ÂŞÛRÂ GÜNÜ VE ÂŞÛRÂ ORUCUNUN MAHİYETİ
Giriş
Dinlerdeki kavramlar ve ibadetler zamanla değişime uğramışlar ve başlangıçtaki anlam ve esasları süreç içinde o dininmüntesipleri tarafından olumlu ve olumsuz katkılarla biçimlendirilmiştir. Dolayısıyla İslam dinindeki, kavram ve ibadetlerde, bundan müstağni kalamamış, İslam dininin de bazı kavram ve ibadetlerinin anlamlarında değişmeler olmuştur. Mesela, Veli ve Evliya kavramı buna örnek verilebilir. Veli ve Evliya sırasıyla; Allah, Müminler, erkek ve kadın tüm Müslümanlar; karşıt olarak Şeytan ve onunla beraber olanların dayanışmasını tanımlanmak için kullanılan bir vasıf iken, süreç içerisinde yalnızca belli ve özellikli Müslüman şahıs ve şahıslara ait spesifik bir vasfa büründürülmüştür.
Dinî kavram ve ibadetlerin anlamlarındaki değişmeler, çoğunlukla ibadetlerin asıl manalarına katılan ilavelerden kaynaklanmaktadır. Bunlardan biri olarak örnek verebileceğimiz; İslam'ın bidayetinde, resulullahın uyguladığı bir ibadet şekli olan Âşûrâ orucu ve onu tanımlayan Âşûrâ günü; süreç içerisindeki çeşitli katkılarla resullulah dönemindeki asıl anlam ve içeriğinden sapmalara uğradığı gözlemlenmektedir.
Âşûrâ günü ve Âşûrâ orucu hakkında elimizde bulunan ve Türkiye'deki Müslümanların, kahir ekseriyetinin de benzer inançta olduğundan dolayı ismini vermenin önemli olmadığına inandığımız bir cemaate ait takvim yaprağı arkasında yazılı olan bilgiler bunun tipik bir örneğidir.
Şöyle demektedir bu takvim yaprağı arkasında; ”Muharrem ayının onuncu (Âşûrâ) gününü; bir gün önce yahut bir gün sonraki günü ile birlikte oruç tutmak sünnettir. Yalnız Âşûrâ günü oruç tutmak tenzihen mekruhtur.” Âşûrâ gününde bir gün Âşûrâ orucu tutmak resulullahın bir uygulaması iken bu süre üçe "bir gün önce yahut bir gün sonraki günü ile birlikte oruç tutmak" çıkarılmakta; bununla yetinilmeyerek o gün oruç tutulması aslî bir ibadî davranış iken, bu uygulama "Yalnız Âşûrâ günü oruç tutmak tenzihen mekruhtur." Şeklinde değerlendirilerek haram sayılmaktadır. Dahası, böylelikle resulullahın bir "nafile" ibadet uygulaması fıkhı yönde kategorize edilerek, bu nafile ibadet üzerinden yeni "haram"lar ihdas edilmektedir.
Kaş yapayım derken göz çıkarmak buna denir herhalde!.. Âşûrâ "gün"ünün aslî anlamına aykırı bu yorum, ardından aynı cemaat takviminin bir gün sonrasındaki yaprağı arkasında yer alan bilgiler daha da ilginç!.. “O gün, eve ufak tefek erzak alınırsa, bir sene boyunca evde bereket olur. “ “En az on Müslüman’a birer selam veya bir Müslüman’a on selam verilir. Fakir fukara sevindirilir.” “O gün gusledenler, bir sene ufak-tefek hastalık görmezler.” “Öğle ile ikindi arasında 4 rekât namaz kılınır. Beher rek’atte 1 Fatiha, 50 İhlâs-ı Şerif okunur.” “Namazdan sonra: 70 istiğfar-ı Şerif, 70 Salevat-ı Şerif, 70 defa da “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l aliyyil-azim” denilir.
Bu örnekten anlaşılacağı gibi, Âşûrâ gününün tarifinden başlayarak, ibadetine de ilaveler yapılarak, Âşûrâ günü ve orucu; peygamber dönemi aslî inancından başka bir hale getirilmiştir. Âşûrâ gününe ait yeni yeni anlamlar ve müteselsilin yeni ibadet şekilleri ihdas edilmiştir.
Bundan dolayı bu yazımızda, Âşûrâ günü ve o güne mahsus bir ibadet olan Âşûrâ orucu hakkında kaynaklarımızda yer alan bilgiler üzerinde incelemelerde bulunacağız. Bu konuda sahih olan bilgilere ulaşmaya çalışacağız.
İslâmiyet’te Âşûrâ orucu:
“Aşr Arapça’da “on” demektir.”[1] “Âşûrayı on sayısı ile ilgili olan aşr ve âşir veya develerin güdülmesiyle ilgili ışr kökünden türemiş Arapça bir kelime kabul edenler olduğu gibi, bu dilde “faula” vezninin bulunmadığını ileri sürerek İbraniceden geldiğini söyleyenlerde vardır.”[2] “el-Aşur” Aşure günü, Arabî aylardan muharrem’in onuncu günü, dokuzuncu gününe de denir.”[3]
Kur'an-ı Kerim'de; "Yüce Allah İsrail oğullarının Firavun zulmünden kurtuluşunu, Firavun hanedanının suda boğuluşunu söz konusu ettiği halde, bunun hangi gün gerçekleştiğini zikretmemektedir."[4]
Kur'an-ı Kerim'de yer almayan "Âşûrâ günü" ve orucu ile ilgili dini ve kültürel bilgi birikimimizin, hadis külliyatında yer alan rivayetlerden kaynaklandığı malumdur. Âşûrâ günü ile ilgili yeterli bilgiyi ancak onunla ilgili hadis nakillerini inceleyerek, Hz. Peygamberin bu konudaki tutumunu anlamaya çalışarak idrak etmek, dolayısıyla "Âşûrâ günü" ile ilgili aslî manaya ulaşmak mümkündür. Şimdi Âşûrâ ile ilgili hadisleri dercedelim.
Hz. Peygamberin ve sahabesinin Âşûrâ günü ile ilgili oruç tutma nedenlerini araştırdığımızda iki sebep olduğunu görmekteyiz.
1- Cahiliye devrinde Arapların, Kâbe’nin örtüldüğü gün olması hasebiyle bu günde oruç tuttuklarını, bu yüzden geçmişte o gün oruç tutulması dolayısıyla Hz. Peygamber’in bu alışkanlığı devam ettirerek, Âşûrâ gününde oruç tutmaya devam ettiği rivayet edilmektedir. “Âişe radiyallahu anhâ’dan:”O(Âşûrâ), Kâbe’nin örtüldüğü gündür. Allah resulü sallallahu aleyhi vesellem, Cahiliyet devrinde o günde oruç tutardı, Kureyş de cahiliyet devrinde o gün oruç tutardı.”[5]
Bu hadis'e göre Hz. Peygamber, resul seçilmezden evvel de Âşûrâ günü oruç tutardı. Peygamber olduktan sonra da bu oruca devam etti. Peygamberimizin bu orucu tutma sebebi; Kâbe’nin her türlü bakım ve hizmetini yapan Kureyş kabilesinden olması sebebiyle, Kureyş’lilerin, Âşûrâ gününe denk gelen Kâbe’nin örtüsünün değiştirilmesi uygulaması yapılırken bu günün önemine izafeten oruç tutan tüm Kureyş’liler gibi o da oruç tutmaktaydı.
"İbn-i Muhacir'den rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber bir konuşma yaparak: "Bugün Aşûre günü, senenin tamamlandığı ve Kâbe'nin örtüsünün değiştirildiği, amellerin kabul edildiği bir gündür. Bu günde oruç tutmak, farz kılınmıştır; fakat ben oruçluyum. Sizden kim oruç tutmak isterse tutsun" buyurmuştur."[6]
Ezrakî'nin kitabında yer alan bu hadis rivayetinde; Âşûrâ günü orucu "Farz" olarak nitelendirilmektedir. Bu niteleme fıkhî olarak yanlış olsa bile, Âşûrâ gününe ait oruç ile ilgili ihtimamı serdetmesi açısından önemlidir.
Cahiliye dönemi ve öncesi kadim Arap toplumunun bir âdeti/ritüeli haline getirilmiş olan; Kâbe'nin, Âşûrâ gününde örtüsünün değiştirilmesi hakkında şunlar kaydedilmektedir: "İbn-i Cüreyc'den, Kâbe eskiden yalnız Aşure günü giydirilirdi. Tevriye günü bütün hacılar Mekke'den ayrıldığı ve Mekke'de yalnız Haşimoğulları kaldığı zaman, Beni Haşim, Kâbe'nin üzerine hacıların baha ve güzelliğini görmeleri için, atlastan gömlek asarlar: Aşûre günü olunca da bu gömleğin üzerinden ona esas örtüsü olan bir örtü daha giydirirlerdi."[7]
Âşûrâ günü ve orucu hakkında bir başka rivayette ise; İbnu Hacer, Kureyş’in tuttuğu bu orucun kökeni hakkında şöyle bir kanaate varmıştır: “Kureyş, Âşûrâ orucunu tutmada geçmiş şeriata –mesela Hz. İbrahim’in şeriatına- dayanmış olabilir. Resulullahın orucu da onlara muvafakat icabı olabilir. Nitekim Hac da böyle olmuştur. Veya bu hayırlı bir amel olması sebebiyle, Allah o gün oruç tutmasına izin vermiş olabilir.”[8]
Cahiliye dönemindeki, Kabe'nin giydirilmesi ve ona bu hususta özel gün atfedilerek bunların bir dini ritüel haline getirilmesi, köken olarak Kâbe’nin kurucusu Hz. İbrahim ve oğlu İsmail peygamberlerden beri devam ede geldiği yorumlanmaktadır.
Dolayısıyla İslam gelmezden ve geldikten sonra; Kâbe’nin her yıl örtüsünün değiştirilmesine izafeten Kureyş’lilerin tuttuğu Âşûrâ orucu dini olmaktan ziyade tamamen "gelenekselleşmiş" bir oruç olduğu anlaşılmaktadır.
Âşûrâ orucu hakkında altını çizeceğimiz bir diğer husus ise zayıf bir ihtimal de olsa Mekkelilerin çoğunluğunun, -Kureyş kabilesi harici- bu orucu bilmediği veya tutmadığı varsayımıdır.
Hz. Peygamberin de Bi’set’ten önce "Hanif"lere uyduğu rivayetlerini temel alacak olursak; Hz. peygamberin tuttuğu Âşûrâ orucunun, cahiliye müşriklerinin aksine tamamıyla Hz. İbrahim’e ve Hz. İsmail’e uymak amacı güttüğü muhakkaktır. Bi’set’ten sonra da İslam’ın ruhuna uygun olan ve cahiliye döneminde de uygulanan Hac menasiklerinin de aynen uygulandığını hatırlatırsak; Kureyş’in geleneksel Âşûrâ orucunun da resulullah tarafından, Hz. İbrahim ve İsmail geleneği olarak devam ettirilmesinin çok normal bir tavır olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.
2- Yahudilerin oruç tuttuğu bir gün olması dolayısıyla Hz. Peygamberin ve sahabesinin de bu günde oruç tuttuğu.. “İbn Abbas radiyallahu anh’dan: Allah resulü sallallahu aleyhi vesellem, Medine’ye geldiğinde Yahudilerin Âşûrâ günü oruç tuttuklarını gördü ve sordu: “Bu nedir?” Cevap verdiler: “Bu Salih bir gündür; çünkü o günde Allah, Musa ile İsrailoğullarını düşmanlarından kurtarmıştır da (Musa) o günde oruç tutmuştur. “ Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ben Musa’ya sizden daha yakınım.” Sonra kendisi o günü oruç tutmuştur; (ashabına da) o günde oruç tutmalarını emretmiştir. (Buhari, Müslim ve Ebu Davud)”[9]
Hz. peygamber Medine’ye hicretinden sonra Yahudiler ve onların yoğun dini ve kültürel adetleri ile karşılaştı. İşte Hz. Peygamber, Yahudilerin Âşûrâ günü oruç tutma ibadetini böylece öğrendi.
Ancak bu rivayetten Hz. Peygamberin, Mekke’den ve Bi’set öncesinden beri uyguladığı bu orucun, Yahudilerde de olmasının sebebini araştırdığını anlamaktayız. Yahudilerden, Âşûra gününde tuttukları orucun, Hz. Musa döneminden gelen bir ibadet olduğunu anlayan Hz. peygamberin; Yahudilerin de Kureyş’liler gibi Âşûrâ gününde oruç tutmalarını hoş karşıladığı ve derhal onlara uyduğunu anlamaktayız.
Şimdi bu aşama da Yahudilerin Âşûrâ orucunun kökenini anlamamız gerekmektedir. Ki, resulullahın onlara bu hususta uyma kararını yeterince algılayabilelim.
Tevrat ve Yahudilikte Âşûrâ günü ve orucu:
Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’ta yer alan ifadelerde; Allah’ın, Musa ve Harun’un, İsrail oğullarını, Mısır’daki, Firavun zulmünden kurtarmak için bir mucize olarak denizi yarıp[10], Mısır’dan çıkardığı günü, kutsal bir gün, bayram ilan ettiğini görmekteyiz. İbranice "Pesah"[11] adı verilen, "Hamursuz bayramı", Mısır'daki kölelikten kurtuluşun anısına her yıl sekiz gün olarak kutlanır. Mısır'dan çıkış çok acele, ansızın ve apar topar olduğundan, Yahudiler kendileri için hazırladıkları ekmeklerin hamurlarının mayalanmasını beklemeden pişirirler. Bu yüzden Yahudiler, bu bayramda mayalı hiçbir ürün yemez. "Pesah", "Hamursuz" bayramı boyunca, mayasız hamurdan yapılmış "matsa" adındaki ekmeği yerler.
Tevrat’ın Levililer kitabında Âşûrâ/Pesah günü ile ilgili olarak şunlar ifade edilmektedir. “RAB Musa'ya şöyle dedi: Yedinci ayın onuncu günü günahların bağışlanma günüdür. Kutsal bir toplantı düzenleyeceksiniz. Benliğinizi yenecek, RAB için yakılan sunu sunacaksınız. Hiç iş yapmayacaksınız. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca sürekli yasa olacak bu. O gün sizin için Şabat, dinlenme günü olacak. Benliğinizi yeneceksiniz. Ayın dokuzuncu günü, akşamdan ertesi akşama kadar Şabat'ı kutlayacaksınız.”[12]
Yahudilikteki Pesah/ Âşûrâ orucu şöyledir; "İster babanın ister annenin ilk çocuğu olsun, Bar-Mitsva olmuş her Behor, Pesah’tan önceki gün oruç tutmakla yükümlüdür. Bayanlar oruç tutmayı adet edinmemişlerdir…Küçük bir çocuk için (kendisi behor değilse bile) babası oruç tutmalıdır. Baba behor ise çocuğun yerine orucu annesi tutabilir fakat mecbur değildir. Oruç, akşam üç tane yıldız çıkana kadar tutulur ve akşam Pesah kiduşu ile bozulur."[13]
“Hz. Nuh zamanından beri bütün Samî dinlerde makbul sayılan Âşûrâ gününde oruç tutmak Yahudilere farz kılınmıştı. Onlar, yedinci ayları olan Tişrin’in onuncu gününe rastlayan Âşûrâyı bayram telakki ederek bir takım merasimler icra eder ve bir yıllık günahlardan temizlenmek üzere oruç tutarlardı.”[14] Mısır’daki, Firavun zulmünden kurtulan İsrail oğullarına, kurtuldukları bu gün anısına[15] saygı gösterip bu günü, her yıl anmaları için bayram ilan eden Allah; İsrail oğullarına, bunda sürekli olmaları uyarısında bulunmuştur.
Medine’ye gelen Hz. peygamber daha önce devam ettiği bu gündeki orucun Yahudi ahkâmında da uygulandığını duyduğunda bu orucu pekiştirmek için vakit geçirmeden hem kendi tuttuğu hem de Ensar ve Muhacirine emrettiğini görmekteyiz. “Seleme bin el-Ekva radiyallahu anh’dan: Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, Eslem’den bir adama emretti: “Haydi halka ilan et! Kim yemişse günün kalan kısmını oruçla geçirsin. Kim yememişse orucuna da devam etsin. Çünkü bu gün, Âşûrâ günüdür.” (Buhari, Müslim ve Nesai)”[16]
Hz. peygamberden rivayet olunan bu hadiste, resulullahın vakit geçirmeden Âşûrâ orucunu uygulamaya geçirdiğini anlamaktayız. Bu hadisten anlaşılacağı üzere; Muhacirinden, Âşûrâ orucu tutanların oruçlarına devam etmelerini emrederken; Mekke’de tutulan Âşûrâ orucundan bîhaber olan Ensar’ın da, resulullah’tan haber aldıkları andan itibaren bu orucu tutmaya başlamalarını emretmiştir.
Yani bu seneki Âşûrâ orucunun vakti geçti, gelecek seneye tutarız, dememiştir. Ensar’ın böyle bir oruç ile ilgileri bulunmadığı için oruç tutulma emri kendilerine ulaştığı andan itibaren oruca başlamalarını emreden Hz. peygamber, Muhacirin için ise; Mekke’de tuttukları Âşûrâ orucunu, Yahudilerin de tuttuğunu görerek bırakmamaları için oruçlarına devam etmelerini istediği anlaşılmaktadır.
Nitekim sahabeden özellikle Muhacirinden geldiğini zannettiğimiz bazı sorulara Hz. peygamber şöyle cevap vermektedir: “İbn Abbas radiyallahu anh’dan: Allah resulü sallallahu aleyhi vesellem, Âşûrâ günü oruç tutup; o gün oruç tutulmasını emr edince dediler ki: “ Ey Allah’ın resulü! Bu Yahudi ve Hıristiyanların saygı gösterdiği bir gündür.” Şöyle buyurdu: “ Gelecek sene inşallah dokuzuncu günü oruç tutarım.” Fakat gelecek sene gelmeden Allah resulü sallallahu aleyhi vesellem vefat etti. “ (Müslim ve Ebu Davud)”[17]
Hz. Peygamber, sahabeden gelen Âşûrâ orucu ile ilgili Yahudi ve Hıristiyanlara benzememe ihtimamına dayanan çekincelere, hak vermiştir. Hz. Peygamber, Âşûrâ orucu hakkında mühim olanın, Hz. Musa ve Hz. Harun’un; İsrail oğullarını, Firavundan kurtulmalarını sağladıklarında, Allah'a şükür amacıyla tuttukları bu oruca istinaden, Âşûrâ orucunu uygulamaları olduğunu belirtmiştir. Fakat Yahudilerin, bu hususta da bize uydunuz gibi, Müslümanları hafife alma ihtimalini hatırlatan sahabe ikazlarına karşılık, bir önceki veya sonraki gün oruç tutarak, onların muhtemel alaycı tutumlarına karşı bir değişiklik yapabileceklerini belirtmiştir.
Nitekim kendi de bir sene sonraki Âşûrâ orucuna bir gün evvel başlama isteğini; sahabeden gelen itirazları önlemek amacıyla, bu yüzden ifade ettiği kanaatindeyiz. Müslümanların haftalık dini toplantısı olan Cuma gününün, Yahudi ve Hıristiyanlara benzememek için onlardan bir gün önce ve sonrasına alınması buna bir örnek olabilir.
Yeri geldiği için şu hususun altını çizmemizde de fayda görmekteyiz. Hz. Peygamber, Medine'ye geldiğinde, Mekke'de zaten tuttuğu Âşûrâ orucunun, Yahudilerce de kendi özel günlerine istinaden tutulduğunu görünce; İbrahim/İsmailî geleneğe dayalı bir uygulama olan "Mekkî Âşûrâ orucu" ile Musa/Harunî anlayıştaki "Medine Âşûrâ" orucuyla çakıştırarak bunu "Muhammedî Âşûrâ orucu" uygulaması haline getirmektedir.
Hadiste, Âşûrâ orucunu tutmanın "Yahudilere benzemek" ihtimali öne sürülse bile Kur'an'da yer alan İsrail oğullarının deniz'den mucize olarak geçip, Firavun zulmünden kurtuluşlarına binaen oruç tutulması hiçte Kur'an'ın bakış açısına ters bir yorum olmaz. Nitekim Hz. Peygamber'de Medine'de "Âşûrâ gün ve orucu" olgusunu duyar duymaz “Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ben Musa’ya sizden daha yakınım.” kendi ve sahabesine bu günün orucunu önermiş olması bunu göstermektedir.
Ancak Mekke'deki, Âşûrâ orucuna, Müşriklere benzeme gibi bir sakınca belirtmeyenlerin, Medine'deki Âşûrâ orucuna Yahudi ve Hıristiyanlara benzeme sakıncası ile itiraz etmeleri rivayetini manidar karşılamak gerektiği kanaatindeyiz. Bu yüzden Müslim ve Davud'da yer alan hadis rivayetinin sıhhatinin sorgulanması ya da özellikli bir metin tenkidinin yapılması gerekmektedir.
Hz. Peygamber, bilindiği gibi kendisine ilgili ayetler inmezden evvel, Ehl-i Kitab’ın uygulamalarından bazılarını tatbik etmiştir. Kıble’nin, Kudüs olması, abdest ve gusül, recm v.s gibi değişik uygulamaların, haklarında ayetler inmeden Hz. peygamber tarafından hem kendisi tarafından uyguladığı hem de sahabesine emrettiği malumdur. Âşûrâ orucunun da bu temelde değerlendirilmesinin daha anlamlı olacağını dolayısıyla Âşûrâ gün ve orucu sadece Yahudi uygulaması olsa da bu gününde, Müslümanlarca oruç tutulması, Âşûrâ gün ve orucuna, resulullahın, Kur'anî bakışının tam bir uygulamasını yansıtacaktır.
Hadislerde ve İslam kültüründeki Âşûrâ orucunun kaynağına dair diğer rivayetler:
Hadis külliyatında Âşûrâ orucunun dayanağına dair bazı rivayetlerin olduğunu da gözlemlemekteyiz. “Teberânî, Mu’cem’ul –Kebîr’de metruk bir râvi kanalıyla Abdülazîz bin Saîd’den, o da babasından mürsel olarak – Osman b. Matar’a göre adı geçen sahabedir-: Allah resulü sallallahu aleyhi vesellem buyurdu: “....Allah, Nuh Aleyhisselam’ı Receb ayında gemiye bindirmiştir. O, o ay oruç tutmuştur ve halka da oruç tutmalarını emretmiştir. Gemi onları tam yedi ay taşımış, nihayet Âşûrâ günü Cudî dağına durmuştur. Nuh, beraberinde olanlar, hatta vahşi hayvanlar bile Âşûrâ günü Allah’a şükretmek için oruç tutmuşlardır. İsrail oğullarına deniz ikiye, Âşûrâ günü bölünmüştür. Âşûrâ günü Allah, Âdem’in tövbesini kabul etmiştir. Yunus’un şehrindeki insanların tövbesini de Âşûrâ günü kabul etmiştir. İbrahim de o gün doğmuştur.”[18] Bazı kaynaklar Âşûrâ gününün, Hz. peygamberin “Mekke’den Medine’ye hicret ettiği gün olarak tavsif ederler”[19]
Günümüze kadar gelen bu tip rivayetlerin sıhhatinde şüphe bulunduğu bir gerçektir. ”Bunları ilmen doğrulama imkânı olmadığı gibi bir kısmının yanlışlığı da ortadadır.“[20] Bu hususta örnek vermek gerekirse; Tevrat metinlerine göre Nuh peygamberin gemisi, yedinci ayın onuncu yani Âşûrâ günü değil; on yedinci günü dağa oturduğu anlatılmaktadır. “Gemi yedinci ayın on yedinci günü Ararat Dağları'na oturdu.”[21] “Mesela Hz. peygamber’in Medine’ye hicreti 10 Muharrem’de değil 12 Rebîülevvel’de gerçekleşmiştir.“[22]
Âşûrâ günü ile ilgili olarak; bu günün Kureyş’lilerin, Kâbe’nin örtüsünü değiştirdiği güne ve İsrail oğullarının Mısır’dan çıkışları olan denizin yarıldığı güne izafe edilenler haricindeki rivayetler bir “İsrailiyat” ya da bu güne atfedilen doğru olmayan dinî ve tarihsel yakıştırmalar olduğu anlaşılmaktadır.
Ramazan orucu ve Âşûrâ orucu:
Medine’ye “hicret’in ikinci yılında, Ramazan’da oruç tutmakla ilgili bu emir (Bakara 183. ayet) nazil oldu.”[23] “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”[24]
Hz. Peygamber, İslam dininin ibadeti olarak emredilen Ramazan orucundan sonra sahabeyi, Âşûrâ orucu ile ilgili olarak –uygulanmasına dair- serbest bırakmıştır. “Âişe radiyallahu anhâ’dan:”Ramazan orucu gelmeden, önce Âşûrâ orucu tutulurdu. Ramazan orucu nazil olduktan sonra o günü isteyen tuttu, isteyen tutmadı.” (Nesâi hariç altı hadis imamı)”[25] Hz. Ayşe'den rivayet edilen bir başka hadiste ise; "Çünkü Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir: Aşure gününde Kureyşliler cahiliyye döneminde oruç tutarlardı. Rasulullah (s.a) da cahiliyye döneminde yine bu günde oruç tutardı. Medine'ye geldiğinde bu günde oruç tuttuğu gibi aynı şekilde ashabına da oruç tutmalarını emretti. Ramazan orucu farz kılınınca Hz. Peygamber aşura günü orucunu terk etti, dileyen onu tutar, dileyen terk eder."[26]
Ancak vurgulanması gereken bir ayrıntı vardır. Hz. peygamberin kendisinin ölünceye kadar bu oruca devam ettiği sabittir. Bu hususta daha evvel değindiğimiz Müslim ve Ebu Davud’da yer alan hadiste, Âşûrâ orucu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Gelecek sene inşallah dokuzuncu günü oruç tutarım.” Fakat gelecek sene gelmeden Allah resulü sallallahu aleyhi vesellem vefat etti. “ (Müslim ve Ebu Davud)”[27] Bu hadise istinaden, Hz. peygamber ölümünden bir yıl evvelsine kadar bu orucu tutmuş ve Âşûrâ orucunu asla terk etmemiştir.
Âşûrâ günü ile ilgili bidatler:
Âşûrâ gününün Hz. peygamberin tatbikatına binaen fıkhen; “Vacip” “Sünnet” olarak kategorize edilip, günümüze kadar uygulana gelmiştir. Ancak Âşûrâ gününün bazı “İsrailiyat” veya doğru olmayan diğer yakıştırmalar yüzünden; “....Allah, Nuh Aleyhisselam’ı Receb ayında gemiye bindirmiştir. O, o ay oruç tutmuştur ve halka da oruç tutmalarını emretmiştir. Gemi onları tam yedi ay taşımış, nihayet Âşûrâ günü Cudî dağına durmuştur. Nuh, beraberinde olanlar, hatta vahşi hayvanlar bile Âşûrâ günü Allah’a şükretmek için oruç tutmuşlardır. İsrail oğullarına deniz ikiye, Âşûrâ günü bölünmüştür. Âşûrâ günü Allah, Âdem’in tövbesini kabul etmiştir. Yunus’un şehrindeki insanların tövbesini de Âşûrâ günü kabul etmiştir. İbrahim de o gün doğmuştur.”[28] peygamber döneminden daha kutsal bir gün haline getirildiğini görmekteyiz. Hz. peygamber uygulaması olarak; -buna fıkhen ister vacip ister sünnet adı verelim- sadece oruç tutulması gerekir ve buı tatbikat yeterliyken, peygamber devrinde olmayan bazı yeni ibadet uygulamalarının da devreye girdiğini, işin ilginci bu ibadetlerin oruç tutmaktan daha evlâ hale getirildiğini görmekteyiz. “Âşûrâda oruç tutmanın fazileti konusunda sahih hadislerin bulunmasına karşın o gün yıkanmak, gözlere sürme çekmek, süslenmek, kına yakmak, bayramlaşmak, hububat karışımı aş (Âşûre) pişirmek, sadaka vermek, mescitleri ziyaret etmek, kurban kesmek gibi fiiller hakkında sahih bir rivayete rastlanmamıştır. Hadis olduğu öne sürülen metinlerin birçoğunun gerçekte hadis olmayıp Cahiliye adetlerine ve Yahudi geleneklerine dayanması kuvvetle muhtemeldir. Zira bu adetleri Resulullah’ın ve ashabının yaptığına dair herhangi bir kayıt yoktur.”[29]
Sonuç:
Âşûrâ günü ve orucu, peygamber efendimiz devrinden önce Mekke’de cahiliye Arapları arasında da, bilhassa Kâbe’nin bakım ve diğer hizmetlerini deruhte eden Kureyş kabilesinde meşhur olan bir oruçtur.
Yahudiler, Mısır’dan hicretlerinde denizin yarılma mucizesi ile Firavun zulmünden kurtuldukları Âşûrâ gününün anısına oruç tutarlardı.
Hz. peygamber, Mekke’de peygamberlikten evvel "Hanif" ve bir Kureyş'li olmak hasebiyle, Kâbe’nin örtüsünün değiştirildiği her yıl Mekke ve özellikle Kureyş’lilerin tuttuğu Âşûrâ orucunu, o da tutardı. Peygamberlikten sonra da özellikle Medine'de buna devam etmiştir.
Hz. Peygamber, Medine’ye hicretten sonra Yahudilerin de, Âşûrâ günü oruç tuttuklarını öğrenince; Mekke’de Hz. İbrahim ve Hz. İsmail anısına tuttuğu bu orucu, Medine’de Hz. Musa’nın ve Hz. Harun’un anısına tutmaya devam eder. Mekke’de belki de Kureyşlilerden başkasının tutmadığı, Âşûrâ günü orucunu; Medine’de Ensar’a da emrederek, Âşûrâ günü orucu tutan; Hz. Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Musa ve Hz. Harun peygamberlere inanan Yahudilerle de aynı çizgide olduğunu göstermek istemiştir.
Hz. Peygamber, Medine'ye geldiğinde, Mekke'de zaten tuttuğu Âşûrâ orucunun, Yahudilerce de kendi özel günlerine istinaden tutulduğunu görünce; İbrahim/İsmailî geleneğe dayalı bir uygulama olan "Mekkî Âşûrâ orucu" ile Musa/Harunî anlayıştaki "Medine Âşûrâ" orucuyla çakıştırarak bunu "Muhammedî Âşûrâ orucu" uygulaması haline getirmiştir.
Biz Müslümanların, Hz. Peygambere itaat ve dolayısıyla onun Hz. İbrahim, İsmail, Musa ve Harun peygamberlerin devamı ve takipçisi olmasının bir yansıması olarak, Âşûrâ gününün önemine ehemmiyet verilmesi gerekmektedir. Âşûrâ orucunun tutulması, tutulmamasından evlâ olduğu; ancak tutulmadığı takdirde haram veya muadili -tenzihen mekruh- günaha girmiş olmayacağı kanaatindeyiz. Vurgulamamız gereken şudur: Hz. Peygamber, ölene kadar bu orucu devam ettirmiştir.
Âşûrâ günü, Hz. peygamber öncesi resullerin ve Hz. peygamberin uyguladığı gibi sadece oruç tutulması yeterlidir. Bunun haricinde Âşûrâ gününe dair oluşturulan yeni inançlarla birlikte deruhte edilen ibadet şekilleri, bidattir. Âşûrâ gününün, ifrat derecesinde abartılması, onun tarihsel anlam ve "Muhammedî" önemini gölgelemektedir.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Dipnotlar:
[1] T.D.V İslam ansiklopedisi; , Âşûrâ maddesi; İstanbul, 1996; c.4; s.24.
[3] Arapça-Türkçe Büyük Lûgat; Bayrak matbaası; Ankara, 1981; c.3; s.379; İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları, İstanbul–1996, c.II, s. 87.
[4] İmam Kurtubi, A.g.e, Buruç Yayınları, İstanbul–1996, c.II, s. 85.
[5] Rûdanî; Cem’ul fevaid; İz yayıncılık; İstanbul; c.2; s.53; Kütüb-i Sitte; Akçağ yayınları; Ankara, 1990; c.9; s.462; İmam Kurtubi, A.g.e, Buruç Yayınları, İstanbul–1996, c.II, s. 85; D.İ.B, Kur'an yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara–2006, c.I, S.276.
[6] Eb'ul Velid Muhammed El-Ezrakî,Kabe ve Mekke tarihi, Çağrı yayınları-1980,s.235.
[7] Eb'ul Velid Muhammed El-Ezrakî,A.g.e, Çağrı yayınları-1980,s.235.
[8] Kütüb-i Sitte; Akçağ yayınları; Ankara, 1990; c.9; s.465.
[9] Rûdanî; A.g.e; c.2; s.53; Kütüb-i Sitte; Akçağ yayınları; Ankara, 1990; c.9; s.463–464; Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih tercemesi ve şerhi, D.İ.B.yayınları; Ankara, 8. baskı; C.6; s.308–309; D.İ.B, A.g.e, Ankara–2006, c.I, S.276.
[10]http://www.haksozhaber.net/
author_article_detail.php?id=13408
[11] http://www.pressyado.com
/2009/04/08/hamursuz-bayrami-pesah-passover/
[12] Kitabı Mukaddes/Levililer Bab23/26.
[13] http://www.sevivon.com/bayramlar
/pesah/alahalar.asp
[14] T.D.V, A.g.e; İstanbul, 1996; c.4; s.25.
[15] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları, Ankara-1990, c.IV, s321.
[16] Rûdanî; A.g.e; c.2; s.53.
[17] Rûdanî; A.g.e; c.2; s.54.
[18] Rûdanî; A.g.e; c.2; s.55.
[19] Diyarbekrî, I, 360; T.D.V İslam ansiklopedisi; İstanbul, Âşûrâ maddesi; İstanbul, 1996; c.4; s.25.
[20] T.D.V, A.g.e; Âşûrâ maddesi; İstanbul, 1996; c.4; s.25.
[21] Kitabı Mukaddes/Tekvin Bab8/4.
[22] T.D.V, A.g.e; İstanbul, 1996; c.4; s.25.
[23] Mevdudi; Tefhimu’l Kur’an; İnsan yayınları; İstanbul, 1996;c.1; s.142.
[24] Kur’an’ı Kerim; Bakara suresi; ayet 183.
[25] Rûdanî; A.g.e; c.2; s.53; Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih tercemesi ve şerhi; D.İ.B, Ankara sekizinci baskı; C.6; s.308–309
[26] İmam Kurtubi, A.g.e, Buruç Yayınları, İstanbul–1996, c.II, s. 86.
[27] Rûdanî; A.g.e; c.2; s.54.
[28] Rûdanî; A.g.e; c.2; s.55.
[29] T.D.V İslam ansiklopedisi; A.g.e; İstanbul, 1996; c.4; s.25.