Sebe Melikesi’nin Tahtının Niteliği Üzerine
Kur’an-ı Kerim’deki, Süleyman ve Belkıs kıssasının ihtilaflı ya da problemli meselelerinden bir tanesi de Sebe Melike’sinin Tahtının mahiyeti ve onun Hz. Süleyman’ın yanına getirilmesi olgusudur.
Kur’an’ı Kerim’de yer alan Süleyman ve Sebe Melikesi arasında geçen kıssaya Hüdhüd’ün, Hz. Süleyman’dan habersiz gerçekleştirdiği bir araştırma devriyesi esnasında elde ettiği bilgilere dair şu ifadelerle başlanmaktadır: “…Sebe'den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim. Gerçekten, onlara (Sebe'lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım.”1
Hüdhüd’ün, Sebe’den getirdiği bu ilk istihbari bilgi içerisinde “hükümdarlık yapan bir kadın ve onun “büyük tahtı”ndan bahsedilmektedir. Hüdhüd’ün tasvir ettiği “…lehâ arşun azîm.” “ona ait/onun büyük bir tahtı var” ifadesindeki Taht üzerinde Razî şu yorumu yapmaktadır: “…'Onun bir de büyük bir tahtı var’ cümlesine gelince, burada da bir soru bulunmaktadır: Hüdhüd, Süleyman (a.s)'ın mülkünü görmüş olduğu halde, nasıl olur da Belkîs'ın tahtının çok büyük olduğunu söyleyebilmiştir? Ve yine nasıl olur da, büyüklükle niteleme hususunda, Belkîs'ın tahtını Allah'ın Arşına müsavi tutar?.. Birinciye Cevap: Süleyman (a.s)'ın durumuna nispetle Belkîs'ın durumunu aşağı görüp de, kendisine nisbetle tahtını büyük görmüş olması caiz olabilir. Yine, onca büyüklüğüne ve azametine rağmen, Süleyman (a.s)'ın böyle bir şeyinin olmaması mümkündür. Nitekim kimi emirlerin (prensinin), hükümdarda benzeri bulunmayan şeylere sahip olduğuna tesadüf olunmaktadır. İkinciye de şöyle cevap verilir: Onun tahtını büyüklükle nitelemek, bunu, onun sülalesinden gelen hükümdarların tahtlarına nisbetle yüceltmek ve büyük görmektir...”2
İmam Razî, Sebe Melikesi’nin Taht’ının niteliği hususunda açtığı bu polemikte Melike’nin Tahtı ile ilgili olarak Hüdhüd’ün yaptığı tasvirin iki anlamda olabileceğini belirtirken ikinci şıkta izah ettiği; onun Tahtın büyüklüğünü, Melikenin sülalesinin hükümdarlık (Hanedan) silsilesine nisbet etmesi makul gözükmemektedir.
Bunun ana nedeni, gaybi bir konu olan Sebe Melikesinin geçmişine yönelik bir varsayım üzerinden, onun Taht’ının vasfına dair böyle bir karar vermenin Kur’an perspektifinden doğru olmayacağıdır. Bir diğer sebep ise; Kur’an kıssasında, Taht üzerinden yürüyen siyak-sibak ilişkisinde, Melike’nin Tahtının fiziksel özellikleri üzerine anlatım ve tasvirler bulunmaktadır. ”… büyük bir tahtı olan…”, “…hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?”, “Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım tanıyacak mı, yoksa tanıyamayanlar arasında mı olacak. Melike gelince: Senin tahtın da böyle mi? dendi. O şöyle cevap verdi: Tıpkı o!“3 bu ayetlerden idrak edilebileceği gibi müşahhas bir Taht ve onun fiziksel niteliği üzerine konu gelişmektedir. Dolayısıyla bu ana çizgiyi aşıp Melikenin hanedanını devreye sokarak hele de indî yorumlarda bulunmak ayetteki anlatımın lafzına ters ve gayesine aykırı düşmektedir.
Melike’nin Tahtının, fiziksel yönü üzerinde gelişen kıssadaki olayda, lüzumsuz olarak Tahtın mecazi veya zahiri yorumlarına dalmak/kaymak veya olayı gereksiz bir polemik konusu yapmak; kıssadaki ana mesajı ya örtmekte ya da bu mesajdan başka alanlara kayılmasına neden olmaktadır.
Melike’nin tahtının büyüklüğü ifadesi ile Yüce Allah, onun; sahip veya hâkim olduğu alan içersindeki somut bir olgu üzerinden hem Süleyman’ın(a.s) resullüğüne hem de kendisine dair tevhidi mesajlar vermektedir. Amaç Melikenin Tahtının fiziksel niteliği de değildir. Bu sadece araçtır. Üzerinde durulması gereken olgu tevhide dair hidayet edici mesajlar olmalıdır.
Cenabı Hakk, Melike’ye verdiği bu “azametli Tahtı” ondan alıp nasıl bir başkasına (Süleyman) verebileceğini göstermektedir. Buna kimse de mani olamamaktadır. Tıpkı bir başka surede verilen Sivrisinek örneğinde olduğu gibi.. “Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de aciz, kendinden istenen de!”4 Yani gerçek güç Allah’tadır. Hz. Süleyman, Allah’ın desteği ile Müşrik olan bir yöneticiye her şekilde galip kılınmaktadır. Yani, hâkimiyetin esası Allah’a dayanmakla olur mesajı…
Ebusuud Efendi bu hususta çok güzel bir tevhidi nüans yakalayarak, Taht üzerinde fiziksel bilgi verilmesini şu şekilde yorumlamaktadır: “Hangi izaha göre olursa olsun, (Hüdhüd’ün) Hz. Süleyman’ın huzurunda onun (Melike’nin) tahtını anlatması, daha önce belirtildiği gibi kendisine kulak asmasını ve Belkıs’ın emri altına almak için oraya azimet etmesini teşvik etmek içindir ki, bunun akabinde onunla savaşmayı gerektiren kendisinin ve kavminin küfrünü beyan etmektedir.”5
Bütün bu tevhidi mesajlar, Melikenin Tahtının fizikselliği üzerinden verilmektedir. Dolayısıyla Melike’nin Tahtı bir hidayet unsurudur. Odaklanılması gereken Melike’nin Tahtının fiziksel vasıfları değil onun üzerinden verilmek istenen Tevhidi mesajlar olmalıdır. Dolayısıyla Melike’nin Tahtı üzerinde olmadık ve lüzumsuz indî yorumlar yada İsrailiyat ile yeni yeni polemik konuları açmak, kasti olmasa dahi Allah’ın vermek istediği tevhidi mesajları örtmek veya engellemek anlamına gelecektir. Bu bizim nazarı dikkate almamız gereken önemli bir olgudur.
Taberî, Melike’nin Tahtının fiziksel niteliği üzerine şöyle bir yorum yapmaktadır; "Burada, tahtın büyüklüğünden maksat, genişlik ve yükseklik bakımından büyüklüğü değil, değer ve önem bakımından büyüklüğüdür.”6 Kurtubi bu hususta şöyle der: “ ‘Onun bir de büyük bir tahtı var.’ Bu tahtı hem görünüşü, hem de saltanat mertebesi itibariyle büyüklükle nitelendirmiştir.”7 Dolayısıyla Melikenin tahtına dair spekülatif yorumlar yerine onun fiziksel tasviri üzerinden tevhidi istikamette çıkarımlarda bulunmak gerekmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in Neml kıssasındaki ayetinde yer alan; Melike’nin Tahtının fiziksel özelliğine dikkat çeken Hüdhüd’ün “…lehâ arşun azîm.” ifadesi; Kadim tefsir sahipleri tarafından, Kur’an’ın belirtmediği bir şekilde gaybi anlatımlara boğulmaktadır. Bu hususta kadim tefsirlerdeki yorumlardan örnekler verelim:
Mukatil Bin Süleyman: “Mücevherlerle süslü olan bu taht, seksene seksen zira olup yerden yüksekliği de seksen zira idi.”8
“Katâde: "Belkısın tahtı, altından; tahtının ayakları mücevherlerden yapılmış olup inci ile süslenmişti." (…) İbn Abbas şöyle der: Güzel yapılmış, değerli bir tahttır. Belkıs'ın tahtı altından, tahtın ayakları ise inci ve mücevherdendi."9
İbn-i Kesir: “Yani öyle bir Taht üzerinde oturuyordu ki; bu Taht büyük, azametli, altınla, çeşitli cevher ve İncilerle süslenmişti. Züheyr İbni Muhammed şöyle diyor: Onun Tahtı Yakut ve Zeberced’le işlenmiş, iki yanı altındandı. Uzunluğu seksen kulaç, genişliği ise kırk kulaçtı. Muhammed İbn İshak der ki; Onun Tahtı Yakut, Zeberced ve İnci ile süsleme altındandı.”10
İbnü’l Esir: “Belkîs'ın tahtı altından yapılmıştı; bu taht ise Yakut, Zeberced ve İnci gibi değerli mücevherlerle süslenmişti.”11 şeklinde yorum yapmaktadır.
Beydavî: Taht eni, boyu ve yüksekliği otuza otuz ebadında ya da seksen ebadında Altın ve Gümüş’ten mücevherle kakmalı idi.”12
Ebusuud efendi: “…Ve otuz arşın genişliğinde ve otuz arşın yüksekliğinde, diğer bir görüşe göre de seksen arşın genişliğinde ve yüksekliğinde mücevherle süslü Altın ve Gümüş’ten muazzam bir tahtı vardı. Tahtının ayakları da kırmızı ve yeşil Yakut’tan ve İnci ve Zümreüt’ten idi. Tahtın üstünde de yedi oda vardı ve her odanın da kilitli bir kapısı vardı.”13
İşte bu gaybi malumata dayanan spekülatif yaklaşım, geleneksel İslami anlayışın, Kur’an kıssalarının doğru anlaşılması açısından metotsuzluğunun bir göstergesidir. Kur’ani perspektiften bakıldığında Melike’nin Tahtı hakkındaki bu aşırı ve indi yorum tarzı yanlış bir yaklaşımdır. Her şeyden önce Taht hakkında bu tip tanımlamalar, mesnedi olmayan hatta olamayacak olan ve tamamen gaybi alana ait spekülatif yakıştırmalardır. Kim görmüş veya kim hangi sağlam kaynaktan bilgi edinmiş ki, Melike’nin tahtı hakkında bu kadar ayrıntılı nitelemeleri yapmakta veya yapabilmektedir?
Bu spekülatif tutumun yanısıra Kadim tefsir kitaplarında Melikenin Tahtı ile ilgili yer alan birbirine benzer veya aynı rivayetlere nazarı dikkat çekmek istiyoruz. Neredeysa hepsi aynı kaynaktan çıkmış gibi motamot birbirinin aynı olan bu detay anlatımların, birbirini kaynak gösteren bir şekilde kitaplarda dercedildiği gözlemlenmektedir. Yani bir sonraki müfessir bir önceki/öncekileri delil göstererek rivayeti aynen veya biraz daha modifiye/ilaveli olarak aktarmaktadır. Ancak şu hiç sorulmamaktadır. Bu detaylar nasıl biliniyor? Kaynağı ne?
Geçmiş yazılarımızda üzerinde durduğumuz, Kur’an kıssalarının anlaşılmasındaki önerdiğimiz metod açısından; Sebe Melikesinin Tahtını, Kur’an perspektifinde mufassallaştırmak için onunla ilgili bir kıssanın anlatıldığı Tevrat’tan kullanacağımız veriler de bulunmamaktadır. Bu hususta Tevrat’ta sadece Sebe Melikesinin; Sebe ülkesinde Kraliçe olduğu ve Hz. Süleyman’la görüştüğüne dair bir takım tali veriler bulunmaktadır. Ancak Tevrat da, Sebe Melikesinin Tahtından ve vasıflarından hiç söz edilmemektedir.
Buna mukabil Tevrat’ta Hz. Süleyman’ın kendisi için yaptırdığı muhteşem bir Taht’tan bahsedilmektedir. “Kral(Süleyman) fildişinden büyük bir taht yaptırıp saf altınla kaplattı. Tahtın altı basamağı, arka kısmında yuvarlak bir başlığı vardı. Oturulan yerin iki yanında kollar, her kolun yanında birer aslan heykeli bulunuyordu. Altı basamağın iki yanında on iki aslan heykeli vardı. Hiçbir krallıkta böylesi yapılmamıştı.”14
Bizce, Sebe Melikesinin Tahtı hakkında Kur’an’ın Hüdhüd aracılığıyla belirttiği “…lehâ arşun azîm.” şeklindeki fiziksel tavsifi üzerinde; taşmadan, zorlamalar yapmadan durmak; “..recmen bil gayb.. / gaybe taş atmak”15 tan içtinap etmek gerekmektedir. Bu durumun aksi, Kur’an kıssalarının günümüze kadar gelen indî ve İsrailiyat dolu hurafeler yığını halinin devam etmesi anlamına gelecektir. Oysa bizlerin acilen bu hurafe yığınını, Kur’an’ın kıssalarından ayıklamamız gerekmektedir.
Bir sonraki yazımızda Süleyman ve Sebe Melikesi kıssasının; Hz. Süleyman’ın, Melike’nin, Sebe’deki Tahtını, Kudüs’e getirttirmesi ve buna mümasil diğer olguların konu edildiği kıssa varyantı üzerinde duracağız.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Dipnotlar:
1- Neml27/22-23.
2- Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. XVII, S. 416-417.
3- Neml27/23-42.
4- Hacc22/73.
5- Ebusuud, Ebusuud Efendi Tefsiri, c. X, s. 4524.
6- Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, c. IV, s. 375-376.
7- İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c. XIII, s. 159.
8- Mukatil Bin Süleyman, Tefsirî Kebir, c. III, s. 241.
9- Muhammed Ali Es-Sabuni, A.g.e, c. IV, s. 375-376.
10- İbn-i Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. IV, s. 1757.
11- İbnü’l Esir, El Kâmil Fi’t-Tarih Tercümesi, c. I, s. 222-228.
12- Kadı Beydavi, Beydavî tefsiri, c. IV, s. 100.
13- Ebusuud, A.g.e, c. X, s. 4524.
14- Tevrat/I. Krallar10/18-20.
15- “Onlar üç kişidirler, dördüncüleri de köpekleridir' diyecekler. Yine: 'Beş kişidirler, altıncıları köpekleridir' diyecekler. (Yaptıkları) gayba taş atmaktır. 'Yedi kişidirler, sekizincileri de köpekleridir' diyecekler. De ki: 'Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir. Pek az kimseden başkası onları bilmez.' Artık onlar hakkında açık bir tartışmadan başka tartışmaya girme ve onlar hakkında onlardan (kitap ehlinden) kimseye bir şey sorma.” Kehf18/22.