RAMAZAN ORUCU VE GEÇMİŞ ÜMMET ORUÇLARI İLİŞKİSİ
Kur’an-ı Kerim, oruç ibadeti hakkında muhataplara şöyle hitap etmektedir: “Yâ eyyuhâllezîne âmenû kutibe aleykumus sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min kablikum leallekum tettekûn / Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi size de yazıldı. Umulur ki korunursunuz.”[1]
Bakara suresi 183. ayetinde geçen “..üzerinize yazıldı.." ifadesi -aksine bir karîne bulunmadığında- "farz kılındı" manasına gelmektedir.”[2]
Bu ayet-i kerime ile Cenabı Hakk, oruç ibadetinin, Hz. Muhammed’e tabi olanlardan önceki ümmetlere de şamil olduğunu bildirmektedir. Razî bu hususta şunları kaydeder: “Cenabı Allah'ın, "…Sizden önceki ümmetlere yazıldığı gibi..." ayeti (….) orucun farz kılınışı ile ilgili bir benzetmedir. Yani, "Bu ibadet, Hz. Âdem’den sizin zamanınıza kadar bütün peygamberlere ve ümmetlere farz kılınmıştır. Allah Teâlâ bunu sadece size değil, istisnasız diğer bütün ümmetlere farz kılmıştır" demektir. Bu sözün manası, orucun meşakkatli bir ibadet olduğudur. Meşakkatli bir şey umumileşince ona katlanmak da kolay olur.”[3]
Cenabı Hakk, evvelki ümmetlere olduğu gibi Hz. Muhammed (s.a.v) ümmetine de oruç ibadetini farz kılmaktadır. Ancak burada bir nüans bulunmaktadır. Acaba Hz. Muhammed ve ümmetine emredilen oruç ile diğer ümmetlere emredilen oruç aynı nitelikte midir?
“İslâm'ın getirdiği oruç, zamanı, süresi, şartları, hangi fiillerle ve davranışlarla bozulduğu, tanınan kolaylıklar bakımından daha önceki dinlerde ve milletlerde görülen oruçtan farklıdır.”[4] Razî bu nüansı şöyle açıklar:
“Bu benzetme orucun zamanı ve miktarı ile ilgilidir." (denirse) Bu görüş zayıftır. Çünkü bir şeyin bir şeye benzetilmesi, bu iki şeyin herhangi bir şeyde müsavi olmalarını gerektirir. "Teşbih (benzetme), bütün hususlarda eşitliği gerektirir" denilmesi doğru değildir.”[5] Dolayısıyla Cenabı Hakk’ın Bakara suresi 183. ayetinde belirttiği, geçmiş ümmetlere farz kılınan oruç ile Hz. Muhammed ümmetine farz kıldığı oruç müsavi değildir.
“Ramazan orucu”nun, diğer ümmetlerin orucu ile müsavi olmayan niteliklerden biri, onun tutulma sayısındaki farlılıktır. Kur’an bu hususu şöyle açıklar: “Eyyâmen ma’dûdât…/ Sayılı günlerde….”[6] Bu ifade ile “oruç yükümlülüğünün sayılı günler ile sınırlı olduğu, buna göre ömür boyu sürecek bir farz ya da yılın bütün günlerini kapsayan korkulacak bir yükümlülük olmadığı belirtiliyor.”[7]
Şimdi düşünelim!... Hz. Muhammed ümmetine farz kılınan orucun “Eyyâmen ma’dûdât…/ Sayılı günlerde…” olması özelliğini, geçmiş ümmetler oruçlarıyla nasıl kıyaslayabiliriz? Çünkü Cenabı Hakk, oruç ibadetinin geçmiş ümmetlerde de şamil olduğunu bildirmiş ancak onlardaki oruç tutma süresi ve diğer nitelikleri hakkında bilgi vermemiştir.
Kur’an’ın ilk muhatapları olan Medine Müslümanları açısından bu husus ancak Medine’nin Ehl-i kitap unsurlarından olan Yahudiler ve Hristiyanların oruç ibadeti ile kıyaslanabilir. Bakara suresi 183. ayetindeki “’…Sizden öncekiler…’ den kasıt İbn Abbas'ın görüşüne göre Yahudilerdir.”[8] Diğer bir görüşe göre; "Sizden öncekilere..."den maksat birinci derecede Yahudiler ve Hristiyanlardır; çünkü Müslümanların tanıdığı Ehl-i kitap'tan olan gayri Müslimler bunlardır.”[9]
Bu kapsamda İslam ansiklopedisi, Medine Yahudilerince de tutulan bir günlük orucu şöyle tanımlamaktadır: “Hz. Nuh zamanından beri bütün Samî dinlerde makbul sayılan Âşûrâ gününde oruç tutmak Yahudilere farz kılınmıştı. Onlar, yedinci ayları olan Tişrin’in onuncu gününe rastlayan Âşûrâyı bayram telakki ederek bir takım merasimler icra eder ve bir yıllık günahlardan temizlenmek üzere oruç tutarlardı.”[10]
Yahudilikteki bir günlük Pesah orucu fıkhı şöyledir; "İster babanın ister annenin ilk çocuğu olsun, Bar-Mitsva olmuş her Behor, Pesah’tan önceki gün oruç tutmakla yükümlüdür. Bayanlar oruç tutmayı adet edinmemişlerdir… Küçük bir çocuk için (kendisi behor değilse bile) babası oruç tutmalıdır. Baba Behor ise çocuğun yerine orucu, annesi tutabilir fakat mecbur değildir."[11]
Razî ise bu bir günlük oruç hakkında şu yorumu yapmaktadır: “Yahudiler (….) senenin tek bir gününde oruç tutmuşlar ve bu günün firavunun denizde boğulduğu gün olduğunu söylemişler.”[12]dir.
Senede bir gün oruç tutan Yahudilerin bu özellikli oruçları hakkında Hz. Peygamber döneminden şöyle bir rivayet aktarılmaktadır: “İbn Abbas radiyallahu anh’dan: Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem, Medine’ye geldiğinde Yahudilerin Âşûrâ (Pesah) günü oruç tuttuklarını gördü ve sordu: “Bu nedir?” Cevap verdiler: “Bu Salih bir gündür; çünkü o günde Allah, Musa ile İsrailoğullarını düşmanlarından kurtarmıştır da (Musa) o günde oruç tutmuştur. “ Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ben Musa’ya sizden daha yakınım.” Sonra kendisi o günü oruç tutmuştur; (ashabına da) o günde oruç tutmalarını emretmiştir. (Buhari, Müslim ve Ebu Davud)”[13]
İslam kaynaklarında rivayet edilen; Kur’an’daki oruç emri gelmezden önce Hz. Muhammed ve ona tabi olanların tutmuş olduğu Pesah/Aşûrâ[14] orucu budur ve yalnızca senede bir gündür. Dolayısıyla “Oruç ibadeti İslâm'dan önce de bilinen ve İslâm'dakinden farklı da olsa uygulanan bir ibadet idi.”[15] Yani Bakara suresindeki oruç ayetleri inmezden evvel Medine’de ikamet eden Müslümanlar, Yahudilerin orucu hakkında bilgi sahibi olmuşlardır.
Yahudilere benzememek gayesi ile daha sonra üç güne çıkarılan bu Aşûrâ adı verilen oruç hakkında Mevdudi şu yorumda bulunur: “İslâm, belirlediği konularda adım adım ve derece derece ilerlemiştir. Aynı şey oruç emri için de söz konusudur. İlk önce Hz. Peygamber (s.a) müminlere ayda üç gün oruç tutmalarını tavsiye etti; fakat bu zorunlu değildi. Daha sonra Hicret’in ikinci yılında, Ramazan'da oruç tutmakla ilgili bu emir (183. ayet) nazil oldu.”[16]
Binaenaleyh Kur’an’daki “Ramazan orucu” emri gelmezden evvel Yahudilikteki oruç hakkında hem bilgi ve hem de bu orucun benzeri bir oruç tutan Müslümanların, geçmiş ümmetlerden olanların oruçları olarak bu minvalde oruçla ilgili bilgileri mevcuttur.
Hristiyanlıktaki oruç[17]; her şeyden yeme içmeden uzaklaşma şeklinden ziyade bazı yiyecek türlerinden istisna edilen bir perhiz[18] uygulaması olarak yansımaktadır. “Hıristiyanlık inancında Paskalya döneminde, 49 gün boyunca hayvansal gıdaları yememek kaydı ile oruç tutulur. 2. yüzyılda yazılan Didakte kitabında Mesih inananlarına çarşamba ve cuma günü oruç tutmalarını buyurmuştur. 2. yüzyıldaki kiliselerin bu orucu Diriliş Bayramı'ndan önce (paskalya) tuttukları bilinmektedir. İslamiyet'teki gibi oruç zamanında tüm dünyevi gıdalardan uzak tutmaması nedeni ile oruç yerine perhiz ifadesi de kullanılabilmektedir.”[19]
Ramazan orucu, nitelik olarak Yahudilikteki Pesah orucu ile bir benzeşmesi olsa bile Hristiyanlıktaki perhiz türü oruç ile asla uyuşmamaktadır. Yahudilik ve Hristiyanlıktaki oruçların sayısal nitelikleri de Ramazan orucu ile oldukça farklıdır. Ki, bu farklılığı vurgulamak için Cenabı Hakk, oruç emrinden hemen sonra bu orucun sayılı günlerde olduğunu bildirmektedir.
Bakara suresi 183. ayetinde belirtilen; "Eyyâmen ma’dûdât…/…Sayılı günler… den maksat, 185. ayette gelecek olan Ramazan ayıdır, Araplar daha önce belli şekilde bir ay oruç tutmaya alışık olmadıkları için "Ramazana ulaşan onda oruç tutsun" emri verilmeden önce müminler, psikolojik olarak bu ibadete alıştırılmak istenmiş; bu amaçla mazereti olanların ne yapacakları, genel olarak oruç tutmanın insana ne sağlayacağı üzerinde durulmuştur.”[20]
“…Sayılı günlerde…” ifadesinin tam açılımı ise 185. ayette şöyle açıklanmaktadır: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun.”[21]
“Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân, fe men şehide minkumu’şehra fel yesumhu…”[22] ayetinde belirtilen Ramazan ayı ile "Eyyâmen ma’dûdât…/…Sayılı günler…” ayeti arasında oruç sayısına dair öyle güçlü bir bağ vardır ki; “..Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder…”[23] veya “…Kim o anda
hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.”[24] ayetleri ile bu oruç sayısının tamlığının önemi ve
tamamlanılmasının istisnai durumlar haricinde zorunlu olduğunu açıklarken aynı zamanda tutulacakoruç gün sayısının altını da kalınca çizilmiş olmaktadır.
“Yüce Allah'ın: "…Ta ki, o sayılı günleri tamamlayasınız…" buyruğu iki şekilde açıklanmıştır: Birincisine göre yolculuk veya hastalığı halinde oruç açan kimsenin eda etmesi gereken günlerin sayısını tamamlamak, ikincisine göre ise ister yirmi dokuz, ister otuz gün çeksin hilal günlerinin sayısını tamamlamaktır.”[25]
Hâlbuki Müslümanların sadece bir günlük Pesah orucu veya bunun mümasili tuttukları üç günlük Aşûrâ orucunda, “Ramazan orucu” gibi çoklu bir oruç sayısı ve tutamadıklarında bunun tamamlanılması ile ilgili pratikleri yoktur.
Dolayısıyla Kur’an’daki “Ramazan orucu”na dair nitelikler, neden detaylı olarak açıklanmaktadır? Çünkü geçmiş ümmetlere emredildiği gibi benzeri nitelikte bir oruç emredilmemiştir. “İslâm'ın getirdiği oruç, zamanı, süresi, şartları, hangi fiillerle ve davranışlarla bozulduğu, tanınan kolaylıklar bakımından daha önceki dinlerde ve milletlerde görülen oruçtan farklıdır.”[26]
Oruç geçmiş ümmetlerden farklı olarak neden Ramazan ayına tahsis edilmiştir? Çünkü Kur’an o ayda nazil olmaya başlamış dolayısıyla geçmiş ümmetlerin ve kıyamete kadar gelecek olanların da tabi olacağı bir kitabın önemine binaen oruç bu ayda farz kılınmıştır.
Artık oruç, ne Hz. Musa’nın İsrailoğullarını, Firavun zulmünden kurtardığı ve yalnızca İsrailoğulları kavmine müteallik özel bir günde ne de İsa’nın çarmıha gerildiğinin üçüncü gününde dirilmesine müteallik tutulmayacaktır. Bundan sonra oruç, bütün insanlığa kurtuluş ve hidayet rehberi olan Kur’an’ın, inmeye başlamasına ithafen tutulacaktır.
Dolayısıyla Cenabı Hakk, Hz. Muhammed ümmetine orucu farz kılarken geçmiş ümmetlerdeki bazı özellikleri değiştirmektedir. Bundan dolayı oruç, Ramazan ayına mahsus kılınmakta ve öncelikle tutulacak gün sayısı arttırılmaktadır.
Buraya kadar geçmiş ümmetlerdeki bilhassa İsrailoğullarındaki oruç uygulaması üzerinden yeni dizayn edilmeye başlanan Ramazan orucunun niteliklerini müşahede ettik.
Buna göre Hz. Muhammed ve ümmeti artık Yahudilerdeki gibi bir günlük oruç tutmayacaklardır. Müslümanlar, Ramazan ayında ve bu ayın tamamına denk gelecek sayıda ve de sıralanan mazeretler müstesna eksiksiz oruç tutmaları gerekecektir.
Ancak Müslümanların, oruca başlangıç ve bitiş zamanları açıklanmamaktadır. Yani oruca ne zaman başlanması gerekir ve ne zaman son verilmesi icap eder bununla ilgili Kur’an’da bilgi verilmemiştir.
Ne zaman ki, “….Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın….”[27] ayeti nazil olur o zaman Ramazan orucunun başlangıç ve bitirilme vakti belirginleşmiş olur. Dolayısıyla orucun bitirilme ve başlaması arasındaki yaşam tarzı da açıklanmış olur.
Burada dikkat edilecek husus şudur: “Ramazan orucu”na başlama ve bitiriliş vakti bu ayet gelinceye kadar geçmiş ümmetlerin orucu ile aynıdır. Razî bu konuyu, Yahudiliğin oruç tatbikatının da benzer olduğuna değinmeden şu rivayetle açıklar: “İslâm’ın ilk yıllarında oruçlu iken, insan uyumadığı veya yatsı namazını kılmadığı müddetçe yemesi, içmesi ve cinsi münasebette bulunması helâl idi. İnsan uyuduğu ve yatsı namazını kıldığı zaman, ertesi günün akşamına kadar yeme, içme ve cinsi münasebette bulunma haram oluyordu. Ensar’dan bir adam yatsı vakti, oruçtan dolayı iyice yorulmuş olarak evine geldi. Âlimler bu sahabenin isminin ne olduğunda ihtilâf etmişlerdir. Mu'az (r.a), bunun Ebu Sarame; Berâ (r.a), Kays b. Sarame; Kelbî ise, Ebu Kays b. Sarame olduğunu söylemiştir. Bu şahsın adının Sarame İbn Enes olduğu da ileri sürülmüştür. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) ona, yorgunluk ve halsizliğinin sebebini sorunca, o da, "Ya Resûlallah, bütün gün akşama kadar hurmalıkta çalıştım.. Yemek yemek için akşamleyin evime geldiğimde, ailem yemeği getirmekte gecikti.. Bu arada ben de uyumuşum. Derken beni uyandırdılar; böylece de bana, yemek içmek haram oldu" dedi. Bunu müteakiben Hz. Ömer de ayağa kalkarak, "Ey Allah'ın Resulü, ben de sana buna benzer bir mazeret beyan edeceğim. Yatsı namazını kıldıktan sonra, eve geldim ve zevcemle cinsî münasebette bulundum" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), "Ey Ömer, bu sana yakışmadı" dedi. Daha sonra, pek çok kimse de ayağa kalkarak, bu türden yaptıkları şeyleri itiraf ettiler. İşte bunun üzerine, ayeti nazil oldu.”[28] M.Abduh, Bakara 187. ayeti gelinceye kadar Müslümanların tuttuğu bu oruç fıkhının Yahudilerle aynı olduğunu şöyle teyit eder: “Rivayete göre Ehl-i Kitab orucu bu şekilde tutardı.”[29]
Binaenaleyh, Bakara 187. ayeti gelinceye kadar Yahudi şeriatındaki, oruca başlama ve bitirme fıkhını uygulayan Hz. Muhammed ve ona tabi olanlar; Kur’an’ın mezkur ayetindeki “Ramazan orucu” emirleri geldiğinde geçmiş ümmetlere ait olan uygulamanın oruca başlangıç kısmını; “….Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar…” olarak tasvir edilen vakte kaydırmışlardır. Yani artık “Sahur” denilen bir oruç kavramı oluşmuştur.
“Ramazan orucu” ile geçmiş ümmetlere yazılan oruç (bilhassa Pesah orucu) arasındaki bağlamı doğru değerlendiremeyenler, sanki Medine’deki Müslümanların, geçmiş ümmetlerin (Yahudiler) oruç uygulamaları ile amel etmemiş gibi algılar içerisindedirler.
Hz. Peygamber, kıblenin Kâbe olarak değiştirilmesi emrine kadar ne taraf doğru ibadet ediyordu? “İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.”[30] Hz. Muhammed (s.a.v)’in ve ashabın uyguladıkları bu ibadet geçmiş hangi ümmete aitti?
Dolayısıyla “Ramazan orucu”nun emredilmesi ile geçmiş ümmetlere ait oruç uygulamalarındaki nitelikler de tıpkı kıble hususunda olduğu gibi tedricen değiştirilmiştir.
Ancak, tefsir kitaplarındaki yorumlarında müfessirler; (Yahudilik, Hristiyanlık) dinler ve onlara ait ibadetlerin (Namaz, oruç, kurban, v.b) sanki eskiden hiç yokmuş ta sanki Hz. Muhammed’e indirilen İslam ile yeni gelmiş veya uygulanmaya başlanmış intibaını veren yorumlar ile Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e uzanan tek din (İslam) ve onun birbirine benzer ibadetlerinin (İslam çizgisi dahilinde) bütüncül algısını kale almamaktadırlar. Tefsirlerdeki “Ramazan orucu” ile geçmiş ümmet oruçları (bilhassa Pesah orucu) arasındaki irtibat kopukluğu bu yanlış oruç algı ve anlatımları yüzdendir. Buna bir örnek: “Daha önceden Ramazan gecelerinde karı ile koca arasındaki cinsel ilişkiyi yasaklayan açık bir emir olmamasına rağmen, Müslümanlar arasında bunun helâl olmadığı konusunda belirsiz bir inanç vardı ve bazıları hanımlarının yanına vicdanen tedirginlik içinde yatıyorlardı. Bu devam ederse, suç ve günah teşkil eden zihni bir tavrın gelişme tehlikesi vardı. Bu nedenle Allah, onları, vicdanlarına karşı kötü davranmamaları konusunda uyardı ve vicdanları rahat olarak bu fiili işleyebilmeleri için onu helâl kıldı.”[31] Müfessirin “…Daha önceden Ramazan gecelerinde karı ile koca arasındaki cinsel ilişkiyi yasaklayan açık bir emir olmamasına rağmen, Müslümanlar arasında bunun helâl olmadığı konusunda belirsiz bir inanç vardı….” yorumunda, Medine’deki Müslümanların sanki hiçbir oruç (Aşûrâ/Pesah) ile alakaları olmamış gibi bir anlatım vardır.
Bu yanlış algı ve aktarımlara günümüz çağdaş tefsirinden bir örnek daha verelim: “Muhtemelen Yahudilerin ve Hristiyanların âdetlerinden etkilenen bazı sahibiler ramazan gecelerinde cinsel ilişkinin caiz olmadığını zannediyorlardı. Ayrıca sahurun da uykudan önce yeneceğini, yatsı kılınıp uykuya yatuktan sonra uyanıp sahurluk diye bir şey yenilemeyeceğini sananlar vardı. Bu yüzden bazıları sıkıntıya düşüyor, sahura kalkmadıkları için gündüz açlıktan bayılıyorlar; gece cinsel ilişkiyi yasak sananlar dayanamayıp eşleriyle birleşiyorlar ve bunu gizliyorlardı (Kur'an'ın ifadesiyle böylece "kendilerine hıyanet ediyorlar", yani başkalarına da ifade ettikleri zanlarına ve kanaatlerine gizlice aykırı davranıyorlardı). Hadis kitaplarında ve tefsirlerde bu olaylarla ilgili birçok örnek vardır. İslâm'a mahsus oruç ibadetinin farz kılınmasını takip eden günlerde bu gibi olaylar ve yanlış anlamalar ortaya çıkınca sınırları belirleme ihtiyacı doğdu ve bu ayet gönderildi. Ayet’e göre oruç gece bitince başlayacak ve ertesi gecenin başlamasına kadar sürecektir; yani oruç ibadeti gündüze mahsustur, gece bu ibadetin vakti değildir. Güneşin batmasıyla başlayan gece boyunca yemek, içmek, cinsi temas vb. bütün mubah (günah olmayan) şeyler serbesttir. "Allah tövbenizi kabul etti, sizi bağışladı" cümlesi daha önce böyle bir yasağın bulunduğuna işaret ederse de bu konuda ayet ve hadis olarak bir delil yoktur. "Hıyanet", tövbenin kabulü ve bağışlama, kendi zanlarına ve anlayışlarına göre yaptıklarını günah sayanların bu kabulleri ve kanaatleriyle ilgilidir. "Siz kendiliğinizden sınırlar koydunuz, sonra bunları çiğnediniz, günah işlediğinizi düşünerek tövbe de ettiniz. Allah tövbenizi kabul etti, sizi bağışladı, zaten böyle bir yasak da yoktur" denilmek istenmiş, durum böylece açıklığa kavuşturulmuştur.”[32]
Şimdi bu tefsirlerden sonra sormak lazım!... Hz. peygamber Medine’ye hicretinden sonra Yahudilerden öğrenip ashabına uygulanması emrini verdiği “Pesah/Aşûrâ” orucunu hangi fıkha göre tutmuştur? Hz. Peygamber ve ashabının tuttuğu bu oruç ister önce bir günlük isterse sonrasında üç günlük süre ile tutulmuş olsun, hangi fıkha göre bu oruca başlanmış ve bitirilmiştir? Dolayısı ile Bakara 187. ayeti ile tebdil edilen “Ramazan orucu” başlangıcı ve helal kılınan yaşam tarzı öncesi Müslümanların tatbik ettikleri eski uygulamalar (mesela uyuyup gece tekrar kalkınca yeme içme ve cinsel ilişkinin yasak olması), hangi ümmete yazılan orucun fıkhına aittir? Şayet bu fıkıh, Cenabı Hakk nezdinde makbul olmamış olsa idi yasağı çiğneyen Müslümanlara (bilhassa hadis rivayetinde anlatılan Hz. Ömer’e) "Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tövbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin…"[33] der miydi? Hz. Peygamber; "Ey Ömer, bu sana yakışmadı" diye, Ömer (r.a)’e hitap eder miydi?
Sonuç olarak “Ramazan orucu” ve geçmiş ümmet oruçları ilişkisihakkındaşöyle söyleyebiliriz: Oruç, Hz. Âdem’den başlayarak, Hz. Muhammed’e kadar gelen bir süreç içerisinde her peygamber ümmetine müteallik bir ibadet uygulamasıdır. “Hem Yahudilikte, hem Hıristiyanlıkta hem de İslâmiyet'te oruçtan beklenen, iç arınma ve bedensel kontrolün sağlanmasıdır.”[34] Oruç, her ümmet için meşakkatli bir ibadettir ve bu meşakkatli ibadetin sayısının fazlalığı oranında inananların korunmaları açısından onlara fayda verecektir. Son vahiy olan İslam’daki oruç ibadeti; Kur’an’daki Ramazan orucu emirleri ile en son ve mütekâmil halini almıştır. Bakara suresi 187. ayetindeki son oruç emirleri bunun bir yansımasıdır.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar
Dipnotlar:
[2] D.İ.B - Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. I, s. 276.
[3] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c.IV, s. 321; Bu konuda M. Abduh şöyle der: “Yani Sizden önceki milletlerden Ehl-i iman üzerine farz kılındığı gibi sizin üzerinize de farz kılındı. Aradaki benzerlik, farziyet bakımından olup, orucun nasıl tutulduğu, günlerinin sayısı vb, gibi konularda değildir.” M. Abduh-Reşid Rıza, Menar Tefsiri, c. II, s.215.
[4] D.İ.B - Age, c. I, s. 276.
[5] Fahruddin Er-Râzi, Age, c.IV, s. 321.
[7] Seyyid Kutub, Fi Zılâli’l-Kur’an, c.I s.274.
[8] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c. II, s. 533.
[9] D.İ.B - Age, c. I, s. 276.
[10] T.D.V, İslam ansiklopedisi, Âşûrâ maddesi, c. IV, s.25.
[11]http://www.sevivon.com/bayramlar/pesah/alahalar.asp
[12] Fahruddin Er-Râzi, Age, c. IV, s.321.
[13] Rûdanî; Cem’ul fevaid, c.2, s.53; Kütüb-i Sitte, c.9, s.463–464; Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih tercemesi ve şerhi, D.İ.B.yayınları, C.6; s.308–309; D.İ.B.
[14] Aşûra orucunun mahiyeti hakkında bakınız: Cengiz Duman, Aşûrâ günü ve Aşûrâ orucunun mahiyeti; Haksöz dergisi, sayı -226; Cengiz Duman, Deniz Geçişi Mucizesinin Yahudilik ve İslama Yansımaları: Pesah ve Aşura;http://www.haksozhaber.net/deniz-gecisi-mucizesinin-yahudilik-ve-islama-yansimalari-pesah-ve-asura-13846yy.htm
[15] D.İ.B - Age, c. I, s. 276.
[16] Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, c. I, s. 143.
[17] “Hıristiyanlar için oruç günleri, olarak genelde paskalya bayramı gibi Hıristiyan kutsal günleri seçilmiştir. Yahudilikte olduğu gibi Hıristiyanlıkta da oruç tutma şekli konusunda belirli ölçüler yoktur. Temel olarak hem Hıristiyanlar hem de Yahudiler, oruç günleri yağlı, etli ve ağır yemekleri yemezler. Hıristiyanlar özellikle daha çok sebze ve tahıl ürünlerini tercih ederler.” Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Oruç maddesi.
[18] “Hıristiyanlıkta oruç, daha çok perhiz özelliği taşımaktadır.” Mehmet Aydın, Age, Oruç maddesi.
[19] http://tr.wikipedia.org/wiki/Oru%C3%A7
[20] D.İ.B - Age, c. I, s. 278.
[25] İmam Kurtubi, Age, c. II, s. 570
[26] D.İ.B - Age, c. I, s. 276.
[28] Fahruddin Er-Râzi, Age, c. IV, s.385; İbn Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. I, s.143.
[29] M. Abduh-Reşid Rıza, Age, c. II, s.252;İmam Kurtubi, Age, c. II, s. 585-586.
[31] Mevdudi, Age, c. I, s. 149.
[32] D.İ.B - Age, c. I, s. 285.
[34] Mehmet Aydın, Age, Oruç maddesi.
|