İslama Göre Kehanet ve Medyumluk
İslam öncesi Medyum Anlayışı
Cahiliye dönemi Arap toplumunun sosyal yapısını inceleyecek olursak karşımıza medyum (kahin) denilen bir olgu çıkacaktır ki, cahiliyye toplumunun sosyal yapısının ana direklerinden bir tanesi olduğu görülecektir. Cahiliyye dönemi Araplarınca Kahin, sorunlarının çözüm kaynağı olarak kabul edilmiş ve her türlü sorunlarının başvuru odağı olmuştur.
"Araplar hal ve olayları anlamak üzere kahinlere başvururlar, onların gaybi şeyleri bildiklerine inandıkları için, gerçeği anlamak ve aralarındaki davaları hallettirmek üzere kahinlerin katına gelirlerdi. " (1)
Cahiliyye Arab'ının nezdinde medyum. olağanüstü güçlerle ilişkisi olan biridir. 0 bu ilişki sayesinde geçmişte ve gelecekteki olayları bilirdi. Dolayısıyla kaybolan şeylerden tutun, öldürülen insanların katilinin bulunmasına kadar bütün sorunlar, medyumlara başvurularak onun sözleriyle, yönlendirmeleriyle çözülmeye çalışılırdı.
Bu hususta siyer kitaplarında anlatılan, peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib’in, peygamberimizin babası olan oğlu Abdullah’ı boğazlama hadisesindeki kahine başvurulma olayı kahinin bu işlevini en çarpıcı biçimde bize anlatır.
" Kureyşliler ve Ebu Talib’in oğulları Abdulmuttalib’i kararlı görünce; " Yapma, Hicaz’a git orada "Sücah" adında bir kahin kadın var. 0 kadının bir cini vardır. Ona sor, ondan sonra ne yapacaksan yap, serbestsin.Şayet sana, Abdullah'ı kesmeni emrederse kesersin. Yok eğer başka bir şey emrederse –ki bu emirde onun ve senin bir ferahlık varsa- kabul edersin" derler. " (2)
Bu anekdottan da anlaşıldığı gibi. cahiliyye Arapları medyumlara son derece bağlıydılar. Onun dediğinden kolay kolay çıkmıyorlar. dertlerinin çare müessesesi olarak otorite kabul ediyorlardı.
Medyum Kimdir?
Medyum hakkında Lisanu ‘l-Arab’da şöyle der: “Gelecek zamanda varlıklardan haber veren, gizli sırları bildiğini iddia eden kimsedir.” (3)
"Ragıb el-Isfahanı, Müfredat’ta der ki: “Geçmiş gizli olayları zan benzeri bir şeklide haber veren kimseye medyum denir. “ (4)
Medyumun en önemli özelliği gizli, diğer insanlar tarafından bilinmeyen olaylar hakkında iddialarda bulunmasıdır. Bu gizli olay geçmişte olabileceği gibi gelecekte de olabilir. Medyum için bu sorun değildir, her iki şekilde olan sorulara da cevaplar getirir. Her ne kadar gelecek hakkında görüş bildirenlere medyumdan ziyade “Arraf” (5) denilmişse de yaptıkları iş açısından bir farkları yoktur.
Medyum, Arabın nazarında normal bir insan değildir. Cahiliyye Arab'ının bu görüşünü besleyen en önemli noktalardan birisi, göremedikleri fakat varolduğuna inandıkları "cin” denilen olağanüstü varlıkların bu insanları etkiledikledikleri kanaatidir. Tabiidir ki medyumlar da kendilerinin birer Cin'ni olduğunu söylemekte ve bu cinler vasıtasıyla Araplarca talep edilenleri yerine getirdiklerini iddia etmekteydiler.
“Abdulmuttalib ona meseleyi, oğlunun durumunu ve onun hakkında yaptığı adağı anlatır. Kahin kadın onlara: Şimdi siz yanımdan çıkın. Cin'nim gelsin, ona sorayım der. " (6)
Anlaşılıyor ki. toplum, medyumun cinlerle ilişkisi olan biri olduğunu Kanıksamış, kendileri gibi insanların, bu işi yapamayacağı kanaatine varmıştı. Bundan sonra medyum'un işi kolaylaşmış söylediği her şey mutlakmış gibi algılanmaya başlamıştı.
Medyum kendine sorunlarını iletenlere ciniyle görüştüğünü beyan ettikten sonra, "Seci" denen bir tarzla cevabını iletirdi ki, bu ifade tarzı bile "Şair" denilen yani cinlerle ilişki içersinde olduğuna inanılan insanların ağzından çıkan ifadeler olduğu için medyum'un olağanüstü konumunu kuvvetlendirirdi. Yani, medyumdan cevap talep edenlere medyum, normal günlük konuşma tarzıyla cevap vermez, cevabını dini bir hava veren Seci formuyla sunardı.
"Seci esas itibariyle eski putperest kahinler tarafından Kehanet, Beddua, Büyü ve diğer çeşitli sihirli sözlerde kullanılmıştır. " (7)
" Seci, eski Arabistan'da " İlham " ve " Vahy " in çok tipik bir üslubu idi. " (8)
Dolayısıyla medyum'un ağzından çıkanlar bir nevi Vahiy olarak sunulmuş olurdu. Onlarda görülen bu esrarengiz hava karşısında medyum2a müracaat edenler şoke olurlardı. Medyum yaptığı bu işe karşılık olarak "Hulvan" denilen bir ücret alırdı.
Rasulullah ve Medyum
Vahyin inişinden itibaren müşrikler Rasulullah’a cephe almaya başlarlar. Çeşitli iftiralar atmaya, onu bu işten yıldırmaya çalışırlar. Müşriklerin iftiralarından bir tanesi de, peygamberi kahin olarak nitelemeleridir. Bu iftiralara karşı Allah şu ayetleri vahyeder:
" (Ey Muhammed!) Öğüt ver; Rabbinin nimetiyle sen, ne kahinsin, ne de mecnunsun." (Tur, 29)
“(Bu Kur’an) kahin sözü de değildir; ne az düşünüyorsunuz!" (Hakka, 42)
Burada üzerinde duracağımız nokta müşriklerin peygamberi neden kahin olarak niteledikleri ve Allah’ın bu nitelememeyi reddetmesi hususunda olacaktır.
Rasulullah’ın elçiliğini ilan etmesinden itibaren müşrikler onu kahine benzetirler. Bunun nedeni peygamberin mesajının seciye benzer formda olması,mesajda geleceğe ait öğeler bulunması, ve vahyi, bir melek aracılığı ile aldığını söylemesidir. Dolayısıyla Melek aracılığıyla vahiy alan, geçmiş ve gelecek hakkında ayetler bildiren peygamber ile Cin gibi olağanüstü bir varlık tarafından yönetilen ve bilinmeyen şeyler hakkında iddialarda bulunan medyum arasındaki bu benzerlik cahiliyye Arab'ını hemen peygamberin medyum olduğu kanaatine götürmüştür. Cahiliyye Arab'ının yanılgısı vahyin içeriğine bakmadan benzerlikler yoluyla peygamberi medyum olarak ilan etmekti. Peygamber söylediği ayetleri Allah’tan aldığını belirtmesine rağmen Araplar, gelen vahyin Allah’tan değil medyum'da olduğu gibi “cin” denilen olağanüstü varlıktan alındığını iddia etmekteydiler. Medyumlar söyledikleri şeylerin cin tarafından ilham edildiğini söylemelerine karşın; Resulullah söylediklerinin Allah tarafından Melek vasıtasıyla indirildiğini beyan etmekteydi.
"Kur'an'ı Şeytanlar indirmemiştir. Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez. Doğrusu onlar Vahy'i dinlemekten uzak tutulmuşlardır." (Şuara, 210-212)
Peygamberin getirdiği mesajın dilinin, Cahiliyye şiirinin formuna benzemesi müşriklerin resulullah'ı medyum olarak nitelemelerine neden olan sebeplerden biridir. Cahiliyye dönemi şairlerinin şiirlerinde kullandığı Seci formu, aynı zamanda medyumlarında kehanetlerini sunarken kullandıkları anlatım biçimiydi. Bilhassa ilk inen ayetlerdeki anlatımın Seci formuna benzemesi müşrikleri, zaten inkar ettikleri Rasul'ün hem medyum hem şair olduğunu ileri sürmelerine neden olmuştur. Gerçi bu benzerlik olmasa da şu veya bu şekilde iftiralar atarak inkarlarını sürdüreceklerdi. Onların amaçları gelen mesajı reddetmekti.
"Kur'an 'ın bazı parçalarındaki üslub şekil bakımından seciye benzer, bazılarında , özellikle sonraki surelerde ise kafiye (fasıla) kelimelerinin kullanışı, Seci formundan o kadar uzaklaşır ki orada normal Seci formunu bulamayız. Fakat Kur'an'a göre önemli olan şey, mesajı taşıyan ifadenin şekli değil, bizzat taşınan mesajın muhtevasıdır. Ama Muhammed'in çağdaşı olan müşrik Araplar, meseleye bu açıdanbakmamışlardı. Onların çoğu üsluba takılıp Muhammed'e kahin demişlerdi." (9)
Resululah'ın getirdiği mesajdaki, gelecekte olan olaylar için bildirilenler ile medyum'un yaptığı istikbalde olacağını iddia ettiği kehanetler arasında ilgi kuran müşrikler, bunu sebep sayıp Resul'ü kehanette bulunan medyum olarak nitelemişlerdir. Halbuki ikisi arasındaki tek ortak nokta gelecek ile ilgili şeyler söylemeleridir. Medyum geleceğe dair sorulan soruların; yerini, ismini ve zamanını belirtirken, Kur'an'ın böyle bir anlatım içersinde olmadığı aşikardır.
" Peygamberin faaliyeti, Allah'ın arzusunu insanlara duyurma düşüncesi etrafında geçer. Gerçi ilerde insanların gözü önüne serilecek olan Cennet, Cehennem tasvirleri de istikbale matuf haberlerdir ama bu, İbrani kehanetlerindeki gibi belirli bir olayın ne zaman vuku bulacağını önceden görüp söylemekten çok farklıdır. Ona hiç benzemez. Arabi peygamberin görevi bu değildir. " (10)
Yaratıcının geçmiş ve geleceği bilmesi onun yaratıcılık vasfındandır. Pek tabii ki geçmişi anlattığı gibi geleceği de haber verecektir. Çünkü, her ikisine de hükmeden odur. Bu olgunun şu veya bu şekilde bir şeylere benzemesi olabilir. Aslolan yaratıcının fonksiyonudur. Allah, insanlara onların anladığı dilden hitabedecekse, o halde hitap edilen dilin özellikleri kullanıldığı için, vahyin inkar edilmesi mi gerekecektir? Peygamber medyum gibi sahtekar biri olsa idi, niye söylediklerinin Allah’tan olduğunu iddia etmeye çalışacaktı. 0 da medyum gibi, söylediklerinin Cinlerden aldığını ilan ederek baskılardan kurtulurdu.
Allah, Kur’an’ın benzersiz olduğunu ve yarattıklarının hiç biri tarafından bir benzerinin gerçekleştirilemeyeceğini şu ayetlerde açıklayarak iftiracılara meydan okuyor.
“Yoksa, (Muhammed) onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Sizler doğru iseniz Allah’tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sure getirin.” (Yunus, 36)
“De ki: Andolsun, bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insan ve cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.” (İsra, 88).
Anlaşılıyor ki müşriklerin hesabı; Resul’ün veya vahyin şu veya buna benzemesinden doğan durumu değil, tamamen inkar için bu benzerliklerin kullanılmasıdır.
Müslümanların Medyum Karşısında Durumu
İslam’ın Arabistan’a egemen olmasından sonra, Araplar arasındaki medyum ve medyumluk anlayışı küllenmişti. Artık ne peygambere kahin iftirası kalmış, ne de Kur’an’ın kahin sözü olduğu.
İslam dininin yayılıp hakimiyetini genişletmesiyle beraber Müslümanlar, yeni kültürler ve dinlerle tanışıp onların etkisinde kalmaya başladılar. Bundan sonra İslam'ın emirlerinde gevşemeler, kavramlarında oynamalarla beraber İslam’ın reddettiği bazı olgularla birlikte kahinlik, falcılık, büyücülük ve bunun benzeri olguları Islami kılıflar içerisine sokarak “mubah” addetmeye başladılar.
Sağlam bir inanca sahip Müslüman'ın gaybı bilenin ancak Allah olabileceğine inanması gerekirken. Gayb hakkında bir takım zanlarda bulunan insanlara meyletmesi onun inancının zayıflığından olsa gerektir. Böyle gaybi bir sahada Allah'ın "Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez" ayetine rağmen faaliyet göstermesinin ya bu emirleri bilmediğini ya da saptırarak inkar ettiğini gösterir.
Öyle ki medyum kendinin Müslüman olduğunu, yaptığı işi olağanüstü varlıklardan alarak yaptığını iddia etse bile, yaptığı işin İslam nazarında bir yeri yoktur.
“ Her kim Arrafa ve Kahine gider de onun dediğini tasdik ederse o, Muhammed’e indirilmiş olana küfretmiş demektir. “ (11)
Rasulullah (s) Allah’a teslim olduğunu söyleyen bir müslüman'ın kehanet. büyü gibi şeylerle işinin olmadığını belirtiyor. Gaybı Allah’a teslim eden bir müslüman'ın medyumla ne ilgisi olabilir? İnsanlara gelen fayda ve zararın Allah’tan olduğuna inanan bir Müslüman nasıl olur da medyumdan fayda umabilir?
Kendinin halis-muhlis, dört dörtlük Müslüman olduğunu; sabahlara kadar olağanüstü varlıklarla istişareler yaparak vaktini geçirdiğini, her anında ağzından Allah ve Rasulullah lafını düşürmediğini söylese bile, onun bu söylediklerinin İslam nazarında ne değeri vardır? Zaten yaptığı işin küfür olduğunu söylese insanların ona yaklaşması mümkün olur mu’?
Sonuç
Peygamber medyum değildir. Kur’an medyum sözü değildir. Allah bunu reddetmiştir. Müslümanların medyum ve medyumlukla hiç bir ilgileri olamaz Medyum ve medyumluk. İslam'ın gelişiyle beraber mahkum edilmiştir.
Her ne ad ve isimde olursa olsun buna benzer faaliyette bulunanlarla, kendisinin iyi bir Müslüman olduğu iddiasında bulunarak medyumluk yapanlar, İslam’ın emirlerini çiğnemiş olurlar. Her ne kasıtla olursa olsun bu gibi faaliyetlere inananlar ve onlardan talepte bulunanlar İslam’ın emirlerine karşı gelmiş olurlar.
“Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah’ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur.” (Nisa, 110)
Notlar:
1.İbn Haldun, Mukaddime. Cİlt 1. s. 268, İstanbul, 1988.
2.Muhammed İbn İshak. Siyer. s. 86. Istanbul, ~988.
3.Ibn Manzur Lisanu'l-Arab, Cilt 12. s.368. Beyrut.
4.Ragıp el-Isfahani, El-Müfredat fi Garibi'l Kur'an, s.665, İstanbul.
5. A.g.e. , s. 496
6.Muhammed İbn İshak, Siyer, S.87.
7.Ignace Golziher,Klasik Arap Literatürü, s.17, Ankara, 1993.
8.Toshihiko İzutsu,Kur'an'da Allah ve İnsan, s.163, Ankara.
9. A.g.e. , s. 164.
10.A.g.e. , s. 172.
11.Ibn Manzur Lisanu'l-Arab, Cilt 12. s.368. Beyrut.
Cengiz DUMAN
Araştırmacı-Yazar |