SÜLEYMAN PEYGAMBER VE ALLAH’IN ONA BAHŞETTİĞİ NİMETLER
Artık Süleyman (a) hem bir Melik, hem de resul olarak ülkesini yönetmeye başlamıştı. Babasından kalan hükümdarlıktan başka, Allah ona peygamberlik de vermişti. “Andolsun ki Davud ‘a ve Süleyman ‘a İLİM verdik.” (Neml/15).
Tevrat'ta ise bu hususa şöyle değinilir.
" Ya RAB Tanrı, babam Davut'a verdiğin söz yerine gelsin! Beni yeryüzünün tozu kadar çok olan bir halkın kralı yaptın. "
" Şimdi bu halkı yönetebilmem için bana bilgi ve bilgelik ver. Başka türlü senin bu büyük halkını kim yönetebilir! "
" Sana bilgi ve bilgelik verilecektir. Sana ayrıca öyle bir zenginlik, mal mülk ve ün vereceğim ki, benzeri ne senden önceki krallarda görülmüştür, ne de senden sonrakilerde görülecektir. " (2. Krallar,1/9-10-12)
Hz. Süleyman, Tevrat’ta " Fırat Irmağı'ndan Filistiler bölgesine, oradan da Mısır sınırına dek uzanan bölgedeki bütün krallara egemendi. " (2. Krallar,9/26)diye tarif edilen, bugünkü İsrail topraklarından daha da büyük bir araziye sahip devletin başına geçmişti. Ülkenin batısını teşkil eden topraklar Akdeniz’e sınırdı. Bu kıyılar deniz ticaretinin limanlarını oluşturuyordu. Ayrıca Kızıldeniz kıyısında da limanlar mevcuttu.
Şimdi Süleyman peygamberin sahip olduğu imparatorluğun ve ona Allah'ın bahşettiği nimetlerin ayrıntılı incelemesine gecelim.
a/ Rüzgar
Tevrat’ın 1. Krallar bölümünde Süleyman’ın Edom’da, Kızıldeniz kıyısında gemiler yaptırdığı belirtilir.
" Kral Süleyman Edomlular'ın ülkesinde, Kızıldeniz kıyısında Eylat yakınlarındaki Esyon-Gever'de gemiler yaptırdı." ( 1.Krallar, 9/26)
" Hiram'ın gemilerinin yanı sıra, kralın da denizde tarşiş ticaret gemileri vardı. Bu gemiler üç yılda bir altın, gümüş, fildişi ve değişik maymunlarla yüklü olarak dönerlerdi. " ( 1.Krallar, 10/22)
Kur’an’ın gösterdiği işaretlerden bakacak olursak Süleyman @ Allah’ın, kendisine bahşettiği rüzgara hakimiyet gücünü kullanarak; istediği tarafa sevk ettiği “rüzgar” sayesinde, denizde yelken açan bütün gemilerin; rüzgarın itme gücü ile hareket ettiği o çağda, mallarla yüklü gemilerinin daha hızlı seyretmesini sağlayarak ticarette de büyük aşamalar kaydettiği düşünülebilir.
“Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman‘ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgarı, Onun buyruğuna verdik...” (Enbiya/81).
“Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgarı verdik.” (Sad/36)
“Gündüzün estiğinde bir aylık mesafeye gidip akşam da bir aylık mesafeden dönen rüzgarı Süleyman ‘in buyruğu altına verdik.”(Sebe/12)
“ O halde rüzgar Süleyman’ın emrindeydi ve o bir aylık uzağa deniz seferleri düzenleyebiliyordu. Çünkü rüzgar onun gemileri için istediği yönde esiyordu.”2
Bazı müfessirler; “ Süleyman alevhisselama müsahhar kılınan bır "rıyh" (rüzgar) mahsus idi... Yani Süleyman alevhisselam isterse bütün alemin rüzgarını tutabilirdi demek değil, havada bir cereyanına tasarruf edebilir ve onunla dilediği yere gidebilirdi... Süleyman aleyhisselam bununla balon gibi mi yoksa tayyare gibi mi giderdi orasını Allah bilir. ” Veya “ Şam’da sabah taamını yer öğle vakti İstahırda bulunur, öğleden sonra Kabile varır orada beytutet ederdi... 0 rüzgar emri veçhile istediği yere kürsüsünü ve kürsü üzerinde etbaını ve askerini alır götürürdü. " 3 diyerek Süleyman @’ın rüzgara binerek seyahat ettiği, hatta ordu dahil her şeyin rüzgara binerek böylece istenilen yere gidildiği kanaatindedirler.
Eğer Hz. Süleyman rüzgara binip Kabile kadar gitmiş olsaydı; aşağı yukarı Kabil kadar bir uzaklıkta olan Sebe diyarına da gider bizzat ora halkı hakkında bilgi edinirdi.
“Ben, dedi, senin görmediğin bir şeyi gördüm ve Sebe’den sana gerçek bir haber getirdim.”(Neml/22) diye haber getiren Hüdhüd kuşuna gerek kalmazdı.
“Süleyman ‘in Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı. Sonunda karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir karınca:Ey karıncalar! dedi, yuvalarınıza girin ki Süleyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler.”(Neml/18)
Bu ayette ise Süleyman’ın ordusunun günümüz orduları gibi gayet düzenli bir yürüyüşle sevk edildiğini ve “bir karıncanın” diğer karıncalara ezilmemeleri için uyarıda bulunmasından da Süleyman @’ın ordusunun rüzgara binerek hareket etmediği anlaşılıyor.
Burada söylemek istediğimiz şudur: Hz Süleyman; Allah'ın kendisine tahsis ettiği egemenlikle rüzgara emrederek, yarım günde yani on iki saatte, bir aylık mesafe hızındaki rüzgarı, denizlerdeki gemileri için kullanarak ticari üstünlük sağlamıştı. Akdeniz kıyısındaki limanlar Çin ve Yemen üzerinden deniz ve kara ipek yolundan gelen ticari malları Afrika ve Avrupa'nın en ücra köşelerine hızla sevk edebiliyordu. Onun rüzgara hakimiyeti sadece denizler üzerindeydi.
b/ İnşaatçılık
Süleyman @ aynı zamanda yapı işlerine de ağırlık vermişti. Yaptırdığı binaların en görkemlisi Kudüs’te inşasına başlanılan Mabeddi. Tevrat' ta Hz Süleyman'ın inşaatlarının çok büyük ve yıllarca süren yapılar olduğu anlatılır.
" Süleyman iki yapıyı - RAB'bin Tapınağı'yla kendi sarayını - yirmi yılda bitirdi. " (1.Krallar,9/10)
" Kral Süleyman RAB'bin Tapınağı'nı, kendi sarayını, Millo'yu ve Yeruşalim'in surlarını yaptırmak; ayrıca Hasor, Megiddo ve Gezer kentlerini onarıp güçlendirmek amacıyla angaryacıları toplamıştı. " (1.Krallar,9/15)
Emrinde inşaat işlerinde çalıştırdığı binlerce köle ve usta ve bunları gözetleyen kahyaları vardı. Kur'an bu hususu şöyle belirtiyor.
" Ve Şeytanları: Her bina ustasını ve dalgıcı. Ve zincirlerle birbirine bağlanmış diğerlerini buyruğu altına verdik." (Sad/37-38)
Bu sayede çok zor iş olan inşaatçılığa ağırlık verildi. Her şeyin insan emeğiyle yapıldığı o çağlarda başlanılan bir inşaat yıllarca sürüyordu. Binlerce köle besleyen, yıllarca süren yapılara, yığınlarca malzemeyi temin edebilen, Hz. Süleyman’ın hükümdarlığının istihdam gücünün ne denli büyük olduğu Tevrat’ın 1. Krallar bölümünde şöyle dile getiriliyor:
“Ve Süleyman’ın yük taşıyan yetmiş bin ve dağlarda taş kesen seksen bin adamı; bunlardan başka Süleyman’ın işte çalışan kavmin üzerine hükmeden, işin başında bulunan üç bin altı yüz baş kahyaları vardı... Ve Süleyman on yıldır evini yapıyordu.” (2. Tarihler, 2/2)
c./Bakır
“...Onun için su gibi erimiş bakır akıttık.”(Sebe/12)
Allah, Hz.Süleyman’a, bakır madenini bahşetti. Böylece babası Davud’a demiri yumuşatarak savaş malzemeleri yapma sanatını ihsan eden yüce Allah, Süleyman’a da bakır madenini su gibi akıtarak, Davud’dan kalan demircilik sanatının üzerine bakırcılığındaeklemesini sağladı. Böylece bakırcılık gelişti, bina dekorasvonları, heykeller, devasa kazan kaplar imal edilmeye başlandı.
“Süleyman için 0 ne dilerse; Mabedler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı.”(Sebe/13)
Süleyman inşa ettiği mabedin süslemelerini bakırdan yaptırıyordu. inşaatlarda çalışan binlerce işçinin yemekleri için dev kazanlar ve günlük yaşamda kullanılan kap kacakları bakırdan döktürmüştü. Bakır artık günlük hayatın bir parçası olmuştu. Tevrat’ın 1. Krallar bölümünde her birinin dört arşın olduğu belirtilen tunçtan on kazan yaptığı belirtilir. Burada, Süleyman Ateş'in "Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri" isimli eserinde üzerinde durduğu "Kıtr" kaynağının katran olduğu iddiasına değinmekte yarar görüyoruz. Ateş; “Müfessirlere göre "Kıtr" kaynağı, erimiş bakır kaynağıdır.” dedikten sonra “Fakat Muhammed İzzet Derveze’nin işaret ettiği gibi kıtr’ın, katran yani petrol olması daha uygundur.” Hz. Süleyman, o kaynaktan elde edilen katrandan yararlanmıştır. Akla uygun olan dur. Yoksa erimiş bakırın o zaman için sel gibi akıtılması akla uygun düşmemektedir.” 4 diyerek, "Kıtr”ın bakır değil, katran olduğunu iddia etmektedir. Ateş; bu kanıya çağımızın en önemli kaynağı olan petrolün, o bölgede bulunmasından dolayı varıyor. Oysa Sebe suresi 13. ayetinde belirtilen “ kaleler, heykeller, havuzlar kadar büyük leğenler, sabit kazanlar'ın hangi madenlerden yapıldığı hakkında bir fikir serdetmiyor, o dönemde günlük hayatta kullanılması pek bir şey ifade etmeyen katranın “kıtr kaynağı” olduğunu savunuyor. Halbuki 12. ayetin siyak ve sibakı incelendiğinde bakır kaynağı olduğunu gösteriyor. Süleyman; Mabedin ve inşa ettirdiği diğer yapıların süslemelerini, koca koca kazanları, kapları acaba hangi madenden yaptırıyordu? Bu bolca harcanan madenin bereketi nereden geliyordu?
“Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlardan buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık. Süleyman için, o ne dilerse, mabedler,heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı. " (Sebe/12-13)
Tevrat metinlerinde ise bakır ve işçiliği ve eserleri hakkında şu ifadeler yer alır.
" Hiram kaplar, kürekler, leğenler yaptı. Böylece Kral Süleyman için üstlenmiş olduğu Tanrı'nın Tapınağı'yla ilgili işleri tamamlamış oldu: "
" On kazan ve ayaklıkları, "
" Havuz ve havuzu taşıyan on iki boğa heykeli, "
" Kaplar, kürekler, büyük çatallar. Huram-Avi'nin Kral Süleyman için RAB'bin Tapınağı'na yaptığı bütün eşyalar parlak tunçtandı."
(2.Krallar,4/11,14,15,16)
" Eşyalar o kadar çoktu ki, Süleyman hepsini tartmadı. Kullanılan tuncun hesabı tutulmadı. " (2.Krallar,4/47)
ç./ Atlar
Süleyman @’ın sahip olduğu nimetler arasında atlar da vardı.
Ordusunun süvari birliklerini, en iyi cins atlar olduğu bilinen Arap atları ile teçhiz etmişti.
" Süleyman savaş arabalarıyla atlarını topladı. Bin dört yüz savaş arabası, on iki bin atı vardı. Bunların bir kısmını savaş arabaları için ayrılan kentlere, bir kısmını da kendi yanına, Yeruşalim'e yerleştirdi. " (2.Krallar,1/14)
Kur'an'ı Kerim'de ise Süleyman'ın @ atları ve onun bu hayvanlara olan sevgisi üzerinde durulur.
" Ona bir akşam üstü, çalımlı, cins koşu atları sunulmuştu. Süleyman:
" Doğrusu, ben bu iyi malları, Rabbimi anmayı sağladıkları için severim." Demişti. " (Sad/31-32)
Bu ayet-i kerime'den anlaşıldığı kadarıyla, kendisine bir beldeden (Tevrat’a göre Mısır’dan) getirilen cins atlarla, Hz. Süleyman bizzat ilgilenmiştir.
" Mısır'dan bir savaş arabası altı yüz, bir at yüz elli şekel gümüşe getirilirdi. Bunları bütün Hitit ve Aram krallarına satarlardı. " (1.Krallar,10/29)
" Süleyman'ın atları Mısır ve Keve'den getirilirdi. Kralın tüccarları atları Keve'den satın alırdı. " (2.Krallar,1/16)
Süleyman @ Arap atlarının harika görünüşleri ve Allah yolunda kullanılan bir nimet olması hasebiyle, atları sevdiğini söylemektedir.
“Koşup, toz perdesi arkasında kayboldukları zaman: ‘Artık yeter, onları bana getirin.’ dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başlamıştı(Sad/33) Atları yarıştırıp deneyen Süleyman, onları yanına getirip bacaklarını ve boyunlarını okşar. Bu ayetlerde belirtilen mal sevgisi; Allah tarafından verilen malların Allah’ı anmayı, onu hatırlamayı sağladıkları için sevilmesi olayıdır; dünya hayatına tapan insanların mal sevgisi gibi olmadığını belirtmesi içindir. Hz. Süleyman’ın mal sevgisi Allah’ın istediği nizamın temini için atların ve diğerlerinin bir vasıta olmasından dolayıdır. Hz. Süleyman her zaman Allah’a; verdiği nimetler için şükreden bir kuldu. 0 denenmiş biriydi. Allah’a asi olması mümkün değildi. Bunu Allah, bir sonraki ayette şöyle belirtiyor:
“And olsun ki Süleyman ‘ı denedik, hükümranlığını zayıf düşürdük; sonra eski haline döndü. Süleyman:‘Rabbim, beni bağışla! Bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver! Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın.’ dedi.” ( Sad/34-35)
Müfessirlerden bazıları ise bu ayetlerde geçen “Meshetme” olayını Süleyman’ın atları seyrederken namaz vaktini kaçırmasından ötürü atların boyun ve bacaklarını kesmesi olarak yorumlamışlardır. Namaz ibadetini tam yerine getirememesinden dolayı, buna sebep olan atları katlettiğini iddia eden müfessirler, böyle acayip bir yorumdan sonra olayı yumuşatmak için Süleyman’ın atları tasadduk ettiğini; bu yorumda da açık verince at etinin o zamanlar helal olduğunu bu sebeple fakirlere tasadduk edildiğini savunmuşlardır.
Ayetlerde anlaşılması gerekenin Süleyman’ın mal sevgisinin; Allah rızasını kazanma yolunda bu malların bir vesile olduğunu itiraf etmesi iken, olmadık yorumlara gidilmesi sonucu, ayetlerin asıl mesajı kaybolmaktadır. Dolayısı ile olay hidayetle ilgili olmaktan ziyade tarihsel boyutlarda kalmaktadır.
d./ Cinler
Hz. Süleyman babasının zamanından devam ede gelen bir hükümdarlığın sahibi idi. Bu hükümdarlığı tesis ederlerken çeşitli savaşlar yapmışlar, bu savaşlardan aldıkları ganimetler yanında savaşan düşmanlardan esirler, köleler edinmişlerdi.
“Rabbinin izniyle, yanında iş gören CİNleri onun buyruğu altına verdik.”(Sebe/12)
“Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören ŞEYTAN1ardan da onun buyruğu altına verdik.”(Enbiya/82)
“Süleyman'ın CİNlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil ordusu toplandı.”(Nenıl/18)
“...Bina kuran ve dalgıçlık yapan ŞEYTANIarı, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun buyruğu altına verdik.”(Sad/37-38)
Eğer emrinde böyle büyük bir güç mevcut olmasaydı, emeğe dayalı işlerin yoğun olduğu o dönemde Hz. Süleyman'ın yıllar sürecek binalar yapmaya girişmesi mümkün olamaz. Ayrıca ticaret ve diğer el sanatlarının yoğun olarak yapılması mümkün olmazdı.
Tevrat metinlerinde Hz Süleyman'ın insanlar üzerindeki egemenliğini, o dönemin İsrail krallığının, insan popülasyonuna ait demografik yapı şu ifadelerle anlatılmaktadır.
" Babası Davut'un yaptığı sayımdan sonra, Süleyman da İsrail'de yaşayan bütün yabancılar arasında bir sayım yaptı. Yabancıların sayısı yüz elli üç bin altı yüz kişi olarak belirlendi. " (2.Krallar,2/17)
" İsrail halkından olmayan Hititler, Amorlular, Perizliler, Hivliler ve Yevuslular'dan artakalanlara gelince: "
" Süleyman İsrail halkının yok etmediği bu insanların torunlarını angaryaya koştu. Bu durum bugüne kadar sürmektedir. " (2.Krallar,8/7,8)
" Kral Süleyman adına halkı denetleyen iki yüz elli görevli de İsrail halkındandı. " (2.Krallar,8/10)
Hz. Süleyman'ın büyük bir ordusu vardı. Bu ordunun mühim bir bölümü atlılardan, atlı arabalardan oluşan birliklerdi.
" Ancak İsrail halkından hiç kimseye kölelik yaptırmadı. Onlar savaşçı, birlik komutanı, savaş arabalarıyla atlıların komutanı olarak görev yaptılar."
(2.Krallar,8/9)
Bunun yanı sıra iki insan topluluğunun karşı karşıya gelerek çarpışması şeklinde yapılan savaşlarda ele geçirilen Cinler bazı yorumculara göre (esirler veya Tevrat ifadelerindeki deyimle angaryacılar) bu savaşlardakullanılmış olsaydı, asıl ordu birlikleri daha çok yıpranırdı. Nemi Suresi 18. ayetinde verilen “Süleyman'ın CİNlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil ordusu toplandı.”Cin, insan ve kuş sıralaması, ordunun savaş düzeni hakkında bize, yukarıda serdettiğimiz Cinlerden kastın savaşlarda ele geçirilen esirler olabileceği ile ilgili fikirlerin isabetli olabileceğini ihsas ettirmektedir.
Bütün bu tespitlerden sonra, Süleyman’ın emrindeki cin ve şeytan olarak isimlendirilen kölelerin insan üstü yaratıklar olduğunu ileri sürenlere karşı, şunları da ifade etmekte yarar vardır.
1. “Demir halkalarla bağlı” ifadesi günümüz filmcilerinin tarihi filmlerde köleleri hep boyunları ve ayakları bağlı olarak tipledikleri gibi, boyunları ayakları zincirlerle bağlı “insan” esirleri ifade ediyor olabilir. Yoksa insan üstü varlıkların zincire vurulması gibi garip bir yorum yapmak gerekirdi ki; bu mantıksız bir yorum olurdu.
2. “Dalgıçlık yapan” Şeytanlar ifadesi ise İnci ve Sünger çıkarmak için denizin derinliklerine dalan insanları anlatmaktadır. Dünyanın bir çok bölgesinde halen bu tip insanlar vardır ve geçimlerini bu yolla temin etmektedirler. Kur’an’da denizin derinliklerinden çıkarılan inci ve mercan hakkında şu ayeti kerime geçmektedir. “Bu iki denizden de inci ve mercan çıkar.” (Rahman/22)
3. “Süleyman ‘in Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı.” ayetinde cinlerin, ordunun en ön safında yer alması onların bir nev’i yem olarak öne sürülerek hem onların bu yolla cezalandırılması sağlanmış ve hem de karşı ordu yıpratılmış oluyordu. Esasen bu Cinler insanüstü varlıklar olsalardı arkadan “insan” birliklerinin sürülmesine gerek kalmazdı. Çünkü kılıç, ok, mızrak işlemeyen bir orduya karşı hiçbir ordu karşı koyamazdı.
Bütün bu esirlere Cin ve Şeytan denilmesi, onların ele geçirilen yabancı kavimlerden olmalarından ileri gelmektedir. Aynı zamanda bu köleler Hz. Süleyman’a karşı çıkan kafirler olmalarından dolayı bu sıfatlarla isimlendirilmiş olsalar gerektir.
“Cin kelimesi insanlar arasında bir sınıf için de kullanılmaktadır. Hatta Şeytan kelimesi bile Kur’an’da bir çok defalar insanlar için kullanılmıştır. Fena insanlardan bir çok yerlerde Şeytanlar adı ile bahsedilmiştir (2/14; 3/175; 21/82 vs. olduğu gibi). Fakat Arap edebiyatında cin kelimesinin insan için kullanılması İslamiyetten evveldir. Musa Ibn Cabir’in, Cinlerim de kaçıp gitmedi, mısraı (Cin gibi olan arkadaşlarım da kaçıp gitmediler) şeklinde tefsir edilmektedir. Burada cin kelimesinin insan manasına geldiği açıkça görülmektedir. Tirmizi de (Araplar, işinde çabuk ve zeki olan kimseleri Cinlere veya Şeytanlara benzetirler) der. İslamiyet'ten önceki şiirlerde Cin kelimesinin, büyük ve cesur insanlar için kullanıldığını gösteren misaller vardır. Sonra Arap dilcileri cin kelimesini “mu’zam al-nas” yani insan:
ların ekseriyeti, yahut da beşeriyetin kısmı küllisi olarak izah ediyorlar.” 5
Mantıken bir resulün emrine ŞEYTAN’ın verilmesi Kur’an esprisine uygun düşmez. Çünkü Rasul ve Şeytan iki zıt kutuptur. İkisinin yan yana gelmesi Vahy’e gölge düşürür.
" Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık."
(Enam-112)
Dolayısıyla Süleyman @’ın emrindeki şeytanları ele geçirilen esirler olarak yorumlanması bizce de en tutarlı yorumdur. Doğrusunu Allah bilir.
e./ Kuş Mantığı
“Ey insanlar. Bize Mantıkut-Tayr öğretildi.” (Neml/16).
Sebe Melikesi ile Hz. Süleyman arasına geçen olaylar öncesinde açıklanan
buözellik aynı zamanda Sebe’den haber getirip, diyalogu sağlayan Hüdhüd kuşunun Süleyman’la anlaşmasını izah etmiş oluyordu. “Şu yazımı onlara götür, onlara at. " (Neml/28)
Hz. Süleyman’ın kuşlarla olan ilişkisi, babası zamanında başlamıştı:
“Doğrusu Biz, akşam sabah onunla beraber tesbih eden dağları, KUŞLARI da toplu halde onun buyruğu altına vermiştik.”(Sad/18). Davud da kuşlarla ilgilenmişti, onun bu ilgisi Süleyman’da da devam etmişti. Daha sonraları Süleyman @, kuşların hareketlerini de anlamaya başlamış ve onları çeşitli işlerde kullanma imkanlarını elde etmişti.
“O yalnız kuşların sesleri veya hareketleri ile ifade ettikleri hislerini anlamakla kalmıyor, o hisleri idare eden mantıkı, ledünniyatı da biliyordu.” 6
“Binaenaleyh kuşun muhtelif hisleri arasındaki münasebatı idare eden hassasiyet kuvvesi kuş mantığı ve hislerini izhar için çıkardığı sesler de kuş dili demek olur. Mesela horozun yem aramak için deşinmesinde bir mantık vardır. Yemi bulduğu zaman “dik, dik” diye tavukları çağırması da bir nutuk, bir dil demektir.” 7
Dolayısıyla kuş mantığını kavrayan Süleyman @ onları istediği yerlerde kullanmayı başarmıştı. “Hz. Süleyman (as.) bu kuş birliklerini, muhtemelen haberleşme, avlanma ve buna benzer görevler için kullanıyordu.” 8
1. Sami Börekçi, “Kur’an’ın Düşünceyi Değiştirmesi”, Kelime, Sayı 16,s. 15.
2. Mevdudi, Tefhimü’l-Kur’an, Cilt 3, s293, İnsan Yay., İstanbul, 1987.
3. Mehmed Vehbi, Hülasatü’l-Beyan, C_11-12, s. 241, İstanbul, 1987.
4. Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Cilt7, s. 241, İstanbul, 1990.
5. Mevlana Muhammed Ali, İslam Dini,s. 128,İstanbul, 1946.
6. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur ~r Dili, Cilt 5,s. 3665, İstanbul, 1979.
7. A. g. e., Cilt 5,s. 3665.
8. Mevdudi, a. g. e., Cilt 4,s. 88.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar |