KUR’AN'ININ MANA OLARAK TAHRİFİNE BİR ÖRNEK: VELİ/EVLİYA KELİME VE KAVRAMI
Giriş:
Kur’an-ı Kerim’den yaklaşık iki bin yıl önce nazil olmuş olan Tevrat, İsrailoğulları tarafından gereğince korunamamıştır. Çeşitli nedenlerle yazılı ana metni kaybolan bu kitap, daha sonra beşer aracılığıyla hafızaya dayanan bir metotla yeniden derlenmiş, bu derleme esnasındaki ilave ve çıkarmalarla birlikte oluşan otuz dokuz ayrı kitaplık bir külliyat ortaya çıkmıştır.
Kur’an kendisinden önce nazil olan Tevrat, Zebur ve İncil’in uğradığı akıbete uğramamıştır. Bunun nedeni Kur’an’a, Cenab-ı Hakk tarafından korunma garantisi verilmesindendir. “Elbette biz, biz indirdik Zikri ve elbette onu koruyacak olan da biziz.”[1]
Cenabı Hakk’ın verdiği bu güvence ile Tevrat, Zebur ve İncil gibi Kur’an’ın metninin tahrif edilememesine mukabil onun anlamı tahrif edilmiş/edilmektedir. Bu tahrif, Kur’an’ın çeşitli metotlardaki (tasavvufi-batini, v.d) tefsirleri yoluyla ve sahih olmayan Hadisler vasıta kılınarak gerçekleştirilmiştir. Buna dair çarpıcı örnekler verelim.
Kur’an’ın ayetlerini tahrif: “Yeri döşedik ve oraya sabit dağlar yerleştirdik.”(Kaf/7) Bazı mutasavvıflara göre Allah arzı serdi, onu zahiren yüksek dağlarla tuttu. Hakikatte arz, yaratıklar; dağlar da velilerdir. Allah, velilerle yaratıklarını tutar, onlarla insanlardan belaları savar.”[2]
Kur’an’ın tahrifine destek mi lazım hemen arkasından size bir hadis, hem de İmam Hanbel’in Kitabu’z-Zuhd’ünden, buyurun!... “Bu ümmet içerisinde kırk kişi İbrahim meşrebi üzerinde, yedi kişi Musa meşrebi üzerinde, üç kişi İsa meşrebi üzerinde bulunur. Bunlar meşrebine göre insanların efendileridir.” Hz. Peygamberin hadisin devamında belirttiğine göre bunlar ile yağmur yağdırılır, Allah bunlar vasıtasıyla belayı defeder ve bunlar yüzü suyu hürmetine insanları rızıklandırır.”[3]
Kur’an’ın manasının tahrifinde kullanılan bu tefsir/tahrif! Metodu yüzünden Mushaf’ta aynı ve yerinde kalan bir kelime veya kavram onun tefsirlerine gelindiğinde tevhidi kulvardan çıkarılarak, aslına zıt anlamlara dönüştürülmüştür. “Kur’an kavramlarının birçoğu tarihi akış içerisinde mahalli kültürlerin etkisiyle asıl anlamından koparılıp bir takım düşüncelerin ifade vasıtası yapıldığı ve hayata bu şekliyle geçirildiği bir realitedir.”[4] Bu durum neredeyse biyolojideki Metamorfoz/Başkalaşım olayına tıpa tıp benzemektedir.
Minik bir balık olarak suda yaşama başlayan kurbağa, ilerleyen süreçte karada ve suda vıraklayarak, zıplayarak yaşayan bir canlıya dönüşmektedir. Yine ipek böceği boğum boğum yerde ilerleyen bir kurt iken süreç içerisinde havada uçan kanatlı kelebek haline gelmektedir. Başı ve sonu birbirine tamamen aykırı olan Metamorfoz sürecini tam olarak bilmeyenler bu canlıları ve yaşamlarını tam anlamıyla algılayamazlar.
İşte Kur’an’ın manasının tahrifi de böyle benzer bir Metamorfoz süreci sonunda gerçekleşmiş/gerçekleşmektedir. Bu yüzden İslam toplumlarında Veli/Evliya kelime/kavramı “…ne lugat manası, ne de Kur’an’da kullanıldığı mana ile değil, daha çok bu kelimeye sonradan kazandırılmış manasıyla kullanılmaktadır.”[5] İnceleyeceğimiz Veli/Evliya kavramı bu olguya en önemli örnektir.
Kur’an-ı Kerim’de yer alan “Veli” ve onun çoğulu “Evliya” kelime ve kavramının, günümüze kadar gelen süreç içerisinde uğratılmış olduğu Metamorfoz/Başkalaşım’ın etkisiyle Kur’an’ın tarif etmediği bir vasfa ve hatta tevhid dışı bir kavrama dönüşmüştür. Kur’an’daki Veli/Evliya anlatım ve hedefi ile onun pratiğe aktarımı arasındaki bu muazzam fark veya başkalaşım bizi hayretlere düşürmeye yeterlidir.
Veli/Evliya kavramının, Kur’an vizyonunda anlaşılması için bu kelime ve kavramların tevhid dışı yamalardan! Temizlenerek, Kur’an perspektifini yansıtan saf haline irca edilmesi ve anlaşılması gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim’e göre “Allah’ın, Evliya/dostları vardır. Aynı zamanda Şeytanın da Evliya/dostları vardır. Yine kâfirlerin de Evliya/dostları veya düşmanları bulunmaktadır.”[6]
Bu yazımızda Kur’an’ın iniş sürecinden başlamak üzere, Kur’an-ı Kerim’de beyan edilen Veli/Evliya kelime ve kavramını, kapsamını, hedeflerini inceleyeceğiz.
1. Veli/Evliya kelimesi lügat anlamı:
“‘Evliya'’ kelimesi Veli’nin çoğuludur ve "Veliler'' demektir. Kur’an-ı Kerim’de geçen “Veli tekil ve çoğul olarak (evliya) yer aldığı seksen yedi ayetin kırk altısında Allah’ın insanlara dostluğu, iki ayette insanların Allah’a dostlukları, on ayette insanlarla Şeytan arasındaki dostluk, diğerlerinde ise iyi veya kötüler arasındaki dostluklar için kullanılmıştır.”[7]
“Kur’an-ı Kerim’de ondan fazla yerde Allah’ın ismi olarak geçen Veli, esmâ-i hüsnâ’yı sayan hadiste (Tirmizi, Da’avât, 82) de yer almıştır.”[8]
Veli kelimesi Türkçeye genelde dost olarak çevrilmektedir. Dost kelimesinin Türkçe karşılığı hakkında sözlükte şu tanımlar yer almaktadır. “1- Sevilen kimse, sevgili; ahbap, arkadaş. 2- Aralarında iyi ilişkiler bulunan.”[9] Öncelikle Kur'an'ın, Türkçe tercümelerinde, "Dost" olarak meallendirilen "Veli" kelimesinin, Türkçe karşılığı olan "dost" kelimesinin ifade ettiği anlamdan çok daha geniş kapsamlı olduğunu belirtelim. Şimdi bu durumu lugavî ve Istılahi yönden açmaya çalışalım.
Arapça “Veli” kelimesi hakkında İbn Manzur şunları kaydeder: “Yardımcı anlamında, Allah'ın sıfatlarından biridir. Bütün tasarruf yetkisiyle birlikte eşyaya malik olan demektir. Fıkıhta, yetim çocuğun bakım işlerini üstelenen kimse ve kadın için nikâh akdini yapmaya yetkili şahıs demektir. Yakın, ahbap, dost anlamına gelir.”[10]
İbn Farsi; “Veli: yakınlık yakınlaşma demektir.”[11] Derken; Cevherinin Sıhah’ında, ise; yakınlık, yakınlaşma, düşmanın zıttı demektir. Sıhr (akrabalık) anlamında kullanılır.”[12] Denilmektedir.
Serahsi, El-Mebsut’ta; Fıkhi bir tarif yaparak; “Veli, isteyip istemediğine bakmaksızın, bir başkasını bağlayıcı karar alma ve uygulama yetkisini elinde bulunduran kişidir. Bu yetkiye velâyet denir.”[13] Demektedir.
Sözlüklerde yer alan bu anlamların icmali olarak örnek verebileceğimiz bir tanım daha bulunmaktadır. Ragıp El İsfahani, Müfredat’ında[14] “Veli” kelimesi hakkında şu ideal bir tanımı yapmaktadır. “Velâ, Tevâli kavramları iki şey arasında kendilerinden olmayan bir şeyin girmesine izin vermemesidir. Bu yakınlık, mekân açısından, soy açısından ve dostluk/arkadaşlık dayanışmayı/yardımlaşma ve inanç sistemi açısından olabilir.”[15] Mukatil bin Süleyman[16] “Veli” kelimesinin bu anlamlarını kategorize ederek eserinde bunlara dair ayetlerden tek tek örnekler vermektedir.
Fahruddin Er-Râzi, “Veli” kelimesi hakkında şunları kaydetmektedir: “ ‘Veli’ kelimesi, ism-i fail anlamında, feîl veznindedir. Bu kelime Arapların şu sözlerinden alınmıştır: "Falanca bir şeyi uhdesine aldı..."….Nitekim Hüzelî şöyle demiştir: "Sen yolundan saptırmak isteyen bazı azgın kimseler sana yaklaşmaksızın, (seni) tehdit etti." Yine bu kelimeden olmak üzere denilir ki, "Benim evim onun evine yakındır" Ayrıca sana sevgi ve yardım hisleriyle yaklaşıp seni hiç terk etmediği için, yardımcıya da "velî" denilmektedir. Yine, halkın işlerini yönettiği, onlara emirler ve yasaklar çıkardığı için şehrin yöneticisine de "vâlî" denilir. (mevlâ) "efendi" kelimesi de bu kökten gelmektedir….İşte bundan dolayı "velayet" (dostluk), "adavet"in (düşmanlığın) zıddı olmuştur.”[17]
Veli kelimesinin Lugat manası hakkında Kur’an-ı Kerim’de geçen şu ayetleri örnek verebiliriz. Ölen birinin yakını anlamında Veli kelimesi kullanımı olarak; “Haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse, onun وَلِيِّهِ velisine yetki verdik. Ancak o da kısasta ileri gitmesin. Zaten o, alacağını almıştır.”[18]
Yetimin gözeticisi olarak Veli kelimesi kullanımı; “Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” [19]
Yakın akraba asabe[20] olarak Veli kelimesi kullanımları; “Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan مَوَالِيَ yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir وَلِيًّا veli (oğul) ver.”[21] “Allah'a and içerek birbirlerine şöyle dediler: Gece ona ve ailesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da وَلِيِّهِ velisine: "Biz (Sâlih) ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz" diyelim.”[22]
Muktedir durumda olmayan bir akraba için gözeticilik ve şahitlik etmek: “Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, وَلِيُّهُ velisi adaletle yazdırsın.”[23]
Cahiliye dönemi Arap dil ve toplum yapısını yansıtan Kur’an’ın bu anlatımlarında ortak nokta; neseb, soy, kan bağının getirdiği fıtrî diyebileceğimiz bir dayanışma, sahiplenme gözlemlenmektedir.
Kur’an, nuzül dönemi “Veli” geleneğinin, eksik ve olumsuz yanlarını tesviye ederek şeriat haline getirmiştir. Cahiliye döneminde bir Veli; yetimin bakımını üstlenerek ve ona kalan mirastan istediği gibi tasarrufta bulunarak kendi zevkine göre harcama yaparken ayet; “Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” Şeklinde hukuki bir tanımla tevhidi bir yapılanma ortaya koymaktadır.
Ölen birinin velisi için de; “Bir kimse zulmen öldürülürse, onun Velisine yetki verdik. Ancak o da kısasta ileri gitmesin.” Diye emrederek sınırlar ve ölçüler tespit etmektedir.
Anlattığımız bu olgu Veli/Evliya kavramının Arap yaşamını yansıtan lügat anlamındaki pratiğinin, tevhidi dönüşümünü resmetmektedir. Şimdi Veli/Evliya kavramının, Cahiliye dönemi Arap toplumundaki toplumsal pratiğini biraz daha açalım.
2- Veli kelimesinin Cahiliye toplum yaşamındaki karşılığı:
Arap cahiliye toplumu Bedevi ve Hadari[24] olmak üzere iki ayrı şekilde yaşam süren bir toplumdu. Hadarilere göre Bedevilerin yaşamı daha zorluydu. Çünkü bedeviler hem çöl tabiatıyla, hem yaşamlarını idame ettirecek diğer şartlarla boğuşmak zorundaydılar. Bunun için hem nüfus bakımından çoğalmak hem verimli yaşam ortamları bulmak ve hem de bu ortamları sağlarken kendilerini dışarıdan gelecek saldırılara karşı korumak zorundaydılar.
Cahiliye döneminde; Iyal[25] denilen anne baba ve çocuklardan oluşan küçük çekirdek ailelerden başlayan toplumsal yaşam, Âl, Fasile, Fahz, Batn, ammare, ve kabile[26] organizasyonu şeklinde büyüyerek bu insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamaktaydı.
Arap cahiliye toplumunun oluşturduğu bu toplumsal yapıda Iyal’in başı olan baba, çocuklarının ve hanım/hanımlarının velisiydi. Yani onları koruyup gözetmek geçimlerini sağlamak, yani tüm hayatları ile sorumlu kişiydi. Bu yüzden baba “veli” sıfatını almaktaydı.
Ölenlerin hayatta bıraktıkları, yine onların hayattaki en yakın akrabaları olan amca, dede, kardeş gibi, en yakın rahim akrabaları tarafından himaye altına alınmaktaydılar. Yetim kalanların tüm geçimleri ve korunmaları bu aile bireylerince sağlanmaktaydı.
Peygamberimizin yetim kalması sonrası dedesi ve amcası tarafından sahiplenilmesi bu durumun en bariz örnekliğidir. Yine aynı şekilde Hz. Lut’un babasının ölümünden sonra dedesi Azer(Terah) ve amcası İbrahim(a.s) tarafından himaye altına alınması uygulamasının çok uzun süreçlerin uzantısı olan bir gelenek yaşam tarzı olduğunu göstermektedir.
İşte bu yetimleri himayelerine alan akrabalar, onların “velisi” olmaktaydı. Veli” tam manasıyla yardım eden, yakın olan, arada başka kimsenin olmadığı ortamda, hâkim ve her şeye karar veren kişi olarak bu sıfatı almaktaydı. Bu yüzden hem miras mallarında hem kan davaları gibi durumlarda, kısas ve diyet gibi önemli kararları veren kişi “Veli”ydi. Kur’an’daki beyanlar bu durumu açıkça izah etmektedir. “…Bir kimse zulmen öldürülürse, onun Velisine yetki verdik...” ““Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın…..” “….Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, Velisi adaletle yazdırsın.”
Cahiliye Araplarında bu kan, soy, asabe Veli/yakınlığı yanında başka şekillerde de akrabalık, yakınlık tesis etmek mümkündü. Arapların bu yolu tercih etmelerinin sebebi hem nüfuz alanlarını genişletmek hem de yaşamdaki zorlukları bu yakınlıklar yoluyla aşmaktı.
“Cahiliye devri Araplarında derece derece uzaklaşmak üzere müşterek cedlerin erkek tarafından çoğalan zürriyetlerinden teşekkül eden aile kümelerine, İstihlak, Muahat ve hilf yolları ile giren yabancılarda karışıyordu.“[27] Böylece Cahiliye döneminin fertlerinden “bir adam istediği bir yabancıyı kendi nesebine katarak, kendi ailesinden sayabilirdi.”[28]
Cahiliye dönemindeki bu olgu “Nesebi asabe” ve Sebebi asabe” olarak iki şekilde tezahür etmekteydi. “Nesebi asabe” erkeklerin akrabalığı baz alınarak rahim akrabalarını oluşturan topluluk iken; “Sebebi asabe” kan, soy bağı olmaksızın İstihlak, Muahat ve hilf yoluyla edinilen soy dışı akrabaları da kapsamaktadır.
İşte Arap sosyal yaşamındaki bu “Sebebi asabe” olgusu “Cahiliye klanında bir asabeye dâhil olan fertlerin tümü birbirlerinin Velisi Mevlası”[29] sıfatını oluşturmaktadır. Yani kan ve soy bağı olmaksızın bir Arap şahıs ile “Sebebi asabe” vesilesiyle kabileye dâhil olan kişiler, bu yolla bağlı oldukları kabilenin fertlerinin mirası ve kendi mirasları dâhil her türlü sosyal yanlarından ortaklaşa yararlanabilirdi. Ortaya çıkan kan davalarında o kabilenin ferdi olarak değerlendirilir ve diyet uygulamaları buna istinaden gerçekleştirilirdi. Bu kişiler aynı zamanda bağlı oldukları kabilenin dışarıdaki birer temsilcisi olurlardı.
Anlaşılacağı üzere sanki “rahm akrabalığı” varmış gibi sosyal birliktelik oluşturan bu konum; Cahiliye dönemi Araplarında Veli/Evliya olarak nitelenen sosyal bir vakıanın, bir kavramın daha da genişlemesine yol açmıştır.
3- Kavram / Istılahi manasıyla Veli kelimesi:
Kur’an’daki, Veli/Evliya kelimesinin ıstılahi kullanımında ise; asabe, kan ve soy bağı unsurları bir kenara bırakılarak tamamen akıdevi özellik ön plana çıkarılmaktadır.
“Kur’an’ı Kerim’de veli/evliya kelimesi aynı kökten türeyen kelimelerle birlikte doksana yakın ayette zikredilmektedir. Bu ayetlerde; Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber’in, Mü’minlerin, Zalimlerin, Kâfirlerin, Münafıkların, Müşriklerin, Yahudi ve Hristiyanların Ehl-i Kitap’ın, Şeytan ve Putların, dostlukları(Evliya) haber verilmektedir.”[30] Yani Kur’an, Veli/Evliya kelimelerini iman ve inkâr açısından değerlendirerek inanç ekseninde tespitlerde bulunmaktadır.
Bu tespitlere göre yeryüzündeki akideler iman ve küfür olarak iki kısma ayrılmaktadır. İman edenler bir gurubun, küfür/inkâr edenler ise diğer gurubun içerisine girmekte ve birbirlerinin dostu/yakını olmaktadırlar. “Ey İman edenler! Benim de düşmanım, عَدُوِّي, sizin de düşmanınız عَدُوَّكُم olanları dost أَوْلِيَا edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir.”[31]
Dolayısıyla Vahye/Kur’an’a inananlar ve bunun müteselsil cüzlerindeki hiyerarşi olarak Allah, Peygamber, Mü’minler, birbirlerinin Veli/Evliya/Dost’u olarak tanımlanmaktadır. “Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost/veli وَلِيٍّ , ne bir yardımcı نَصِيرٍ vardır.”[32]
İnkârcılar ise karşı bir gurup olarak nitelendirilerek onların da birbirleri ile dost/veli oldukları şu ayet bildirmektedir. “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli أَوْلِيَاء edinmeyin. Sizden kim onları dost يَتَوَلَّهُم edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.“[33] Bu ayeti Kerime’de bariz olduğu üzere Cenabı Hakk, Kur’an’ın nüzul döneminde “asabe” yakınlığını ifade olarak kullanılan Veli kelimesini, kan ve soy bağından tecrit ederek tamamen inanç bağlamında konumlandırmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’deki Veli/Evliya kavramının ıstılahi anlamdaki en önemli kullanımı “Yaratılış” kıssasında gerçekleşmektedir. Şimdi bunu örneklendirelim.
4- Yaratılış kıssasında Veli kavramı:
İlk insan Hz. Âdem’in yaratılışı ve dünya’ya inişini konu alan “yaratılış kıssası” aynı zamanda dünya üzerindeki insan ve Şeytan arasındaki mücadelenin mahiyetini de kıssa etmektedir.
Yaratılış kıssasına göre dünya üzerinde “halife”[34] olarak yaşamaya başlayan insanın karşısına Şeytan’ın çıkacağı ve bir şekilde insanları Allah’a karşı isyan ettirmeye çalışacağı beyan edilir. “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların أَوْلِيَاءdostları kıldık.”[35]
Bir diğer ayette ise bu olgu şöyle beyan edilmektedir.“Hani biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik; İblis(Şeytan) hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu أَوْلِيَاء dostlar ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin عَدُوٌّ düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!”[36]
Yaratılış kıssasının bir bölümünü anlatan, çeşitli surelerdeki bu ayetlerde üzerinde durulan önemli bir konu vardır. Cenabı Hakk, Âdem ve eşinin yeryüzüne inmesini emrederken, aynı zamanda orada bir mücadele başlayacağını bildirmektedir. “Şeytan, ana-babanızı….cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın.” İfadesi bu mücadeledeki tarafları ve mücadele fiilini beyan etmektedir.
Bu kıssadaki mesaja göre, yeryüzünde yaşama başlayan insan ve Şeytan iki ayrı guruptadırlar. Bu iki gurubun iki aykırı özelliği vardır. İman ve inkâr. Âdem ve eşi “İman” safındadırlar. Buna mukabil, Şeytan, inkâr safındadır. Yani insanlar, yeryüzündeki yaşamlarında, Allah’ın çağrısında olduğu gibi Allah’ın emirlerine uyup, karşı guruptan olan Şeytan’ın isteklerine boyun eğmemeleri gerekmektedir.
İşte Cenabı hak bu mücadelede kendi emirlerini dinleyen dolayısıyla onu gereği gibi tanıyanın/tanıyanların, Allah’ın yakını/dostu/Velisi/Evliya’sı olacağını bildirmektedir. Dolayısıyla “yaratılış” kıssasında yer alan Veli/Evliya kelimesinde kelimenin lugat anlamındaki kan, soy, asabe bağı değil; iman bağı esasını ortaya çıkaran inanç/akide özelliği vurgulanmaktadır.
Allah’ın emirlerine uyanlar, kıyamete değin, hem Âdem ve eşi soyundan, yani insan; hem de “ya eyyühellezine Amenu” “iman edenler” olmaları vasfıyla inanç/din kardeşleridirler. Hucurat suresinde beyan edildiği gibi… “إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ “ “..Müminler ancak kardeştirler…”[37] Tüm bu sıfatların bileşimi olarak Müslümanlar birbirlerinin velisidirler.
Yine aynı şekilde Şeytan’ın direktiflerine uyanların da Allah’ın emirlerine aykırı hareket ederek Şeytana uydukları için, hem“…كَانُواْ إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ…“ “..şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar”[38] hem de onun veli/dostu/Evliya’sı olmaktadırlar.
“…إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ..” “..şeytanlarla kardeş…” ve “..şeytanları, inanmayanların أَوْلِيَاء dostları kıldık..” ayetlerindeki, Ihvan/kardeş ve Veli/Evliya kullanımında, insan ile Şeytan arasındaki bir kan, soy, asabe bağını değil; Şeytan’ın emirlerini uygulamak, dolayısıyla ona tabi olmayı yansıtan ve vurgulayan iman/inanç özelliği ortaya çıkartılmaktadır.
O halde tüm bu anlattıklarımız mucibince şu tespitlerde bulunabiliriz. Yeryüzünde yaşamın başlamasından itibaren insanlar inanç temelinde iki ayrı kutuba ayrılmıştır. İman edenler ve inkâr edenler. İman edenler birbirleri ile kardeş ve velidirler. İnkâr edenler ise –Şeytan ve kâfirler- birbirleri ile kardeş ve birbirlerinin Veli/Evliyasıdırlar. Allah ise İman edenlerin “Veli/Evliya”sıdır.
Ne zamanki yeryüzünde hayat süren insanlar; “Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.”[39] Ayeti gereği, Allah’ın emirlerini tebliğ eden resullere ve onun getirdikleri vahye dolayısıyla Allah’a ittiba ederlerse, bu gurup iman Veli/dostluk kutbunu oluşturmuşlardır.
Kimler de Allah’ın yolladığı resullere, onun getirdiği vahye ve dolayısıyla Allah’a karşı gelmişlerse, binaenaleyh bu aykırı fiilleri yaparak Şeytan’ın vesvese ve emirlerine! Uymuşlarsa, onlar da, inkârcı dostluk/veli kutbunu oluşturmuşlardır.
“Yaratılış” kıssasındaki ayetlerin nezdinde, iman dostluk kutbunun hiyerarşisini tespit etmek mümkündür. 1-Allah, 2-Resul/resuller, 3-İman edenler/Müslümanlar.
Yine aynı şekilde İnkârcı dostlar kutbunun hiyerarşisini çıkarabiliriz. 1- Şeytan, 2- Şeytan’a uyan kâfirler/inkârcılar
5- İman kutbu veliliği/yakınlığı/dostluğu:
Yaratılış kıssasının anlatımlarından kategorize ettiğimiz “iman kutbunun” dost hiyerarşisini Kur’an ayetleri nezdinde inceleyelim. Buna göre dünya üzerinde kıyamete kadarki süreçte oluşacak “iman kutbunun” veli/dost hiyerarşisi şöyle sıralanmaktadır: 1-Allah, 2-Resul, 3-İman edenler/Müslümanlar(erkek-kadın).
5- a) Allah’ın veliliği:
Kur’an’ı Kerim’in, “yaratılış” kıssasından başlamak üzere Veli/Evliya kelimelerinin geçtiği “elliye yakın ayette”[40] Cenabı Hakk inananların Velisi olduğunu açıklamaktadır. Çünkü Allah, yaratıcıdır ve yarattıklarını koruyup gözeten onların ihtiyaçlarını karşılayandır. Bundan dolayı Âdem’i yaratmasından itibaren uyulacak, ibadet edilecek, emirleri yerine getirilecek tek varlığın kendisi olduğunu beyan etmiştir. Onun bu isteğini yerine getirenlerin Velisi/dostu da yani kulluğun karşılığını veren de tabii olarak tek olan Allah olacaktır.
“Allah’ın inananların Veli/dostu olduğunu bildiren ayetlerin çoğunda Veli kelimesinden sonra Nasır, Şefi, Vâk, Hamid, Mürşid gibi sıfatlara veya benzer manalar ihtiva eden ifadelere yer verilerek dostun sevdiği için bir yardımcı, koruyucu, kurtarıcı, yüceltici, iyiliğe yöneltici olması, bu şekilde dostluğun sevgiye dayanması ve pratik ahlâki sonuçlar doğurması gerektiğine işaret edilmiştir.”[41] Çünkü dünya ve ahrette insanın tek yardımcısı dolayısıyla Velisi/dostu Allah’tır. “Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız أَوْلِيَاؤُكُم Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır.” [42]
Şu ayeti kerime’lerde Allah’ın tek ve yaratıcı olduğuna vurgu yapılarak, dünya ve ahrette tek dost/yakın/Veli’nin O olacağı hatırlatılmaktadır. “Bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost وَلِيٍّ ne de bir yardımcı نَصِيرٍ vardır.”[43] “Allah, inananların dostu/yakını’dır وَلِيُّ onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.”[44] “O, (insanlar) umutlarını kestikten sonra, yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O, hakiki yakın/dosttur الْوَلِيُّ övülmeye lâyık olandır.“[45] “Siz ne yeryüzünde ne de gökte (Allah'ı) aciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir yakın/dost وَلِيٍّ ve yardımcı da نَصِيرٍ bulamazsınız.”[46]
Bunlar ve diğer benzeri ayetlerde insanlara hatırlatılmak istenen, öğüt verilen; Allah’a iman etmeleri ve Allah’ın emirleri dairesince yaşamalarıdır. Bunu yaptıkları yani Allah’ı “Veli” kabul ettikleri takdirde bu dünyadaki tüm isteklerinde olduğu gibi ahrette de arzu ettikleri tüm şeyler onlara, tek olan Allah tarafından sunulacaktır. “Allah, mü’minlerin Velisi olarak onları hidayete erdirir, karanlıklardan nura çıkarır; onlara elçiler gönderir, kitaplar indirir, yardım eder, şefaatta bulunur, korur, gözetir, rahmetiyle kuşatır.”[47]
Şayet Şeytan ve onun oluşturduğu inkârcı dost/Veli kutbunu seçerlerse; o dostların onlara verebilecekleri bir karşılık yoktur. “Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dostوَلِيًّا edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.”[48]
Dolayısıyla Kur'an, nazil olması ile birlikte var olan dünyayı inanç açısından ikiye ayırmaktadır. İnananlar ve inkâr edenler. İnananların sahipliğini, yol göstericiliğini, yardımcılığını, velayetini dolayısıyla veliliğini ise Allah; İnkâr edenlerin ise Şeytan üstlenmektedir.
5- b) Resulün veliliği:
Yaratılış kıssasında dikkat etmemiz gereken bir konu açıklanmaktadır. Hz. Âdem ve eşi, Cenabı Hakk’ın bizzat hitabına yani emir ve nehiylerine muhatap olmuşlardır. “Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva)[49] beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.”[50]
Ancak Âdem sonrası yeryüzünde yaşamaya başladıktan sonra bu ilişki nasıl olacaktır. Yani Allah’ın emir ve nehiyleri nasıl bildirilecek, insanlar bunu nasıl alacaklardır. İşte bu husus şöyle açıklanmaktadır: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan (cennetten) inin! Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz.”[51]
Ayette belirtilen “…benden size hidayet geldiğinde..” ifadesi yeryüzünde kıyamete kadar yaşam sürecek insanların yaşadıkları dönemlerde, kendilerine Allah tarafından gönderilmiş resullere inanmaları ve onların Cenabı Hakk’tan getirdikleri şifahi ve yazılı vahye uymaları gerekmektedir. Böyle yaptıkları takdirde “Yaratılış” kıssasında dikkat çekilen “…İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu أَوْلِيَاء dostlar ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin عَدُوٌّ düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!” öğüdünü tutarak; İblis/Şeytan’ın emirlerine! Karşı gelecekler ve ona tabi olmayacaklardır. Dolayısıyla Şeytan ve taraftarlarını dost/yakın/Veli edinmeyeceklerdir.
O halde her dönemde kendilerine hitap eden resuller, Allah’ın temsilcileri olduğu için onu ve getirdiklerini(vahiy) nazarı dikkate alanlar; Allah’ın emir ve nehiylerine tabi oldukları için Allah, onların Velisi/dostu olmakta ve aynı zamanda resulün kavminin iman edenleri resulü dost/Veli edinmiş olmaktadırlar. “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[52]
Neden? Çünkü insanların bu dünya ve ahretteki ihtiyaç ve isteklerini yalnızca tek olan Allah karşılar. Resule tabi olanlarda onun vesilesiyle Allah’a ittiba ettikleri için yalnızca Allah onların ihtiyaç ve isteklerini karşılayacaktır. “Sizin veliniz وَلِيُّكُمُ ancak Allah'tır, Resulüdür….onlar ki (iman edenler) Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.”[53]
Yeryüzünde resulü dost/yakın/Veli tutmak, Allah’ı dost/Veli tutmak anlamını taşımaktadır. Çünkü Allah’ı Veli/dost edinmek yani onun emir ve nehiylerini yerine getirmek, ona kulluk etmek ancak resuller ve onların getirdikleri vahiyler doğrultusunda olacaktır.
Resullere tabi olanlar da yeryüzündeki mücadelede, Şeytan ve onun inkârcı kutbuna karşı çıkanlar demektir. Yani Resulü, Veli/dost edinmek yeryüzünde Âdem’in inişinden itibaren başlayan Hak-Batıl mücadelesinde Hak’tan, tevhid’den yani Allah’tan yana taraf ve yakın olmak demektir. “Yoksa siz, içinizden cihâd edenleri; Allah'tan Peygamberinden ve müminlerden başkasını dost ve sırdaş وَلِيجَةً edinmeyenleri kendi ilmiyle ayırt etmeden, Allah'ın sizi kendi hâlinize terk edeceğini mi sanırsınız? Allah yapa geldiğiniz şeylerden haberlidir.“[54]
Allah’ın Velisi/yakını/dostu olmak için resulün Velisi olmak gerekmektedir. Aksi takdirde Allah’ı ve onun emir ve nehiylerini nasıl algılamak mümkün olacaktır? “Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.”[55] “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”[56] Bu ayetler resulü veli/dost edinmeyi gerektirmez mi? Resulü veli/dost edinen Allah’ı da veli/dost edinmiş olmaz mı?
Resulullahın, müminler üzerindeki "Veli"liğinin niteliğini anlatan bu ayetler onun Müslümanları nasıl koruyup kolladığını göstermektedir. Müslümanlar da peygamberi en az onun Müslümanları sevdiği kadar sevmek zorunda olduklarına dair şu ayet; Resul ile Müslümanlar arasındaki velilik bağının ne derece kuvvetli olduğunu göstermektedir. "Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır."[57] Gördünüz mü Veli/Evliya kelimesinin “…iki şey arasında kendilerinden olmayan bir şeyin girmesine izin vermemesidir. Bu yakınlık, mekân açısından, soy açısından ve dostluk/arkadaşlık dayanışmayı/yardımlaşma ve inanç sistemi açısından olabilir.”[58] Şeklindeki lugavi anlamının pratiğini !?..... Aynı zamanda ıstılahi olarak sadece inanç/akide temelli; soy, sop, asabe, kan bağı aranmadan, iman kardeşliğinin teessüs edildiğini!...
5- c) Mü’minlerin veliliği:
Kur’an’da, kendilerine gönderilen resul/resullere tabi olanlar, iman edenler “mü’minler” olarak vasıflandırılmaktadır. Neden? Çünkü onlar "Birbirlerinin velileridirler" yani, candan sevgi, muhabbet, birbirlerine atıfetleri bakımından kalpleri birlik içerisindedir.”[59] Allah’a inanmakta, onun görevlendirdiği elçilerine de dolayısıyla onların tebliğ ettiği Allah’ın emir ve nehiylerine de uymaktadırlar. “Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır.”[60]
Bundan dolayı “inananlar” olarak vasıflandırılmakta dolayısıyla dünya üzerindeki iman küfür mücadelesinde iman edenler kutbunu oluşturmaktadırlar. Mü’minler, Allah’ı ve resulünü dost/Veli edinmişlerdir. “Bu, Allah'ın, inananların Veli/dost/yakını مَوْلَى olmasından dolayıdır. Kâfirlere gelince, onların veli/dost/yakını مَوْلَى yoktur.”[61]
Mü’minlerin, Allah ve resulünü Veli edinmeleri, Arap cahiliye anlayışındaki “Veli” kelimesinin karşılığı olan kan, soy, asabe manasında değildir. Bu tamamen Allah’ı tanıma ve onun emirlerini yerine getirme, yani inanç temelinde bir kabul yani Veli/Evliya kelimesinin sonradan kazandığı ıstılahi anlamındadır.
Bunun en güzel örnekliği Mekkeli Müslümanların, Medine’ye hicretinde yaşanmıştır. “Mekkeli muhacirlerin umumiyeti için Hz. Peygamber bir genel toplantı tertipledi ve bu toplantıda her bir çalışan ve eli iş tutan Medineli Müslüman’ın (=Ensar), bir Mekkeli Müslüman’ı (=Muhacir) <<kardeş edinmesi (veli)>> teklifinde bulundu: “İki tarafın aile mensupları, bu suretle ortaklaşa çalışacaklar, kazanacaklar ve hatta öz kardeşler, yeğenler ve başka akrabaları bertaraf etmek suretiyle birbirlerinin mirasçısı olabileceklerdi”. Herkes gönül rızası ile bu teklifi kabul etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, muhtelif kabiliyetlerin muvazeneli bir surette eşleştirmesi için bu <<kardeşleştirme (veli)>> hareketini bizzat idare etmiştir.”[62] “Muhacirlerle Ensar arasında kırk beş veya yüz elli kişinin kardeş (veli) olduğu tarihen sabittir.”[63]
“Ensar ile Muhacirin arasındaki kardeşlik (Veli/Evliyalık), kısa bir müddet sonra nazil olan Hucurat suresinin 10. ayet-i kerimesinde de beyan buyrulan “Mü’minler (dinde) ancak kardeştirler. Onun için (ihtilaf ettikleri zaman) iki kardeşinizin arasını düzeltin ve (Allah’ın emrine muhalefet etmekten) sakının ki, merhamet olunasınız.” Kelamullahı ile daha da genişleyerek İslam dünyasındaki bütün mü’minleri içerisine almıştır. Yalnız bu din kardeşliğinin mirasa ait hükmü, Bedir harbinden sonra değiştirilerek Enfal suresinin 75. ayet-i kerimesi ile miras, akrabaya ait olmuştur.”[64]
Müslümanların, tavır almaları gereken bir diğer husus daha açıklanmaktadır. “Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost أَوْلِيَاء edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır.”[65]
Anlaşılacağı üzere mü’minlerin alacağı bu tavır tamamen inanç, iman ekseninde bir tavırdır. Çünkü mü’minler soy, sop, kan bağı gibi değerlerin ortaklığını ifade etmezler onlar tamamen inanç, Allah’a iman ekseninde birliği ve yakınlığı temsil ederler.
Kur’an’daki çeşitli surelerde beyan edilen benzeri ayetlerde, mü’minlerin, Allah ve resulü yanında diğer mü’minleri de Veli edinmesi emredilmektedir. Neden? Çünkü aynı kutba –iman- ait olan bu insanlar birbirlerini veli edinmedikleri takdirde aralarına girecek olan Şeytan ve onun taraftarları (Kâfirler = Yahudiler-Hıristiyanlar-Müşrikler- Münafıklar, v.d), Müslümanları kendi kutuplarına çekebilecek, Müslümanlar arasında fitne çıkarabileceklerdir.
Bu yüzden mü’minler yalnızca mü’minleri yani kendi gibi inanmış olanları dost/yakın/Veli edinmeleri gerekmektedir. Mü’minlerin kendi aralarındaki bu Veliliği diğer insanlar ile beşeri, ticari, sosyal münasebetlerin iptal edilmesi anlamında değildir. Bu dostluk tamamıyla dini, itikadi anlamdadır. Dini ve itikadi açıdan mü’minler aleyhine olacak durumlardan kaçınılması isteğidir.
“Mü’minlerin, düşmanları olan kafirlerle dost olmaları menedilmiştir. Kastedilen kafirler, Müslümanların can düşmanı olan Kureyş müşrikleridir. Müslümanların düşmanları olan kafirlerle sıkı dostluk kurmaları onları korumaya çalışmaları, kendi sırlarının öğrenilmesine, güçlerinin azalmasına, hatta birbirlerine düşmelerine sebep olur. Bu dostluk, Müslümanların güvenliği açısından menedilmiştir. Fakat bu ayetler, Müslümanlara düşman olmayan başka din mensuplarıyla iyi ilişkiler kurmaya, onlara insanca davranmaya mani değildir. Cenabı Hak, müslümanlarla savaşmayan insanlara iyi davranılmasını öğütlemiştir:”[66] “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri veli/dost تَوَلَّوْ edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost يَتَوَلَّهُمْ olursa işte zalimler onlardır.”[67]
İnananların Veliliğinde bir başka farklı husus ta cinsi ayrımcılığın olmamasıdır. Bunu şu ayette gözlemlemekteyiz: "وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ“ “…Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin أَوْلِيَاء velileridir...”[68]
Cenabı Hakk, Tevbe suresinde münafıkları ve tutumlarını anlatırken; inkârcı münafıkların, Veliliğinin vasıflarını şöyle tanımlamıştır: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alı kor ve cimrilik ederler. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fâsıkların kendileridir.”[69] “Allah erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de içinde ebedî kalacakları cehennem ateşini vâdetti. O, onlara yeter. Allah onlara lânet etmiştir! Onlar için devamlı bir azap vardır.”[70]
Şeytanın Velisi olan münafıkların bu olumsuz Veliliğine karşılık olarak Allah, İnanan erkek ve kadınların Veliliğini şöyle beyan etmektedir: “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin أَوْلِيَاء Evliyalarıdır. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alı korlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir. Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.“
İmam Razî, mü’minlerin Veliliğini şöyle yorumlamaktadır: “Bil ki Allah Teâlâ, mü'minleri birbirlerinin velisi, dostu olmakla vasfedince, bunun peşinden, o dostluğun adeta bir tefsiri ve izahı olacak şeyleri de zikrederek, "Bunlar iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, Allah'a ve Resulüne itaat ederler " buyurmuş ve böylece, mü'minin münafıktan ayrılmış olduğu bu beş hususu zikretmiştir. O halde münafık Cenâb-ı Hakk'ın geçen ayetinde de vasfettiği gibi, kötülüğü emredip iyilikten sakındırmaya çalışır; mü'min ise, bunun aksini yapar. Münafık, namaza, bir tür tembellikle kalkar; mü'min ise, bunun aksi haldedir. "Ellerini (cimrilikle sımsıkı) yumarlar" (Tevbe. 67) ayetinde de buyrulduğu üzere, münafık, zekât ve diğer farzlar hususunda cimrilik eder, mü'min ise, aksine zekâtını ve diğer vecibelerini yerine getirir. Allah'ın da vasfettiği gibi, Allah ve Resulü, münafığa cihada koşmasını emrettiğinde, o, kendisi cihda katılmadığı gibi, başkalarını da katılmaktan alıkoymak ister. Hâlbuki mü’min bunun aksini yapar ki, işte bu husus ayette "Allah'a ve Resulüne itaat ederler" lafzıyla beyan edilmiştir. Cenâb-ı Hak, mü'minlerin sıfatlarını belirtince, münafıklara cehennem ateşini vaat etmesine karşılık mü'minlere de gelecekteki rahmetini, yani ahretteki mükâfatını vaat ettiğini beyan ederek, İşte bunlar yok mu? Allah onları rahmetine mazhar edecektir" buyurmuştur.”[71]
Görüldüğü gibi örnek verdiğimiz ayetlerde ve Razî’nin yorumlarında; hem olumlu hem de olumsuz –İman kutbu Veliliği ve İnkâr kutbu Veliliği- Veliliğin vasıfları ve sonuçları beyan edilmekte ve Veli/Evliya kelime/kavramının, lugat anlamından, ıstılahi formuna nasıl evrildiği gözlemlenebilmektedir.
5- d) Allah’ın velilerinin vasıfları:
Cenabı Hakk, birbirlerinin Velisi olan bu topluluğun ortak özelliğini yani vasıflarını da şöyle tanımlamaktadır: “Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır.”[72] “Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.”[73]
Bir başka ayette ise birbirlerinin velisi olan mü’minlerin vasıfları hakkında şu şekilde bir tanım yapılmaktadır. “Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!”[74]
6- İnkâr kutbu veliliği/yakınlığı/dostluğu:
Cenabı Hakk’ın yaratılış kıssasında beyan ettiği, inkârcıların velisi/dostu olan Şeytan’ın başı çektiği inkârcı dost kutbunun üyeleri Müşrikler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve münafıklardır. Bunun yanı sıra kıyamete kadar İslam karşıtı her din ve ideoloji bu kutup içerisinde dostluk oluşturan üyeler olacaktır. Şimdi inkârcı dost kutup hiyerarşisini inceleyelim. 1- Şeytan, 2- Şeytan’a uyan kâfirler/inkârcılar (Yahudi -Hıristiyan - Sabiî - Mecusi - Münafıklar – Müşrikler, Putlar(canlı-cansız) ilahir).
6- a) Şeytan’ın veliliği:
Yaratılış kıssasında Âdem’e secde etmeyerek Allah’ın emrine asi olan İblis/Şeytan bu inkârından dolayı Allah’ın lanetine uğramış ve yine onun müsaadesiyle kıyamete kadar insanları inkâr safına çekeceğini açıklamıştır. “Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi. Allah: Öyle ise, "İn oradan!" Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! Çünkü sen aşağılıklardansın! Buyurdu. İblis: Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi. Allah: Haydi, sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu. İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. "Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi. Allah buyurdu: Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!”[75]
Bu olaydan sonra cennette olan Âdem ve eşini aldatan Şeytan yüzünden yeryüzünde yaşamaya başlayan ve kıyamete kadar gelip geçecek tüm insanlara Cenabı Hakk şu emri vermektedir. “…Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların أَوْلِيَاءdostları kıldık.”[76] “Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu أَوْلِيَاء dostlar ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin عَدُوٌّ düşmanınızdır.”[77]
Dolayısıyla Allah, kendisine asi olan Şeytanı, insanın baş düşmanı ilan etmiştir. Yeryüzündeki inkârcıların başı ve onları organize eden küfrü ayakta tutan şeytandır. Bundan ötürü Şeytan inananların düşmanıdır. Mukabil olarak Müslümanların karşısında yer alan tüm inkarcıların Veli/dostu da Şeytan’dır.
Cenabı Hakk bu olguyu şöyle beyan etmektedir: “Onun (Şeytan) hakkında şöyle yazılmıştır: Kim onu veli تَوَلَّاهُ edinirse bilsin ki (şeytan) kendisini saptıracak ve alevli ateşin azabına sürükleyecektir.”[78] Cenabı Hakk, Şeytan’ın hükümran olacağı alanı da bildirmektedir. “Onun hâkimiyeti, ancak onu dost يَتَوَلَّو edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlaradır.”[79] “İşte o Şeytan, ancak kendi yakın/dostlarını أَوْلِيَاءه korkutur.”[80]
Şeytan’ın insanları kandırma ve dostları arasına katma metodu ise kendi ağzından beyan edilmektedir. “İblis/Şeytan dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. "Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi.”[81] “Fakat şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de (iman etmediler). İşte o, bugün onların velisidir وَلِيُّهُمُ. Ve onlar için elem verici bir azap vardır.”[82]
Şeytan’ın iğvalarına kanan insanlar ise onun dostları olduklarını Kur’an şu şekilde açıklamaktadır: “…bir guruba da sapıklık müstahak oldu. Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları kendilerine dost أَوْلِيَاء edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar.”[83] “Şeytan’ın, kâfirlerin dostu olması ise; kâfirlere azgınlık yollarını güzel göstererek, onları sapıklığa ve küfürde sebata teşvik etmesidir. Kâfirlerin şeytan’ın dostu olmaları; şeytan’ın sözünü tutup, O’na itaat göstermeleri ve O’na bağlanmalarıdır.”[84]
6- b) Kâfirlerin veliliği:
Bu hususta Cenabı Hakk şöyle buyurmaktadır: “Müminleri bırakıp da kâfirleri yakın/dost أَوْلِيَاء edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir.”[85]
İnananların, kâfirleri dost edinilmemesinin gerekçesi ise şöyle açıklanır: “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost أَوْلِيَاء edinmeyin. Allah'tan korkun; eğer müminler iseniz.”[86] “…onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar.”[87]
Verdiğimiz bu ayetlerden anlaşılacağı üzere kafirler ile dostluk kurulmaması emri tamamen akidevi yöndendir. Çünkü onlar ile yapılacak dostlukta, Şeytan ve orduları mü’minleri aldatarak kafirlerin safına çekecekler böylece inananları yenilgiye uğratmış olacaklardır.
Kur’an-ı Kerim, inananların karşısında olan yani vahyi, resulü inkar, müslümanları küçümseyen kafirlerin, birbirleri ile dost/veli olduklarını şöyle beyan edimektedir: “Kâfir olanlar da birbirlerinin dostlarıdır أَوْلِيَاء Eğer siz onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.”[88]
Şeytan’ın önderliğindeki kâfirler ise gurup guruptur. Müşrikler, Yahudiler, Hıristiyanlar, Münafıklar.
I-Müşrikler:
“Müşrikler kendileri inkâr ettikleri gibi sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost أَوْلِيَاء edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin.”[89]
“Dikkat et, hâlis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez.”[90]
II-Yahudiler:
“De ki: Ey Yahudiler! Bütün insanlar değil de, yalnız, kendinizin Allah'ın dostları أَوْلِيَاءolduğunuzu iddia ediyorsanız, bunda da samimi iseniz, haydi ölümü temenni edin (bakalım)!”[91]
III- Hıristiyanlar:
“Sizden önce kendilerine Kitap (Tevrat ve İncil) verilenlerden(Hıristiyan ve Yahudilerden) dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost أَوْلِيَاء edinmeyin.” [92]
IV-Münafıklar:
“Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkor ve cimrilik ederler. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fâsıkların kendileridir.”[93]
Kur’an’ı kerim, kâfirlerle dost/veli olunmamasını istediğinde, mü’minlerin kan, soy, asabe bağı olan kâfirleri de buna dâhil etmektedir. “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli أَوْلِيَاء edinmeyin. Sizden kim onları dost يَتَوَلَّهُمedinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.
Cenabı Hakk’ın bu emrinde Veli/Evliya kelimesinin lugat anlamının tamamen zıddı bir durum oluştuğu görülmektedir. Kur’an’ın ıstılahi anlamdaki bu emirleri nazil olmazdan önce soy, kan, asabe bağından ötürü; Müslüman olsun olmasın Veli/Evliya konumunda olan Araplar; bu ayetin nazil olmasından sonra Veli/Evliya kelimesine Cenabı Hakk’ın yüklediği iman birlikteliği dolayısıyla soy, asabe bağı olmuş olsa bile birbirleri ile veli/dost olamamaktadırlar. İşte bu Veli/Evliya kelimesinin lugat anlamından ıstılahi anlam/kavrama geçişini tam anlamıyla yansıtan bir durumdur.
7- Ahirette Allah’ın veliliği:
Veli ve Evliya kelime/kavramının Kur’an’daki en çarpıcı anlatımı Ahiret’teki Veli’nin kim olduğunun tespitidir. “Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız أَوْلِيَاؤُكُم Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır.” [94] Allah bu dünyada da Ahirette de Velimizdir. Ancak ahrette Şeytan’ın Veliliği söz konusu olamayacaktır. Çünkü Şeytan kıyamete kadar Allah’tan müsaade almıştır. “İblis: Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi. Allah: Haydi, sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu.”[95]
Veliliğin işlevsel boyutu ahretteki Veliliğin anlatımlarında gündeme gelmektedir. Çünkü Veli olmak bir yönüyle yardım etmek, ihtiyaçlara cevap vermek demektir. İşte ahrette Şeytan ve onun takipçileri bundan mahrum kalacaklardır. “Ateşe arz olunurlarken onların, zilletten başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İnananlar da: İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır, diyecekler. Kesinlikle biliniz ki, zalimler, sürekli bir azap içindedirler. Onların Allah'tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir dostları أَوْلِيَاء yoktur. Allah kimi saptırırsa artık onun kurtuluşa çıkan bir yolu yoktur.”[96] “Ötelerinde de cehennem vardır. Kazandıkları şeyler de, Allah'ı bırakıp edindikleri dostlar أَوْلِيَاء da onlara hiçbir fayda vermez. Büyük azap onlaradır.”[97]
Sonuç:
- Veli ve Evliya kelimesi Kur’an-ı Kerim’de yer almaktadır. Ancak bunun pratiğe aktarımında; günümüze kadar gelen süreç içerisinde uğratılmış olduğu Metamorfoz/Başkalaşım’ın etkisiyle Kur’an’ın tarif etmediği bir vasfa ve hatta tevhid dışı bir kavrama dönüştüğü görülmektedir. Kur’an’daki Veli/Evliya anlatım ve hedefi ile onun pratiğe aktarımı arasındaki muazzam fark veya başkalaşım gerçekleşmiştir..
- Gerek Cahiliyye dönemi Velilik müessesi, gerekse Kur’an’ın inşa ettiği Velilik sistemi harmanlanarak; Mekke’li Müslümanların, Medine’ye Hicretinde peygamberimiz Hz. Muhammed tarafından, Mekke “Muhacir”leri ve Medine “Ensar”ı arasında, pratiğe yansıtılmıştır.
- Kur’an nazil olmazdan ve nazil olurken de Cahiliye Araplarının fıtri veya geleneksel bir yaşam tarzı olarak; kan, soy, akrabalık bağları üzerine kurulu bulunan “Veli/Evliya” müessesi, Kur’an tarafından, inanç/akide üzerine yeniden inşa edilmiştir.
- Cenabı Hakk, yaratılış kısasında, Veli ve Evliya kelimesini ıstılahi anlamda beyan etmiştir. Buna göre Allah, inananların Velisidir. Yeryüzündeki insanlar ile Allah arasında onun mesajını ileten, Cenabı Hakk’ın “…benden size hidayet geldiğinde..” diye belirttiği resuller, Veli’dirler. Ve en son olarak Allah’a inanıp resule tabi olanlar Veli/Evliya’dırlar. Buna mukabil Allah’a isyan eden Şeytan bir Veli’dir ve ona tabi olan inkârcılarda onun Veli/Evliya’sıdırlar. Dolayısıyla bu iki ayrı kutup kıyamete kadar iman ve inkâr ekseninde bir Veli/Evliya sistemi oluşturmuşlar/oluşturacaklardır. Bu sistemin iman kutbu hiyerarşisi Allah-Resuller ve mü’minler’dir. İnkâr kutbu hiyerarşisi ise Şeytan ve inkârcılar olarak tezahür etmiş/edecektir. Veli/Evliya hakkındaki bu hudutlar Kur’an’daki yaratılış kıssasında açıklanmış ve kıyamete kadar bakîdir.
- Kur’an’ın bize bildirdiği bu inanca dayalı Velilik sistemi haricinde “özgün” bir Veli/Evliya anlayışı yoktur. Tasavvufi bir sistem olarak; Cahiliye dönemi soy, asabe, kan bağına dayalı Veli/Evliya anlayışı ve Kur’an’ın itikat/akide üzerine kurduğu Veli ve Evliya anlayışı dışında; inşa edilmiş ve geliştirilmiş olan Veli/Evliya merkezli sufi anlayış, Kur’an dışı ve hatta tevhid’e aykırı temalar barındırır. Kur’an’a göre inanan herkes yani tüm Müslümanlar ve hatta kâfirler Veli iken, Tasavvufi sistemde “özgün” ve ulaşılamaz “aşkın” velilik sistemi ihdas edilerek, Allah ve insanlar arasında kutup-üçler-yediler-kırklardan oluşan hiyerarşik bir ruhbanlık sistemi oluşturulmuştur. Mesela şöyle “Şayet kırklardan biri ölürse ümmet arasında bulunan Velilerden biri onun yerine getirilir. Yedilerden biri ölürse kırklardan biri yerine getirilir. Üçlerden biri ölürse yedilerden biri yerine getirilir. Sayıda tek, fakat bütün yaratıkların sayısına denk olan kutup ölürse üçlerden biri yerine getirilir. Bu Allah’ın izniyle kıyamete kadara böyle sürüp gider.”[98] Kâinatın, tamamen uydurma bu anlayış ve hiyerarşiye dayalı olarak Allah tarafından yönetilmesi, kullar ile Allah arasına “aşkın” ve “özgün” Veli/Evliya’ların sokulması, tam bir ruhbanlık örneğidir ve asla Kur’an ve onun mesajı tevhid ile bağdaşmaz, her yönüyle şirk yansımasıdır. Alın size bir örnek daha: “Fusus sahibi(İbni Arabî) ve benzerleri, Velinin Allah’ın vasıtasız, nebinin ise vasıtalı yoldan vahiy aldığını; bu bakımdan hâtemu’l- evliya’nın daha üstün olduğunu iddia etmişlerdir.”[99] Yetmedi bir olumsuz örnek daha verelim: “İbnu’l Arabî’ye göre Hz. Muhammed: “Âdem su ile çamur arasında iken ben peygamberdim” demiştir. Ötekiler yaratılmazdan önce o peygamberdi. İşte hatemu’l-evliya da onlar su ve çamur arasında iken veli idi”[100] Bu anlattığımız Sufî/Tasavvufi yorumlar, Kur’an’ın vahiy, gayb, resul ve Allah’ın vasıfları açısından incelendiğinde, Kur’an’ın beyanları ile tamamen zıt anlayışlar olduğu anlaşılmaktadır.
- Veli/Evliya kelime/kavramı, bin dört yüz elli yıllık süreç içerisinde kendisine yükletilmiş olan tevhid dışı tüm yamalardan! Aykırı anlamlardan arındırılması gerekmektedir. Veli/Evliya kavramının Kur’an’i perspektifinde anlaşılması için bu kelime ve kavramların yeniden aslına irca edilerek pratiğe yansıması sağlanmalıdır.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Dipnotlar:
[2] Süleyman Ateş, İslam tasavvufu, s.527.
[3] Süleyman Ateş, A.g.e, s.527.
[4] Arif Çiftçi, Veli ve Evliya terimleri üzerine, Haksöz dergisi, sayı. II, Şubat-1992.
[5] Arif Çiftçi, Veli ve Evliya terimleri üzerine, Haksöz dergisi, sayı. II, Şubat-1992.
[6] Muhammed El Behiy, İnanç ve Amelde Kur’an’i kavramlar, s.226.
[7] T.D.V İslam ansiklopedisi, Dost maddesi, c.IX, s.511.
[8] Şamil İslam ansiklopedisi, C.VIII, s.223.
[9] D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe sözlük, s. 299.
[10] İbnManzur, Lisanu'l-Arab, Daru'l-Mearif, Kahire, ts., C. VI, s. 4920-4921.
[11] İbn Farsi, Mucemu Mekayisi'l-Luğa, C. VI, s. 111.
[12] Cevheri, İsmail b. Hammad, es-Sıhahu Tacü'l-Lugati ve sıhahu'l-Arabiyyeti, II. baskı, tahkik: Ahmed Abdülgafur Attar, Daru'l-İmi'l-Melayin, Beyrut, 1984, C. VI, s. 2528 - 2529.
[13] Abdulaziz BAYINDIR, Fıkha göre nikâh sözleşmesinde velinin yeri, http://www.suleymaniyevakfi.org /arastirmalar /nikah-sozlesmesinde-veli.html; Şemsuddin es-Serahsî, el- Mebsût, XVI/124, Babü men la tecuzü şehadetühü; Kasım b. Abdullah Ali, Enîs’ul-fukahâ, s. 148.
[14] Ragıp El İsfahani, Müfredat, Kur’an ıstılahları sözlüğü, 906 – 914.
[15] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s.575.
[16] Mükatil bin Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, s.250-254.
[17] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c.V, s.430.
[20] T.D.V İslam ansiklopedisi, Asabe maddesi,c.III, s.452.
[24] M. Şemsettin Günaltay, İslam öncesi Arap tarihi, s.25.
[25] M.Şemsettin Günaltay, İslam öncesi Araplar ve dinleri, S.106.
[26] M.Şemsettin Günaltay, A.g.e, S.109.
[27] Neşet Çağatay, İslam öncesi Arap Tarihi, s.129-130; M.Şemsettin Günaltay, A.g.e, S.107.
[28] M.Şemsettin Günaltay, A.g.e, S.107; Neşet Çağatay, A.g.e, s.130
[29] M.Şemsettin Günaltay, A.g.e, S.109.
[30] Remzi Kaya, Kur’anı Kerim‘de Dost Kavramı, U.Ü İlahiyat fakültesi, sayı. 6, c. V, 1994
[34] 2/Bakara/30; “Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi.”
[40] Remzi Kaya, A.g.e, U.Ü İlahiyat fakültesi, sayı. 6, c. V, 1994.
[41] T.D.V İslam ansiklopedisi, Dost maddesi, c.IX, s.511.
[47] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s.578.
[49] Havva ismi Kur’an’da geçmez. Bu isim Tevrat metninde yer almaktadır. Bakınız: Tevrat/3Tekvin/20.
[50] 2/Bakara/35; 20/Taha/117; 7/Araf/19.
[58] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s.575.
[59] İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, c.VIII, s.319.
[62] Muhammed Hamidullah, Resulullah Muhammed, s.124.
[63] Hayati Ülkü, İslam Tarihi, s. 112.
[64] Hayati Ülkü,A.ge, s. 112; Bakınız: Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c.III, s.540-544.
[66] Süleyman Ateş, A.g.e, c.III, s. 544.
[71] Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XII, s.85-86.
[84] Kur’an kelimelerinin anahtarı, Timaş yayınları, s.563
[98] Hakaik, varak 67a, No. 77; Süleyman Ateş, A.g.e, s.528.
[99] Süleyman Ateş, A.g.e, s.533.
[100] İbni Teymiyye, Mezhebu’l-İttîhâdiyyin, s.115-123; Süleyman Ateş, A.g.e, s.534.
|