Cahiliye Döneminin Medya Unsuru:Şair
" Biz ona şiir öğretmedik, ona yakışmaz da "
Giriş
Vahyin inmeye başlaması ile beraber müşriklerin Hz. Peygamber’e karşı başlattıkları karalama kampanyasında; Kahin, Sahir, kulak vs. gibi vahye olumsuz gelen benzetmelerle beraber, Hz. Peygamberin “şair”, getirdiği mesajın “şiir” olduğu iddiasında da bulunmaya başlarlar. Bu benzetmeyle amaçları, peygamberi, dini hiç bir kalıba sahip olmayan ahlaken düşük gördükleri şairlere benzeterek küçük düşürmek ve dolayısıyla getirdiği mesajın, şairlerin olağanüstü varlıklarla oluşturdukları şiirler gibi olduğunu, yani Allah’tan inmediği imajını topluma vermekti.
Şurası muhakkak ki müşriklerin bu benzetmeleri olumlu olmuş olsaydı sorun olmazdı ancak; Allah çeşitli ayetlerle peygamberin şair olmadığını, getirdiği mesajın ise Allah’tan olduğunu bildirerek bu benzetmeleri reddetmiştir.
Bu çalışmamız şair ve şiirin cahiliyye toplumundaki konumunu, müşriklerin, peygamber ve vahyi, şair ve şiire benzetmelerinin yanlış ve iftira olduğunu; bu konudaki cahiliyye toplumunun arka planını irdelemeyle çalışacağız.
Şair
Yazının ve yazılı belgelerin asgari seviyede olduğu Arap toplumunda iletişim sözlü, hitabete dayanan bir yapıya sahipti. İnsanlar gördükleri, duydukları ve diğer ihtiyaçlara dayanan belge v.b gibi aktarımları, çok az bilinen ve bilinmediği için pratik olarak kullanılmayan yazı ve yazılı belgeler yerine, yeminlere dayanan sözlü anlatımla gerçekleştiriyorlardı. Anlatımlarının doğruluğunu yeminleri ile göstermeye çalışarak gündemlerindeki olay ve diğer ihtiyaçlarını birbirlerine sözlü olarak aktarıyorlar ve böylece gelişmiş olan hıfz sayesinde onlarca, yüzlerce belki de binlerce kelimeyi zihinlerinde depoluyorlardı.
Cahiliyye Arap toplumunda aktüel hayatta meydana gelen her türlü olay, gündemi tayin edebilen mele'lerin (ileri gelenler) yaşamları ve gündelik hayatın zevk ve sefa araçları olan içki, kumar, fuhuş vd. şairler tarafından şiirleri yoluyla halka ve diğer toplumlara yansıtılıyordu.
Meydana gelen olaylar, yapılan savaşlar, ölenler, başarı kazananlar, halkın ulaşmak istediği seviyedeki zenginlerin yaşamları, şairler tarafından şiirleri yoluyla gündeme getirilip yaşadıkları topluma aktarılmış oluyordu.
Şairlerin bu şiirleri halk tarafından ezberlenerek diğer insanlara aktarılırdı. “Çöl şairlerinin ve onların dinleyicilerinin yazı sanatını nadiren bildikleri dikkate alınırsa bu durum kolayca anlaşılabilir. Dolayısıyla şiirlerin, şairin kabilesi arasında muhafazası, sözlü nakle ve kişisel ezbere bırakılmıştı.” 1 Böylece cahiliyye toplumunun sanatsal yapısıyla birlikte, kamuoyu oluşturma ve kamuoyunu yansıtma işlevini de şairler sağlamış oluyordu.“Şair genellikle kendi Cinine “Halil : samimi arkadaş” derdi. Bu kadarla da kalmazdı; herhangi bir şairle böyle yakın ilişki kuran Cin, Yahya veya Meryem gibi isimle dahi anılırdı. Mesela İslam’dan önceki devrin en büyük şairlerinden olan el-A'şa'l Ekber’in Cini, Mishal adını taşırdı ki bunun asıl manası “kesici bıçak”’ demekti. Bu isim şairin fasih, etkili dilini sembolize ederdi.”4
Şairler, Arap toplumunda zevk ve sefahate dayanan, ahlaken düşük, günübirlik orda burada geçen gayesiz bir hayatın temsilcileri olmuşlardır. Dile getirdikleri bu yaşama ait şeyler veya yapmasalar dah yaptıklarını ima ettikleri, yalanlarla dolu şeylerdi. Görülen odur ki zevk-u sefa ile yaşama arzusu ve bunun illetleri olan içki, kumar, fuhuş gibi süfli şeylerle yatıp kalkan bu insanlar; ya zevk ve sefahatın ürünü bu hayata methiyeler, ya da asalak olarak geçirdikleri efendilerini topluma şirin gösterecek yalanları veciz bir biçimde halka sunuyorlardı. Ve bunları da olağanüstü varlıklarla beraber yaptıklarını öne sürüyorlar, bu sayede söylediklerinin daha etkili olmasını sağlıyorlardı.
Kur'an şöyle beyan ediyor:Şairler şiirlerini kalabalıkların olduğu çarşı, Pazar, düğün, cenaze, savaş alanı gibi yerlerde halka iletirlerdi. Bu, kalabalık yaşamlarının sürdüğü mahalli yerler olabileceği gibi; panayır, fuar gibi daha kapsamlı düzenlemelerde de oluyordu. Bunlardan en meşhuru İslam tarihçilerinin de konu edindikleri Ukaz panayırıdır.
Cahiliye Şiiri
“Arap şiiri ilk olarak (Hida) vezni ile başlamıştır. Deve üzerinde bulunan bedevi, devenin yürüyüşüne göre deve üstünde sallanmakta ve bir şeyler mırıldanmakta idi. Bedevinin sesini yükseltip alçaltması ile devenin de bu sese uyarak adımlarını ayarlaması neticesinde Hida vezni meydana gelmiştir” 7
“Arab'ın deve üstünde oluşturduğu en basit şekil olan Hida vezni daha sonraları yerini ‘seci’ye ondan sonra ‘Recez’e daha sonraları ‘Hezec’e bırakır.
Şairin şiirlerinde konular, hayatın tümünü kapsıyordu. Savaşmakta olan kabilenin ateşini; karşı kabileyi kötüleyen, onların atalarına söven, yaptıkları kötülükleri bir bir sıralayan şiirle körüklemek onun vazifesiydi. Aynı zamanda kendi kabilesinin değerlerini yükselten onlara kahramanlıklar atfeden şiirleri de sıralıyor, böylece ortamı kızıştırıyordu.
Ölenlerin yaşamlarını dile getirir, ağıtlar yakarak halkın dikkatini çekerdi. Kabile başkanlarına, zenginlere övgüler dökerek onları halkın gözünde ululaştırırdı. Bütün bunların yanında kendi yaşamlarının da övgüsünü yaparak kendilerinin de, diğer ululaştırdıkları zalimlerden aşağı olmadıkları mesajını verirlerdi.
Mazlumlarla, ezilmişlerle bir işleri olamazdı. Zaten gündeme getirseler mele'ler (ileri gelenler) tarafından alaşağı edilirler, toplumdan sürülürler, kimse onları dinlemez olurdu. O halde tek vazifeleri olabilirdi; var güçleri ile egemen sınıf ve bunların hedef gösterdiği sefil ahlaksız yaşamı, insanların gözünde yüceltmeye çalışmak..
Rasulullah'a Şair, Vahye Şiir iftirası
Buraya kadar cahiliyyenin şair ve şiir hakkındaki arka planını inceledik. Bunun sebebi Kur'an kavramlarını en iyi şekilde öğrenmek için Kur’an’ın indiği dönemdeki altyapının bilinmesinin gerekli olduğu kanaatine vardığımız içindir.
Hz. Muhammed'in risaletini ilan etmesiyle birlikte, çıkarları tehlikeye düşen “ileri gelenler” peygamber ve vahy hakkında çeşitli iftiralara dayanan kampanyalar açarak, bu benzettikleri şeylerin olumsuzluklarını, dinin gerçeği gibi göstermeye çalışmışlardır.
Onların bu benzetmeleri hakkında Kur’an şöyle diyor: “Cinlenmiş bir şair için Tanrılarımızı mı terkedeceğiz?’ (37/Saffet, 36)
“Hayır, dediler: Karmaşık hayaller; hayır onu uydurmuş, hayır o şairdir.” (21/Enbiya, 5)Anlaşılıyor ki olağanüstü varlıklarla temas halinde kabul ettikleri ve bu temasla beraber gaybi bir yapıya büründürdükleri şairlerin oluşturduğu şiirleri kendi menfaatleri için kullanabilen müşrikler, bu olguyu peygambere karşı meydan okuma, karşı karşıya getirmek yerine, dini bir yapıya sahip olmayan şairin bu şekli yapısının peygamberin fonksiyonuna benzediğini iddia etmeye başlarlar.
Bundan anlaşılacağı gibi Hz. Peygamberin getirdiği mesaj, içerik bakımından onların şairlerinin eserlerinden çok farklı idi. Aradaki benzerlik, şairin seci veznini kullandığı dil ve bu eserleri oluştururken kendisine gaybi bir gücün yardım ettiği inancıdır. Şair ve şiirin bu yapısı; vahyin dili ve geliş şekline benzediğine göre, hemen peygamber ve vahy, şair ve şiire benzetilmekteydi. Böylece peygamberin getirdiği dini tema örtülecek, mesajın içeriği gözardı edilmiş olacaktı.
Onlar için Hz. Muhammed’in getirdiği mesajın içeriği önemli değildi. Önemli olan kendi çıkarlarını tehlikeye sokan bu insanın karalanması, bertaraf edilmesiydi.Şeklen peygamberin fonksiyonu da şairinki ne benziyordu. O da şair gibi insanlar tarafından görülmeyen bir varlıktan mesaj getirdiğini söylüyordu.Getirdiği mesajın formu da şairin Seci tarzı gibiydi. Gerçi bu mesajı indiren alemin yaratıcısıydı, fakat cahiliyye arabı bunu önemsemiyordu. Allah olsun Cin olsun fark etmiyordu Arabın nazarında... Hepsinin Cin olduğunu kabul ediyorlardı.
İlk inen ayetlerin de, şairlerin kullandığı seci veznine benzemesi onların bu kanaatlerinde ısrar etmelerinin bir sebebiydi. Şeklen bu böyle idi ancak Kur’an’ın içeriği asla şairlerin şiirleri gibi değildi.
“İşte Arapların Hz. Peygamber’e böylesine yakıştırmalarda bulunmaları, sırf biçimsel bazı benzerlikler nedeniyledir. Ne var ki onların gözden kaçırdıkları en önemli husus Hz. Muhammed ile kahin ve şair arasındaki niteliksel farklılıklardı. Çünkü kahinlerin ve şairlerin toplum içindeki işlevleri, davranış biçimleri, ahlaki yapıları ve son tahlilde sözlerinin muhteviyatı ile Hz. Muhammed’in, hem kişisel hem de tebliğ ettiği Kur’an arasında büyük ayrılıklar mevcuttu.”8
Cahiliyye Araplarının anladıkları bir dil ile hitabeden ve onların bildikleri şeylerden misaller veren Allah, tabiidir ki o dilin yapısına göre onların hoşlandıkları tarzda hitabedecekti. Bundan kasıt mesajın o dilde verilen diğer ürünlere benzeşmesi değil, bu tarzın bir araç olarak şeklen kullanılmasıdır.
Zaten inen mesaj, vahyin iniş ortamının koşullarına göre inmemiş olsaydı, ya mesajı anlamadıklarını ya dilini kapalı bulduklarını ileri süreceklerdi. Nitekim bu hususta müşriklerden gelebilecek itirazları Allah, önceden beyan ederek böyle bir sorunun olamayacağını çünkü vahyin dilinin Arapça olduğunu tafsilatıyla insanlara beyan edildiğini şu ayetlerden öğreniyoruz:Bu ayetler vahyin dilinin hitabe dilen toplumun diliyle olduğunu, buna bağlı olarak o dilin yapısının elemanlarının dil kaide ve kurallarının kullanıldığını, dolayısıyla şairlerin de kullandığı bir tarz olan Seci formunun Kur'an tarafından kullanılmasının doğal olacağını bize izah eder.
Peygamberin Şair ve Şiire Karşı Tutumu
Kur'an'ın iniş süreci içinde, müşriklerin yapmış olduğu şair ve şiir benzetmesi, bu süreç içerisinde Kur’an ve peygambere yapılan benzetmelerin yersiz ve asılsız olduğunun görülmesiyle beraber müşrikler tarafından terkedilir.
Müslümanların egemen olması ile beraber, şairlerden kimileri müslüman olurlar ve cahilliyye temalarını terk ederek yine şiirlerine devam ederler. Artık şair ve şiirin “cin” lerle odaklandırılan olağanüstülük vasfı kalkmış süfli bir yaşamın temsilcisi olan bu insanlar yaşamlarını İslamın gereklerine göre değiştirmişlerdi. Artık şairin ahlaksızlıklarla odaklanan yaşamı İslami motiflerle dolmuş ve şiir sanatsal bir yapıya kavuşmuştu.
Şairin bu yeni konumu hakkında müslümanlar arasında herhangi bir ihtilaf söz konusu olmamıştır. Bize gelen rivayetlerden bizzat Hz. Peygamber’in, Hassan bin Sabit adlı şairi himayesine alarak şiir söylemesi için teşvik ettiği, çeşitli vesilelerle bu konuda kendisine başvurduğunu görüyoruz.
“Hassan, çok geçmeden Medinede peygambere katılıp cahiliyye şiir temalarını bir tarafa bırakarak bütün kabiliyetini peygamberi övmeye ve düşmanlarını yermeye ayırmıştı.” 9
Daha sonraki yüzyıllarda Müslümanların, şairler yetiştirdiği ve şiirlerine meylettikleri görülecektir.
Cahiliyye Şair ve Şiirine Değişik Bir Yaklaşım
Mekke cahiliyye toplumunun sosyal yapısı içinde iyi bir yer edinen şairler bu mevkii kazanma ve koruma esnasında maddi ve manevi destek gördükleri Mekke ileri gelenleri tarafından el üstünde tutulurlardı.
Şairler Mekke yöneticilerinin istekleri doğrultusunda kamuoyu oluştururlardı. Onların zulümlerini halkın gözünde meşrulaştırarak iktidarlarının devamını görev edinmişlerdi. Çünkü şairlerin emeklerinin karşılığını ancak bu yönetici sermaye kesimi veriyordu. Zalimlerin ekmeğin yiyen yine zalimlerin borusunu öttürüyordu
Zavallı halk ise ileri gelenlerin yaptıklarını meşrulaştıran Şair ve Kahinlere karşı gelmeye kalktıklarında önce "Cin" çarpmaları ! ile tehdit edilmekte sonra da yöneticilerin çarpması (!) ile... Tabii ki "Cin" çarpmasının boş olduğunu görenleri çarpan yöneticiler, mazlumları inim inim inletmekteydiler.
Bütün bu yapılanlar acaba o devirde mi kalmıştı? Hayır ! Egemen sınıf her çağ ve koşulda kendilerini ve yaptıklarını meşrulaştıracak kişi ve yapıları bulmuş veya oluşturmuştur.
Eğer onların bu kamuoyu oluşturacak yardakçıları olmamıs olsa sömürülerinin devamı mümkün olur muydu ?
Sonuç
Günümüz dünyasında ise sömürü düzenlerinin kamuoyu oluşturma, iktidarlarını meşrulaştırma aracı olarak şairler yerine "Medya"yı kullandıklarını görüyoruz. Bu çevreler her türlü zulmü medya kanalıyla örtmekte mazlumları ulaşamayacakları debdebe ve şaşaa dolu zevk alemleri ile avutup, onları bu yalanlarla kandırmaktadırlar. Geçmişte cahilıyye sairleri, yüzlerce belki binlerce kişiyle sınırlı ufak bir coğrafyanın insanı aldatabilirken, günümüzün sömürü çevrelerinin şairi "medya" ise milyarlarca insanı aynı anda rahatlıkla kandırabilmektedir.
Kaynakça:
1. lgnace Goldziher, Klasik Arap Literatürü, s. 17, Ankara, 1993
2. Toshihiko Izutsu, Kur'an'da Allah ve insan, s. 161, Ankara
3. Mehmet Ali Baltaşı , İlk mesajlar, s. 84, Ankara
4. Toshihiko Izutsu, a. g. e., s. 159.
5. Toshihiko Izutsu, a. g. e., s. 162.
6. İsmet Zeki Eyüboğlu, Yedi Askı, s. 5, İstanbul, 1985
7. Mehmet zeki Canan , İslam tarihi, s. 93, İstanbul, 1977
8. Dücane Cündioğlu, "Kur'an hakkında şüphe ve tereddütler, Kalem
dergisi, sayı.5, sayfa. 9
9. lgnace Goldziher, Klasik Arap Literatürü, s. 33, Ankara, 1993
Cengiz DUMAN
Araştırmacı-Yazar |