KİTAP*


 
 
 
DİNLERDE ARINMA İBADETİ OLARAK GUSÜL

Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol