Hz. Süleyman ve Rüzgâr İlişkisine Tevrat Verileri Açısından Yaklaşmak
Giriş:
Hz. Süleyman ve Rüzgâr ilişkisine dair yazdığımız yazılarda, Hz. Süleyman-Rüzgâr ilişkisinin Kur’an-ı Kerim’de yer alan üç sure içerisindeki sadece üç ayette beyan edildiğini, dolayısıyla konunun Kur’an tarafından mücmel/kısa/öz olarak aktarıldığının altını çizmiştik.
Bunun sebebinin, Kur’an inmezden evvel Mekke ve Medine toplumlarının alt yapısı/arka planında bulunan malumat yüzündendir demiştik. Çünkü Kur’an bilinmeyen olaylara ait kıssaları değil bilinenlere dair kıssaları anlattığını vurgulamıştık.
Kur’an, bilinen olaylara ait özellikle de konumuz olması bakımından Mekke ve Medine Araplarının yaz ve kış seferlerini yaptıkları Kudüs ve Yemen civarı tarihsel olaylarını kapsayan ayrıntıları ve Tevrat’ta uzun uzadıya anlatılan Süleyman kıssasının bilinmemesi mümkün değildir.
Ancak şöyle sorulabilir, bu bilgi, Kur’an noktai nazarından yeterli midir? Hayır? Neden? Çünkü Süleyman kıssası; tevhid ve hidayet ekseninden çıkarılarak aşk, hâkimiyet, mal-mülk, şöhret ekseninde efsanevileştirilerek bu yönlerde insanları motive eder hale gelmişti. Bilhassa Müşrik Araplar açısından, Süleyman-Belkıs aşkı eksenli efsanevi anlatımlar olarak algılanması mümkün görülmektedir.
İşte Kur’an, gerek kendinden evvel inen Tevrat metinlerinde bulunan gerekse Müşrik Arap toplumu kültürel alt yapısında mevcut olan bu muharref hale gelmiş kıssayı yeniden ve tevhidi doğrultuda hidayet amaçlı olarak beyan eder.
Kur’an bunu yaparken şu hususları kale almaktadır. Bu kıssa Mekke-Medine Arap toplumlarınca bilinmektedir. Bu bilginin kaynağı olan Tevrat, Kur’an’ın tasdik ettiği ancak aynı zamanda tashih ettiği bir kitaptır. Tevrat’ı nazarı dikkate alan Ehl-i Kitab harici Müşrik Arap unsurlar da yaptıkları ticaret seferleri ve Medine Yahudileri ile sosyal ilişkilerinden edindikleri kültürel malumat ile bu kıssadan haberdardırlar.
Dolayısıyla bilinen bir olayı kıssa eden Kur’an-ı Kerim, tasdik ettiği kitabın içindeki Süleyman kıssasını hiç kale almayıp ve hatta reddetmeyip anlatmakla onu tasdik ettiğini gösterir. Buna mukabil Kur’an’ın anlattığı Süleyman kıssası ile Tevrat kıssası arasındaki anlatımdaki farklılıklar, Kur’an’ın, Tevrat’taki tahrif edilen hususları tashih ettiğini izhar eder.
Açalım. Tevrat’ın Süleyman kıssası ile Kur’an’ın Süleyman kıssasının benzer olması; aynı resuller silsilesini, benzer biyografileri konu etmesi Kur’an’ın Tevrat’ı tasdikidir. Kur’an-ı Keri’deki Süleyman kıssası muhteviyatında yer alan; Süleyman(a.s)’ın, Davud(a.s)’un oğlu olması, İsrailoğullarından biri olması, yönetici/Kral olması, Hükümler vermesi, Sebe melikesi ile diyaloğu, vb hususlar buna örnek verilebilir.
Peki, Kur’an’ın, Tevrat’ı tashih etmesi nasıl oluyor? Tevrat’taki Süleyman kıssasında yer alan ve tevhidi sapmaya dair çok çarpıcı bir örnek vererek bu konuyu delillendirelim. Aynı zamanda Kur’an-ı Kerim, neden Süleyman kıssasını yeniden beyan etmiştir, daha iyi idrak etmiş olalım.
Tevrat’ta, Süleyman(a.s) hakkında yapılan şu tasvir, Tevrat’ın muharref tevhidi yapısını dolayısıyla yanlış olan peygamberliğin ismet anlayışını izhar etmesi açısından çok ilginçtir. “Süleyman'ın Kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı. Karıları onu, yolundan saptırdılar. Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini Tanrısı Rab'be adayan babası Davut gibi yaşamadı. Saydalılar'ın tanrıçası Aştoret'e ve Ammonlular'ın iğrenç ilahı Molek'e taptı. Böylece Rab'bin gözünde kötü olanı yaptı, Rab 'bin yolunda yürüyen babası Davut gibi tam anlamıyla Rab'bi izlemedi.”1 Gördünüz mü? Kur’an-ı Kerim, Tevrat’taki tevhidi sapmayı/tahrifatı nasıl tashih ediyor? Bu tashihi; Süleyman yoktur, Kral değildir, Davud’un oğlu da değildir, İsrailoğullarından da değildir, Kudüs’te yaşamamıştır, Sebe yöneticisi ile görüşmemiştir, diyor mu? Demiyor!.. O halde Kur’an, Tevrat’ı, dolayısıyla Tevrat’taki Süleyman kıssasını tasdik ediyor, değil mi?
Bu verdiğimiz örnek, aynı zamanda Kur’an kıssaları ile Tevrat veya İncil kıssaları arasındaki bağlantıyı vermektedir. Kur’an-ı Kerim, Tevrat ve İncil’de zikredilen kıssaların benzerlerini zikretmekle yeni bir din inşa etmemektedir. Bozulan muharref hale gelen dinin, kitapları, dolayısıyla içindeki muharref kıssalarını yeniden eski haline, tevhidi ve hidayet eksenli asli yapısına irca etmektedir. “Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik.”2
Kur’an’ın anlattığı Süleyman kıssası ile Allah; Tevrat’ta da anlatılan Süleyman kıssasından detaylıca haberdar olan Ehl-i Kitab’a –Yahudi ve Hıristiyanlar- beyninizde Süleyman ile ilgili ne varsa atın öylece Kur’an’a mı gelin diyor yoksa Kur’an’ın farklı anlattığı hususları –Tevhidi ve hidayet eksenli- düzeltin mi diyor. Bir düşünün bakalım!..
Kur’an şöyle demiyor değil mi? Kur’an geldi dolayısıyla ey Ehl-i Kitab bilginizde, dağarcığınızda Süleyman’la ilgili ne varsa silin atın yalnızca Kur’an kıssalarında anlatılanları kale alın! Böyle mi diyor yoksa şöyle mi? “Doğrusu bu Kur'an, İsrailoğullarına, hakkında ihtilâf ede geldikleri şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır.”3 “Biz bu Kitab'ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.”4
Şimdi can alıcı bir soru soralım. Kur’an’ın Süleyman kıssası ile Tevrat’ın Süleyman kıssası arasında tarihsel ve anlattığımız veçhede –Tevrat’ı tasdik ve tashih etme- dini bir bağlantı yoksa Neden Hz. Muhammed yeni kıble emri gelinceye kadar Kudüs’e dolayısıyla Hz. Süleyman’ın Rabb’i için inşa ettiği mabede doğru namaz kılmıştır? Kudüs’ün dolayısıyla Süleyman mabedinin ilk kıble olması, bu mabedin kurulma aşamaları, bu mabedi kuran, o toprakları ele geçirenlerle ilgili malumat nerede yer almaktadır?
Demek ki, Kur’an’ın Süleyman kıssası mücmel anlatımlarını Tevrat’ın, Kur’an perspektifindeki verileri ile mufassallaştırabiliriz. Bu metodda hiçbir tevhidi sakınca yoktur. Yeter ki, sınırlarını iyi çizebilelim. Kadim İslam külliyatında yer alan Tevrat ve Kur’an eksenli, boşluklar! dolduran “İsrailiyat”a dalmayalım. Kur’an’ın gaybi sınırlarını aşan ve “gaybı taşlamaktan” öte bir işe yaramayan lüzumsuz! merviyat icat etmeyelim. Bu hususta “Süleyman-Rüzgâr İlişkisinin İslam Tefsirlerindeki Yansımaları”5 başlıklı yazımıza bakarsanız bunların örneklerini görmeniz mümkün olur.
Kur’an’ın Süleyman-Rüzgâr ilişkisi ayetleri:
Hz. Süleyman’ın, Rüzgâr ile ilişkisini beyan eden Kur’an-ı Kerim ayetleri nüzul sırasına göre şöyledir: "Gündüzün estiğinde bir aylık mesafeye gidip akşam da bir aylık mesafeden dönen Rüzgârı Süleyman 'in buyruğu altına verdik."6 “Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli Rüzgârı, Onun buyruğuna verdik..."7 "Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden Rüzgârı verdik."8
Nüzul sırasına göre verdiğimiz bu ayetlerin ilki olan Sebe suresindeki Rüzgâr anlatımında; Hz. Süleyman’ın emrindeki Rüzgârın sürati bildirilmektedir. Hal böyle olunca bu süratli Rüzgâr ile Süleyman(a.s) arasında maddi bir ilişki kurmak gerekmektedir. Yani bu süratli Rüzgâr ile Süleyman ne yapıyor, nasıl yapıyordu? Yani Süleyman’ın emrine musahhar Rüzgâr ifadesi neyi kapsamaktaydı? Bunun tarihsel detayı ayet içerisinde yoktur.
Devamındaki nüzul sırasına göre ikinci sırada inen açıklamada ise ilk inen ayetteki Rüzgârın sürati, öz bir ifade ile tasvir edilmektedir. Buna göre "…Gündüzün estiğinde bir aylık mesafeye gidip akşam da bir aylık mesafeden dönen Rüzgâr….”ifadesi; “…Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli Rüzgâr…” olarak daha belagatli bir tasvire dönüşmekte buna mukabil bu şiddetli rüzgar ile ne yapıldığına dair hafif bir temas veya ihsas da bulunmaktadır. Dolayısıyla ayetin devamındaki “…Bereketli kıldığımız yere doğru…” ifadesi, Hz. Süleyman’ın, Rüzgâr ile ne yaptığına hafif bir açıklık getirmektedir ancak bu kafamızdaki sorulara cevap vermesi açısından yeterli değildir.
Kur’an’da serdedilen Süleyman-Rüzgâr ilişkisine dair mücmel tarif ve tasvirler bu hususta bilgisi olanlar için mesela Yahudi ve Hıristiyanlar veya bugün kültürel olarak tefsirlerde yer alan bilgilerin sahibi olanlar için Hz. Süleyman’ın gücünün Allah tarafından ihsan edildiğini ihsas veya buna dair atıf vardır. Böylece güç ve kudret timsali olarak beşeri ilahlık! vasfı kazandırılan/kazandırılabilecek Süleyman(a.s)’ın her şeyinin, Cenabı Hakk’ın tasarrufu ile gerçekleştiği bildirilerek, Tevhidi anlamda mesaj iletilmektedir. Güç Süleyman’da değil onun Rabb’indedir.
Cenabı Hakk, bütün bu mesajları, Tevrat’ta yer alan tüm verileri aynen tekrar ederek değil, kritik noktalardaki belagat ve icazat dolu mücmel açıklamalarla yapmaktadır. Kur’an kıssalarındaki ve özelde Süleyman kıssasındaki mücmellik bu vasıftadır diyebiliriz. Yani Kur’an’ın mücmelliği, Tevrat veya İncil detayları ile birleştirilmelidir. Şimdi şöyle izah edelim. Cenabı Hakk, Kur’an’daki, Süleyman kıssasında Tevrat’ta olduğu gibi gemilerden, Hiram’ın yardımından, gemilerin gittiği bölgelerden, gelen mallardan detayları ile bahsetmemektedir. Bütün bunları kapsayan belagat ve icazat dolu üç ayetteki mücmel ifadelerle bunu yapmaktadır.
Kur’an’ın bu mücmelliği, Tevrat’taki tafsilatlı veriler ile örtüştürüldüğünde Kur’an’ın mücmel ifadeleri mufassal hale dönecektir. Dolayısıyla Kur’an’ın, kıssalar hususundaki mücmellik uygulaması; hem İslam’ın geçmişten itibaren gelen bir din olduğunu hem bu dinin kitapları olan Tevrat ve İncil’in devamı olarak geldiği algısını ve iddiasını pekiştirmektedir.
Kur’an-ı Kerim’deki mücmellik, aynı zamanda Kur’an’ın geliş amacının, yeni bir din getirmek olmadığını, geçmiş kitap ve resullere dayanan çizginin, onları destek ve tashih eden son halkası bir kitap olduğun ifşası olarak anlaşılmalıdır. “..”Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler.”9 “O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti.”10
Son inen ayette ise Süleyman’ın emrine tabi olan Rüzgâr olgusunun altı çizilmektedir. Rüzgâr tamamen Süleyman’a tabidir. Bu ifade aynı zamanda Süleyman-Rüzgâr ilişkisinin bir mucize olduğunu beyan etmektedir. Süleyman’ın emrindeki Rüzgâr; ister Süleyman’ın direk sözlü emri ile isterse Cenabı Hakk’a duası sonrası onun isteğini yerine getirsin kabul edelim mucize olması açısından fark etmez. Çünkü bu olağanüstü bir olaydır. Mevdudi bunu şöyle tefsir etmektedir: “Rüzgârın ona boyun eğdirilmesi konusuna gelince, bu Allah'ın lütfu ile Rüzgârın yönünün hep Süleyman'ın (a.s) gemilerinin gideceği yöne esmesi -ki, o dönemde gemiler tamamen rüzgâra bağlı olarak hareket ediyorlardı- anlamına gelebilir. Fakat 81. ayette geçen "Onun emriyle eserdi" ifadesini zahiri anlamda olduğu gibi kabul etsek de bir sakıncası yoktur. Çünkü Allah, kullarından dilediğine böyle güçler verebilir.”11
Yeryüzünde normal bir vakıa olarak, Hz. Süleyman’a tahsis edilerek onun isteği ile Rüzgâr’ın vazife icra etmesi gibi bir başka vakıa bize bildirilmemekte veya gerçekleşmemektedir. Dolayısıyla ağzı, kulağı olmayan bir varlığın –Rüzgâr- bir insan isteği ile hareketi her halükarda mucize olarak kabul edilmesi gereken bir olay olmalı/anlaşılmalıdır.
Buradaki anlatımda önemli olan Rüzgârı Süleyman’ın emrine veren ve ona ticaret yollarını açan Allah’ın varlığının hissedilmesi ve görülmesidir. Eğer Allah’ın dahlini alıp! ya da göz ardı edip, yerine sadece Süleyman’ı ve yaptıklarını korsanız o takdirde tevhidi çizgi dışına çıkarsınız ki, Süleyman bir put! haline dönüşür binaenaleyh Müşrik Arap toplumundaki kültürel Süleyman kıssası algısı bu şekle dönüşmüştür.
İnsanların bir işe başlamadan o işi yapmadan gerçekleştirmesi gereken ilk eylem “inşallah/Allah dilerse” sözü olmalı değil midir? Sadece bunu söylemek bile Allah’ın, yaptığımız işlere dahlini kabul ve göstergesi değil midir?
Süleyman(a.s)’a özellik arz eden Rüzgâr’ın tahsisi, bir mucize ve ona dayanılarak yapılan veya gerçekleşen işlerin de Allah’ın sayesinde olduğu gerçeği aynı zamanda işe başlamadan yapılan “İnşaallah/Allah dilerse” sözü ile başlamanın olumlu bir getirisidir.
Kur’an’ın bize Süleyman-Rüzgâr kıssası ile verdiği mücmel anlatım bir yere kadar gelip orada durmaktadır! Neden? Çünkü Rüzgâr mucizesinin nasıl gerçekleştiğine dair detaylı malumat bildirilmemiştir. O halde ne yapalım? Bu, Süleyman’a verilen bir mucize deyip hiçbir detay düşünmeden kabul edip geçelim mi? Yoksa Cenabı Hak bu olayı kısa anlattığına göre bunun detayları olmalıdır diye akletmeyelim mi?
Ya da Kur’an’ın inişi sırasında veya şimdi de Yahudi veya Hıristiyan biri iseniz ya da dolaylı olarak –Mekke-Medine Araplarının ticaret seferlerinde öğrendiği kültürel malumat gibi- Süleyman(a.s) ile ilgili etraftan malumat sahibi olmuşsanız, Kur’an’ın anlattıkları vechesinde bu bilgilerinizi örtüştürmeyecek misiniz?
Eğer böyle yapmazsanız, kadim tefsirlerdeki gibi uçan tahta yaygı üzerinde gerçekleşen mucize yorumlarını kabul etmek zorunda kalırsınız ki bu yorumlar, Kur’an’ın gayb perspektifinden bakıldığında yanlış olan yorumlardır.
Hadi bir tez olarak sunduğumuz şu görüşümüzü bir değerlendirin ve kendinize bir sorun! Kur’an’dan evvel nazil olan Tevrat’ta ve Mekke-Medine Arap toplumundaki kültürel arka planda var olan detay malumatın üzerine mücmel/kısa/öz olarak inzal etmekle, Kur’an perspektifinde, Tevrat veya diğer tarihsel veriler ile mufassallaştırılmasını mı ihsas etmiştir?
Biz bu son tezin, Kur’an perspektifinden doğru olduğu kanaatindeyiz. Bundan ötürü Kur’an’ın mücmel olarak bildirdiği, Süleyman-Rüzgâr ilişkisine dair kıssayı, elimizdeki en eski tarihsel ve dini bir metin olan Tevrat verileri ile örtüştürerek mufassallaştıracağız.
Tevrat kitaplarında Süleyman-Rüzgâr ilişkisine dair veriler:
Tevrat, Kur’an-ı Kerim’deki Süleyman kıssasının kısa/mücmel beyanına nazaran; Süleyman kıssasını tarihsel bağlamda ve detaylarıyla anlatmaktadır. Yani Tevrat; Süleyman öncesi babası Davut(a.s) zamanından başlayarak, kronolojik düzende, biyografik tanımlamalar, coğrafi tarifler, etnik ve sosyolojik perspektiflerle kıssayı uzun uzadıya bildirmektedir.
Otuz dokuz ayrı kitaptan oluşan Tevrat’ın; I.Krallar ve II. Tarihler, kitaplarında Hz. Süleyman’ın gemileri, bu yolla yaptığı ticareti, bu ticaret seferlerinin uzunluk/süreleri, gemi limanları ve gemilerde çalıştırdığı insanlar hakkında tarihsel bilgiler verilmektedir.
Kur’an, Hz. Süleyman’ın yöneticiliği/Krallığı hakkında “Melike: mulûke / Hükümdarlar / yöneticiler / Krallar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi.”12 gibi mücmel/kısa beyanı sunarken zaten Tevrat’ta var olan şu coğrafi ve sosyal, tarihi perspektifi kale almaktaydı. “Süleyman, Fırat Irmağı'ndan Filist'e(Filistin), oradan Mısır sınırına kadar bütün ülkelere egemendi. Bu ülkeler Süleyman'ın yaşamı boyunca ona haraç ödeyip hizmet ettiler (….) Tifsah'tan Gazze'ye kadar, Fırat Irmağı'nın batısındaki bütün krallıkları Süleyman yönetiyordu. Her tarafta barış vardı.”13 “Süleyman'ın İsrail'de on iki bölge valisi vardı. Bunlar kralın ve sarayın yiyecek içecek gereksinimini karşılardı. Her vali yılda bir ay bu gereksinimleri karşılamakla yükümlüydü.”14
Anlaşılacağı üzere sınırlarına kadar Süleyman Krallığının hâkimiyet alanı ve yönetim şeklini; ülkenin iktisadına dair hususları ayrıntıları ile anlatan Tevrat’taki Süleyman kıssasının bu verilerini Kur’an tekrar etmemiştir. Dahası dili! Tevrat’ınki gibi tarihsel, düz ve soğuk! değil bilakis Tevrat verilerini de kapsayacak belagat, fesahat içeren icazat dolu anlatımlardır.
Sebe Melikesinin Kur’an’daki şu ifadesi buna delil değil midir? “Melike: “mulûke”/Hükümdarlar/yöneticiler/Krallar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar.” Bu ifade içerisinde Süleyman’ın Krallığının gücüne dair her türlü anlatım büyük bir icazatla yer almaktadır. Yani biz, bu mezkûr ayeti, Tevrat içerisindeki Kur’an perspektifinde tüm tarihsel beyanlar ile birlikte örtüştürebilir ve Kur’an’ın bu mezkür ayetinin bu anlatımların hepsini içerdiğini, bunun Tevrat’ı tasdik ettiğini söyleyen Kur’an için bir tezat teşkil etmeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Neden böyle coğrafi ve sosyal bir tespit ile başladık. Çünkü Kur’an’ın, Süleyman kıssasında, Süleyman(a.s)’ın hâkim olduğu coğrafya ve buranın iktisadi durumu hakkında geniş bir bilgi yoktur. Eğer bu konumu yeterince bilmez iseniz o halde Süleyman aleyhisselamın, Kur’an’da anlatılan, icraatlarını yanlış yorumlamaya veya mufassallaştırmaya başlarsınız.
İşte Süleyman-Rüzgâr ilişkisi de kadim kaynak müellifleri tarafından böyle bir konumda değerlendirilmiştir. Şimdi Süleyman’ın emrine tahsis edilen dolayısıyla bereketli topraklara, bir aylık hızlarla, yumuşak ve hızlı akan rüzgârı neye göre mufassallaştıracaksınız.
Alın size bir örnek: “Süleyman’a da şiddetli esen rüzgârı musahhar kıldık. Rüzgâr onun emriyle mübarek kıldığımız yere “Şam ilkesine” doğru eserdi. Ve Biz, her şeyi bilenleriz. ”Hz. Süleyman’ın ahşaptan bir halısı vardı. Ülke işlerinden ihtiyaç duyulan her şey; atlar, develer, çadırlar ve askerler onun üzerine konulur, sonra rüzgâra onu taşımasını emrederdi de, rüzgâr o halının altına girer, yüklenir, yükseltir ve onu götürürdü. Kuşlar onu gölgeleyip arzuladığı yere ulaşıncaya kadar sıcaktan korurdu.”15
Hadi çözün bakalım bu ünlü müfessirin anlattıklarını! “..Şam ülkesi..” nere? “…ahşaptan bir halısı…”nın olduğunu kim bildirmiş?
Tefsirlerde yer alan; “…Ülke işlerinden ihtiyaç duyulan her şey; atlar, develer, çadırlar ve askerler onun üzerine konulur…” ifadesi ile Kur’an’ın şu ayeti; “Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı; hepsi bir arada düzenli olarak sevk ediliyordu. Nihayet Karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi.”16 ne kadar tezattır? Biri orduları havada uçururken(!) Kur’an ise yerde yürüyen orduların ezmesi ihtimali olan karıncadan bahsetmektedir.
Bütün bu tezatlar, Kur’an kıssaları ile ilgili yazılarımızda sürekli vurguladığımız; kadim tefsir ve siyer kaynaklarında Kur’an kıssalarının mufassallaştırılmasındaki metodoloji yanlışlığının sonucudur. Kur’an kısaslarının anlaşılması/mufassallaştırılmasında sahih/doğru bir metod oturtturamayan müfessirler tamamen gayri Kur’an’i bir tavır “gabya taş atan” bir konumla meseleleri açıklamaya çalışarak yanlış bir mufassallaştırma işlemi uygulamışlardır.
Kaldığımız yerden devam edelim. Tevrat’ın çizdiği sınırlar içerisinde hâkimiyet süren Hz. Süleyman’ın yönettiği tebasının Süleyman’ın yönetimine olan memnuniyeti Tevrat’ta şöyle ifade edilmektedir: “Yahuda ve İsrail halkı kıyılardaki kum kadar kalabalıktı. Herkes yiyip içip sevinç içinde yaşıyordu.”17
Peki, şimdi soralım Süleyman’ın hâkimiyeti altındaki bu tebaanın memnuniyeti nasıl sağlanıyordu? Bunun cevabını doğru verebilirsek Süleyman ve kıssasını doğru anlamış ve her çağdaki Kur’an muhatapları bundan dersler ve doğru mesajlar çıkarmış olacaklardır. Bu aynı zamanda Kur’an kıssalarının doğru mufassallaştırılmasının verdiği olumluluğu göstermiş olacaktır. Yani ne kadar doğru, sahih bir mufassallaştırma yaparsak Kur’an perspektifinde alacağımız dersler o kadar artacaktır. Bu olumlu dersler şimdi üzerinde durduğumuz Süleyman-Rüzgâr kıssası içinde geçerlidir.
Tevrat, Hz. Süleyman’ın hâkim olduğu coğrafyanın çeşitli iktisadi ihtiyaçlarını nasıl karşıladığı hakkında şu bilgileri vermektedir: “Ofir'e giden bu gemiciler, Kral Süleyman'a dört yüz yirmi talant altın getirdiler.”18 “Kralın, Hiram'ın adamlarının yönetiminde ticaret gemileri vardı. Bu gemiler üç yılda bir altın, gümüş, fildişi ve değişik maymunlarla yüklü olarak dönerlerdi.”19 “Hiram'ın gemilerinin yanı sıra, kralın da denizde ticaret gemileri vardı. Bu gemiler üç yılda bir altın, gümüş, fildişi ve değişik Maymunlar ve tavus kuşlarıyla yüklü olarak dönerlerdi.”20
Bu anlatımlara göre Hz. Süleyman’a ait gemiler vardır ve bu gemiler; gemi ticareti ile ünlü Sur kralı Hiram’ın usta gemicilerinin denetiminde, Hz. Süleyman’ın tebaasından çalışanlar tarafından işletilmektedir. Süleyman(a.s)’ın gemileri hakkında Mevdudi şöyle der. “Yani, "Hz. Süleyman'ın ticarî gemi filosu, emriyle duruma göre yumuşak bir şekilde akıp gider."”21 M. İslamoğlu; “Hz. Süleyman’ın efsanevi devletine tüm dünyanın zenginliklerini taşıyan unsur gemi filolarıydı”22 yorumunu yapmaktadır.
Kur’an’ın, Süleyman-Rüzgâr ilişkisinin maddi boyutunu Tevrat’tan detaylandıralım; “Kral Süleyman Edomlular'ın ülkesinde, Kızıldeniz kıyısında Eylat23 yakınlarındaki Esyon-Gever'de gemiler yaptırdı.”24 Tevrat’a göre Hz. Süleyman Sur kralı Hiram ile anlaşarak Kızıldeniz’in Akabe körfezi kıyılarından Eylat ve Esyon-Gever’de Limanlar oluşturmuştur. Sur kralı Hiram’ın sahip olduğu gemilere kendi tebaasından gemiciler koyarak ticari seferler düzenlemiştir. Bakınız bu tarihsel olgu Tevrat’ta nasıl anlatılmaktadır: “Hiram ona denizi bilen gemiciler ve kendi görevlileri aracılığıyla gemiler gönderdi.”25
Hz. Süleyman’ın bu iktisadi eylemi sonucu Tevrat’ta Ofir26 adı verilen ancak tam coğrafyası bilinmeyen bölge/bölgelerden çeşitli ihtiyaç maddeleri ticareti yapıldığı anlaşılmaktadır. “Bu arada Hiram'ın gemileri Ofir'den altın ve büyük miktarda almug kerestesiyle değerli taşlar getirdiler.”27
Hz. Süleyman gemiciliği sadece Kızıldeniz ve hinterlandında değil Akdeniz’de de gerçekleştirmiştir. “Hiram'ın gemilerinin yanı sıra, kralın da denizde Tarşiş28 gemileri vardı. Bu gemiler üç yılda bir altın, gümüş, fildişi ve değişik maymunlarla yüklü olarak dönerlerdi.”29
O dönemin gemiciliğinin tamamen rüzgar enerjisine dayalı olarak yapıldığı göz önüne alındığında Hz. Süleyman’ın ihtiyaç duyduğu şey ne olabilir sizce?... Hemen cevap buldunuz değil mi? Hz. Süleyman’a lazım olan rüzgâr’dır. Bu rüzgâr normal olarak kullanıldığında da belki belli bir ihtiyacı karşılayacaktır. Ancak Kur’an’da; "Gündüzün estiğinde bir aylık mesafeye gidip akşam da bir aylık mesafeden dönen Rüzgârı Süleyman 'in buyruğu altına verdik."30 ayetinde açıklanan Süleyman’ın emrinde olan müthiş süratli veya devamlı esen “Mucize” Rüzgâr’la Hz. Süleyman, istediği beldelere istediği süratle ticaret yapabilmiş böylece iktisaden hızlı bir kalkınma sağlamış bu sayede halkını memnun edebilmiştir.
Tevrat’taki gemi, Liman, Hiram, gemiciler, gemi ticareti açıklamalarının yani bu gemicilik üzerine olan detaylı anlatımların, Kur’an tarafından tasdiki veya bütün bunları içerisine alan icazatlı açıklaması nedir?
Bize göre; Kur’an’ın, Tevrat verilerini de içerisine alan icazatlı açıklaması, Rüzgârlar eksenli ve Allah’ın desteğini izhar eden beyanlardır. Kur’an’daki sadece üç ayet bile Tevrat’taki tüm bu geniş tarihsel açıklamaları da kapsamı içerisine alan müthiş bir anlatım güzelliğini göstermektedir.
Yani Kur’an, tarihsel bir gerçeği, Tevrat’taki tarif ve tasvirlerle aynen değil daha dinamik ve tevhidi anlamda kapsayıcı belagat, fesahat ve icazat dolu dinamik mücmel ayetler ile beyan etmektedir. Binaenaleyh Kur’an rüzgâr ve rüzgâra dayalı tasvir ve tarifler yaparken kullandığı belagat, fesahat ve icazat dolu mücmel ifadeler aynı zamanda bu işin gemiler, gemicilik, üstün bir donanma tekniği vb şeylerle yapıldığını da içermektedir.
İşte bu içeriğin tarihsel anlamda mufassalalaştırılması, Kur’an öncesi inen kitaplardaki muhteva ile yapılması gereklidir. Böylece yapılan uygulama Kur’an perspektifinden bakıldığında Kur’an’ın bu kitapları tasdik, bu mezkûr kitap sahipleri olan resulleri tasdik ve aynı zamanda aynı tevhidi çizginin yani kesintisiz vahyin tasdiki anlamına gelmektedir.
Şimdi Kur’an’daki şu ayeti okuyalım bakalım. Süleyman-Rüzgâr ilişkisi ve Rüzgârın mucizevîliği sayesinde Hz. Süleyman’ın hâkimiyetindeki ülke kalkınması ve Hz. Süleyman’ın ünü nasıl gerçekleşmiştir? “Süleyman: Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi. Bunun üzerine biz rüzgârı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı.”31
Şimdi daha iyi müşahede ediverdiniz mi, Süleyman’ın gemi ticareti ile sağladığı zenginliği ve bunun asıl müsebbibinin Cenabı Hakk olduğunu? Bu Tevhidi mesaj ancak bu kadar belagat, fesahat ve icazat dolu mücmellikle verilebilirdi değil mi? O halde Kur’an muhatabı olanlar her çağda şu dersleri Süleyman-Rüzgâr kıssasından alabilir mi?
Önce Allah’tan iste!.. sonra bunun maddi gereğini en güzel şekilde yerine getir!... Sonra yine Allah’a tevekkül et, dayan!... Bütün bunlar Allah rızası temelli olsun. Heva ve heves için değil!... Derslere bakın derslere!... Mesajlara bakın mesajlara!... Şu kısacık kıssa ayeti/ayetleri ne dersler ne mesajlar içeriyor değil mi? Kıssalara lakaydî yaklaşıma32 bir daha esef etmeyelim mi?
Kaldığımız yerden devam edelim Mehmed Vehbi efendinin, Süleyman(a.s)’ın emrindeki Rüzgâr ile ilgili tefsirinden; “…Süleyman aleyhisselam bununla balon gibi mi yoksa teyyare gibi mi giderdi orasını Allah bilir….." bölümünü rütuşlarsak! Tarihsel anlamda ve Kur’an perspektifinde daha yerinde ve oturaklı daha olumlu mesaj ve dersler veren bir tefsir olmaz mı? "Süleyman aleyhisselama müsahhar kılınan bir rıyhi (rüzgâr) mahsus idi... Yani Süleyman aleyhisselam isterse bütün âlemin rüzgârını tutabilirdi demek değil, havada bir cereyanına tasarruf edebilir ve onunla dilediği yere gidebilirdi… Süleyman aleyhisselam bununla balon gibi mi yoksa teyyare gibi mi giderdi orasını Allah bilir...”33
İşte verdiğimiz, Hülasat’ül Beyan tefsiri sahibi örneğinde olduğu gibi diğer müfessirlerde de benzeri metodu uygulasak veya bu müfessirlerin Kur’an kısaslarını mufassallaştırmada sahih bir metodoloji ortaya koymuş olsalardı, Süleyman kıssası ile ilgili üzerinde mütalaa ettiğimiz sorunlar oluşmazdı kanaatindeyiz.
Hal böyle olunca her çağdaki Müslümanların işlerinin gereğini yaparak, sonucu ve desteği Allah’a bırakmalı mesajını almak çok kolay değil mi? Hadi size on sekiz yıl öce yazdığımız “Süleyman peygamberi anlamak” başlıklı yazımızın sonuç bölümünü yeniden sunalım: “Allah'ın verdiği nimetleri onun kanunlarına göre değerlendirerek toplumun refahını artırmak? Diğer toplumların önüne geçmek... Hz. Süleyman'ın gemiler inşa edip, rüzgârlardan faydalanarak ticarette ilerlemesi, zırh ve Arap atları ile teçhiz edilmiş kuvvetli bir orduya sahip olması, bakır madenini işleme sanatını geliştirmesi ve inşaat sanatını ilerleterek elde ettiği göz alıcı binalar sayesinde kurduğu medeniyet bizlere ibrettir. Böylece silah üstünlüğü sayesinde gelecek tehlikelere karşı hem hazırlıklı olmak, hem de diğer kavimlere üstünlüğünü bu yolla kabul ettirmek mümkün olabilir. İyi değerlendirilen yeraltı ve yerüstü servetleri ve iyi yapılan ticaret sayesinde ekonomik olarak hem kavmini refaha ulaştırmak ve hem de diğer kavimlere egemenlik sağlamak mümkün olabilir. İslam bunu yaparken insanlara adalet ve refah götürür. Fakat günümüzde ise aynı imkânlara sahip müşrik, emperyalist Batı ülkeleri kendi refah ve zenginliklerini, diğer milletlerin sömürülmesine, aç kalmasına, yokluk ve sefalet içinde kalmasına dayandırmaktalar.”34
Sonuç:
Bu yazımızı okuyup, diğer Kur’an kıssalarıyla ilgili yazılarımızda olduğu gibi bize çeşitli yafta ve karalamalar yapacak/yapmaya çalışacaklar için çağdaş! Müfessirlerimizden, biri olan Mevdudi’den; Hz. Süleyman-Rüzgâr ilişkisine dair tefsirinden alıntı yaparak şimdiden bu yolla nazik ve ilmi bir cevap vermiş olalım. “O halde Rüzgâr Süleyman'ın (a.s) emrindeydi ve o, bir aylık uzağa deniz seferleri düzenleyebiliyordu. Çünkü Rüzgâr onun gemileri için istediği yönde esiyordu. Kitab-ı Mukaddes'de Süleyman'ın (a.s) büyük bir deniz ticareti geliştirdiğini kaydeder. (I.Krallar,10:22) Bir taraftan onun ticaret gemileri Kızıldeniz boyunca Ezion-Geber'den Yemen'e ve diğer doğu ve güney ülkelerine gidip geliyor, diğer taraftan Tarsis adı verilen donanması Akdeniz'de batı ülkelerine seyahat ediyordu. Edon'da Akabedeki maden ocaklarından çıkarılan bakır ve demirleri eritmek ve işlemek için Ezion-Geber'de onun kurduğu fırın, bugün yapılan arkeolojik araştırmalar tarafından da doğrulanmaktadır. Bu eritilmiş demir ve bakır, başka faydalarının yanı sıra gemi yapımında da kullanılıyordu. Kur'an bu konuya şöyle değinmektedir: "Erimiş bakır madenini ona (Süleyman'a) sel gibi akıttık." (Sebe: 12)”35
Kur’an perspektifinden bakıldığında tam ve sahih bir metodoloji örneği veren Mevdudi, anlaşılacağı gibi; Tevrat, Arkeoloji, coğrafi tüm bilgi birikimi ve vasıtaları ile Kur’an’ın Süleyman kıssasını, “İsrailiyat”a ve indî mütalaalara yer ve ödün vermeden mufassallaştırmakta/tefsir etmektedir. Allah kendisinden razı olsun. Amin.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Dipnotlar:
1- Tevrat/I.Krallar11/3-6.
2- Kur’an/5Maide48.
3- Kur’an/27Neml/76.
4- Kur’an/16Nahl/64.
5- Cengiz Duman, Süleyman-Rüzgâr İlişkisinin İslam Tefsirlerindeki Yansımaları, http://www.haksozhaber.net/suleyman-ruzgar-iliskisinin-islam-tefsirlerindeki-yansimalari-21680yy.htm
6- Kur’an/58Sebe/12.
7- Kur’an/21Enbiya/81.
8- Kur’an/38Sad/36.
9- Kur’an/2Bakara/4.
10- Kur’an/3Ali İmran/3.
11- Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, c.III, s. 323, İstanbul–1996.
12- Kur’an/27Neml/34.
13- Tevrat/I.Krallar4/21,24.
14- Tevrat/I.Krallar4/7.
15- İbni Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. III, s.1479.
16- Kur’an/27Neml/17-18.
17- Tevrat/I.Krallar4/20.
18- Tevrat/I.Krallar9/28.
19- Tevrat/II.Tarihler9/21.
20- Tevrat/I.Krallar10/22.
21- Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, c.V, s. 77, İstanbul–1996.
22- Hayat Kitabı Kur’an, Mustafa İslamoğlu, s.631.
23- “Akaba körfezi kıyısında birbirine yakın iki yerleşim merkezi. Elat "büyük ağaçlar" anlamında, Etsyon-geber "güçlü olanın bel kemiği" anlamındadır. « Bkz: http://incilbg.com/bilgi/yeradlari_lat.html
24- Tevrat/I.Krallar4/26.
25- Tevrat/II.Tarihler8/18.
26- "Ofir'den altın getiren Hiram'ın gemileri de, Ofir'den pekçok sandal ağaçları ve değerli taşlar getirdiler.. Çünkü Hiram'ın gemileriyle beraber kralın (Süleyman'ın) denizde Tarşiş gemileri vardı; Tarşiş gemleri üç yılda bir kere altın, gümüş, fil dişi, maymunlar ve tavus kuşları ile yüklü olarak gelirlerdi" (1.Krallar 10:11,22). Ofir altınıyla ün kazanmış bir yerdi (Eyub 22:24). Sam'ın soyundan Eber'in oğlu Peleg İbrahim'in atasıydı. Eber'in diğer bir oğlu olan Yoktan'ın oğulları arasında Şeba, Ofir ve Havilah vardı Tekvin 10:25-29). "Bunların oturdukları yer Meşa'dan Sefar'e giderken doğu dağıdır" (Tekvin 10:30). Ofir adlı kişi Ofir adlı yere adını vermişse Ofir'in Yemen'deki Saba ile Havila arasındaydı. Oysa oraya üç yılda bir gidip gelme vakti çok uzun sayılabildiğinden ve maymunların Arabistan'da bulunmadığından bazı uzmanlar Ofir'in Afrika'nın doğusundaki Somaliya ya da Hindistan'da bir yer olduğunu öne sürmüşlerdir. Eski Antlaşma'nın Eski Yunanca çevrisi Ofir sözcüğünü Hindistan olarak yorumlamıştır. Bombay'ın kuzeyinde 100 kilometre uzaklığında bulunan Supara'nın Ofir olduğu öne sürülmüştür. » Bkz : http://incilbg.com/bilgi/yeradlari_lat.html
27- Tevrat/I.Krallar10/11.
28- “Yahudi tarihçi Yosefus Nuh oğlu Yafet oğlu Yavan'ın oğlu Tarşiş'in Tarsus adlı kentle ilgili olduğunu bildirir (Tekvin 10:2-5). Yavan'ın Yunan'la ilgili olduğu sanılır. Buna göre Tarsus kenti Yunan kolonisi olarak kurulmuş olabilirdi. Tarsus'un Eski Antlaşma'daki Tarşiş'le ilgisi olup olmadığı kesinlik kazanmamıştır (….)Tarşiş'in tek yer mi olduğu yoksa bazı uzmanların öne sürdüğü gibi maden filizi eritme fırını anlamındaki bir sözcüktü ve maden ticaretiyle uğraşan çeşitli limanlar için mi kullanıldığı kesin olarak saptanamamıştır. Uzak olduğu için maden ticaretinde ün kazanan İspanya'nın eski Tartessus kenti olduğu sanılmıştır. Tarşiş adı Sardinya adasında bulunan Finikeliler'in bir yazıtında görülür. » Bkz : Bkz : http://incilbg.com/bilgi/yeradlari_lat.html
29- Tevrat/I.Krallar10/22.
30- Kur’an/58Sebe/12.
31- Kur’an/38Sad/35-36.
32- Cengiz Duman, Kur’an Kıssalarına Lakayd Bir Bakış; 'Biraz da Kur’an Okuyalım', http://www.haksozhaber.net/kuran-kissalarina-lakayd-bir-bakis-biraz-da-kuran-okuyalim-21078yy.htm
33- Mehmed Vehbi, Hülasatü'l-Beyan, Cilt. XI-XII, s. 241.
34- Cengiz Duman, Süleyman Peygamberi Anlamak -2, Haksöz dergisi, sayı-29, Ağustos-1993; http://www.haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=450
35- Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, c.III, s. 323, İstanbul–1996.